İlla Urartuları görmek istiyorsak belki de onları, bugün eski Urartu coğrafyasında yaşayan halklar arasında aramamız gerekiyor.
Kenan Işık*
Bülent Genç*
Urartuların yaşadığı coğrafya, kabaca günümüz Türkiye’sinin doğusunu, İran’ın kuzeybatısını ve Ermenistan’ı kapsıyordu. Bu topraklar tarih boyunca göç, tehcir, işgal, talan, savaş ve katliamlara sahne olmuştur. Beraberinde yağmalar, yasaklar, kayırmalar, fişlemeler, ihbarlar ve infazlar… İbni Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir” çıkarımını doğrularcasına Urartu çalışmaları da coğrafyasının bu kötü kaderinden nasibini aldı. En başta Urartu çalışmalarının öncüsü Friedrich Eduard Schulz, ajan olduğu gerekçesi ile 1829’da Başkale civarında öldürüldü. Tabii bu kötü başlangıçla bitmedi Urartoloji’nin diyeti. Nitekim Urartu mirasının önemli bir kısmı kaçak kazılar, hatta sözde bilimsel kazılarla adeta yağmalandı. Kaçak kazılarla her gün yok edilen arkeolojik merkezler ve mezarlardan çıkan eserler, 1850’li yıllardan itibaren dünyanın birçok müzesine dağıldı.
Günümüzde de tüm yakıcılığı ile süren bu kaotik durumun belki de en önemli nedenlerinden biri Urartu coğrafyasının konumu ve geçirdiği tarihsel süreçlerdi. Daha önceden Osmanlı, Safevi ve Çarlık Rusya arasında paylaşılan bu topraklar 20. yüzyılla birlikte Sovyetler, Türkiye ve İran arasında bölündü. Sovyet Ermenistan’ındaki Urartu çalışmaları, 1930’lu yıllardan itibaren Marksist perspektifin de etkisi ile diğer Urartu parçalarına göre daha istikrarlı ve bilimsel bir gelişim izledi. Buna karşın Türkiye’de Orta Anadolu merkezli Hitit, Frig hatta Mustafa Kemal’in özel ilgisi ile Sümer, İran’da ise şahların inisiyatifi ile Pers, Sasani araştırmaları ön plana çıkartıldı. Hem İran hem de Türkiye’deki ulus devlet ve beraberinde yaşanılan coğrafya üzerinden “milli arkeoloji” oluşturma konseptleri, Urartuları uzun süre görmedi veya pas geçti. Böylece bir süre için Urartu çalışmaları her ülkede farklı zamanlarda, farklı yaklaşımlarla ve birbirinden kopuk bir şekilde yürütüldü.
Günümüze ulaşan zengin Urartu mirası, Sümeroloji, Hititoloji gibi enstitüsü, ana bilim dalı olan bilimsel anlamda kurumsal bir alana da dönüşmedi. Hatta birçok Urartu araştırmacısı uzun yıllar Rusça, Ermenice, Türkçe, Farsça yazılan çalışmalardan ancak Avrupa akademiyası sayesinde haberdar oldu. Bu talihsizliklere rağmen ‘Urartu hiç mi sahiplenilmedi?’ diye düşünebiliriz. Tabii ki hayır, Urartu sahiplenildi hatta yapılan bilimsel atışmalar ve imalara bakarsak paylaşılamadı. Zira Urartular özellikle dil ve etnik kökenleri üzerinden zaman zaman güncel politik sorun ve çekişmelerin öznesi haline getirildi. Bu etnik-coğrafik-politik çatışmalar Urartu ve Urartuloji’nin gelişimini önemli ölçüde etkiledi. Bu bağlamda Urartu mirasının doğru temelde tanınması, korunması ve geleceğe aktarımından ziyade özellikle Urartuca ve Urartuların kökeni ile ilgili tartışmaların daha büyük ilgi uyandırdığını görüyoruz. Bu politik yaklaşımların yanında elbette bir şekilde Urartu’yu merak edip soran kazı işçisi, öğrencisi, köylüsü hepimize denk gelmiştir. Ayrıca her kesimden sıklıkla duyduğumuz sorular: Urartular hangi dili konuşuyordu? Urartular kimlerin atasıdır?
Movses Xorenatsi’nin temsili tablosu
(Hovnatanian).
URARTULAR HANGİ DİLİ KONUŞUYORDU?
Aslında Urartuların dili ve bunun üzerinden etnik kökeni ile ilgili tezler daha Ortaçağ’dan itibaren karşımıza çıkar. Ermeni tarih yazımının öncüsü Movses Xorenatsi (MS.410– 490) Ermenistan Tarihi eserinde, Urartulara ait üzeri yazılı yüksek taş sütunların Armenia Kralı Ara ve aşığı Asurlu Semiramis döneminden kaldığını belirtmiştir. Sonuca bakılırsa Ara-Semiramis efsanesindekiler gibi göndermeler Urartu yazıtlarının Ortaçağ boyunca Ermenilerce sahiplenilmesi ve beraberinde korunmalarını da sağlamıştır. Çünkü onlara göre bu anlaşılmayan yazılar Büyük Hayk’tan kalma idi. Böylece bazı istisnalar dışında çoğu Urartu yazıtı tahrip edilmeden, genellikle kilise ve manastırlarda yapı taşı, hatta birçoğu Urartuca yazısına dokunulmadan Haçkar (mezartaşı) olarak kullanıldı. Efsanelerin ötesinde Urartuca ile ilgili ilk bilimsel çalışmalar, Alman bilim insanı F. Schulz’un 1827-29 yıllarında Urartu’nun başkenti Van ve çevresini ziyaretinde kopyaladığı yazıtların 1840 yıllarında Avupa’da basılması ile başlamıştır. Schulz’u takiben ünlü doğu bilimci A.H. Layard, 1850 yılında yine Van ve çevresinden Urartu yazıtlarının kopyalarını çıkarmıştır. Bu kopyaların önemli bir kısmı İrlandalı Assurolog E. Hinks tarafından 1847-50 yıllarında çalışıldı. Hinks, Hint-Avrupa ailesine ait bir dille karşı karşıya olduğunu zannediyordu. Bilim dünyası, çivi yazısından transkripsiyonu yapılan fakat ne söylediğini kimsenin bilmediği bir dille karşı karşıyaydı. Bu noktada dilin çözümü için öncelikle Urartu coğrafyasında yaşayan halkların diline başvurulduğunu görüyoruz. Fransız dilbilimci F. Lenormand, 1871’de yayınladığı çalışmasında tahmin edilenlerin aksine Urartucanın Ermenice ilişkisini reddetmiş, Urartuları dil hatta etnik olarak Gürcüce ve Gürcistan ile ilişkilendirmiştir. Bu teze karşı Alman dil bilimci A. D. Mordtmann, 1872-77 yıllarında Urartuca ile Ermenice karşılaştırmalı dil çalışmalarını yayınladı. Onu takiben J. Sandalgian da 1901’de, bu sefer daha kapsamlı bir Urartuca-Ermenice dil karşılaştırması yaptı. Bu yarışta bir diğer Fransız dilbilimci L. Robert, 1876 yılında yayınladığı çalışmasında Urartuca’nın semitik dillerden biri olduğunu öne sürdü. Tüm bu Avrupa merkezli yapılan Urartucayı günümüz bölge dilleri ile deşifre etme çalışmaları, dil bilimsel açıdan kabul gören bir sonuca ulaşmadı.
Austen Henry Layard ve Assirolog Edward Hincks.
Bundan sonra Urartuca metinlerle ilgili ilk ciddi trankripsiyon ve tercüme denemeleri, İngiliz dilbilimci A.H. Sayce tarafından 1882 yılından itibaren bir yazı dizisi şeklinde yayınlandı. Yine de Urartuca üzerindeki gizem hala çözülebilmiş değildi. 19. yüzyılın son yıllarında Alman uzmanlardan W. Belck ve C.F.F. Lehmann-Haupt, Urartu coğrafyasının önemli bir kısmında araştırma gezileri düzenlediler. Özellikle yazıt odaklı yaptıkları bu gezilerde eskiden keşfedilmiş veya kendilerinin yeni tespit ettiği Urartu yazıtlarını 1892-1900 yılları içinde yayınlandılar.
AYNI DİL AİLESİ, FARKLI DİLLER: URARTUCA VE HURRİCE
Sayıları her geçen gün artan ve transkripsiyonu yapılan yazıtlara rağmen Urartuca üzerindeki sır perdesi, 20. yüzyılın başlarından itibaren Hitit başkenti Boğazköy’deki tabletlerin keşfi ve deşifre edilmesi ile karşımıza çıkan bir başka ölü dil olan Hurrice ile biraz aralandı. Çünkü Urartucaya bildiğimiz en yakın dil Hurrice idi. Hurrice, kelime kökenleri ve gramatik yapısı olarak Urartuca üzerinde çalışma yöntemimizi belirlerken, bu benzerlik ve paralellikler farklı tartışmaları da beraberinde getirdi. Alman dilbilimci A. Goetze 1957 yılındaki çalışmasında, Urartucanın daha MÖ 2000 yıllarının başlarından itibaren Kafkaslardan Mezopotamya’ya kadar konuşulan Hurricenin geç bir diyalekti olduğunu öne sürdü. Buna karşın ayrıntılı bir Hurri-Urartu dil karşılaştırması yapan Sovyet dil bilgini I.M. Diakonoff 1957 yılında, Amerikalı W.C. Benedict ise 1960’ta Urartuca ile Hurricenin ortak bir atadan ayrılan ayrı diller olduğunu öne sürdüler. Bu görüş hala geçerliliğini korumaktadır. Nitekim Alman Hurrice uzmanı G. Wilhelm 1988’de, Urartucadaki bazı gramatik özelliklerin Hurricede olmadığını veya zamanla kaybolduğunu açıkladı.
Assirolog Archibald Sayce ve Assirolog-Gezgin Carl Ferdinand Friedrich Lehmann-Haupt.
Burada ulaşılan sonuç; Hurrice ve Urartucanın aynı dil ailesinden fakat farklı diller olmasıydı. Peki ama bunca çalışmaya rağmen yine aynı soru, “Urartuca, günümüzde konuşulan hangi dille akraba veya benzerdi?” Bu noktada Urartucayı Kafkas dilleri ile açıklama ve ilişkilendirme girişimleri 19. yüzyıldan beri biliniyordu. Bu çalışmalar 20. yüzyılda da sürdü. Örneğin Sovyetlerden Rus dilbilimci I.I. Meşkaninov 1931-1935 yılları arasında, Gürcü araştırmacı G. Tseretheli, 1939’da Urartucanın, Gürcücenin başını çektiği Kartveli dilleri ile ilişkisini bazı benzer dilsel özellikler üzerinden kanıtlamaya çalıştılar. Fakat Gürcü yazıt uzmanı G. Melikişvili, en başından beri bu öneriyi reddetti.
Urartu Dili ve Yazıtları Uzmanı Giorgi Melikişvili.
Bu konuda yeni kuşak Ermeni araştırmacılarından da ilginç öneriler geldi. Örneğin G.K. Kapantsyan (1975), Ermenice’nin Hint-Avrupa dilleri arasındaki özel konumundan hareketle Urartuca’nın alt katmanına ait hybrid (melez) bir dil olduğunu öne sürdü. V.Sarkisyan ise 1988’de bugün İspanya ve Fransa arasında çok az bir bölgede konuşulan Baskça, Urartuca ve Ermenice’yi karşılaştırarak 3 dilin aynı kökten olduğunu iddia etti. Son olarak R. İshakhanyan 1994’de farklı bir yaklaşımla, Urartu yazıtlarında kullanılan dil ile halkın konuştuğu dilin ayrı diller olduğunu, yazıtlardaki dilin dönemi itibariyle bir ölü dil olan “Geç Hurrice” olduğunu savundu. Ermeni araştırmacıların Urartuca ile ilgili araştırmaları Türk Assurulog K. Balkan’ı karşı bir tez ortaya atmaya sevk etmişe benziyor. Balkan yazısında, Urartucanın iddia edildiği gibi Ermenice ile bir ilişkisinin olmadığını, aksine bitişken yapısından dolayı en yakın benzerinin Türkçe olduğunu iddia etti. Her iki dilin bitişken özelliği Türk akademisyenler tarafından sürekli vurgulandı. Hatta Urartuca’nın Türkçe ile birlikte Ural-Altay dil ailesine ait olduğunu öne süren bir tez, 2005 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde savunulmuştur.
Tüm bu görüş ve öneriler bir tarafa, Urartu dilinin kökeni ve ait olduğu dil grubuyla ilgili günümüzde en sık referans verilen çalışma, Sovyet bilim insanları I.M. Diakonoff ve S.A. Starostin tarafından 1986 yılında yapılmıştır. Bu teze göre, Hurri-Urartu dilleri günümüzde Kuzey Kafkasya’da konuşulan Çeçen, Laki, Udi ve Avar dillerinin mensubu olduğu Doğu Kafkas Dil grubuna ait dillerdi. Tek bir çalışma sonucu varılan bu iddia gerek ses ve morfolojik karşılaştırmalar gerekse de kelimelerin etimolojisi gibi dilbilimsel birçok yönden özellikle Kafkas dilleri uzmanı R. Smeets’in 1989 yılındaki çalışmasında reddedildi. Buna karşın Diakonoff-Starostin’in önerisi günümüzde birçok akademik tartışma ve yayında kesin bir bilimsel sonuç gibi sunulmaktadır. Söz konusu Doğu Kafkas Dilleri tezi, günümüzde Çeçenlerin Urartuca ve Urartuların ardılı olduğu ile ilgili bazı bilgilerin verildiği haber, internet siteleri ve üretilen kitapların dayanak noktasını oluşturur.
Eski Yakın Doğu Dilleri Uzmanı Igor M. Diakonoff.
Aynı şekilde bugün eski Urartu coğrafyasında en büyük etnik kimliği oluşturan Kürt halkı ile ilgili tarih yazımlarında zaman zaman Hurri ve Urartu ile ilgili hem dilsel hem de etnik ardıl göndermelerinin yapıldığı görülür. Ancak aynı coğrafyada yaşamış olmak ve her iki dilde benzer birkaç sözcük, tek başına etnik ve dilsel ardıllığı kanıtlamaya yetmez. Kuşkusuz Urartuca kelimeler günümüze ulaştı. Bu noktada özellikle Ermenice-Urartuca ortak kelimeler ve etimolojileri üzerine çalışmalar yapıldı. Burada Ermenilerin MÖ. I. binin başlarındaki göçlerle Balkanlar üzerinden Anadolu’ya, oradan Urartu coğrafyasına geçen kabileler oldukları ile ilgili Sovyet bilim insanları I. M. Diakonoff ve B.B. Piotrovsky’nin savunduğu tez gündeme gelir. Bu teze, Ermenicenin Frigce gibi Trak dilleri ile yakınlığı ve söz konusu tarihlerde batıdan doğuya doğru yapılan Frig, Muşki göçleri dayanak gösterilmiştir. Buna göre Hurri-Urartu nüfusu, ülkelerine gelen Ermeni kabileleri arasında asimile oldular. Bu da ödünç kelimeleri açıklar.
Urartu dili ve etnisitesi ile ilgili görüş ve öneriler kısaca böyle… Yaklaşık üç bin yıl önce var olan ölü bir dille ilgili bütün tez ve iddiaların öncelikle bilimsel kriterleri karşılaması beklenir. Ancak günümüzde kitap, dergi vs. yanında özellikle internet, sosyal medya gibi iletişim araçlarının da gelişmesi ile beraber bilimsel dayanağı olmayan iddiaların kolaylıkla dolaşıma sokulduğunu görüyoruz. Kitleler bu iddialar kaosunda karşılaştıkları her ifadeyi kesin bilimsel doğruymuş gibi kabullenebiliyor. Hele ki bunu bir uzman söylediğinde... Örneğin Türkiye’de meşhur bir tarih profesörünün Urartucanın Çeçence, Urartuların da Çeçenlerin ataları olduğu ile ilgili beyanları defalarca basına yansımıştır.
Urartu Dili ve Yazıtları Uzmanı Mirjo Salvini.
URARTUCA YAZILAN YAZITLAR
Urartu dili ile yazılmış ilk yazıtlar, MÖ 830 yıllarında Van’da Urartu krallık tahtında olan İšpuini dönemi ile başlar. Bu yazıtlarla birlikte güneydeki Asurluların MÖ 13. yüzyıldan itibaren tanımladığı Uratri/Uruatri/Nairi gibi isimlerin aksine Urartuların kendilerini Bianili olarak adlandırdığı anlaşılmıştır. Burada KURBia=i=ni=li “Bia ülkesinin (insanları)” olarak tercüme edilebilir. Bu gerçekliğe rağmen Urartulara daha önceki çalışmalarda Vannic (Van Kökenli), Chaldisch (Haldiler) isimler verilmiş, en son da düşmanları Asurların hitabı olan “Urartu” tercih edilmiştir. Urartu Kralı İšpuini’den sonra Urartu Krallığı’nın sonuna kadar Urartu dilinde çivi yazısı ile yazılmış çok sayıda belge günümüze ulaştı. Yine de Urartuca bugün itibari ile tam olarak çözülmüş, tüm gramer ve dil özelliklerini bildiğimiz bir dil değildir. Bugün elimizde yaklaşık 65 yılını Urartu yazıtlarına adayan İtalyan bilim insanı M. Salvini’nin hazırladığı bir seri şeklindeki yazıt korpusu (2008- 2018) bulunmaktadır.
Bir Urartu Steli (Buluntu yeri
muhtemelen Patnos).
Bu korpuslarda da görüleceği üzere tercümesini yaptığımız çoğu Urartu yazıtı ne yazık ki birbirini tekrar eden veya aynı konuları aynı kalıp sözcüklerle işleyen metinlerdir. Bu yazıtlar genellikle ya askeri sefer ve yağmaları ya da kale yapımı, sulama kanalı, üzüm bağı, meyve bahçesi kurulması gibi konuların işlendiği ana kaya, dikili taş veya yapılara ait blok taşlar üzerine yazılmış kayıtlardır. Bunun yanında kilden yapılmış tablet ve bullalar, yine çoğunlukla bronzdan yapılmış takılar, at araba ve koşum parçaları, mobilya aksamları, savaş aletleri gibi çok farklı fonksiyonlara sahip yüzlerce Urartu yazılı objesi bulunmuştur.
Bu kadar yazıta rağmen Urartuca ile ilgili ifade veya sözcük dağarcığımız birbirini tekrar eden kalıplaşmış ifadelerden dolayı kısıtlıdır. Yine Urartu dini ritüellerini işleyen çoğu yazıt, içeriğindeki anlamı bilinmeyen ve diğer dillerde yakın formu karşımıza çıkmayan ifadelerden oluşur. Eğer parçaları da sayarsak yaklaşık 40’a yakın Urartu tabletinde geçen ifadelerin önemli bir kısmı anlamı bilinmeyen ya da ilk kez karşılaşılan sözcüklerden oluşmaktadır. Urartuca denilince iki belirgin özelliği öne çıkar: İlki sondan eklemeli (agglutinative) bir dil oluşu, diğeri ise kısaca geçişli fiillerin özne ve nesne ile uyumu şeklindeki ergatif (ergative) yapısıdır.
Yukarıdaki dil özelliklerine göre Urartucaya en yakın dil Hurricedir. Bu yakınlık Urartular ile Hurrilerin ortak anayurt ve atalara sahip ve hatta aynı göç rotalarını izleyip Mezopotamya’ya değin indiklerine dair görüşlerin ortaya atılmasına yol açmıştır. Kendileri ile ilgili ilk bilgilere MÖ 2350’lerden sonraki Akad belgelerinde rastladığımız Hurriler özellikle Kuzey Mezopotamya, Anadolu ve Suriye’de yerleşim, din ve kültürel açıdan güçlü izler bıraktılar. Hurrilerin Mezopotamya’ya gelişi daha çok Kafkasya’dan Doğu Akdeniz’e uzanan MÖ 4. bin yıldaki Erken Tunç Çağı Kura-Aras kültürü ve yayılımı ile ilişkilendirilmiştir. Aslında şu an için köken sorununun netleştiği söylenemez. Hurrilerin de homojen bir halktan oluşmadığı, en azından yazıtlara yansıyan farklı diyalektlerden anlaşılmaktadır. Ayrıca MÖ I. binyıl ile birlikte çoğunun kral/yönetici isminden Hurriceye yakın diller konuştukları tahmin edilen Šubria (Yukarı Dicle Havzası), Kumme (Habur Suyunun kaynakları), Alzi (Yukarı Fırat), Diauehi (Erzurum-Horasan hattı) Urartu’nun komşusu ve çağdaşı topluluklardı. Bu bölgesel oluşum ve toplulukların halkları ile yönetici aile/klanlarının aynı dili ve kültürü paylaşan insanlar olup olmadıklarını bilmiyoruz. Aynı durum Urartu için de geçerlidir.
Aslında Urartu coğrafyasının farklı halklardan oluştuğunu yazıtlardaki onlarca yer ve halk isimlerinden biliyoruz. Ermenice-Urartuca ortak kelimelerin varlığı aynı dönemdeki beraber yaşam ve etkileşimin bir sonucu olmalıdır. Kaldı ki Ermenilerden ilk söz eden Pers Kralı I. Darius (MÖ 549 -MÖ 485) kayıtları ile Urartu’nun tarih sahnesinden çekildiği MÖ 600’lu yılların sonları arasında uzun bir zaman dilimi de yoktur. Urartu ülkesinin nüfusu sadece yerli halklardan da oluşmuyordu. Nitekim Urartu kralları askeri seferler sonucunda farklı ülkelerden on binlerce insanı zorunlu göç ile Urartu merkezlerine sürmüştür. Böylece etnisite, dil ve din olarak farklı toplulukların bir arada yaşamış olduğu sonucuna ulaşmaktayız. Urartu Krallığı’nın resmi politikasının, hatta dininin de buna göre şekillendiğini biliyoruz. Urartu krallık dini birçok yerel tanrı-tanrıça, kutsal yeri içine almıştır. Yine inanç farklılığı açısından hem yakarak gömme (kremasyon) hem de ceset gömü (inhumasyon) geleneğini aynı Urartu Nekropolü’nde görmek mümkündür.
URARTULARIN KÖKENİ NEDİR?
Bu farklı etnik-dini unsurlardan oluşan Urartu Krallığı’nda yönetim monarşisi ve onların ait oldukları klanın kökeni sorgulanabilir. Örneğin yazıtlarında Urartucaya, Tanrı Haldi ve Biainili adlarına ilk rastladığımız Kral İşpuini ve ailesi/ boyu acaba bir yerden mi Van’a geldi? Ya da Van Havzası’nın yerli halkından mıydı? Orta Asur yazıtları sayıları yüzlere çıkan Uruatri/Nairi ülke ve kabilelerinden MÖ 1250’li yıllardan itibaren söz etmeye başladılar. Bu da zaten bölgenin çoklu etnik yapısını kanıtlamaktadır. Urartular ya da Biainililer de bu etnik gruplardan biri olabilir. Bunun yanında çok parçalı bir coğrafyayı birleştiren Urartu Hanedanlığı yerel kabile yöneticiliğini aşmış farklı kodlara sahiptiler. Örneğin Kral İşpuini ile birlikte din bağlamında büyük bir devrim yapılıyor. Kutsal kenti Irak Kürdistan’ında, Zagros Dağları üzerindeki Muşaşir olan Tanrı Haldi, Urartu dininin ve devlet ideolojisinin temel figürü yapılmıştır. Ayrıca Urartu Krallığı, saray düzeni-unvanları, yeni merkezler kurma, seferler, yazı geleneği konularında kendine özgü yönleri ile birlikte güneydeki Asur’un bölgedeki taklitçisidir. Elbette bu tespitler de tek başına Urartu krallık monarşisinin güney kökenli olduğunu kanıtlamaz.
Urartularla ilgili birçok konu gibi dilleri ve kökenleri ile ilgili tartışmalar da uzun süre devam edeceğe benzer. Bu bilimsel keşif ve tespitlere her gün yenilerinin ekleneceği unutulmamalıdır. Elbette bir halk ortadan yok olmadı ancak Urartuları illaki günümüz dil veya halklarından biri ile ilişkilendirme girişimleri yeterli bilimsel verilerle desteklenmedikçe kabul edilemez. Asimile olan etnik gruplar diğer baskın halklara karışıyor ve kayıp dillerine dair kelimeleri bu yeni dillerde yakalayabiliyoruz. Ayrıca yeryüzündeki, hele Önasya gibi bir coğrafyada yaşayan insanların ziyadesiyle iç içe girdiğini hesaba katarsak Urartu için fazla uzağa gitmeye de gerek yok. İlle Urartuları görmek istiyorsak belki de onları, bugün eski Urartu coğrafyasında yaşayan halklar arasında aramamız gerekiyor; Urartular gibi evini taş temelli kerpiç duvarlı ve ahşap hatılla yapan köylü de, iğle yün eğiren kadın da, dereden kopardığı suyu kanallarla tarlasına ulaştıran çiftçi de kışlık zahiresini küplerle depolayan bölge insanları arasında…
*Heidelberg Universität, Institut für Ur- und Frühgeschichte und Vorderasiatische Archäologie (IIE SRF Fellowship)
*Mardin Artuklu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü
Kaynak: Gazete Duvar