( Tamamını Kafkas Dernekleri Federasyonu Youtube kanalında sesli ve görüntülü olarak izleyebilirsiniz. )
Ayla Bozkurt Applebaum: Orada da işler değişiyor. Örneğin yakınlarda dil politikasında yaptıkları değişiklikler gibi. Yani anavatanda da radikal değişimler var. Bunlar anavatanı nasıl etkileyecek sizce?
John Colarusso: Buna karşı bir direniş oldu ve ben de Putin’in politikasına karşı kendiliğinden gelişen tepkileri gördüm. Putin’in politikası yerel dillerin okullarda öğretilmesine gerek olmadığını öngörüyor. Yani tabiri caizse her şeyi Ruslaştırmak istiyor.
Bu bazı bakımlardan ABD'de de öyle, başka bir deyişle, eğer iş hayatında var olmak ya da bir kariyer sahibi olmak istiyorsanız İngilizce konuşmak zorundasınız. Evinizde istediğiniz dili konuşabilirsiniz.
Bir bakıma Ruslar da Amerikalıları taklit ediyor. Bu politikalar, dillerin kaybolmasıyla sonuçlanıyor.
Ayla Bozkurt Applebaum: Yani bu süreç hızlanabilir.
John Colarusso: Evet hızlanabilir.
Gerçi geçen yıl Nürnberg'de yaklaşık 200 kadar Çerkes katılımcı vardı ve diyebilirim ki bu iki gün içinde önceki 25 yılda duyduğumdan daha çok Çerkesce diyalekti duydum.
Ayla Bozkurt Applebaum: Bu insanlar anavatandan mıydılar?
John Colarusso: Anavatandan da Türkiye’den de gelen insanlar vardı. Ama çoğunluk Türkiye’den gelmişti. Bence Türkiye diasporası dili hala canlı tutuyor, yaşatıyor.
Burada hatırlanması gereken şey şu; bunlar çok güzel ve sıra dışı diller, örneğin Fransızcanın bir diyalektiğinin yok olması veya Almancanın değişik bir biçiminin ortadan kaybolması gibi değil, tabii bu kayıplar da üzücü.
Örneğin aşağı Almanya diyalektiği, Kanada’daki birçok Alman bu diyalektiği konuşur. Almanya'da son 40-50 yıl içinde yok olmuştur artık. Üzücü elbette, ama bu, dillerin kaybıyla aynı kefeye konulamaz.
Çok basit bir örnek vereyim. İsterseniz fiil içinde hem özneyi hem de yüklemi ifade edebildiğiniz gibi, fiilin size dair mi yoksa başkasına dair mi olduğunu, bir şeyle birlikte mi bir şeyin tarafında mı yoksa karşısında mı olduğunu ifade edebilirsiniz. Aynı fiilde mekanı gösterebilirsiniz. Nerede olduğunu ifade edebilirsiniz. Yani dilbilimsel olarak her biri ayrı kavramsal birim olan sekiz dokuz farklı bilgiyi ifade edebilirsiniz. Sözcükler tek başlarına bir anlam veya bir düşünce taşır, sözcükleri yan yana dizerek daha büyük bir düşünceyi, bir cümleyle ifade edersiniz.
Elbette, her dil sözcüklerden oluşur. Ancak Çerkesce fiiler insanı hayrete düşürür. Bu nasıl karmaşık bir sözcük yapısıdır. Bu dili konuşanlar bir sözcükte bu kadar bilgiyi nasıl anlamlandırabiliyorlar diye düşündürür.
Örneğin Nürnberg'de Suudi Arabistan’dan gelen bir katılımcı vardı. Çok güzel bir sunum yaptı. Sanıyorum Çemguy diyalektiğindeydi. Ben de söylediklerini bir şekilde ekrandaki metinden takip ediyordum. Ağzından bir çırpıda sekiz dokuz birimli fiillerin nasıl rahatlıkla döküldüğünü hayretle izledim. Hiç zorlanmıyordu.
Bazı gençlere sordum. Konferansta dili akıcı bir şekilde kullanan gençler de vardı. Onlara bu filleri duyduğunuzda tüm bilgiler aklınıza bir anda giriyor mu diye sordum. Bir genç uzun uzun düşündükten sonra “evet” cevabını verdi.
Bu psikolojik olarak muazzam bir olgu. California üniversitesinden bir kadın araştırmacı tanıyorum. San Diego’dan. Marianne Mithun. Kendisi de sanırım yarı Siyu. Kuzey Amerika’nın bazı yerli dillerinde de aynı durum söz konusu. Dolayısıyla o da bir dilde bunun nasıl olabildiği ve böyle bir dilin nasıl öğrenebildiği konusuyla yakından ilgileniyor. Bu diller ölürse bu soruların cevabını asla bilemeyeceğiz.
Bu diller ayrıca, insan zihninin ne kadar süratli çalışabildiğinin de göstergesi. Bazı diller bu süratten yararlanırken bazıları yararlanmıyor. O dilleri konuşan insanların aptal olduğunu söylemiyorum. Sadece konuştukları dilin yapısal olarak hızlı ya da yavaş olmasından bahsediyorum.
Bu, bana 80’li yıllarda yaptığım çalışmayı hatırlattı. 1983 yılında dillerin evrimleşmesi konusunda bir teori geliştirmiştim ama yayımlatamadım. Çünkü Chomsky o zaman da dillerde evrim olmadığını iddia ediyordu. Bu bence tamamen saçmalık. Dillerin nasıl evrimleştiğini göstermek aslında çok kolay.
Örneğin sessizlere verimlilik ve hız için ihtiyaç duyuyoruz. Bütün bu sessiz harflerin varlığının nedeni de aslında bu. Tüm bu sessizler ve sesliler bir araya geldiğinde karşıtlıklarıyla diller oluşuyor.
Evet. Yani bu dillerin yeterince kayıt altına alınmadan kaybedilmesi dil-düşünce ilişkisi ve dillerin insan zihninde nasıl işlendiğini inceleyen psikodilbilim disiplini açısından büyük bir kayıp olur.
Kayıt altına alınsa bile… örneğin Ubıhça kaybolmuş bir dildir ama en azından kayıt altına alınmıştır. George Dumezil ve Hans Vogt bu dil üzerinde çalışmışlardı. Ama Ubıhça maalesef artık yok olmuştur.
Ayla Bozkurt Applebaum: Ubıhça görece iyi kayıt altına alınmış bir dil. Ancak dediniz ki psikodilbilimsel açıdan yapılacak daha çok iş var. Bu konuda bilgimiz kısıtlı. Elimizde olan şey dilin yapısı. Bir sözcüğü ele alıyoruz, bu sözcüğü başka sözcüklerle karşılaştırıyoruz. Ancak şu anda teknoloji çok hızlı ilerliyor. Bu dilleri nasıl çalıştığımızı ve muhtemelen psikodilbilimi nasıl çalıştığımızı da etkileyecek. İnsan zihninin nasıl çalıştığına dair daha çok bilgiye erişebiliriz.
John Colarusso: McMaster Üniversitesinde dilbilim programının kurulmasına katkıda bulundum. Sanırım 1981’deydi. Yalnız değildim. İki kişiydik. O 1981, ben 1979 diye hatırlıyorum. Her neyse epeyce zaman önceydi. Sonunda büyük ölçüde nörodilbilim odaklı bir dilbilim yüksek lisans programı oluşturduk.
Ama sorun şu ki zihinsel faaliyetleri, beyin faaliyetlerini izlememizi sağlayan teknolojiler çok pahalı ve ancak hastanelerde bulunuyor. Beyin tümörü, kafa travması gibi çok ciddi sorunlar yaşayan insanlara hizmet vermek için kullanılıyor. Dolayısıyla bu cihazlar dilbilimsel araştırmalardan çok klinik tıbbi amaçlar için kullanılmak durumunda.
Örneğin hasta olmayan bir kişiyi bu cihazlardan birinin içine yatırıp Çerkesce birden ona kadar saymasını istemek çok zor. Böyle bir çalışma Mandarin Çincesi ve İngilizce konuşan bir kadın denekle yapıldı ve nörologlar iki dilde sayı sayarken beynin tamamen farklı bölgelerinin aktive olduğunu gördü.
Ki bu da Chomsky’nin bu farklılıkların yüzeysel olduğunu ve bu faaliyetlerin beyindeki belirli bir konuşma bölgesinde veya farazi bir dil organında işlendiğini savunan görüşünü çürütüyor.
Garip bir durum.
Bugün kariyerine yeni başlayan genç bir araştırmacı olsaydım ve ilgi çekici psikodilbilimsel ya da dilbilimsel çalışmalar yapmak isterdim. Bu dillerden birini seçer, psikolinguistik testler yapmak üzere beyin görüntüleme teknolojileri için gereken araştırma fonlarına ulaşıp dili akıcı biçimde konuşan insanlarla bu tür araştırmalar yapmaya çalışırdım. Yalnızca Çerkesce için de değil. Bütün diller için insan zihninin konuşmayı işleme hızının sınırlarını ve psikolojik ve nörolojik olarak bir sözcüğün ne ifade ettiğini incelerdim.
Başka birinden alıntılayarak söyleyeyim. 1980’li yıllarda Sir Harold Bailey’i ziyaret etme fırsatını buldum. O yıllarda kendisi 90’lı yaşlarındaydı ve Cambridge üniversitenden çok ünlü bir poliglottu. Cambridge üniversitesinin kampüsünde içi sözlükten geçilmeyen küçük bir evi vardı.
Bana Çerkesce dışında aklına koyduğu her dile hakim olabileceğini söylemişti. Çerkesce çalışması mümkün olmamıştı çünkü Çerkesce sözcük olmadığını düşünüyordu.
Öğretmenim Rashid Dahabsu’ya ( Thaghapsaw ) bu konuyu sordum. Bana küçük parçalara hakim olursan küçük parçalar her şeye hakim olur demişti. Yani küçük parçalar sözcükleri oluşturur.
İki elinizi kullanarak piyano çaldığınızı düşünün. Bir eliniz sözcükleri oluştururken diğeri cümle kuruyor. Sanki dil birbirine paralel iki farklı süreçle işliyor ve fiil bir cümlenin taşıyabileceği bütün anlamları ve hatta fazlasını taşıyor.
Bir de cümle var. Bu başlı başına çok enteresan bir durum. Yani bu dil ailesi aslında kayda değer dillerden oluşuyor.
Kuzeydoğu Kafkasya'da başka iki dil ailesi daha var. Her zaman bu grupları karşılaştırmaya çalışıyorum ama birbirleriyle akraba olduklarını düşünmüyorum. Bana göre aralarındaki benzerlikler yalnızca coğrafi olarak birbirlerine yakın olmalarından kaynaklanıyor.
Gürcüceye gelince; Gürcistan’daki bazı yer isimleri Gürcistan’ın orijinal dilinin Svanca ile ilgili olduğunu ve Gürcistan’ın başka bir yerden Kafkasya’ya itilmiş olduğunu düşündürüyor.
Ermenistan da öyle.
Kafkasya tarihi anavatanlarından baskıya maruz kalarak sürülen halklar için sığınılacak güvenli bir liman olmuştur. Böyle tarihsel bir önemi vardır. Ve bu bizi mitolojiye Nartlara götürür. Bu dillerin kaybı yalnızca dilbilimi için değil insan düşüncesini çalışan disiplinler için de büyük bir kayıp olacaktır...