Dünyanın en eski dillerinden biri olan anadilimiz Çerkesçe, ne yazık ki UNESCO'nun "tehdit altındaki diller" listesinde yer alıyor.
Çünkü, anadilimiz Çerkesçe'yi konuşan Çerkes sayısı, özellikle diasporada her geçen gün azalıyor. Hatta artık 50 yaşın altındaki gençlerimizin çok azı anadilimizi biliyor ve/veya konuşabiliyor.
Bu durum, anadilimizi yitirdiğimizde kimliğimizi ve geleceğimizi yitireceğimizi bilen Çerkes aydınlarını çok tedirgin ediyor.
Gerek diasporada gerekse vatan Çerkesya'da anadilimizin önemine dikkat çeken toplantılar ve kampanyalar örgütleniyor, ama henüz ve hala ciddi bir ilerleme sağladığımızı söylemek mümkün değil.
Sevindirici olan, artık siyasi kurumlarımızın ve Cumhuriyetlerimizin de sorunun farkına varmış olmaları…
Çerkesçe'nin varlığının garanti altında olmamasının başlıca nedeni nüfusumuzun az, dilimizi öğrenmenin zor, Çerkes halkının anadiline ilgisiz olması değil; Rusya Federasyonu dahil, içerisinde yaşadığımız ülkelerin anti demokratik karakterleri ve asimilasyon politikalarıdır.
Bu devletler, başka ulusları ve/veya etnik ulusal toplulukları bir "tehdit" olarak algılıyor, kimliklerini, kültürlerini, dillerini korumaları ve geliştirmeleri için hemen hiç bir destek vermiyorlar.
Kamusal alan ise neredeyse tamamen kapalı...
Türkiye Cumhuriyeti, Çerkes halkının varlığını dahi kabul etmedi, bizi "Türk ulusunun bir bileşeni”, "Türk ulusunu oluşturan etnik topluluklardan biri” olarak tanımlıyor. Bu nedenle "etnik-ulusal" haklarımızı tanımıyor. Hükümetler değişiyor, ama Türkiye Cumhuriyeti'nin bu politikası değişmiyor.
Rusya Federasyonu ise, Putin ile bir "üniterleşme" sürecine girdi. Federasyon kurulurken, tanınan ve tanımlanan haklarımız kağıt üzerinde kaldı, bir bir yok edildi ve en son anayasaya göre “devlet dili” olmasına rağmen Çerkesçe “seçmeli ders” statüsüne alındı.
Elbette biz de çok hata yaptık. Haklarımız ve özgürlüklerimiz konusunda doğru bir bilince sahip değiliz. Anadilimizi kendi imkanlarımızla, evde ve dernekte öğrenebileceğimizi sandık, devletlerin bu konudaki sorumlulukları üzerine konuşmadık.
Halbuki, bir insan topluluğunun kimliği ve geleceği demek olan anadili üzerine ulusal bilincinin olması, topluluk üyelerinin duyarlılıkları çok önemli olmakla birlikte, içerisinde yaşadığımız ülkelerin bu konudaki siyasi tavırları ve yasaları çok önemli, hatta belirleyici.
Çünkü bir dilin yaşayabilmesi için, o dilin topluluk üyelerinin dünyaya: sadece günlük yaşama değil; bilime, sanata, edebiyata, fiziğe, matematiğe... açılan kapı olması gerekiyor. Bu da ancak devletlerin doğru politikalar yapmaları ile mümkün.
Dünyada, devletten destek almadan, hatta devletlerin baskı ve asimilasyon politikalarına rağmen, halkların kendi güçleri ve çabaları ile anadillerini yaşatmaya çalıştıkları örnekler var.
İrlanda, İskoçya, Bask ülkesi mesela. "Büyük Dil Hareketleri" olarak tarihe geçen bu çabalar, ne yazık ki bir sonuç vermedi. İskoç, İrlanda ve Bask dilleri yok olmanın eşiğine geldi.
Ta ki bu halklar, kimliklerini ve dillerini yasal güvence altına alıncaya; anadillerini hayatın her alanında, hem günlük yaşamda hem de kamusal alanda örgütleyinceye ve kullanıncaya kadar.
Kimse bu halklarda ulusal bilinç olmadığını ve anadillerini yaşatmak için yeterince çaba göstermediklerini sanmasın. Tam tersine, büyük mücadeleler verdiler ama bütün bu çabaları ve fedakarlıkları anadillerini kurtarmaya yetmedi.
Kapalı toplumlarda, köylerde anadilini ve ulusal kültürü daha uzun süre korumak mümkündü, ama günümüzde mümkün değil. Bunun için, mutlaka devletlerin başka ulusların ve etnik-ulusal toplulukların varlıklarını, demokratik hak ve özgürlüklerini tanımaları, garanti altına almaları ve desteklemeleri gerekiyor.
Bu nedenle, kimlikleri, dilleri, kültürleri; kısaca varlıkları tehdit altında olan halklar, öncelikle devletlerden hak ve özgürlüklerini talep etme eksenli politikalar yapmalı, bundan sonra, veya buna paralel olarak, kendi imkanları ile neler yapabileceklerini düşünmeliler.
Son yıllarda, artık çıplak gözle de görünür olması nedeniyle, asimilasyona karşı bir duyarlılık var. Anadilimizi koruma ve yayma yönünde bir istek ve çaba var. Ve bu çabaların hepsi değerli, ama asimilasyonun bir devlet politikası olduğunu ve ancak devletlerin bu konuda adımlar atmaları ve asimile olan halkları desteklemeleri ile durdurulabileceğini unutmamalıyız.
Yoksa okları içimize çevirir, asimile olan-edilen insanlarımızı duyarsızlıkla, isteksizlikle, yeterince çaba göstermiyor olmakla suçlar; onların topluluğa aidiyetlerini köreltiriz.
Unutmayalım: kimse anadilini “isteyerek” unutmaz!
İnsanlarımızın, anadilini, kültürünü, gelenek göreneklerini -yeterince - bilmese de, bunca baskı ve asimilasyon politikalarına rağmen, hala "ben Çerkesim, Çerkes kalmak istiyorum" diyebilmeleri çok değerlidir, bizim bu iradeyi büyütmemiz ve doğru politikalarla doğru yöne kanalize etmemiz gerekiyor.
"Yok olduk, bittik..." gibi yakınmalar abartılı. Çerkes halkının varlığını yaşatabilmesi için güçlü dinamikleri var. Belki "ölüyü diriltemeyiz"; ama Çerkes halkı kesinlikle yok olmayacaktır.
Bu bilinçle,
ÇERKES ( ADIĞE ) DİLİ VE YAZIN GÜNÜ HEPİMİZE, TÜM DÜNYA HALKLARINA KUTLU OLSUN.
Çerkesya Hareketi
14 Mart 2024