Aliy Djançate’nin ( Hırtsıj Aliy ) Ölümü*  - I. Bölüm -

#6850 Ekleme Tarihi 25/03/2021 09:57:19

Aliy Djançate’nin ( Hırtsıj Aliy ) ölümü* : Bir görgü tanığı savaş muhabirinin ağzından, ünlü Abzex önderlerinden, Hırtsıj Aliy diye anılan, Djançate Aliy’nin tek oğlunun da öldüğü çatışma.

“Genellikle Abzexlerden oluşan Çerkesler, büyük Kabarda ile küçük Kabarda’nın ele geçirilmesinden sonra batıya geçen Kabardeyler ile Şapsığ’lardan oluşan iki bin kişilik bir güç oldular. En sonunda beklediğimiz haber: Çerkeslerin Ruslara karşı savaşta saçları ağarmış olan iki Slav düşmanı: Abzex Kahramanı Hırtsıj Aliy ile oğlunun önderliğinde, gece yola çıkacakları, Kumara’dan 25 Werst ( 41Km ) uzaktaki Stanitza; ya da Kazak köyü Batalpaşkins’e saldıracakları haberi geldi.

İki bin kişiden, bin ikiyüz kadarı kanları üzerine yemin etmiş, prensleri atlarını sıcak su ile yıkamış, en iyi silahlarını kuşanmış ve en gösterişli elbiselerini giymişlerdi.

Zass’ın iki seçeneği vardı: Ya onların önünü kesecekti ki, bu durumda onlar için bir canavar olan, kısaca Şeytan diye adlandırdıkları bu General’in önlerine attığı eldiveni almayarak ( Düello davetini reddetmek anlamında. T.Aday ) dağılacaklar, daha uygun bir zamanda gene saldırmayı deneyeceklerdi; ya da onların geçmesini bekleyecek arkadan saldıracaklardı.

İkinci yolda karar kılındı. Zass önce, Stanitza’ya ( Kazak yerleşkesi. T.Aday ) yakın bir yerde, iki bölük piyade ile beş yüz Kazak’tan oluşan bir güç ile konuşlanmış olan albay Hahn’a, bu haydutları gerektiği gibi karşılamasını, kendisinin onların ensesinde olduğunu, ilk alarm işaretinde bir top atışı ile düşmanlarına artlarında olduğunu hissettireceğini yazdı ve Hahn’dan Karaçaylara bir çağrı yapmasını, haydutların kaçabilecekleri tek geçidi kesmelerini söylemesini istedi.

Zass, hemen güneşin batımıyla, düşmanı Kuban’a kadar takip için, sekizyüz Kazak, altı hafif top ile iki bölük asker ile yola çıktı. Düşmanın konuşlandığı yere gidebilmek için, neredeyse bölgenin en yüksek yerine, Laba’nın kaynaklarından çıkıp yalçın kayalıklardan kendine yol açtığı yere kadar çıkmak zorunda kaldık.

Önümüzde, on ikibin kişinin, bir insan boyundaki otları, taze toprağı çiğneyerek bıraktıkları geniş patika uzanıyordu. Doğanın durdurulamaz bir şekilde ilerlediği zengin bitki örtüsününde, dağlardan, ovalardan, bataklıklardan, hızlı akıntılardan, uçurumlardan, sık ormanlardan geçerek, üç gün iki gece boyunca izlerini sürdük. Konakladıkları yerdeki ateşin sıcaklığından, onlara yakınlığımızı hesapladık. En son gece yanmakta olan bir ateşe ulaştık. Demek ki yavaş, tasasız, hiç bir önlem almadan ilerliyorlardı. Bunu, baskından sonra, geri dönüş yolunda atlarını dinlendirmiş olmak için yaptıkları anlaşılıyordu.

İşte bu, Ruslara önemli bir üstünlük sağlamıştı, çünkü Kuban kıyısında beşyüz dinlenmiş at onları bekliyordu. Ama tam da burada tüm izler değil, konaklama yerlerindeki izleri de kayboluyordu! Zass düşüncelere daldı, ama daha hızlı ilerleme emri verdi. Piyadeler, yük hayvanları ile bu acil yürüyüş nedeniyle gerilerde kalmıştı.

Çerkesler asla bir yere hemen saldırmazlar. Her zaman bu yerleşkelere ( Stanitza ) yakın bir yere gelir, gece yarısını beklerler, atlarını dinlendirir, sabaha karşı korkunç bir bağrışma ile yerleşkeye saldırırlardı. Bunu bildiğimizden, son derece dikkatlice Kuban kıyısından Batalpaşinsk’e yaklaşıyorduk.

Birden, kuşkusuz bizim kendilerini izlediğimizden haberdar olarak, sağa dönüp başka bir yoldan Kuban’ı geçtikleri, izlerini kaybettirdiklerin Kazaklar da gelip, tahminen sekizyüz Çerkesin, birbirlerine yakın vaziyette, ortalarında bir bayrak ile, güpe gündüz Stanitza’ya saldırdıkları bildirilince, yaşadığımız şaşkınlığımızın büyüklüğünü anlatamam. Stanitza’dakiler bir kaç top atışı ile cevap vermişler ama, bundan hiç etkilenmeyen Çerkesler, güçlü adımlarla, Kabarda sınırına 49 Km uzaktaki Petigorsk’taki Kislowodsk termallerine doğru bölge içlerine doğru girmişler.

Atlarımız artık yürüyemez haldeydi. General’e, bütünüyle albay Hahn’a güvenmek, onların kuşatılmış olduklarını bilerek, bütün çevre ile Kanennoi Most’u tutmak, bir sürü vadiyi geçip geri çekilirken elimize düşmelerini beklemekten başka bir şey kalmamıştı. Her yeri bir sessizlik kapladı. Bütün gün boyunca, gece de tek bir kurşun sesi duyulmadı.

Gönderdiğimiz gözcülerden de bir haber yoktu. Birden bire generalin en sevdiği Kaberdey Prensi Canbolat Ataşukin ile Abaza prensi Muhammet Giray Loof dört nala geldiler. Atlar ölü gibi yığıldılar. Kan- ter içinde, vahşi bakışlarıyla, karanlık bakışlı generalin yanına vardılar. Onun bakışlarının nasıl kıvılcımlar çaktığını görür gibi olduk. Bir ceset gibi soluk yüzünde hiçbir kımıldama olmadan, bir eliyle uzun, sarı bıyıklarını kıvırırken, diğer eliyle dizlerine vurdu. Bu onun çok kızgın olduğunun belirtisi idi. Kızgınlıktan köpürüyordu!

Bir düşünün, Çerkesler kendilerini kimin takip ettiğini bilmeden, paniğe kapılarak, Batalpaşinsk planından vaz geçip, hiç dinlenmeden 70 Km at sürerek, albay Hahn’ın bunda bir hatası olmadan, onu atlatarak, biraz daha dikkatsiz korunmakta olan uç karakolu Rislowodsk’a saldırmışlar. Bir katliamdan sonra beş esir ile yirmi at savaş ganimeti alarak, affedilmez bir hata ile haber verilmemiş olan Karaçay bölgesinden rahatça geri çekilmişler. Tarlalarda dağınık vaziyette olan Karaçaylar, onların geçebileceği dar geçitte yüz kişilik bir kuvvetle durdurabilmek için zamanında toparlanamamışlar. Bütün bunları da hiç bir şekilde kayba uğramadan yapmışlar. Bu onları daha da gözüpek, cesur gösteriyordu. Kısaca bütün bu yorucu takip, çekilen sıkıntı boşa gitmişti! Dahası, uzaktan tüm suçu generale yüklemek de kolay olacaktı.

Bu arada ikiyüz Çerkes ile Nogay bize katıldı. Zass düşünceli bir şekilde uzun süre kalakalmıştı. Sonunda ayağa kalktı, Çerkes dostlarına, bu kaçakları yakalayabilme olasılığı olup olmadığını sordu. Uzun görüşmelerden sonra, Abzex’lerin atlarını aşırı yormuş olabilecekleri, şimdi uçurumlarla ve kayalıklarla kaplı daha da zor yollardan geçecekleri, bunun da onları yavaşlatacağı, atlarla daha çabuk gitme olanakları kalmadığı konusunda anlaştılar. Hatta kendilerine olan güvenleri arttığından daha da yavaş gidiyor olabilirlerdi.

Ataşukin, arada bir günlük mesafe olmasına karşın, aynı yoldan değil de başka kestirme bir yoldan onlara yetişip, biraz acele edersek, önlerini kesebileceğimizi söyledi. Bunları söylerken yorgun atlarımıza bakıp başını salladı. „Ben tek başıma siz ikiyüz kişiyle takip etsem bile, onları cezalandırmadan bırakamayız! İleri!“ General Zass’ın emrinde hızlı takip ne imiş görmeliydiniz.

-II-

Yukarda andığım dört akıntıyı geçerken, karanlıkta dik dağ patikalarına tırmanarak, atların sağrıları üzerinde kaymak zorunda kaldıkları yamaçlardan inerek ilerledik. Ama sabah beşe doğru, kılavuzlarımızın söz verdikleri gibi, Abzex’lerin geçecekleri yere - tabi daha geçmedilerse - vardık. Her yeri büyük bir hırsla taradık. Zass vahşice gülümsüyordu. Hiçbir iz yoktu. Zengin bitki örtüsüyle kaplı zemin, o anda kaç kişinin geçmiş olabileceğini gösterebilirdi. Bir uçurumun dibinde, keçe paltolarımıza sarılıp, sırt sırta vererek saat dokuza kadar ölü gibi uyuduk.

Sonra hepimizi uyandırdılar. Dakikası dakikasına, onların dağdan inişlerini görebiliyorduk. Önümüzde bize doğru inmeleri gereken dağ yamacı vardı. Sağımızla solumuzda, dağı neredeyse tam paralel ortasına alan iki uçurum vardı. Birden, “Geliyorlar!” diye bir ses duyuldu. Ardından, karla kaplı dağın zirvesinden aşağı doğru, yılan gibi kıvrılan siyah bir çizgi belirdi. Bu görüntü karşısında her birimiz atların böğürlerine yapışıp, eyerlerin kemerlerini tuttuk. Herkes tüfeğini yokladı, keskinlemiş olduğu kılıcın, sivri kamanın kınından kolay çıkıp çıkmadığına baktı.

Abzex’lerin, bir şeyin farkına vardıklarını anladığımızda daha 3 werft ( 4,5 Km ) uzağımızdaydılar. Durmuşlardı, kararsız gibiydiler. Biraz sonra kumandanımızın “Bizi gördüler!” sesi ile gerçekle karşılaştık. Şahin bakışları yerimizi saptamıştı. Şimdi önlerinde bir yol vardı, ya uçurumlardan birine atlayarak, bizi öteki tarafa alarak kaçacaklar; ya da doğrudan saldırıp bir yarma hareketine girişeceklerdi.

Burada bir şeyi belirtmem gerek, generalin elinde, sekiz yüz atlı Kazak’tan üç yüz ellisi, üç yüz piyadeden sadece altmışı, altı toptan da sadece biri kalmıştı. Diğerlerini hep geride bırakmak zorunda  kalmıştık. Bu savaş birliği ile iki yüz sadık Çerkes, şimdi sekiz yüz kişilik, çaresizliğe itilmiş düşman ile savaşacaktık. Şaşkın bir düşman yarı yenik sayılır, üstelik Çerkes dilinde topa verilen ad da "Bin Kişi" olunca…

Daha Abzex’ler bir karara varmadan Zass şöyle bir emir verdi: Yüz Kazak, Gürcü prensi Maynuka Arbelian’ın emrinde, ikiyüz Çerkes de bizim barışçıl dağ halklarından gözlemcimiz Menerowski ile bir Çerkes asıllı binbaşı Musa Tagan emrinde sağdaki uçurumun başını, albay Roth ise diğer ikiyüz Kazak ile soldaki uçurumun başını tutacak, general ise diğer kazaklarla, her birinin arkasında bir piyade ile atının üstünde düşmanın tam karşısında idi. Sayımızın azlığını saklamak için olabildiğince alan kaplamalıydık.

İndirilmiş yularları ile herkes kendisine gösterilen yöne doğru atıldı. Bu bizim için son derece güzel, görünüşte küçük bir çukurluktan üç bölüğün çıkarak etraflarını kuşatması, Abzexler için o derece hoş olmayan bir görüntü idi. Abzex’ler aniden Çerkes birlikleri ile Kazaklara saldırdıklarında, ben generalin yanında idim, daha aşağı doğru yarım yolu gitmemiştik. Bir ara sağımızda gözümüzden kayboldular, aynı anda silahlar patladı. Biz sağa doğru savrulduk, çok güzel bir görüntü idi. Wenerovski ile diğerleri daha iyi atları ile çok öne fırlamışlardı. Tahminen onbeş zırhlı Abzex onlara karşı koşturdu. Birbirlerine saldırdılar. Birkaç dakika tozdan, baruttan başka bir şey görünmedi. Tozlar dağılınca, bizim de yaklaşmış olduğumuz yere doğru üç kişi geldi ama yaya olarak. Atları kılıçla öldürülmüştü. Arbelian beş tane hafif kurşun yarası almıştı. Biri sağ tarafında. Menerovski, dört tanesi ciddi dokuz tane, ama ölümcül değil, Musa Tagan ise hiçbir tane!

Bizim Çerkes’lerin saldırısıyla Abzex’lerin ilk cephesi yarıldı, diğerleri de görülür hale geldi. Diz çökmüşler, tüfekleri omuzlarına dayalı vaziyetteler. Bunun üzerine bizimkiler de atlarından inip siper aldılar, karşılıklı ateş başladı. En sonunda diğer Kazaklar, Roth, yüzbaşılar Barantşeyef ile Albraudt gürleyerek yetiştiler. Abzex’leri gerilettiler.

Yuvarlak Papakları kemerlerine sıkıştırılmış Kazaklar, - sınır boyu Kazakları Çerkesler gibi giyinirler, bu nedenle kendilerini Çerkeslerden ayırdetmek için kafalarındaki saçlar görünsün diye, çünkü Çerkesler saçlarını kazıtırlar - yağmur gibi yamaçlardan aşağı indiler. Atlarından inip en önde yerlerini aldılar. Sağ tarafta teras şeklinde, üst üste yalçın kayalar vardı. Solda, giderek daralan uçurumların arasından kayaları yontarak kendine yol açan Kaffaut’un ( Kuban’ın bir kolu.T.Aday ) yüksek kıyıları, arkada ise buz grisi gövdesi ile herşeyi gölgede bırakan Elbruz.

Bu arada Zass da sol tarafta bir çıkıntıyı ele geçirmiş, topu oraya yerleştirmiş, Abzex‘lerin arkasına yaptığı top atışlarıyla, savaşan kahraman askerlerini destekliyordu. Topun yer aldığı yerin altında Albradt, düşmanı yandan ateş altına alan bir nişancılar gurubuna komuta ediyordu. Bu tarz savaş taktiği bilmeyenlerin gözünde bambaşka bir oyun sergileniyor gibi idi. Tahminen kırk çift kazağa karşı aynı sayıda Abzex vardı. Alan daha fazla asker alacak kadar değildi. Her atıştan sonra kendilerini yüksek otların arasına atıyorlar, tüfeklerini doldururken ileri doğru sürünüyorlardı. Birbirlerinde en fazla otuz adım uzakta, tekrar tekrar ileri atılıyorlardı. Herkes karşısındakine iyice nişan alıp ilk atışta vurmaya çalışıyordu. Böylece tahminen yarım dakika geçti. Her taraf aynı anda ateş ediyordu. Vurulanlar düşünce, bizim Kazaklar etkileyici bir „Hurra“ bağırışı ile düşmanın üzerine atılıyordu. Onlar, arkadan çok zayıf destek aldıklarından, geri çekilmek zorunda kaldılar. Tekrar herşey otların arasında kayboldu.

Bizim tam karşımızdaki yüksek kaya bloğunun üzerinde beş altı kişilik bir gurup yerleşti. Bizim cephenin ileri gitmesi nedeniyle yanımızda kalmışlardı. Bu da Kazakları çok ürkütüyordu. Bunların arasından iri yarı, uzun kır sakallı, güzel giyimli, her atışta, benim yanımdaki Cornet Kokof olmak üzere, bizden birini ya cennete; ya da cehenneme gönderen bir yaşlı adam belirdi. Şimdi bizim taraftan, sevgili genç Kokoff’u vuran bu yaşlı adama karşı bir çok atış başladı. Yaşlı adamın defalarca kıvrılmasından onun vurulmuş olduğunu açıkça görüyorduk. Buna karşın o gene tüfeğini doğrulttu; tam o anda dengesini kaybetti. Tüfek elinden düştü, kayalara çarptı. O da ardından kayaların üstüne düştü. İnsan üstü bir güç ile doğrularak kılıcını kayalara vurarak kırmak için kılıcını aradı, tabancasını kayalara çarptı, böylece Kazakların eline onun silahlarının sadece parçaları geçecekti. En sonunda tekrar dengesini kaybedip son kayadan, arka üstü bizim Kazakların arasına düştü.

Bu sırada her iki taraftan da tek bir kurşun atılmadı. Herkes donmuş gibi, çok iyi tanıdıkları, düşmekte olan bu yaşlı adama bakıyordu.

Bu gerçekten de Hırtsıj Aliy’nin kendisi idi!

Daha ihtiyar Kazakların arasına düşmüş, her bakımdan alaycı, hor gören bir görüntü oluşmuştu ki, Abzex’ler, tüfekleri omuzlarında, çekili kılıçları dişlerinin arasında, tabancaları ellerinde, yankısı hala kulaklarımda çınlamakta olan bir bağırtı, kendilerine özgü bir savaş narası ile kalpakları düşmüş, dazlak kafaları ile ne olduğunu anlamayan şaşkın Kazaklara saldırdılar. Beş altı ağlamakta olan Abzex, ölmüş olan kahramanı kaldırdılar. Diğerleri bizimkileri geriye, bize doğru sürüyorlardı. O anda beklenmeyen bir şey oldu. Albrandt, “Arkamdan çocuklar” diye bağırarak kayaların arasından çıktı. Keskin nişancılar, “hurra” diye bağırarak, saldırmakta olan Abzex’lere arkadan saldırdı. Bundan cesaretlenen Kazaklar da yeniden doğruldu, ileri atıldı. Her tarafı çevrili Abzex’lerden çok azı kurtulabildi.

Bunların arasında, düşen önderlerinin, yamaçlarda acımasızca kurşunlanan yakın yoldaşları, tek oğlu ile Atalığı da vardı.

O andan sonra olan düşmanın dağınık düzensiz kaçışı ile bizim tarafımızdan yapılan acımasız katliamdı. Her Abzex atına koşuyor, eğeri alıp, kılıç darbesi ile ya da kama ile elimize geçmesin diye atını öldürüyordu. Sonra tırmanma başlıyordu. Bir kedi gibi dik kayalıklara tırmanıyorlardı. Bazılarını keskin nişancılarımız vuruyordu. Sonunda, düşman sanki yaban arıları gibi, dağın en yüksek zirvesinde, önderlerinin ölüsü etrafında toplandıklarında silahlar sustu. En iyi Kazaklarımızın hayatı ile ödediğimiz zafer sonucunda, onlardan çok kalan olmadı ama biz de ağır kayıp verdik...

Kaynak: Karl Friedrich Neumann, Rusya ile Çerkesler.

Özgün adı: “Rusland und die Tscherkessen”. S. 81-90. Almancasından çeviren  Natkho Taner

Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks