Taner Akçam: “Çerkes Ethem de ‘Apartheid Devleti’ne Tavır Aldı”

#9692 Ekleme Tarihi 22/09/2023 01:31:41

Yaşamına ve çalışmalarına ABD'nde devam eden Taner Akçam'ın yeni kitabı "Apartheid Devleti" geniş yankı uyandırdı ve hala siyasi çevrelerde tartışılıyor. Kitap, özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarını ve Çerkeslerin o döneme damgasını vuran isimlerinden Ethem Bey'i de anlattığı için ilgimizi çekti.

Biz Ethem'i daha çok Teşkilatı Mahsusa ve Kuvvai Seyyare'deki faaliyetleri ve "Temizlik" eylemleri ile tanıyorduk. Sonra sürgün edildi.

Araştırmacı Yazar Taner Akçam, bu tarihin yine  üzeri örtülen başka bir sayfasını açıyor. Ve Çerkes Ethem'in, Mustafa Kemal önderliğinde kurulan devlet modeline tavır aldığını, resmi tarihin "Kürt" ve/veya "İslamcı" bir karşı devrim Hareketi olarak kayıt altına aldığı Şeyh Sait isyanına, Aleviler ve Hristiyan topluluklarla birlikte katılmaya çalıştığını anlatıyor.

Aykut arkadaşımız Taner Akçam ile buluştu ve bütün okuyucularımıza tavsiye ettiğimiz kitabı üzerine sohbet etti...

Dj. AYKUT: Şeyh Sait isyanı sadece bir Kürt isyanı değildir, Mustafa Kemal'in kurmak istediği "Apartheid Devleti"ne bir isyandır ve mesela Çerkesler de katılmıştır bu isyana, diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

TANER AKÇAM: Bir düzeltme ile başlayalım. Konu, Şeyh Sait isyanının bir Kürt isyanı olup olmadığı değil. Açık ki bir Kürt isyanı veya ana gövdesini ve önderliğini Kürtlerin yaptığı bir isyan. Asıl konu, bu isyanı hangi damar üzerinden açıklamak, okumak gerektiği…

Benim söylediğim, üstünden 100 yıl kadar zaman geçen bu isyanın bugüne kadar esas olarak üç damar üzerinden okunduğu, tartışıldığıdır. Ve bu üç eksenin, 1925’lerde gerçekten nelerin yaşandığını tam olarak anlatmaktan uzak olduğunu iddia ediyorum. 

Birinci tartışılan konu isyanın İslamcı mı Ulusalcı mı bir isyan olduğu sorusudur. Burada iki görüş vardır. Bir grup, ayaklanmanın amacının hilafeti geri getirmek ve İslami bir devlet kurmak olduğunu savunur; diğer bir grup ise isyanın amacının bir Kürt devleti kurmayı hedeflediği bu nedenle İslamcı değil, ulusalcı bir hareket olduğunu iddia eder.

İkinci tartışılan eksen, hareketin önderliğinin modernleşmeye karşı çıkan Kürt feodalleri olup olmadığıdır. Bu eksende ileri sürülen, Kemalist rejimin ilericiliği ve modernliği, ayaklananlar ise feodal ve dinsel gericiliği temsil ettiğidir. Gerek Uluslararası gerekse Türk komünist hareketleri bu düşünceyi savundular ve bu nedenle Kemalist hükümeti desteklediler. Günümüzde Türk solcularının tutumu da bu yöndedir.

Üçüncü tartışılan eksen ise hareketin uluslararası ilişkileri konusudur. Ayaklanmanın, Musul meselesi ile ilgisi olup olmadığı ve İngilizlerce desteklenip desteklenmediği merkezde durur. Türkiye’de büyük bir çoğunluk bugün bile, destekleyecek herhangi bir belge olmamasına ve resmi belgeler tam da aksini söyleseler bile, hareketin İngilizlerce desteklendiği ve kışkırtıldığı fikrindedir.

Ben bu tartışmalar yanlıştır veya yapılmamalıdır, demiyorum. Ama bu eksenlerde yapılan tartışmalar hem o dönem yaşanan gerçekliği aktarmakta eksik kaldı hem de hareketin çok önemli bir başka damarını görmezden geldi. Şeyh Sait hareketinde çok önemli bir eşitlik arama damarı vardı. Ama hareket bu damar üzerinden okunmadığı ve tartışılmadığı için bir çok gerçeklik, görülmedi, bilinmedi ve yok sayıldı.

Birinci gerçekli şu: Şeyh Sait hareketine önemli bir Hristiyan katılımı oldu. 10 civarında Süryani ve 3 Ermeni isyana katıldıkları için idam edildiler. Bir Ermeni yargısız infaz edildi. Bunlar sadece mahkeme kayıtlarından çıkartabildiğimiz bilgiler, belki gerçeklik bunun da ötesinde… Ama bugüne kadar hiç kimse Şeyh Sait hareketine Hristiyanların katılımı konusunda konuşmadı, yazmadı.

İkinci gerçeklik şu: harekete ciddi bir Alevi katılımı oldu. Şeyh Sait ayaklanması sonrası, Şark İstiklal Mahkemesinde sayıları yüzlerle ile ifade edilebilecek davalar oldu. Ve bu davalar içinde en büyüğü, en kalabalık olanı Alevilere karşı açılmış bir davadır. Yüzlerce kişinin yargılandığı bu davada, 190 civarı idam cezası istendi 60’ya yakın idam cezası verildi ve sonuçta dokuz kişi de idam edildi. Bu dava dışında da yargılanan idam edilen Aleviler de oldular. Oysa yıllarca, Şeyh Sait hareketi Sünni Kürt ayaklanması olarak sunuldu ve Alevilerin, Şeyh Sait’e karşı devletten yana tavır aldığı iddia edildi.

Üçüncü gerçeklik şu: Çerkes Ethem önderliğinde Çerkesler hareket doğrudan katılmak için çalışmalar yaptılar. Çerkes Ethem, ayaklanmanın başlamasıyla Suriye’ye geçti. Gönüllü birlikler oluşturup harekete katılmak istedi. Ama bu çabalar, hareket erken yenildiği için gerçekleşmedi. Ama Çerkes Ethem, daha sonra da Kürt isyanlarına destek olmaya devam etti. Kürtlerin ve Ermenilerin ortaklaşa kurdukları Hoybun örgütünün kuruluş çalışmalarına katıldı. Bu konuda da bugüne kadar tek kelime yazılmadı konuşulmadı.

Şimdi soru şu, bu üç büyük gerçeklik bugüne kadar niye görülmedi ve yok sayıldı? Niye, Aleviler ve Hristiyanlar “şeriatçı, gerici” diye damgalanan bir harekete yoğun olarak katıldılar? Veya Çerkesler örneğinde olduğu gibi katılmak istediler. Bunlar, bugüne kadar üstü örtülen, bilinmeyen hakikatlerdir. Ve üzerlerinde düşünmek ve bir cevap vermek zorundayız.

Benim cevabım, Şeyh Sait hareketinde güçlü bir eşitlikçi damarın var olduğudur. Ülkede, Hristiyan’ı, Kürdü, Alevi’yi ve Çerkesi dıştalayan bir Apartheid rejimi kuruluyordu ve bu saydığım guruplardan insanlar Apartheid rejimine karşı çıktılar ve eşitlik için bir araya geldiler.

Zannediyorum bu bilgiler muazzam öneme sahiptir. Ve bu ülkede, dini-dili kültürü ne olursa olsun tüm vatandaşların eşit olması gerektiğini savunanlar bu konuyu düşünmek ve tartışmak zorundadırlar. Bir iddiam da şu: ülkede kurulan rejimin bir Apartheid rejimi olduğunu göremediğimiz için bu basit hakikatleri bile bilemez hale geldik. Ve bu hakikatleri bilir ve üzerine konuşursak, demokratik bir gelecek kurabiliriz.

Dj. AYKUT:  Kitabınızı Türkiye sol hareketlerine de bir eleştiri olarak okuduk. Çünkü Türkiye'de Sosyalist örgütler hep Türkiye'nin bütün haklarının, etnik ve dini topluluklarının ortak sorunları üzerine politika yaptılar. Belki de bunu, "Türkiye'nin demokratikleşmesi meselesini; Apartheid karakterini küçümsediler, diye de okuyabiliriz. Bu, Sünni Türk olmayan kesimlerde, sorunlarının ciddiye alınmadığı, önemsenmediği hissine neden oldu, oluyor. Acaba farklılıkları gören, anlatan ve bunların çözüm yollarını gösteren bir siyasi duruş mümkün değil mi?

TANER AKÇAM: Aslında farklılıkları gören ve anlatan; bu farklılıkları esas alan bir siyasi duruş mümkün ama sorun da burada…

Söylediğiniz şey, Türkiye’deki siyasi kültür ile doğrudan ilgili. Ve bu bir tek sol çevrelerin siyaset yapış tarzına ilişkin bir sorun değil. Ana problem ülkemizde, tekçiliği esas alan, sorunların çözümünü toplumun homojen olmasında gören bir siyaset kültürünün var olması. Çoğulculuğu esas alan bir siyasi kültür geleneği yok.

Tabloya şöyle beraberce bir bakalım: Türkiye’de, birçok siyasi ve düşünce akımı mevcut. Bunların çoğu, Türkiye’nin temel problemini esas olarak şöyle formüle ediyorlar: eğer ortada bir problem varsa, nedeni, ötekinin bana benzemiyor olmasıdır. Eğer ötekileri bize benzetirsek, ülkenin sorunları esas olarak çözülür. Solcular, esas problemin herkesin solcu olmamasından kaynaklandığını düşünür. Eğer herkes kendileri gibi düşünse memleketin tüm sorunlarının çözüleceğine inanırlar. Benzeri şey, milliyetçiler, sağcılar vb. için de geçerli. Bu tutumu “ah şu ötekiler benim gibi olsa ortada sorun kalmayacak,” diye formüle edebiliriz. 

Yanlış anlaşılmak istemem, burada solcular da sağcılar da “biz haklıyız” demesinler diye bir şeyi savunmuyorum. Elbette her grup kendi düşüncesinin doğru olduğunu ve ancak kendi görüşleri kabul edilirse sorunların çözüleceğini savunacaklardır. Benim söylediğim, çözüm önerilerinin esasını ötekinin ortadan kalkmasında görmektedirler. Kendi savunduklarını, herkes tarafından kabul edilmesi gereken mutlak bir hakikat olarak görmeleri ve diğerlerini “hakikate” çağırmalarıdır.

Oysa siyaset “hakikat” ve “hakikat dışı” arasında bir tartışma değildir. Siyaset, bir konuda “farklı görüşler arası bir yarışmadır.” Türkiye’de olmayan bu çoğulcu siyaset kültürüdür. Ötekinin, öteki olmasını, öteki olarak kalmasını sorun gören bir siyasi kültürümüz var. Farklılığı sorun gören bu zihniye aslında Türkiye’yi yüz yıldır yöneten zihniyetin kendisidir. Muhalefetteki de onu tekrar etmekten başka bir şey yapmıyor.

DJ. ATKUT: Çerkesler hep "sistem içi" veya "iyi"; belki de "kullanışlı" bir topluluk oldular, öyle görüldüler. Sünni Türk, "Çerkes"i bir düşman olarak görmez. İlginçtir, Çerkesler de "Sünni Türk’ü düşman olarak görmezler. Katıksız bir asimilasyonun kurbanı olmalarına rağmen. Bu, Türkiye'nin demokratikleşme ve/veya Apartheid’ı tasfiye etme sürecinde Çerkeslerin önemli bir rol oynayabilecekleri anlamına da gelir mi? Veya Çerkesler bu süreçte nasıl bir rol oynayabilirler?

TANER AKÇAM: Çerkesler elbette çok önemli bir rol oynayacaklardır, oynamalılardır.

Ülkemizde oluşmuş bir kast sistemi vardır ve Çerkesler bu kast sisteminde, Kürtler ve Aleviler ile birlikte ara tabakayı oluştururlar. Devlet, bu kesimleri bir taraftan yoğun bir asimilasyona tabi tutar ama öbür taraftan da bu kesimlere karşı ciddi bir güvensizliğe sahiptir. Çerkesin, Kürdün ve Alevinin kendi kimliklerinde ısrarcı olmadıkları müddetçe, kendilerini büyük çoğunluk içinde erittikleri sürece ortada bir sorun yokmuş gibi gözükür. Bu grup mensuplarının devlet kademelerinde yükselmeleri kendi farklılıkları üzerinde ısrarcı olmadıkları sürece mümkündür. Eğer devletin üst kademelerinde bir Kürt, Alevi veya Çerkes varsa, bunlara düşen kendi kimliklerini saklamaktır. Ama devletin bu görünüşteki asimilasyon politikalarında bile, bu gruplar fişlenir ve kayda alınırlar. Devlet kayıtlarında kimin Çerkes, kimin Kürd, kimin Alevi olduğu özel olarak belirtilir.  Bu nedenle de devletin tepe noktalarına yükselmiş olsalar bile, göğsünü gere gere ben Çerkesim, ben Aleviyim, ben Kürdüm diyen birisine rastlamazsınız. Çünkü bunu söyledikleri an bu pozisyonlarını tutma şansları yoktur. Kemal Kılıçdaroğlu, “ben Aleviyim” dediği için kendisine yöneltilen saldırıları hatırlamak yeter.

İddiam şudur: bu ülkede Çerkes, Alevi, Kürt kimliğini, kişiliğini inkâr etsen bile bu ülkede eşit vatandaş olarak yaşamayı başaramaz. Çünkü fişleme ve kayıt altına alma sistemlidir. Hristiyan ve Yahudileri burada saymıyorum bile.

Asıl soru şu: kimliğini, kişiliğini inkâr etmeye zorlanmak kadar insanlığa aykırı bir davranış olabilir mi? Ana sorun, Çerkes toplulukların bu ikilemden, asimilasyon (kimliği inkar) ve fişlenme kıskacından nasıl çıkacaklarıdır. Nasıl, hem göğsünü gere gere “ben Çerkesim” denebilir hem de eşit bir vatandaş olarak tüm haklardan yararlanmak söz konusu olabilir?

Ana dili öğrenme ve öğretme hakkı, kültürünü koruma ve geliştirme hakkı ve bu haklara sahip olarak devlet kademelerinde yükselebilme hakkı… Türkiye’nin ihtiyacı olan budur. Alevi’nin de Kürdün de ihtiyacı olan budur. Söylemeye gerek yok ki buna en çok ihtiyaç duyan diğer topluluklar Hristiyanlar ve Yahudilerdir.

En büyük ümidim, Çerkes toplulukların bu ülke rejiminin ana karakteri olan Apartheid üzerine daha çok düşünmeleri ve karşı karşıya oldukları sorunların bu Apartheid rejiminden kaynaklandığını görmeleridir.

Çerkesya Hareketi Haber Merkezi

Çerkesya Araştırmaları Merkezi-ÇAM
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks