Hattiler Döneminden Bugüne Tarih
Adıge, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyetleri ulusal yazarı Meşbaşe İshak, “Eski Çağlardan Yankılar. Hattilerin Yirmi Gecesi” adlı ulusal temelli yeni kitabında ele aldığı konuların güncel sorunlarla örtüşmekte olması nedeniyle kendisiyle bir görüşme yapma gereği duyduk.
* İshak, her yazdığın kitap değişik konuları işliyor olsa bile, hepsinde bir tarihsel temel var. Sırasıyla ortaya koyduğun bu yapıtlar edebiyatın dev örnekleri olacak biçimde kaleme alındılar. Bu dizi akımın çıkış yeri neresi olabilir?
Meşbaşe İshak - Küçüklüğümden beri edebiyatın ne anlama geldiğini bilmediğim günlerimde bile, edebiyat konuşmalarına ve yazarlara büyük bir ilgi duyuyordum. Adıge dilinin güzelliğine ve tadına dedemin haçeşinde (konuk evinde) vardım. Anemin babasıydı o dedem. Babam 45 yaşında iken aramızdan ayrıldı, babamın yetim kalan dört çocuğu dedem yanına aldı ve bizleri büyüttü.
Yaşlı komşular evimize gelirlerdi. Yaşlılarımız anılarını, masal ve söylentileri, Nart destanlarını anlatmaya başladıklarında ilgi duyar ve anlatılanları dinlerdim. Adıge şiiri ve müziği ile ilk tanışmam, okuldan eve dönen ağabeylerim, ödev olarak verilen şiirleri ezberlemeye başladıkları döneme uzanır.
Şiirleriyle ilk karşılaştığım kişi Hatko Ahmed’dir. Hatko Ahmed’i görmüş ve görüşmüş değilim. Ancak kardeşlerim onun şiirlerini öğrenirken ve ezberlerken bir iki dizeyi kapmış oluyordum. Adıge edebiyatı ile ilk tanışmam böyle oldu.
Ama, daha 3. sınıfta okurken ilginç bir öğretmenimiz oldu, adı Pşıvneł Yusıf idi ve köylümüzdü. Kahire’de dini bir üniversitede okumuştu. Öğrenimini tamamlayıp köye döndüğünde 1917 Ekim devrimi gelmiş, imamlık yapamadığından öğretmen olmuş ve bize ders vermeye başlamıştı. Bir arada 1-4 sınıflarda okurken coğrafya, matematik ve tarih derslerini değişik sınıflarda okutuyordu.
Eğitimli ve donanımlı biriydi. İlkokul 3. sınıf öğrencisi olduğumuz sıralarda bize şunları söylüyordu:
“Bugün hava çok güzel, güneşli ve sonbahar. Bugün yağmur yağıyor, gökyüzü bulutlu. İçinizden biri bunları yazabilir mi?”.
Küçük bir şiir parçası olsa da, kendi görüşünü açıklayıp bunları bize yazdırıyordu. Evimize döndüğümüzde öğrenciler olarak bizler de bir şeyler yazıyorduk.
Onlar pek anlamıyor gibiydiler, göğe baktığımızda bulut ve bulut kümeleri görüyorduk. “Şu yüzen bulut parçası ata benziyor” dediğimde “nedir bu söylediğin, biz öyle bir şey görmüyoruz” diye karşılık veriyorlardı.
Annem bana yönelik şöyle diyordu: “Sana bir şey söylediğimde daha yere düşmeden anlıyorsun, ama bu ağabeylerin anlayamıyorlar”. Annemin bu sözlerini ilginç buluyordum. Aynı ananın karnından çıkmış olsalar bile insanlar birbirlerinden farklı oluyorlar.
Benim arkadaşlarımın dediklerinde farklı bir bakış açım vardı. Yağmurun sesi, rüzgarın ağaç yapraklarını hışırdatması, sallaması, pınar suyunun sesi bana ilginç geliyordu. Bu tür şeylere farklı bakmamı bana öğreten de Pşıvneł Yusıf idi.
İlkokul 3’te küçük şiirler yazmaya başladım. 50 yıldır kitaplarım yayımlanıyor, bana, yaşamıma ve yaratıcı yanıma, ana babama, büyük anne ve büyük babama, ağabeylerime ilişkin resimlerin de yer aldığı kitaplar yayımlandı.
Ana babalardan sonra Pşıvneł Yusıf’ın resmini de yayımlatmıştım. Bununla yetinmedim, beni okutan öğretmenlerimin resimlerini de kitaplara aldırdım. Bana verdikleri emeğin karşılığını vermeye çalıştım. Onlara hala “teşekkürler” diyorum.
“Eski Çağlardan Yankılar. Hattilerin Yirmi Gecesi” adlı romanımı yazmaya başladığımda, ana söylentiyi aktaran Pşıvneł Yusıf’ı temel aldım.
* Öğretmenine dayandırdığın kişiyi nasıl kurguladın?
Mİ - Öğretmenimin aile adını (ĺekuaṡe) değiştirdim. Hattilere ilişkin yirmi akşam, onun anlattığı olaylardır, Kahire’de öğrenim görürken, binlerce yıl önce yaşamış olan Hattilere ilişkin duymuş ve Hatti İmparatorluğu tarihi üzerine söylemiş olduğu şeylerdir.
Mısır’dan Adıge ülkesine dönerken, yolu Türkiye’ye düştü, Hattilerin başkenti olan ve şimdi yok olmuş olan, Boğazköy denilen yere yakın bir yerde bulunan yere de gitti, oraları da gördü. Konu üzerine çalışmalar yürüten bilim insanları ile görüştü, haçeşte anılarını anlattığı yaşlılar arasında bir çocuk olarak ben de yer alıyordum.
Benim görevim yaşlıların gelmesinden önce haçeşi temizlemek ve hazır hale getirmekti. Su getiriyor, lambaları silip gaz yağı koyuyor ve yakıyordum. Kendilerini dinliyordum. O dönem Hattilere ilişkin çok şeyler duymuştum. Yaşlılar, nahıjlar bir araya geldiklerinde çok şeyler konuşurlardı. Sözünü ettiğim dönem 1930lu, 1940’lı yıllara ilişkindi. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Finlandiya ile savaş, daha önceki iç savaş, 1930’lu yıllarda halkın çektiği sıkıntı ve çileler:
Tutuklanmamak ve hapse konmamak için tehlikeli konularda dikkatli konuşurlar ve birbirlerine soru ve yanıtlar yöneltirlerdi. Bu soruları soran kişi, romanda adı yazılı olmasa da Pşıvneł Yusıf idi, köylülerim onu algılayabileceklerdir.
* Değişik dönemleri nasıl uyumlu bir hale getirebiliyorsun? Nelerden yararlanıyorsun?
Mİ - Kitap 1930-1940 yıllarında ülkemizde yaşanmış olan olaylara ilişkindir, kendi kurgumun örnek kişileri, o gibi konularda konuşurlarken Hattilerden de söz ediyorlardı. Hattiler diyarında olanlarla ülkemizde olanlar örtüşüyordu. Kısacası, bir Adıge ulusu olarak yeryüzünde yaşayanlar, bizler kendimizi “Adıgeyiz” diye adlandırıyoruz, en eski yeryüzü uluslarından biriyiz.
Bu konuyu ele alıyorum, 200 – 300 yıl önce bizleri ziyaret eden ilginç kişilerin biz Adıgeler için neler söylemiş olduklarını derinlemesine öğrenmiş bulunuyorum, böyle yazmamın nedeni de bu. Onlar, bizim en eski yeryüzü halklarından biri olduğumuzu söylüyorlar. Adından söz edilen en eski 36 dünya halkı arasında biz de yer alıyoruz. Genç yazarlara söylüyorum:
“Ulusun acısını, sevincini algılamadan, paylaşmadan yazı yazmak yerinde olmaz!” Bunu algıladığın takdirde, ulus yararına yazı yazabilirsin. Adıge yüreği taşıyor muyum, taşıdığım kanısındayım.
Yazılarımda bunları yansıtıyorum. 50 yıl ya da 100 yıl yaşayabiliriz diye düşünüyorum. Bizden sayıca büyük ya da küçük çok sayıda ulus yeryüzünden silindi, yok oldu. Aynı sonu yaşamamak için kendimizi korumalıyız. Dilimizi, Adıge karakterimizi, geleneklerimizi ve sosyal yaşamımızı, ilişkilerimizi, bütün bunları gelecek kuşaklarımıza aktarmamız, kavratmamız gerekiyor.
Bu iş aileden başlamalı. Bunu gelecek kuşaklara kavratmaya başlarsak, ömrümüzü bir yüz yıl daha uzatmış oluruz. Yeryüzünde binlerce yıl yaşadık. Yine yaşamayı umuyorum.
Bizi yaşatacak olan da, sözünü ettiğim o Adıge Khabzesi, geleneğidir. “Globalleşme”, küreselleşme ortamında güçlü olan güçsüzü yutuyor. Daha büyük, daha güçlü olan daha küçük ve daha güçsüz olana baskı uyguluyor, aşağılıyor. Bu bizi yıldırmamalı, bu girdap bizi içine çekmemeli.
Bazen yok olacağımız kaygısını taşıyorum. Küreselleşme rüzgarı bizi etkiliyor, savuruyor, sürüklüyor. Bundan kurtulmak için, ayağımızı yere sağlam basmamız, kendi kendimizi korumamız gerekiyor.
Adıge ulusu değişik alt kimliklere ayrılmış bulunuyor, örneğin, K’emguylar, Abzahlar, Bjeduğlar, Kabardeyler, Şapsığlar, Hatlar gibi.
Haçeşte şöyle şeyler duyardım: “Bjeduğ ülkesine gitmiştim”, “K’emguy ülkesinden döndük”, “Kabardey ülkesine gittiğimizde”, “Çerkes ülkesine gittiğimizde”. Adıge, her zaman kendi ülkesini kafasında yaşatmıştır. “Ülkemiz var mıydı, yok muydu?” diyenlere katıldığım, katılmadığım durumlar oluyor.
Bir ülke, bir devlet kurmayı başaramadık, ancak Adıge masallarını, Nart destanı kalıntılarını okurken, başardığımızı, devletimiz bulunduğunu anlamamız için ipuçları var.
“Sindika” denilen bir devletimiz, ülkemiz vardı. Yıkıldı. Hatti Devleti, şu anki Türkiye sınırları içinde idi, oraya Küçük Asya diyorlardı.
Romanı yazmaya başlayacağımda çok sayıda kitap okudum, tarihsel kökleri bilmeden yazmak mümkün olamazdı. Sovyetler Birliği dönemi yazarlarının Hattiler üzerine yazdıklarını, dış ülkeler yazarlarının 300-500 sayfalık kitaplarının Almanca ve İngilizceden çevirilerini okudum.
1989’da Sovyetler Birliği Yüksek Parlamentosu üyesi olduğum dönemde Ardzinba Vladislav ile tanıştım. Ardzınba ardından Abhazya Devlet Başkanı oldu. Birlikte bir komisyonda çalıştık, üç yıl boyunca birçok kez beraber olduk.
Ardzınba bir Hititolog idi. Hattiler-Hititler üzerine çalışıyordu. Hattilerin Adıge-Abhaz kökenli olduklarını, buradan (-Kafkasya’dan-) gidip orada (-Anadolu’da-) devlet kurduklarını söyleyen çok sayıda bilim insanı vardır.
“Hatı” (Хаты) ve “Hetı” (хеты) denilenler kimler olabilir? Hatlar (Хатхэр) biziz, Hattilerdir. “Hititler” (Хетхэр) ise, Avrupa’dan gelip Hattilerin arasına yerleşen ve onlarla kaynaşan insanlardır, dillerini benimsediler ve bilim insanları tarafından incelendiler, işte o dönemde Hatti ülkesi vardı, başkenti de Hatuts – Hatutsa (Хьатуц – Хатуца) idi.
Bütün bu şeyler yeni kitabımda yer aldı, tarihi öğrenmek isteyenler ve ulusal bilinç taşıyanlar için ilginç olacaktır bu kitabım.
Tev Zamir
Adıge mak, 16 Kasım 2020
Çeviri: Hapi Cevdet Yıldız
Kaynak: MEFENEF.COM