“Dünyayı Sarsan 12 Gün”den Sonra - 2- Hatko Schamis

#11038 Ekleme Tarihi 21/01/2025 11:17:18

Son günlerin en önemli iki gelişmesi, Gazze’de ateşkesin ve Rusya ile İran arasında bir “dostluk” anlaşmasının imzalanması. 

Tekrar hatırlatmak istiyorum: Gazze’de Filistinli örgütlerin, Hamas’ın önderliğinde, İsrail’e saldırmaları, Batı’ya ve İsrail’e "gökte aradıklarını yerde sundu” ve Batı bu fırsatı çok iyi değerlendirdi: 

İran’ın yardımı ve Rusya Federasyonu’nun göz yummasıyla Hizbullah’a büyük darbe vurdu, Güney Lübnan’dan Hizbullah’ı temizledi. Şimdi İsrail’in boşalttığı yerlere Lübnan ordusu yerleşiyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan da Batı’nın, dolayısı ile İsrail’in karşı çıkmadığı iki isim. Artık yeni bir statü kuruluyor. 

Bu statü uzun bir süre değişmeyecek ve Hizbullah Lübnan’da 7 Ekim’den önceki gücüne sahip olamayacaktır. Çünkü Ortadoğu’da normal seçim olmaz, her 4-5 yılda bir yeni bir isim Başbakan veya Cumhurbaşkanı seçilmez. Her gelen kendi diktatörlüğünü kurar. Bir statüko kuruldu mu, onun yıkılması çok uzun bir zaman alır. 

Gazze’de, “ilahların planları”ndan habersiz Filistin halkının kahramanca direnişi, % 90’ı yıkıldığı ve resmen bir soykırım yaşandığı halde vatanını terk etmemiş olması ve ateşkes sonrası herşeyi yeniden inşa etmeye çalışması takdire şayan ve çıkarılması gereken bir derstir. Ne Sina’ya, ne Ürdün’e, ne de başka bir yere gitmediler. Çünkü vatanlarından çıkarlarsa bir daha geri dönemeyeceklerini, 1947 ve 1982 deneylerinden iyi biliyorlar.   

İsrail’in saldırıları başladığında güneye doğru kaçan Filistinlilerin önüne geçip, “nereye kaçıyorsunuz, nereye kaçıyorsunuz. Burası bizim vatanımız!” diye bağıran çocuklar hala gözlerimin önünde. İşte bu haksız, vahşi savaştan Filistin halkının en büyük kazanımı budur: Ne olursa olsun vatanı terk etmeme ve onu yeniden inşa etme iradesi. Bu irade, yapılan yanlışlardan dersler çıkaracaktır. 

Öldüler mi, öldüler; her şeylerini kaybettiler mi, kaybettiler; İsrail Askerleri hep yanı başlarında olacak mı, olacak. Ama şu yok, bu yok bahanesi ile, başka bir ülkede daha rahat yaşamak için, kaçmadılar. 

Her şeye rağmen vatanda yaşama iradesini kaybetmeyen bu halk onu yeniden inşa eder, bundan kuşku duymuyorum.  

Rusya Federasyonu ile İran arasında imzalanan ve dünyaya “stratejik ortaklık” diye duyurulan anlaşma, sadece bir ‘dostluk anlaşması’. Anlaşmanın bir maddesi, bir saldırı durumunda “tarafsız” kalacaklarını söylüyor. İttifak değiller yani. Rusya Federasyonu’nun Kuzey Kore ile yaptığı anlaşmadan farklı yani.

Nedenini ben de tam olarak bilmiyorum. Ama Putin’in İran’a Suriye nedeniyle biraz kızgın olduğunu biliyorum. Halep düştükten sonra söylediği “350 cihatçı, 30 bin kişilik bir orduyu yendi” sözleri Suriye askerlerinden çok İran’a yönelik bir eleştiriydi. Çünkü Halep’i İran Devrim Muhafızları savunuyordu, Suriye’nin sadece küçük bir birliği vardı. HTŞ saldırınca, önce Devrim Muhafızları buharlaştılar. 

Tam tarihini hatırlamıyorum, 2 veya 4 Aralık’ta olabilir, Esad Halep’te yaşananlarla ilgili olarak İran Cumhurbaşkanı ile görüşmek istedi, telefon açtı, ama bir cevap alamadı. Putin de telefonlarına çıkmadı.

Ve Esad, Nasrallah gibi, satıldığını anladı…

Her halukarda, Rusya’nın İran’a ihtiyacı var. Çerçevesini tam olarak bilmiyoruz, ama İran, Ukrayna’ya karşı Rusya’ya askeri destek veriyor. Kamikaze dron ve balistik füze gönderdiği biliniyor. Rusya’nın da İran’a hava savunma ve radar sistemleri, hatta nükleer silah yapımında ihtiyaç duyduğu teknolojik desteği vermiş-veriyor olması büyük ihtimal.  

Rusya Federasyonu’nun ekonomisi, yaptırımlar nedeniyle, iyi durumda değil, ekonomisini ayakta tutabilmek için, stratejik reservlerini kullanıyor. Sadece 2024 yılında bu reservlerin dörtte birini harcamış. Bu nedenle ihracatını arttırmaya ve yeni ticaret yolları açmaya çalışıyor. “Kuzey-Güney Koridoru” bunlardan biri. St. Peterburg’dan başlıyor Azerbaycan üzerinden, Basra körfezine uzanıyor, Rusya’yı İran’a ve Hindistan’a bağlıyor. Bu koridorda bir demiryolu bir de doğal gaz boru hattı inşa edilecek. 

Doğal gazın bir kısmı İran’ın kendi ihtiyaçları için, çünkü dünyanın en büyük doğal gaz reservlerine sahip ülkelerinden biri olan İran’da enerji krizi var. Sahip olduğu gazı çıkarıp dağıtım ağını döşeyecek parası yok. Bu işi Rusya üstlenecek ve İran’ın güneyinde, Bandar Abas şehrinde sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) depoları kurulacak. 

İşte Rusya’nın Azerbaycan ile yakınlaşmasının veya bazı yanlışlarına göz yummasının ve Ermenistan’ı da satmasının nedeni bu koridor. 

Elbette Azerbaycan savaşa iyi hazırlandı, silahlandı ve Türkiye Azerbaycan’a ciddi destek verdi. Ama Rusya izin vermeseydi, Azerbaycan savaşı kazanamazdı.

Ben böyle şeyler yazınca, “nostaljik sosyalistler” biraz bozuluyorlar. Ama Rusya Federasyonu, bir SSCB değil; emperyalist ülke ve oyunu kuralına göre oynuyor, önce kendi çıkarlarını düşünüyor. Ama Rusya halklarının bir gün bu parantezi kapatacaklarına, eskisinden daha güzel, daha demokratik bir ülke inşa edeceklerini de inanıyorum. Çünkü Rusya Federasyonu çok uluslu bir ülkedir. Ve bu ulusların bazıları, "ölü" değil, yaşayan uluslar. Bunları hiç bir güç asimile edemez. 

Bakın Rusya'nın yasakladığı her şeyden sonra halkarın "direnme iradesi" büyüyor, devletin yapamadıklarını sivil inisiyatifler örgütlüyor. Dil, el sanatları, müzik grupları kuruluyor, sokaklara "bu vatan bizim" anlamına gelen motifler çiziliyor, tabelalar asılıyor. Her gün bir etkinlik var!.. 

Kuzey-Güney doğal gaz boru hattı Hazar Denizinden geçiyor, bir de demiryolu hattı var. Demiryolu hattı Bakü’den geçiyor, Türkiye ve Orta Asya ülkeleri de bu hatta bağlanacaklar.

Azerbaycan’ın, İsrail ve Türkiye’nin desteği ile Artsakh’a (Dağlık Karabağ) saldırısını Rusya’nın sessizce izlemesinin nedeni, bu Kuzey Güney koridoruna ve Azerbaycan ile yakınlaşmaya ihtiyacının olmasıydı. Ama Ermenistan’ı tamamen kaybetmemek için sorunu savaşsız çözmeye çalıştı. Ermenistan’a, hukuki olarak Azerbaycan’a ait olan Karabağ’dan ve çevresindeki 5 eyaletten çekilmesini teklif etti. Ermenistan bunu reddetti. Ve Azerbaycan saldırıya geçti. 

Burada da Suriye’de yaşananlara benzer bir şeyler oldu. Bazı komutanlar savaşmadı, hava savunma sistemleri çalışmadı, askerler mevzilerini terk ettiler. Bunun üzerine Ermeni halkı savaşmak için milis örgütlemek istedi, ama Paşinyan da Esad gibi, oyunu gördü. Karabağ Ermenilerini, Ermenistan’a taşıdı.

Artsakh (Dağlık Karabağ) tarihi bir Ermeni coğrafyasıdır. 2800 yıldır Ermenilerin yaşadığı bu toprakların Ermeni kültüründe-tarihinde önemli bir yeri vardır. Kosova’nın Sırbistan tarihinde olduğu gibi. Ama hayat, tarihten de kültürden de daha güçlüdür.

Paşinyan, daha gazetecilik yıllarında sistemi eleştiriyordu. Çünkü Ermenistan, doğusunda Azerbaycan, Batısında Türkiye tarafından kuşatılmıştı, ekonomisi gelişmiyordu. Yalnızca Rusya ile, tek taraflı, ticaret yapabiliyordu. Ama yeterli değildi. Diasporası Ermenistan'ı ayakta tutmak için çok çalıştı, maddi destek verdi. Ama taşıma suyla değirmen döner mi? Ve nereye kadar? 

Ermeni diasporasının binbir emekle vatan Ermenistan’a gönderdiği “Dönüşçü Ermeniler” bile orada tutunamıyor, her yıl binlerce Ermeni iş bulmak için Ermenistan’ı terk ediyordu. Karadeniz sahillerine, Adığe Cumhuriyeti’ne ve Krasnodar’a gelen Ermeniler işte bunlar. 

Ermenistan’ın acilen özellikle Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmesi ve dünyaya açılması gerekiyordu. Ama bunun önünde büyük bir engel vardı: Ermeni diasporası!

Ermeni diasporası örgütlü ve güçlüdür, öyle ki, diasporanın karşı çıktığı bir ismin Ermenistan’da Cumhurbaşkanı seçilebilmesi bile mümkün değildi. Siyasi faaliyetlerini ve kimliğini “Ermeni Soykırımı”nı dünyaya tanıtmak üzerine inşa etmişti. Soykırımı tanımayan Türkiye ile her türlü yakınlaşmaya karşı çıkıyor; hatta Soykırımı reddedeni Ermeni veya dost kabul etmiyordu.

Paşinyan, bunun bir çıkmaz sokak olduğunu gördü. Önce, “Soykırımı tanıtmak önceliğimiz değil” açıklamasını yaptı. Ermeni diasporası şok oldu. Paşinyan durmadı, “komşularımızla bütün sorunlarımızı çözmeliyiz” dedi. Hatta bir Ermeni kağıt parasının üzerindeki Ağrı dağı ile ilgili olarak, “bu dağın orada ne işi var ” sözleri ile alay etti. Muhalefet ayağa kalktı. Ama Paşinyan “eğer bu sorunları çözmezsek, Ermenistan’ı da kaybederiz” dedi.

Bağımsızlığı korumak, onu kazanmak kadar zordur. Eğer coğrafyaya bir istikrar, halka refah ve huzur getirmiyorsa, bağımsızlık kırılgandır. 

Yani bağımsızlık her şeyin garantisi değildir. Ki, bağımsız İrlanda veya Galler, hala bir dil sorununu bile çözememişken, Basklar ve Maoriler, çok daha iyi durumdalar. Neredeyse 30 yıldır bağımsız bir devlet olan, ama bir çok temel sorununu bile çözememiş, Rusya’ya bağımlı kalmış Abhazya da buna bir örnektir.

Artık biliyoruz, Batı, Gürcistan’ı Rusya Federasyonu’na karşı bir karakol yapmak istemişti. 2008’de Rusya, “bu o kadar kolay değil” dedi. ABD’nin has adamı Şakaşvili gitti, yerine İvanişvili geldi. Bazıları bunu “Rusya kazandı” diye yorumladı. Halbuki İvanişvili de Batı’dan, özellikle Avrupa Birliği’nden kopmak istemiyordu; Rusya ile düşman olmayan, AB'ne entegre olmuş bir Gürcistan hayali vardı. 

Ama Batı’nın Rusya’yı kuşatmak-çökertmek için, Gürcistan’ı da kullanmak istemesi, onu Batı ile arasına mesafe koymaya itti. İvanişvili, Gürcistan’da Rusya Federasyonu’na karşı ikinci bir cephenin açılmasını istemedi. Savaşın Gürcistan’a büyük bir yıkım getireceğini biliyordu. Batı buna çok kızdı, bazı yardımları askıya aldı. Ama Gürcistan direniyor.

2024 yılının son günlerinde “2008 yılında, hata yaptık” diye bir açıklama yaptı İvanişvili. Ve özür diledi. Lavrov, “Bu konuyu görüşmeye hazırız” diye cevap verdi.

Ukrayna’da savaş biterse, Putin ile Trump’ın görüşmesi sonrasında bitebilir, Gürcistan’da taşlar yerine oturacaktır.

Ben Abhazya'nın Gürcistan ile ilişkilerini düzeltme-geliştirme fırsatını kaçırmaması gerektiğini düşünüyorum, Gürcistan’a karşı nefreti büyüten ve rasyonel düşünmeyen güçlerin kurbanı olmamalı. Rusya Federasyonu, Batı'nın İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya yaptığını yaptı. Abhazya ile Gürcistan'ın arası hep gergin olsun istedi. 

Hatırlayın, İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra hızla toparlanan Almanya, Doğu Avrupa’ya açılmak istiyordu. Önünde Polonya vardı ve Polonya’nın Batısı, “tarihi Alman toprağı” idi, savaştan sonra 2 Milyon Alman bu topraklardan sürülmüştü. Batı, Alman-Polonya düşmanlığını sıcak tutmak için, Polonya’ya gidip “Almanların hala bu topraklarda gözü var”; Almanlara dönüp “Şilezya kızıl ordu ve Polonya tarafından işgal edildi” diyordu.

Özellikle Birleşik Krallık'ın kışkırttığı bu gerginlik, Almanya’nın ekonomik büyümesinin ( Doğu Avrupa’ya açılmasının ) önünde bir engeldi. Aynı şeyi bugün de yapıyorlar. Rusya Federasyonu’na düşmanlık ve yaptırımlar sayesinde Almanya’yı çökertiyorlar.    

Willy Brandt bu oyunu gördü. Sanırım 1974 yılında Polonya’ya gitti ve o meşhur anıtın önünde diz çökerek Polonyalılardan özür diledi, Polonya’nın sınırlarını tanıdı. Avrupa’nın demokratikleşmesinin ve ekonomik olarak büyümesinin önü böyle açıldı…

Bazı tabuları yıkmak kolay değildir. Özellikle "araya kan girmiş"se. Çünkü kan akarken yapılanların-söylenenlerin esiri olur insan. Şartların değiştiğini ve fırsatları göremez. 

Kimileri Paşinyan’ın açılımını ve ABD ile yaptığı stratejik işbirliği anlaşmasını Rusya düşmanlığı olarak görüyor. Ermenilerden nefret edenler ise “yola getirdik” diye düşünüyor. Halbuki Paşinyan Türk düşmanlığının ve soykırımı dünyaya tanıtma üzerine inşa edilen dış politikanın, Rusya Federasyonu’nun çıkarına olduğunu, bu sayede Rusya’nın Ermenistan’a yerleştiğini gördü. Ve bunun Ermeni halkına hiçbir getirisi yoktu…( Kıssadan hisse! ) 

Bu nedenle, Ermeni halkını ve gençlerini kaybedecekleri bir savaşa sokmadı. Geri çekildi. Şimdi Kafkasya’da oluşturulmaya çalışılan ekonomik alanın bir parçası olmaya ve dünyaya açılmaya çalışıyor.    

Soykırım önemli bir konudur. Sadece bir geçmiş değildir. Üzerine bir gelecek inşa edilebilir, bazı kapıları açabilir. Avustralya'da, Yeni Zelanda'da, Kanada'da... böyle oluyor. Bu ülkeler, soykırım mağduru halkları maddi ve manevi olarak destekliyor, rehabilite ediyorlar. 

Ama bu ülkelerde, her iki tarafta da birlikte yaşama iradesi var. 

Gürcistan’a soykırım başvurusunu yaptığımızda ve oradaki sohbetlerde bir şeylerden kaçınmaya çalışmıştık. Mesela soykırım anıtı seçilirken, ilk gün, çoğunluğun destek verdiği, “7 yıldız”ı simgeleyen projeye karşı çıktık. Bu, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni ve bağımsızlığı simgeliyor dedik. Abhazya konusuna hiç girmedik. 

Bir akşam beni ve Bırs Bülent’i otelden aldılar, konuşmak için. Özellikle tanınan “sürgünde halk” statüsünün bize ne getireceği üzerine konuştuk. Üniversitede Çerkes öğrencilere kontenjan ve burs... Çerkes dili ve kültürü üzerine bir araştırma merkezi… Anaklia’da iletişim dilinin Çerkesçe olduğu bir Çerkes köyü inşa etme projesi gibi… Çerkes Soykırım ve Sürgünü’nün tanınmasını düşmanlığı büyütme aracı olarak düşünmedik hiç. 

Ukrayna'ya ve başka 3 ülkeye başvuru yapma işi de konuşulmuştu Gürcistan'da. Zaten hemen çalışmaya başladı Smuleviç...

Devam edecek...

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks