#468 Ekleme Tarihi 15/09/2013 07:37:29
15 Eylül 2013
Seyyah John Baptista Tavernier’in 1670 yılında tamamladığı seyahatine ait izlenimlerin yer aldığı “THE SIX VOYAGES OF JOHN BAPTISTA TAVERNIER” adlı İngilizce olarak 1678 yılında basılmış olan kitabın 127-131. sayfaları Türkçe’ye çevrilmiştir.
Çerkesya şirin güzel bir ülkedir ve bir çok özelliği vardır. Düzlükler, ormanlar, engebeler, etrafındaki yedi ya da sekiz köyün faydalanacağı bazıları çok büyük olan kaynak suları ile zengin dağlar vardır. Fakat diğer yandan bu kaynaklardan çıkan ırmakların hiç birinde tek bir balık gözükmez. Büyük bir bollukta çiçeklere, özellikle çok güzel lalelere sahipler. Bir salkımda beş ya da altı tanesinin birden yetiştiği, en küçüğü küçük bir ceviz kadar olan, soluk sarı renkli kısa saplı bir çilek türü de vardır. Bütün meyve çeşitlerini büyük bir zahmet olmadan veren toprak son derece bereketli. Halkın, tarlaları çevreleyen kiraz ağaçları, elma ağaçları, armut ağaçları, ceviz ağaçları ve aynı doğanın diğer bütün yararlı ağaçlarından başka bir bahçeye ihtiyacı yok; fakat servetlerini oluşturan başlıca zenginlikleri hemen hemen İspanyol Jennet lerinden (Spanish Gennet) pek bir farkı olmayan çok güzel biçimli atlardır. (Çevirenin notu: İspanyol Jennetleri küçük, kaslı, çok güzel bir duruşa sahip olan dayanıklı atlardı).
Moskovitlerin keçe yapmak için gidip aldıkları, İspanya’da olduğu kadar iyi yünlere sahip olan, bol miktarda keçi ve koyunları mevcuttur. Ne buğdayı ne de yulafı tohum olarak ekerler, sadece atları için arpayı ve kendilerine ekmek yapmak için darıyı ekerler; aynı alanda iki kat sahaya da her ikisini asla ekmezler: bu, arazinin buğday yetiştirmek için yeteri kadar çok olmamasından değil, darıdan yapılmış ekmeği daha fazla sevdikleri içindir. Çok güzel kümes hayvanları, geyik ve onlarla ne yapacaklarını bilemeyecekleri kadar fazla yabani kuşlar vardır; atları son derece hızlı ve son derece iyi olduğu için hiçbir zaman köpekle ya da şahinle avlanmazlar ; hayvanı yorarlar ve onları yere yatmaya ve pes etmeye zorlarlar . Fırlatma konusunda çok maharetli olan her atlının eğerinin başında, av hayvanının boğazına fırlatılarak onun pes edip teslim olmasına neden olacak, kaygan düğümlü bir kemendi vardır, yirmi hayvandan ancak bir tanesini ellerinden kaçırırlar. Bir geyiği avladıkları zaman, dünyada vücudu en iyi şekilde güçlendirecek şey olduğunu söyleyerek geyiğin ayaklarını keserler, kemiklerini kırarlar, iliğini yerler. Büyükbaş hayvan çalacakları zaman yanlarına, yuvarlanarak ufak parçalar şeklinde kesilen haşlanmış işkembe ile doldurulmuş büyük inek boynuzları alırlar, çobanların uykuya dalmalarını beklerler, köpekler havlamaya başladığı zaman her birine onların derhal kapıp uzaklaşacakları bir boynuz fırlatırlar, çobanlar uykuda iken ve köpekler boynuzun içindeki ete ulaşmaya çalışmakla meşgul iken, yaratılan boşluktan faydalanan hırsızlar hoşlarına gidenleri sürüp götürürler.
Çerkeslerin içkisi su ve bozadır. Boza darıdan yapılır, ülkede talep edildiği şekilde şarap gibi alkollü hale getirilir.
Adam ve kadın, erkekler ve kızlar hepsi birbirine benzer şekilde giyinir ve elbiseleri renkli kabarık bir kaftan, altında geniş biçimli bir giysi (iç eteklik); bununla aşağıya baldırlara doğru uzanan hafif pembe bir yelek giyer ve bunların üzerinde geniş bir elbise dizlere doğru uzanır, bel bir kuşakla sarılır. En üstte yer alan geniş elbisenin kolları aşağıya ve yukarıya doğru açıktır ve bazen bu kolları arkalarına sabitlerler. 60 yaşına kadar sakal bırakmazlar. Ne adamlar ne kadınlar ne kızlar ne de erkekler kulaklarının üst kısmından sarkacak şekilde saçlarını uzatırlar. Erkekler, genç olsun yaşlı olsun, kafalarının ortasını yaklaşık iki parmak genişliğinde, alın kısmından ense ile boynun birleştiği yere kadar traş ederler; sonra şapka ya da başlık yerine, kadın ya da erkek her ikisi de, üzerlerinde taşıdıkları geniş elbisenin kumaşından takke gibi yapılmış bereler giyerler. Kızlar evlenecek çağa gelince kafalarında bir farklılık göze çarpar; onlar başlarının bir kısmını çok eğreti bir şekilde pileli hale getirilmiş beyaz bir duvakla beraber, yuvarlak bir keçe parçası ile kapatırlar. Bunların kuyrukları dizlerin altına, topuklara kadar ulaşır; ayakkabılarının üstü ve altı deriden yapılmış sahtiyandır fakat ayakkabının üst yüzeyinde, ayakkabıyı sanki iki parça imiş gibi kesen hafif bir dikişi izi vardır.
Yataklarına gelince, birkaç koyun derisini alırlar ve bunları birbirlerine dikerler,ve sonra tamamen darı yaprakları ile içini doldururlar, bir çeşit yorgan yaparlar. Darıyı dövdükleri zaman yaprakları yulaf samanı gibi küçük parçalar haline gelir; dolayısıyla bir kişi bu yatağın üzerinden kalktığı zaman yorgan yükselir ve kendiliğinden yeniden kabarır. Yastıkları da aynı şekilde yapılır, sadece bazen yastıklar yün ile doldurulur.
İnsanlar ne Hristiyan ne de Müslümandır, dinleri tamamen kendi hayallerine dayalı görkemli törenleri olan seremonilerden oluşur. Böyle zamanlarda bütün yaş ve cinsiyetten genç ve yaşlılar ve bütün bir kasaba, acizlik ve hastalık gibi özürleri olmadıkça tayin edilen yerde olmak zorundadır. Ben bu kasabaları köy olarak adlandırıyorum, bütün bu ülkelerde ne kale ne de şehir vardır; köylerine gelince, onların hepsi tek bir model üzere yapmışlardır, figürde (aşağıdaki)de belirtildiği üzere köyler ortada meydan olacak şekilde yuvarlak bir düzende oluşturulmuştur.
(Çevirenin Notu; Seyyaha ait Fransızca yayınlanmış başka bir ciltte aşağıdaki gravüre yer verilmiştir. Bu gravür, yukarıda yine aynı seyyah tarafından planı çizilen ve tarifi yapılan Çerkes köyü ile aynıdır. Gravürün sağ üst köşesinde yer alan “…villages de Comouks” tabiri, bir Türk topluluğu olan Kumukları ifade etmemektedir. Aşağıda da bu durum açıklanmıştır.)
Kumukların ya da Çerkeslerin kutladığı önemli bayramların hepsi, sonbaharın sonunda, biraz sonra anlatılacak tarzda icra edilir. (Çevirenin notu; seyyahın kullandığı Kumuk teriminin bir Türk topluluğu olan Kumuklar ile bir ilgisi yoktur. Bu konudan http://www.adygvoice.ru/newsview.php?uid=1211 linkinde çok detaylı bir şekilde bahsedilmektedir, “Comoux” tabiri ile “Кремух” kastedilmektedir. “Кремух” 15.-16. Yüzyıllarda, Batı Çerkesya’nın merkezinde hüküm süren bir prenslik idi. Zaten seyahatnamede ilgili bölümler okunduğu zaman böyle olduğu çok net bir şekilde anlaşılacaktır. En azından o dönemde tamamen Müslüman olan Türk Kumukların biraz sonra anlatılacak ayinleri icra etmeleri mümkün değildir).
Köyün en yaşlı üç kişisi töreni yönetmek üzere tayin edilir, bütün halkın toplanmasıyla kendilerine yüklenen bu görevi yerine getirirler. Bu üç adam bir koyun ya da keçi alırlar, hayvana doğru mırıltılarla belirli dualar ederler, hayvanı boğazından keserler. Çok temiz bir şekilde hazırladıktan sonra, sakatatlar hariç tamamını kaynatırlar, sakatatları ise kavururlar. Haşlanmış olan koyun bir masanın üzerine konur ve insanların önceden tayin edilen buluşma yerindeki büyük bir ambara taşınır. Üç adam masanın önünde ayakta durur ve bütün insanlar, erkekler, kadınlar, çocuklar onların arkasında durur. Etin üzerinde durduğu masa getirildiğinde bu üç adamdan ikisi butları ve kavrulmuş sakatatları keserler ve bunları kafalarının üzerine doğru tutarlar, üçüncüsü büyük bir boza kabını yine aynı şekilde tutar, insanların en arkasında kalanlarda bunu görebilirler. İnsanlar yukarıya kaldırılan eti ve bozayı gördükleri zaman toprağın üzerine yüzükoyun kapanırlar ve bu durum geride kalan etlerin daha küçük masaya konmasına dek devam eder ve yaşlı adam birkaç söz söyler. Daha sonra etleri kaldıran iki adam iki küçük parça keserler ve boza kupasını elinde tutan adama bu parçaları verirler, bu bittikten sonra kendileri için de birer parça alırlar. Her üçü de eti yediği zaman yaşlı adam kupayı tutar, önce kendisi içer sonra diğer iki adama içmeleri için uzatır, öncelikli olan sağ taraftakidir, daha sonra sol taraftaki gelir, bütün bunlar gerçekleşirken yaşlı adam kupayı hiçbir zaman tamamen bırakmaz. Bu tamamlanan ilk seremonidir, iki yaşlı adam toplanan insanlara doğru dönerek gider ve onlara içki ve et sunar, önce prenslerine, sonra da bütün halka, kadınlar ve erkekler herkes eşit paylarını yer. Dört buttan geride kalan masaya yeniden taşınarak konur ve üç yaşlı adam bunları yer. Daha sonra bunlar koyun etinin konduğu masaya otururlar, bu üç adam arasında en yaşlı olan kelleyi alır küçük bir lokma yer; ondan sonra ikincisi sonra üçüncüsü de aynı şeyi yapar. Daha sonra en yaşlı birinci adam kalan kısmın, bunu büyük bir saygı ile karşılayacak Prense götürülmesi talimatını verir, daha sonra Prens kafayı en yakın akrabasına ya da en sevdiği arkadaşına verir, ta ki tükenene dek kelle birinden diğerine doğru el değiştirir. Bu yapıldıktan sonra üç yaşlı adam koyun etinden bir ya da iki lokma yer ve elinde şapkası ile gelecek ve karşılarında adeta titreyen bir duruş ile yerini alacak köyün Prensi çağrılır; prense yaşlı adamlardan bir tanesi bıçak sunar, prens koyun etinden bir parça keser ve yer; ve bir kupa boza içtikten sonra koltuğuna geri döner. Ondan sonra bütün insanlar kendi sosyal sınıf sıralarına göre aynısını yaparlar; ve sonra kemikler için çocuklar kendi aralarında mücadele ederek giderler.
Onlar otlar biçilmeye başlanmadan önce bir diğer bayrama da sahipler; bu zamanda köyün bütün halkından imkanı olan herkes bir keçi alır (seremonilerinde koyundan daha çok keçi makbuldür) ve fakirler sekiz ya da on kişi bir araya gelerek bir keçi için ortaklaşırlar. Keçiler koyunlar kuzular hepsi birlikte getirildiği zaman onların boğazlarını keserler ve derilerini yüzerler, dört ayağı ve kafayı derilerde bırakırlar. Daha sonra deriyi bir ayağından diğer ayağına geçen tahta parçaları ile gererler ve yere sabitlenmiş olan bir direğe asarlar, köyün figüründe gözüktüğü şekilde bu direklerin tepelerine hayvanların kafaları geçirilir; bir çok hayvan kurban edildiği için köyün meydanına bu şekilde, her birine kendi derisi asılı olan bir çok direk yerleştirilir, bu direklerin yanından geçenler saygıyla eğilirler.
Herkes kendi keçisini kaynattıktan sonra köyün ortasındaki meydana taşır, ve diğerleri ile birlikte büyük bir masanın ortasına yerleştirirler. Köyün prensi hizmetçileri ile birlikte oradadır ve bazen diğer köylerin prensleri de davet edilir. Kasabanın en yaşlı üç adamı oturarak masanın üzerinde olan bütün yiyeceklerden bir iki lokma alırlar; daha sonra köyün prensini çağırırlar, eğer başka bir prens daha varsa birlikte gelirler, cemaatin diğer önde gelenleri ile birlikte yere otururlar, yaşlı adamın onlar için ayırdığı hayvanlardan birini yerler, geri kalanlar ise yerde oturmakta olan halka dağıtılır.
Bir seferde 50 keçi koyun kuzu ve oğlağın kurban edildiği bazı köyler mevcuttur. Bozaya gelince, bazıları 200 Pint (çevirenin notu: pink yaklaşık yarım litreyi temsil eden bir ölçü birimidir, dolayısıyla 200 pint yaklaşık 100 litreye tekabül etmektedir) boza getirir; diğerleri kendi mensup oldukları sosyal sınıfa göre bundan daha fazla ya da daha az getirirler. Gün boyunca uzun uzun yiyip içerler, bir düzine flüt ile beraber şarkı söylerler ve dans ederler, flütlerin bazıları birkaç parçadan oluştuğu için tizden basa doğru kademeli olarak artan melodi notalarına sahiptir. Yaşlı adamlar yeme ve içmenin kendilerine kafi geldiğine kani olurlarsa evlerine giderler, ve genç insanları orada bırakırlar, adam ve kadın erkekler ve kızlar boza olduğu sürece orada kalırlar, kendi kendilerine eğlenirler ve ertesi gün erkenden ot biçmeye giderler.
Sadece ailelere özgü seremonilere de sahiptirler. Yılda bir kez her evde çekiç formunda, yaklaşık beş adım yüksekliğinde, birbirine geçen haça benzer bir tahta yaparlar, bu tahta iki çubuktan oluşur, iriliği bir insanın kolu kadardır. Evin reisi bunu kendi odasının kapısına yakın bir yere akşamleyin yerleştirir, ve bütün ailesini çağırır, her birine yanmakta olan yağ kandilleri verir. Önce kendisi kandili bu tahtaya yerleştirir, daha sonra karısı, daha sonra bütün çocuklar ve hizmetçiler kandilleri yerleştirirler: eğer kandili kendi kendine oraya yerleştiremeyecek derecede küçük çocuklar varsa anne ve babaları bu işi onlar adına yaparlar. Eğer kandillerden biri henüz tükenmeden sönerse bu kandili oraya sabitleyen kadın ya da erkeğin, o yılın sonuna kadar yaşamayacağının işaretçisidir. Eğer kandil düşerse, bu kimin kandili ise o kişinin malları çalınacaktır ya da o kişi hayatını kurtarmak için kaçacaktır.
Eğer gök gürlemeye başlarsa bütün insanlar köyün dışına doğru koşarlar, her iki cinsiyetten genç insanlar büyükleri orada hazır olduğu halde şarkı söylerler ve dans ederler; ve eğer birinin üzerine yıldırım düşerse o kişinin kutsal bir kişi olduğuna inanırlar, onu itibarlı bir şekilde defnederler. Bunun yanı sıra bütün bir ülkeye, yıldırımın düştüğü köyde beslemek ve muhafaza etmek üzere , ta ki başka bir yere yıldırım düşünceye kadar büyük bir hürmetle bakacakları beyaz keçi için haber gönderirler. Yıldırım, onlardan birinin evine isabet ederse, bir kadın çocuk adam ya da hayvanı öldürmemişse, o aileye yıl boyunca, dans ve şarkı dışında herhangi bir iş yapma zorunluluğu olmadan bakılır. Bu insanlar o zaman boyunca bir köyden diğerine gidip kapı önlerinde dans eder ve şarkı söyler fakat asla onların evlerine girmezler; köy sakinleri bu insanlara yiyecekleri şeyleri vermekle yükümlüdürler.
Baharda yıldırımların düştüğü bir gün mevcuttur, Parma peyniri kadar büyük bir peynirin boynuna asılmış olduğu beyaz keçinin muhafaza edildiği köyde hep beraber toplanırlar. Bu keçiyi alırlar ve ülkeyi yöneten prensin köyüne götürürler. Hiçbir zaman içeri köyden girmezler, prens ve beraberindekiler köyün dışında onların bulundukları yere gelirler, hep beraber keçinin önünde eğilirler. Bazı yakarışlar icra edildikten sonra keçinin boynunda asılı olan peyniri alırlar ve hızlı bir şekilde yerine yenisini asarlar. Alınan peynir küçük parçalara ayrılır ve insanlar arasında dağıtılır. Bundan sonra yabancılara yemeleri için ikram ederler ve yardımlarını onların arasında dağıtırlar böylelikle köyden köye gerçekleşen bu döngü ile onlar iyi bir paraya kavuşurlar.
Onların içerisinde sadece bir kişi bir kitaba sahiptir; ve bu kitap bizim en büyük folyolarımız kadar büyüktür, ona dokunma yetkisi sadece kendisine verilmiş yaşlı bir adamın ellerinde durur. Yaşlı adam öldüğü zaman bu kitabı muhafaza etmek üzere başka bir yaşlı adam seçerler; onun görevi herhangi bir hasta haberini aldığı bir köyden diğer köye dolaşmaktır. Bu yaşlı adam kitabı beraberinde taşır, kitabı yağ kandili ile aydınlattıktan sonra insanları odanın dışına çıkarır, hasta olan kişinin karnına kitabı koyar, onu açar ve okur, daha sonra birkaç kez kitabın üzerine doğru üfler, böylelikle onun nefesi hastanın ağzına doğru gider; daha sonra yaşlı adam hasta kişinin kitabı birkaç kez öpmesini sağlar ve sıklıkla hastanın başına kitabı koyar, bu seremoni 1,5 saat sürer. Yaşlı adam oradan ayrılacağı zaman herkes kendi sosyal sınıfına ve malvarlığına göre kimi sığır ya da düve, kimi bir keçi verir.
Onlar aynı zamanda hastayı tedavi etme görevi ile yükümlenmiş yaşlı kadınlara sahiptirler. Bu kadın, bir bedenin hastalıklı kısmını hisseder, fakat özellikle eliyle tutar ve el ile hastalığın olduğu bölgeyi muayene eder: bu esnada ağızlarından birkaç kez tükürük çıkartarak esnerler, eğer hasta ağır bir hasta ise daha gürültülü ve daha yoğun esnerler, daha fazla tükürük saçarlar. Onları dinleyen ve orada hazır bulunan diğer kişiler aynı şekilde esnerler ve karınlarından daha kötü şekilde iç çekerler, arkadaşlarının çok tehlikeli bir şekilde hasta olduğunu ve kadının esnemeleri gürültülü ise daha iyi bir duruma ve rahata ereceklerine inanırlar; fakat onlar esnesinler ya da esnemesinler bu kadına ızdırapları için iyi bir ödeme yaparlar. Eğer bir kişi kafasında ağrı hissederse, onu, kafanın üzerine ustura ile boydan boya iki kesik atan ve bu yaranın üzerine yağ döken berbere gönderirler. Onlar baş ağrısının et ve kemikler arasında cereyan eden rüzgardan kaynaklandığına inandıkları için, bu kesik rüzgarın dışarıya çıkışına izin veren bir geçit açar.
Cenaze törenlerine gelince, ölünün yakın akrabalarından ve arkadaşlarından bazıları yüzlerini ve bedenlerinin diğer yerlerini keskin taşlarla yaralarlar, diğerleri yüzükoyun yere uzanırlar ve gözyaşı dökerler; böylelikle definden döndükten sonra hepsinde pıhtılaşmış kan izleri vardır. Fakat bütün bu kedere rağmen hiçbir zaman ölü için dua etmezler.
Evliliklerine gelince, eğer genç bir erkek ,kendisinden hoşlandığı genç bir kız görmüşse arkadaşlarından birini o kızın ailesi ya da vasisi ile, kız için ne vereceği konusunda anlaşmak üzere gönderir. Hediye genellikle atlardan ineklerden ve diğer büyükbaş hayvanlardan oluşur. Anlaşma sağlandığı zaman genç erkeğin aileleri ve akrabaları, o yerin prensi ile hep beraber böylelikle sözleşirler, genç kızın yaşadığı eve giderler ve onu düğünün hazırlanmış olduğu damadın evine götürüler, bir süre dans ederler, eğlence düzenlerler ve şarkı söylerler, başka bir seremoni olmadan damat ve gelin gider ve baş başa kalırlar. Eğer erkek ve kız farklı köylerde iseler, erkeğin yaşadığı köyün prensi erkek ve onun akrabaları ile birlikte hep beraber diğer köye giderler ve gelini oradan alıp getirirler.
Eğer kadın ve erkeğin çocuğu yoksa, erkeğin çocuk olana kadar başka kadınlarla evlenme hakkı vardır. Eğer evli bir kadının ilişkide olduğu bir adam varsa ve kocası gelip onu karısı ile bir yatakta bulursa o adam tek söz etmeksizin çekip gider, bununla bir daha ilgilenmez. Kadın için de aynı şey geçerlidir (Çevirenin notu: Seyyaha yakın dönemlerde kayıt yapan diğer seyyahlar Çerkeslerde zinanın asla kabul edilmediğini, zina edenlerin Çerkesler arasında asla barındırılmadığını belirtirler. Eğer zina esnasında adam karısını yakalarsa o anda hiçbir şey yapmadığı yönündeki tespit diğer seyyahların kayıtlarında da vardır. Fakat sonrasında bu kadın köle olarak satılır. Kadın ile zina eden adamı da belirli bir süreç sonucunda aynı akıbet bekler). Bir kadının ne kadar çok beğeneni varsa o kadına bu ölçüde daha fazla saygı duyulur, eğer kadınlar kavga ederse, çirkin hastalıklı ya da huysuz olmasaydı, daha fazla hayranı olacağını söyleyerek birbirlerini alaya almaları yaygın bir gelenektir. İnsanlar, özellikle 45-50 yaşlarına kadar güzelliklerini muhafaza eden son derece güzel ve incecik kadınlar, mükemmel bir görünüme sahiptirler. Onlar son derece çalışkandırlar ve demir madenlerinde çalışırlar, daha sonra demiri eritirler ve bazı alet ve edevata işlerler. Altın ve gümüşün çok çeşitli nakışlarını, eyerler ok kılıfları ve kendi ayakkabıları ve dahi keten kumaştan yaptıkları kendi mendillerinin üzerine işlerler.
Eğer adam ve kadın sık sık kavga ederse ve barışamazlarsa : koca öncelikle o yerin prensine şikayetlenir, prens kadını temin eder ve onun ayrılmasını emrettikten sonra adamı başka bir kadınla evlendirir . Faka önce kadın yakınırsa erkek de aynı durum ile karşı karşıya kalır. Eğer bir adam ya da kadın komşularına karşı rahatsız edici olursa ve komşuları Prense şikayette bulunursa, prens onların konuyu çözümlemeleri ve huzur içinde yaşamaları için derhal karşı tarafın tutuklanmasına ve köle tüccarlarına satılmasına karar verir.
Asil erkeğin hiçbir şey yapmamasını, oturmasını ve az konuşmasını bir yükümlülük olarak kabul ederler. Bir akşam atlarını sürerler 20 ya da 30 kadar kişi ile buluşarak yağmaya giderler. Sadece düşmanlarını değil komşularını da yağmalarlar, onlardan belli başlı soygun malı olarak köleleri ve büyük baş hayvanları alırlar. Bütün bir ülke, her nerede yaşıyorsa o köyün prensinin, bölgesindeki topraklarını sürdürmek ve çok miktarda tükettikleri kendi bölgesindeki ağaçları kestirmek için çalıştırdığı kölesidir. Sıcak tutan örtülere bürünmedikleri için uyudukları yerlerde ateşi gece boyunca yanar vaziyette tutarlar.
(Çevirenin Notu: Doğu Çerkesya’da, Kaberdey Balkar Cumhuriyeti sınırına yakın bir yerde yer alan Kislovodsk adlı eski Çerkes yerleşim biriminde arkeologlar yukarıda anlatılan plana uygun bir yerleşim yeri keşfetmişlerdir. Aşağıda 18. Yüzyılda yapılmış bir gravür bulunmaktadır; bu gravürde arka planda yer alan evlere baktığımızda yine yukarıda anlatılan plana benzediğini, evlerin yuvarlak bir düzende yapıldığını görmekteyiz.)
Türkçeye Tercüme Eden: Av. Dr. Murat YILDIRIM (KARDEN)
Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler