#419 Ekleme Tarihi 13/03/2012 12:58:22
13 Mart 2012
Rita Urgan- New Scientist
Babil’in Güçleri: Neden farklı biçimlerde iletişim kuruyoruz?
Ne yazık ki, dünya dillerinin hemen hemen yarısını oluşturan ve çoğu henüz belgelenmemiş olan daha küçük dillerin yeryüzünden topluca yok olmaları bekleniyor. Bu diller yok olduğunda karmaşık özellikleri de tarihe karışmış olacak.
Dünyanın en yaygın dilleri bile yalnızca küçük bir azınlık tarafından konuşuluyor. Bir canlı türünün onca farklı biçimlerde iletişim kurmasının nasıl bir nedeni olabilir?
Evrenin ve insanların yaratılışını konu alan söylencelerin neredeyse tümünde dilin çeşitliliği konusunda farklı bir öyküye yer verilir. Tevrat’ta Tanrı’nın “tepesi cennete ulaşacak” Babil Kulesi’nin yapımına izin vermediği ve işçilerin birbirleriyle anlaşmamaları için farklı diller konuşmalarını sağladığı belirtilir. Yunan söylencesinde tanrı Hermes babası Zeus’a nispet olsun diye farklı bir dil yaratır. Doğu Afrika’daki Wa-Sania halkı dillerdeki karışıklığı açlığın yol açtığı bir hızlı konuşma çılgınlığına bağlarken, bir zamanlar New York eyaletinde yaşayan ve altı uluslar olarak da bilinen Iroquois adlı Kızılderili kabilelerinin öyküsünde insanların dünyaya dağılmalarını öngören bir tanrıdan söz edilir.
Doğal olarak, bu öyküler yalnızca dilden dile aktarılan söylencelerden ibaret. Oysa, dilin çeşitliliği gerçek bir sorun. Amerikalılarla Britanyalılar ortak bir dili konuşan iki ayrı halk iseler, dünya da birbirlerini anlamayan yaklaşık 7000 dili konuşan halkların bir bileşimi. Dil, insan türünün tanımlayıcı ancak en bölücü özelliği olsa gerek. Peki, insanların onca farklı biçimlerde iletişim kurmalarının nasıl bir nedeni olabilir?
Bilim bu soruya ancak belli ölçüde yanıt getirebiliyor. Geçtiğimiz yüzyılda farklı dillerin varlığı Iroquois kabilelerinin yaratılış söylencesinden pek de farklı olmayan bir süreçle açıklanıyordu. Soyutlanmış topluluklar mevcut sözcük ve deyimleri uyarlayarak yeni sözcükler üretiyorlardı. Zaman içinde değişiklikler birikiyor ve bu toplulukların dilleri kendi dışındakiler tarafından artık anlaşılmayacak bir noktaya geliyordu.
DİLBİLİMCİLER YETERSİZ
Bu ekinsel (kültürel) evrim süreci, aynı türden iki topluluğun birbirleriyle çiftleşemeyecek duruma gelinceye dek birbirlerinden farklılaşıp uzaklaştıkları, biyolojik türleşme sürecini andırıyor. Ancak dirimbilim uzmanları evrim kuramından yola çıkarak yaşamın çeşitliliğine bir açıklama getirirlerken, dilbilimciler insan dilinin o akıllara durgunluk veren çeşitliliğini açıklama konusunda geri kaldılar.
Örneğin, Latince son derece karmaşık bir dilbilgisine sahipken, onun türdeşleri olan çağdaş Latin kökenli dillerde kurallar neden çok daha basit? Kuzey Çin’de konuşulan Mandarin gibi kimi dillerin, aynı sözcüğün farklı biçimlerde okunmasıyla anlam değiştirdiği, ses perdesiyle konuşulan (tonal) türde diller olması neden? Dilsel çeşitlilik neden dirimsel çeşitliliğin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor ve bu özellik neden ılımın bölgelere kıyasla ekvator çevresinde çok daha yoğun oluyor?
Neyse ki, son araştırmalar sayesinde artık bu soruları da giderek aydınlığa kavuşturmaya başlıyoruz. Tıpkı canlı türlerinin belli ortamlara uyum sağlama özelliklerine sahip olmaları gibi, diller de onları konuşan kişilerin gereksinimlerine uygun biçimde evriliyorlar.
Dilin evrilme sürecinde bir topluluğun genetik ve sosyal yapısından tutun da, o topluluğun yaşadığı yerin iklim ve bitki örtüsüne dek, hemen hemen her şey görünürde etkili oluyor. Söz konusu etmenlerin iyice kavranması durumunda küreselleşme karşısında dünya dillerinin nasıl bir değişime uğrayacağını kestirmemiz de artık mümkün olabilecek.
Dilsel çeşitliliğin bizleri büyülemesi hiç de şaşırtıcı değil, çünkü dillerdeki akılalmaz çeşitlilik, insanoğlunun en garip özelliklerden birini oluşturuyor. Londra Hayvanat Bahçesi’nde dünyaya gelmiş bir şempanzeyi alıp anavatanı Afrika’ya götürürseniz iletişim konusunda pek güçlük çekmeyecektir. Bunun nedeni tüm şempanzelerin homurtu, çığlık ve ötüşmelerden oluşan çok kısıtlı bir dağarcığı paylaşıyor olmalarından kaynaklanıyor.
Oysa, insanların çok daha esnek olmaları gerekiyor. İnsan beyni bir yığın soyut kavramla baş edebildiğinden, evrim süreci sonucunda insanlarda düşüncelerin dışa vurulmasına olanak tanıyan sınırsız bir iletişim biçimi oluşmuştur. Bu iletişim biçimi, farklı bileşimlerinin sözcüklerle tümceleri meydana getirdiği, birim ses adı verilen belirli ses dizilerinden oluşur. Diller bu unsurların eşsiz birer bileşimidirler.
KÜLTÜREL YARILMA
Bu esneklik dilde çeşitliliğe yol açan etmenlerden biri. Dilde hızlı bir yarılmaya neden olan ekinsel –kültürel- evrimin kapısını açan da bu etmendir. Yarılmanın ardından, bir dilin iki farklı dile ayrılma süreci 500 yıl gibi kısa bir zaman dilimi içinde meydana gelir. Değişimlerin bir çoğunun yarılmadan hemen sonra meydana geldiğine tanık olan Reading Üniversitesi’nden Mark Pagel ve arkadaşları bu durumun, insanların topluluk kimliğini kanıtlamak amacıyla yeni yollar bulmalarından kaynaklanabileceğine inanıyor.
Ekinsel yarılma dillerin, tıpkı canlılarda olduğu gibi, neden tropikal bölgelerde daha hızlı bir çoğalma gösterdiklerini de açıklığa kavuşturabilir. Dünya üzerindeki yaklaşık 7000 dilin %60 kadarına, biri Afrika’da öteki güney Asya ve Pasifik’te olmak üzere, iki büyük tropikal orman kuşağında tanık olunuyor. Bu açıdan en zengin bölgenin Papua Yeni Gine, burası her 7 dünya dilinden 1’inin anavatanı.
Bu durum dirimsel çeşitliliği körükleyen bir iklimin küçük gruplar halinde yaşayan insanların beslenme ve yaşamlarını sürdürmelerine çok daha elverişli olmasıyla açıklanabilir. Ekvator bölgesinde bulaşıcı hastalıkların daha yaygın olması da insanların birbirlerinden soyutlanmış gruplar halinde yaşamalarına yol açabilir.
Binlerce yıllık ekinsel yarılma süreci boyunca çoğu artık tarihe karışmış olan binlerce farklı dilin ortaya çıktı. Pagel’in hesaplamalarına göre çağdaş insanın ilk ortaya çıkışından bu yana yeryüzünde yaklaşık yarım milyon dil yaşamış ve tarihe karışmış olabilir. Ancak çok az sayıda araştırmacı bu dillerin arasındaki farklılıklarla ilgilendi. Bunun nedeni kısmen de olsa, yüzeysel birtakım farklılıklara karşın, tüm dillerde temel kuralların aynı olduğunu savunan Noam Chomsky’nin evrensel dilbilgisi kuramından kaynaklanıyor.
Wisconsin Üniversitesi’nden Gary Lupyan bu kuramdan yola çıkan araştırmacıların çoğunun diller arasındaki farklılıklardan çok benzerliklere odaklandıklarına, ancak evrensel dilbilgisi görüşünün gözden düşmesiyle birlikte dilbilimcilerin dilleri birbirlerinden ayıran güçlerle giderek daha çok ilgilenmeye başladıklarına dikkat çekiyor.
ATALARDAN KALMA GRUPLAR
İşe insan türünün Afrika dışına çıkmasıyla ilgili ilk devinimlerin izini sürerek başlamakta yarar var. Auckland Üniversitesi’nden Quentin Atkinson “ardıl kurucu etkisinin” insanlarda genetik çeşitliliğin Afrika’dan uzaklaştıkça neden azaldığını açıkladığına dikkat çekiyor.
Göç eden kuşaklar kendi topraklarındaki gen havuzunun yalnızca bir altkümesini aldıklarından, genetik çeşitlilik uzağa gidildikçe azaldı. Atkinson göçlerin dil üzerinde de benzer bir etki yaratmış olabileceğine inanıyor ve insanların Afrika’daki atalarından uzaklaştıkça daha az kullanılan ve bir olasılıkla azınlıktaki lehçelerde konuşulan birim sesleri geride bırakmış olabileceklerine, Parçalanan gruplarda sonradan yaşanan her göç dalgasının dağarcığın daha da küçülmesine yol açabileceğine dikkat çekiyor. Atkinson’un 504 dili incelediği ve bu görüşü destekleyici bulgular sunduğu araştırması, dünya dillerindeki birim ses çeşitliliğinin yalnızca%30’unun seri kurucu etkisinden kaynaklandığını ortaya koyuyor.
Bu durumda geriye kalan %70’e nasıl bir açıklama getirilebilir? Papua’da konuşulan Rotokas dilinin 11 birim sesi Botswana’da konuşulan Taa dilinin 110 birim sesine eşit miktarda anlam içerdiğine göre, insanların kendilerini ifade etmek için çok geniş bir ses dağarcığına gereksinim duymadıkları da açıkça ortada.
Bu bolluk gelişigüzel değişimlere olanak sağlıyor. Diller işlevlerini koruyarak birim sesler edinip yitirebilirler ve zaman içinde, tıpkı genetik değişimlerin türler arasındaki farklılıkları çoğaltması gibi, dilsel bir çeşitlilik yaratırlar. Bunun sonucu, daha sistematik öteki değişimleri gölgede bırakabilecek denli büyük bir gelişigüzel değişimdir. Bu da araştırmacıların zorlu ortamlarda sözlü iletişimin güçlükleri gibi bir başka önemli etmeni neden öylesine gecikmeli olarak ele aldıklarını açıklayabilir.
İLGİNÇ AYRINTI
Belize, Kenya ve Amerikan Samoası gibi ülkelerde yaptığı alan çalışmaları sırasında konuya el atan Pitzer College insanbilim uzmanlarından Robert L. Munroe, sözü geçen ülke dillerinde ünlü harflerin ünsüz harflerle ayrıldıklarına- iki ünlü, ya da iki ünsüz harfin peş peşe geldiği sözcüklerin hemen hemen hiç bulunmadığına tanık oldu.
Ünlü harfler ünsüz harflere kıyasla uzaktan daha kolay duyulabildiklerinden, Munroe sıcak iklimlerde yaşayan insanların açık alanlarda iletişim kurmalarına yardımcı olacak seslerden yararlandıklarını, tam tersine, soğuk iklim insanlarının konuşmalarını daha çok kapalı alanlarda yaptıkları için daha uzaklara taşınabilen seslerden yararlanmanın onlar için pek bir önem taşımadığını düşündü.
Nitekim Munroe ve arkadaşları tarafından art arda yapılan araştırmalar bu görüşü doğruluyor, daha sıcak iklim insanlarının ünlü harflerden daha çok yararlandıklarını ortaya koyuyordu. İklim koşulları görünürde ünsüz harflerin kullanımını da etkiliyordu. “N” ve “m” gibi genizden çıkan seslere sıcak iklimlerde daha yoğun rastlanırken, “t”, “g” ve İskoç dilindeki “och” gibi duraklamalı ünsüzlere daha soğuk iklimlerde tanık olunuyor.
Öte yandan, Yale Üniversitesi’nden Carol ve Melvin Ember ikilisinin yaptığı bir araştırma da bitki örtüsünün yoğun olduğu bölgelerde bu etkilere daha az rastlandığını gösteriyor. İki konuşmacının arasında ağaç ve yeşillikler olduğunda uzaktan iletişim kurmak güçleştiğinden çınlayan sesler pek işe yaramıyor.
GEN ETKİSİ VAR MI?
Dilde çeşitliliği etkileyen bir başka unsur da genlerimizde saklı olabilir. Max Planck Enstitüsü Psikolinguistik Bölümü’nden Dan Dediu ile Edinburgh Üniversitesi’nden Robert Ladd tonal dillerin konuşulduğu ülkelerde beynin gelişimiyle ilgili iki genin belirli değişkelerine daha yaygın biçimde rastlandığını ortaya koydu. Dediu bunun bir rastlantı olamayacağını düşünüyor.
Farklı dillerde dilbilgisi kurallarının neden öylesine büyük farklılıklar gösterdiği de tam olarak bilinmiyor. Söz gelimi, kimi dillerde “köpeğimi gezdirdim” dendiğinde eylemin ne zaman gerçekleştiğini gezdirmek mastarının aldığı ekten anlayabiliriz. Oysa Çincede fiil değişmez; zaman açıkça anlaşılmıyorsa bir sözcük eklemek suretiyle konuya açıklık kazandırılır. Yagua dilini konuşanlar ise eylemin kaç saat, gün, hafta, ay, ya da yıl önce gerçekleştiğini belirtmek için fiilin sonuna eklenen beş ekten birini seçmek zorunda.
Lupyan, böylesi bir çeşitliliğin insanı büyüleyeceğine dikkat çekiyor. İki bini aşkın dili inceleyen araştırmacı karmaşık dilbilgisi kurallarına yabancılarla iletişimi çok az olan küçük topluluklarda rastlandığını, başka toplumlarla iletişimi yoğun olan ve çok daha geniş kitleler tarafından konuşulan İngilizce ve Çince gibi dillerde kuralların çok daha basit olduğunu belirtiyor. Asıl önemli unsur erişkinlik döneminde bu dilleri öğrenenlerin sayısının soyutlanmış dillere kıyasla çok daha fazla olması.
DİLSEL İPUÇLARI
Lupyan, erişkinlerin karmaşık ve düzensiz kuralları öğrenmekte zorlandıklarını, bu yüzden dil öğrenirken basitleştirme eğilimi gösterdiklerini belirtiyor. Çocuklar, tam tersine, görünürde karmaşıklıktan hoşlanıyor, çünkü ek dilsel ipuçları tümcenin anlamına açıklık getirilmesine yardımcı oluyor. Ortak bir dili paylaşmayan insan topluluklarının birlikte çalışmak zorunda bırakıldıklarında ortaya çıkan ve iki dilin karışımından oluşan basitleştirilmiş kırma diller bu görüşü daha da güçlendiriyor.
Bunun geçmişte dili nasıl biçimlendirdiğini düşünmek hiç de güç değil. Romalılar eski çağdan kalma dünyayı uygarlaştırırlarken dillerini de yaydılar. Latin dilinin karmaşık kuralları var, adların sonu tümcedeki işlevine göre altı biçimden birine dönüşür. Taşrada yaşayan erişkinler Latince öğrenmeye başlayınca onu basitleştirdiler ve sonunda -Latincenin karmaşıklığından yoksun ve çok daha kaba olan- İtalyanca, İspanyolca, Fransızca gibi dillere dönüştürdüler.
Amerikan İngilizcesi ile Britanya İngilizcesi’ni karşılaştırmak amacıyla ;ogle yazın belgeliğini inceleyen Lupyan, Amerikalıların öğrenmesi erişkinler için daha kolay olan düzenli sözcük biçimlerinden yararlandıklarına tanık oldu. Amerika tarihinin göçlerle dolu olması nüfusun büyük bir bölümünün ikinci bir dil öğrenmek zorunda kalması anlamına geldiğinden, bu durum Lupyan’ın savıyla örtüşüyor.
Son dönemde elde edilen bulgular gelecek bulguların yalnızca bir habercisi niteliğinde olabilir. Diller arasındaki farklılıkların keyfi olmadığını açıklığa kavuşturan bilim insanları, şimdi dilin evrimini belirleyen daha başka kuralların izini sürüyor. Dilin evrimi konusunda daha ayrıntılı bilgilere ulaşılması durumunda dilbilimciler belki de çok daha zorlu bir soruya yanıt getirebilecek: Gelecekte diller nasıl bir özelliğe bürünecekler?
Lupyan gelecekte Amerika, Britanya ve Avustralya İngilizceleri arasındaki farklılıkların giderek artacağına inanıyor. Ne yazık ki, dünya dillerinin hemen hemen yarısını oluşturan ve çoğu henüz belgelenmemiş olan daha küçük dillerin yeryüzünden topluca yok olmaları bekleniyor. Bu diller yok olduğunda karmaşık özellikleri de tarihe karışmış olacak. İşte bu yüzden dillerdeki karışıklığın bir an önce araştırılması ve aydınlığa kavuşturulması gerekiyor.
10 Aralık 2011
CUMHURİYET BİLİM TEKNİK
Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler