Tarih, Kültür ve İktisat Açısından Çerkesya (Çerkesler)
İrfan KALAYCI1
Öz
Bu makalenin amacı, bir sürgün toplumu olan Çerkeslere farklı pencerelerden (tarih, kültür ve iktisat) bakmak ve görünenleri bellekte toplamaktır. Kafkasya, Çerkes halkının dâhil olduğu bir tür “etnik kazan”dır. Bu “kazan” aslında bir “kazanç”tır. Bu zengin coğrafya İpek Yolu’nda bir “kavimler kapısı”dır. Bu kapının önünde pek çok savaş çıkmıştır. Çerkeslerin tarihi İÖ 6.-3. yüzyıllarda başlar. Bu halk Kuzeybatı Kafkasya’da doğmuş, çoğalmış ve dağılmıştır. Kuzey Kafkasya’da “Maykop kültürü”nden gelen çok değişik kavim ve boylar genel olarak “Çerkes çatısı” altında toplanmaktadır. 1864 tarihi Çerkesler için bir kırılma noktasını ve büyük bir sürgün dramını anlatmaktadır. Çerkesler Kafkas-Rus savaşları sonucunda Osmanlı topraklarına sürgün edilmişlerdir. Şu anda dünyada pek çok ülkede 3 milyon civarında bir “Çerkes diyasporası” oluşmuştur. “Nart destanları” ışığında Çerkeslerin mitolojik geçmişleri ve günümüze yansıyan dil, din, inanç ve gelenekleri hakkında kültürel bilgiler elde edilebilmektedir. Çerkeslerde yazısız kanunlar (“habze”) vardır. Aile terbiyesi, “kaşenlik” ve akraba dışı evlilik sonderece önemlidir. Demokratik bir yapıya sahip olan Çerkes toplumu, anavatan Rusya’da azgelişmiş bir ekonomi ile idare etmektedir. Türkiye Çerkesler için en yakın ve en büyük diyasporadır. Bu iki devletin benzeştirme bütünleştirme politikaları Çerkes halkını da etkilemektedir. Gelecekte anavatan Çerkesya’ya dönüp dönmemek bu halk için ciddi bir ikilemdir. Anahtar kelimeler: Çerkesler, tarih, sosyo-kültür, iktisat, gelecek.
1 Doç..Dr., İnönü Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü (Malatya), irfan.kalayci@inonu.edu.tr
AVRASYA ETÜDLERİ 47/2015-1 (71-111)
T.C. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı
Giriş
“Sen kendi kendini ara / Kimse aramayacak seni
Kendi kendini bul…”
Kuyeko Nalbiy
Kafkasya, çok sayıda kavmi / halkı içinde taşıyan oldukça büyük ve derin bir kazandır. Kafkasya’yı büyüleyici bir coğrafya, tarih ve uygarlık haline getiren işte bu zengin “etnik kazan”dır. Dolayısıyla bu “kazan” aslında bir “kazanç”tır.
“Kazan-kazanç” denkleminin sığ mantığına göre, diğer değişkenler sabit iken, etnik ve kültürel değerlerin niceliğine bağlı kazan büyüdükçe manevi kazanç da artar. Kafkasya bir yönüyle böyle bir denklem üzerine kurulmuştur. İşin içine jeo-stratejik ve jeo-ekonomik çıkarlar girdiğinde ise kazanda aşırı kaynamalar olmuş, içindekilere zarar vermiştir. Ve Kafkasya, Sanskrit dilindeki anlamına uygun olarak, “beyaz, karlı yanardağ”, emperyal devletlerin bölge üzerindeki oyunları yüzünden volkanik patlamalara sahne olmuştur.
Çerkesçedeki anlamıyla “ışık veren güzeldağ” demek olan Kafkasya, zaman zaman karanlığa boğulmuştur. Tarihi boyunca birçok ırkın / milletin / kavmin (“homo Caucasus”) beşiği olan Kafkasya, korkunç işgaller, savaşlar ve özümleme - benzeştirme (asimilasyon) politikalarının etkisiyle yine aynı unsurların mezarı olmuştur. Şu anda bazı ırklar / milletler / kavimler hayattaysa, verdikleri tarihsel mücadeleye ve kuşaktan kuşağa geçen sağlam kültürel özelliklerine borçludurlar.
Hayatta kalmayı başarmış bir halk da Çerkeslerdir ve onlar da diğer halklar gibi bu kazan ve kazancın bir bileşenidir. Çerkesler alınıp çıkarıldığında bu kazanda bir eksiklik ve yoksunluk görülecektir. Çerkesler uzun bir geçmişe ve umutlu bir geleceğe sahiptir. Geçmiş ve gelecek arasında yaşadıkları ve yarattıkları onların sosyo-kültürel aynasını yansıtmakta ya da o aynadan yansımaktadır.
Dünyada en kalabalık Çerkes nüfusu Kuzey Kafkasya’da değil, Türkiye’de bulunmaktadır. Bunun nedeni, Rus-Kafkas Savaşı (1817–1864) ya da Rus-Çerkes Savaşı’ndan (1763–1864) sonra Rusların eline geçen Çerkes topraklarında yaşayanların büyük bölümünün Osmanlı topraklarına sürgün edilmesidir. Tarihe “Çerkes sürgünü” olarak geçen bu olayla birlikte dünya “Çerkes diyasporası” gerçeği ile de tanışacaktır.
Türkiye’de yaşayan ve ‘ötekileştirilmeyen’ etnik bir unsur olan Çerkesleri yakından incelemeyi amaçlayan bu makale, üç ana bölümden oluşmaktadır: “Çerkeslerin kimliği ve sürgün tarihi” başlığını taşıyan 1. bölümde, önce Çerkes halkının tarihsel geçmişinden ve doğup yaşadığı coğrafya olan Çerkesya’dan sözedilmekte; sonra, bu halkın Rus baskısından dolayı Osmanlı topraklarına sürgün edilme süreci ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde tabi tutulduğu uyumlaştırma-bütünleştirme politikalarına ve onların ana vatana dönüş niyetine yer verilmektedir. 2. bölümde “Çerkeslerin sosyo- kültürel özellikleri” irdelenmektedir. İlk göze çarpan, bu halkın inanç, tören, eğlence, vb. geleneklerini anlatan “Nart destanları”dır. Maykop kültürü etrafında gelişen Çerkesya’da Adigece, Kabadeyce vd. konuşulan yerel diller ve bu dillerde verilen edebi eserler; ayrıca, Çerkeslere özgü geleneksel hukuk, evlilik kurumu, kaşenlik, aile terbiyesi, giyim-kuşam, mutfak- sofra ve eğlence kültürü anlatılmaktadır. 3. bölüm, Çerkeslerin dünya iktisat tarihindeki rolleri, zanaat ve ticaretteki çeşitli faaliyetleri, kapitalist ve sosyalist sistemlere karşı mesafeli tutumlarının yanısıra; Çerkesya’nın, zafiyetleri ve potansiyelleri çerçevesindeki “demografik ve iktisadi yapısı” ile ilgilidir. Sonuç bölümünde ise Çerkes toplumunun bazı somut sorunları saptanarak bu sorunlara karşı pratik çözümler önerilmiştir.
1. Çerkeslerin Kimliği ve Sürgün Tarihi
“İnsanları yurtlarından söküp atabilirsiniz,
fakat yurtlarını kalplerinden asla çıkartamazsınız!”
Anonim
Kafkasya, bir sebze / meyve kabına benzetilebilir. Bu kapta değişik-farklı renkte unsurlar bulunmaktadır. Kafkas kavimleri ya da etnik unsurlarıüç grupta toplanabilir:1
1. grup; Çerkesler (Abhazalar, Aphazlar, Ubıhlar, Arguveyler, Nethaçlar,Çebinler, Hatkolar, Khegaklar, Baskheğler, Şapsıgler, Bjeduglar,Kemirguveyler, Hatıkoylar, Abzehler, Besleneyler, Kabartaylar), Nohçiler(Çeçenler, İnguşlar), Andelallar (Avarlar), Laklar (Gazi-kumuklar), Lezgiler,Agular, Çakurlar.
2. grup; Türkler (Azeriler, Kumuklar, Karapapaklar, Kundurlar, Karaçayve Balkarlar, Kalmuklar, Nogaylar, Türkmenler).
3. grup; Hint-Avrupa kavimleri (Ariler); Osetler, Ermeniler, Farslar,Tatlar, Taalişler, Svanitler, Ruslar, Alanlar.
1 Ayrıca bkz. Aytekin Yılmaz, Etnik Ayrımcılık: Türkiye, İngiltere, Fransa, İspanya, Vadi Yayınları, Ankara,1994.
Bu kavimlerin hepsinin, tarihi İpek Yolu’nda tespih taneleri gibi sıralanıp birbirlerine eklemlendikleri görülmektedir. Kafkasya, aynı zamanda bir kavimler kapısıdır. Bu kapının önünde pek çok savaş çıkmış, barış antlaşması yapılmıştır.
1.1. Çerkeslerin Tarihi ya da Tarihteki Çerkesler
Çerkesler Kuzeybatı Kafkasya’da doğmuş, çoğalmış, serpilmiş bir halktır. İÖ 6. yüzyıldan bu yana Azak Denizi, Karadeniz ve Gürcistan’a kadar uzanan kıyıların ve toprakların oluşturduğu üçgen bölge, genel anavatanları kabul edilir. Bu uzun tarihsel süreçte bu halka Sindai, Kerketai, Zikkoi, Zyghoi gibi değişik adlar atfedilmiştir. İlk atalarının Hattiler ya da Grek kaynaklarına göre Sindler ve Meotlar olduğu varsayılan Çerkesler, milli destanları Nartlarda “Cırt”/“Çıt”/“Çınt” biçiminde geçen yer ve topluluk adlarıyla anılırlar. Araplar onlara ‘‘Kerkes”, Cenevizliler “Kirkasi”; ülkelerine de “Zichhia” diyorlardı. Kafkasyolog A.Dirr (1908), Çerkes etniğinin İÖ 2. yüzyılda “Kerket” adından türetildiğini yazmıştır.2
Berje (1858); Kafkas kavimlerini, dağlı kavimler olarak adlandırmış ve birbirinden farklı dillerde konuşan (Tatarlar hariç) 7 ana grupta (Kartvel,Abhaz, Çerkes, Oset, Ubıh, Lezgi, Çeçen) toplamış ve bu kavimler içinde 19. yüzyıl ortasına kadar en kalabalık kavim (291 bin kişiyle) (birçok koldan oluşan) Çerkesler olmak üzere Dağlı Kafkasların toplam nüfusunu yaklaşık 398 bin kişi olarak kaydetmiştir.3 Çerkeslerin etnografyasına topluca bakıldığında onların şu 3 grupta toplanabileceği görülmektedir:4 i-Kendilerine Adighe5 genel adını veren Çerkesler; ii-Adighe olduğunu söyleyen ama dil bakımından bir öncekinden daha büyük farklılık gösteren Ubıhlar; iii-Abhaz-Abhaza grubu.
İÖ 8.-7. yüzyıldan6 itibaren geç Orta Çağ dönemine kadar K.Kafkasya stepleri -bir kısmı Adigelerin atası / akrabası / komşusu- değişik kavimlerin / aşiretlerin / halkların gelip geçtiği bir tür uzun koridor olmuştur. Met’in aktardığına göre;7 Çerkeslerin, Arap kökenliliğine ilişkin inanışlar olsa da, daha çok “ari” yani “Hint-Avrupa” soyundan geldikleri konusunda genel bir uzlaşı vardır. Bunun gerekçelerinden biri, Çerkesçe’de bazı sözcüklerin Fransızca, Rumca ve Farsça ile benzer olmasıdır. Çerkesya’nın ana kaynağını oluşturan ilk / eski Adıge’nin tarihi, Küçük Asya’da (Kapadokya yöresinde) konuşlanmış Hititler olarak da bilinen Hattiler’e kadar götürülebilir.
Çerkesler için tarih boyunca genellikle “Dağlı Kafkaslar” lakabı yakıştırılmıştır. Dünyanın görünüşünü sıkça değiştiren tüm olaylara karşın Kafkas dağ ve ormanlarında yerleşmiş küçük halkların dilleri, fiziksel tipleri, milli karakterleri genelde bozulmamıştır. Bu kadar küçük bir alanda, böylesine etnik bir tutuculukla bu kadar çok sayıda farklı halkı başka yerde bulmak zordur.8
K.Kafkasya’da -arkeologlara göre- İÖ 3. binyılda, Mezopotamya’nın havasını yansıtan “Maykop kültürü”9 doğup gelişmiştir. Neolitik oda tipi mezarlara bakılırsa, ölüler, -definecileri kışkırtacak kadar- zengin altın ve gümüş eşyalarla dolu mezarlara gömülmekteydi. K.Kafkasya’da demirin tarihi İÖ 8. yüzyıla kadar gitmektedir. Özbay’ın işaret ettiği F. Engels’e göre, tarihte bir devrimi simgeleyen, demir cevherinin eritilerek metalin elde edilmesi “demir kılıçla balta dönemi”ni başlatmıştır. Arazilerin ve ormanların tarımsal alana dönüştürülerek tarımsal üretim ancak demirden yapılmış aletler sayesinde olmuştur. Demir aletlerini kullanma gücünü daha çok erkekler gösterdiğinden, Kafkasya dâhil dünyadaki toplumsal düzenler genellikle hep “babaerkil” (patriyarkal) düzen şeklinde cereyan etmiştir.10
Öte yandan, H. B. Zekeriya’nın dile getirdiği söylenceler ve Nartlar, Çerkes halkının bir zamanlar Adige topraklarında yaşadıklarını anlatmaktadır:11
“Adigeler, Ketay (babaları) ile Kutay’dan (anneleri) türediler. Onların Adıg isminde bir çocuğu, Adıg’ın da yedi tane oğlu vardı. Ardından onlar da aileler kurarak birbirlerine yakın yerlere yerleştiler. En büyüklerinin ismi Kumıku diğer kardeşlerin ismi Kebartay, Kereşay, Çemguy, Abzegh, Bjedugh, Shapssugh’dı. Onlar Ketay ülkesinden ayrılıp Kafkasya’ya geldiler ve Hazar denizinden Karadeniz’e kadar olan geniş topraklara egemen oldular. Abzeghlerin yaşadıkları topraklar ise yaz ve kış zirvesinde beyaz bir şapka gibi kar olan Fışt dağı yakınlarıydı. Aynı zamanda Mezmay deresi havzasında da yaşıyorlardı. İşte Adıhglerin kökeni ve doğuşu tarihte böyle yer almıştı.”
2 Yedic Batıray Özbek, “Çerkes Sözcüğünün Kaynağı”, Circassian Center.
3 Adolf Berje, Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri, Çev. M. Papşu, Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 1999, s. 11-19.
4 Aytek Namıtok, Çerkeslerin Kökeni, 1.Kitap, Çev. A. Çeviker, 2.b., KafDav Yayınları, Ankara, 2009, s. 4-15.
5 A’D, A’DE, A’T, DI, Tl Adıg “baba”, GHE “erkek cinsel organı” demektir. Yani Adıgheler kendilerine “(Adem) Babanın çocukları” demektedirler. (Aktaran; Kudret Emiroğlu, “İnsaniyyet ve Kavmiyet”, Tarih ve Toplum, Nisan 1992, s. 100.)
6 Bu dönemi İÖ 18.-17.yüzyıla kadar daha gerilere götüren tarihçiler de vardır. Bu dönemde, Adıgelerin ilk atası olarak Meotların gömü, mezarlık ve demir çağına ait aletlerle ilgili arkeolojik bulgular için bkz. N.V. Anfimov ve P.U. Autlev (Red.) (2011, 1989), Meotlar Adıgelerin Ataları, Çev. K. Yükseler, KafDav Yayınları, Ankara, 1989, 2011.
7 Met İzzet (Met Çünatıkho Yusuf İzzet Paşa) , Kafkas Tarihi I, (Osmanlıca’dan) Çev. F. Huvaj, Ankara: Adıge Yayınları, 2002, s..86, 103, 111, 113, 191; Met Çünatıkho Yusuf İzzet Paşa, Kafkas Tarihi II (Evrikalarım-Bulduklarım), (Osmanlıca’dan) Çev. D. Erdinç, Adıge Yayınları, Ankara, 2009, s. 15.
8 Aytek Namıtok, Çerkeslerin Kökeni, 1.Kitap, Çev. A. Çeviker, 2.b., KafDav Yayınları, Ankara, 2009, s.VII..
9 Bu kültüre adını veren Maykop / Mıyekhuape, Adıge Cumhuriyeti’nin başkentinin de adıdır. Anılan mezarörnekleri burada bir müzede sergilenmektedir.
10 Özdemir Özbay, Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya, 2.b., Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 1999, s. 13-15.
11 Anjel Çuvuik, “Haci Brant Zekeriya’dan Tarih Mirası”, Çeviri: H. Açumi, Adige Mak Gazetesi, Aralık2012.
1.2. Çerkesya: Talihsiz Bir Coğrafya (mı?)
F. Braudel’in Akdeniz uygarlığı tahlilinden esinlenilerek, Kafkasya kıyısında üç ayrı ada; Çerkesya, Abhazya ve Megrelisatan belirlenebilir. Bu üç adanın kollarının uzandığı coğrafyalara (İspanya’dan İtalya’ya, Yunanistan’dan Suriye’ye ve Konstantinopolis’ten Trapezund’a) bakıldığında görülecektir ki, Çerkesya tüm tarihi boyunca Akdeniz uygarlıklarının etkisi altında kalmıştır.12
Fetgeri’nin vurguladığı gibi, tarih ve milli anılar, Çerkesleri yalnız iki ünvan ile tanımış, kaydetmiş ve tanımlamıştır:13 Bu iki ünvandan biri Türk, Tatar ve Ruslarca “Çerkes” (Tcherkesse), Avrupalılarca “Sirkasiyen” (Circassien), Araplarca “Seakise”; diğeri de Çerkeslerin en eski zamanlardan beri bizzat kendilerini tanımladıkları “Adıge”dir. Kısaca, Çerkeslere “Çerkes” adını yabancılar, Adıge adını ise kendileri vermiştir; dolayısıyla “Çerkes” adı yabancı iken “Adıge” ise millidir.
Adıge Çerkeslerin dışında K. Kafkasya’da kümelenmiş ve komşulaşmış Karaçay, Kabarbey, Çeçenya, vd. Çerkesler de bulunmaktadır. K. Kafkasya, 9 cumhuriyetin oluşturduğu bir bölgedir (Harita 1).
Harita 1: Kuzey Kafkasya Bölgesindeki Cumhuriyetler
Alman antropolog G. Herder (18. yüzyıl), Çerkesya’yı ‘kadın güzelliğinin vatanı’ olarak tanımlamıştır: İnsan beden / yüz yapısı açısından saat akrebi bu ülkede tam orta yerde donup kalmıştır. Terazinin bir kefesinde Yunanistan, diğerinde Hindistan, Batı ve Doğu vardır. Avrupalıların da ticaret ve savaş yoluyla ortaya çıkan etkileşimden dolayı bu yüz güzelliğine sahip Kafkasya’dan tam tersi bir tip değildir. Bir iddiaya göre, yüzdeki zarif çizgiler ve simetrik beden fantezi değildir ve eğer Türk ve İran ırklarında fiziksel bir güzellik oluştuysa bunu Çerkes halkıyla karışmalarına borçludurlar.14
Çerkesya’nın, -doğruluğu tartışılsa da-, Çerkeslerin şanssız bir tarih süreci yaşayageldiğini düşünenler, bu durumu büyük bir olasılıkla Rusya’ya bağlarlar. Zira Rusya, Çerkeslerin de dâhil olduğu çok çeşitli bir milletler / kavimler topluluğu gibi görünse de, Berzeg’in dikkat çektiği üzere,15 Çerkeslere göre Rusya bir “milletler hapishanesi”dir. Ruslar topraklarını ve bölgedeki politik etkilerini genişletmek için Çerkesya’ya bağımsızlık hakkı tanımamıştır.
12 Bella S. Agrba ve Samir H. Khotko, Çerkesya ‘Ada’ Uygarlığı: Adıge Ülkesinin Özgün Tarihsel ve Kültürel Nitelikleri, Çev. O. Uravelli, 2.b., KafDav Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 13.
13 Mehmet (Şoenü) Fetgeri, Tüm Eserleri: Çerkeslerin Aslı (Tanrı Soyundandır), Çev. D. Erdinç – M.Bozkurt, Kafdav Yayınları, Ankara, (1922, İstanbul ) 2007, s. 35 ve 46.
14 Bella S. Agrba ve Samir H. Khotko, Çerkesya ‘Ada’ Uygarlığı: Adıge Ülkesinin Özgün Tarihsel ve Kültürel Nitelikleri, Çev. O. Uravelli, 2.b., KafDav Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 35-37.
15 Sefer E. Berzeg, Soçi’nin Sürgündeki Sahipleri Çerkes-Vubıhlar, Takav Yayıncılık, Ankara, 1998, s. 8.
1.3. Çerkes Sürgünü ve Diyaspora
“… ben yaşlı, yaralı, ben, ne oralı, ne buralı… ben diasporalı;.
Ben aykırı, kırgın… ben, çok yorgun bir atım.”16
Coğrafi anlamda yer değiştirme hareketine göç (hicret); göçün zorla yapılmasına ise sürgün (tehcir) denir. Sürgün edilen, kovulan insanlar başka yerlere yerleşince onlara göçmen (muhacir) denir. Genelde Dünya tarihi ve özelde Kafkasya tarihi aynı zamanda kitlesel sürgün / göç tarihidir. Çerkes toplumu da bu tarihin dramatik bir parçasıdır. Sürgün edilenler / göç edenler bir diyaspora (dışarıdakileri)17 oluştururlar.
Kişileri, aileleri, toplulukları göçe iten nedenler “itici” (anayurtta baskı, terör, savaş, kıtlık, vb. sorun) ve “çekici” (gidilecek ülkede refahın ve güvenlik düzeyinin yüksekliği) olmak üzere iki grupta toplanır. Göçlerin; sosyo-ekonomik farkları azaltma, uyum, beyin göçü, bütünleşme şeklinde çeşitli sonuçları bulunmaktadır. Çerkes ve diğer Kafkas halklarının da içinde yaşadıkları Rusya’nın emperyalist-yayılmacı, baskıcı ve “Ruslaştırma” politikaları, Kafkas topluluklarının 19. yüzyılda Osmanlı devletine göç etmesine yol açmıştır. Osmanlı devletindeki çekici etmenlerden çok, anayurt Kafkas topraklarındaki itici etmenlerden dolayı göç nedenleri oluşmuştur.18
Dünyada hemen her toplum için tarihte bazı kırılma noktaları vardır. 21 Mayıs 1864 günü de Çerkesler için bir kırılma noktasını ve büyük bir dramı anlatmaktadır, zira o tarihte Çerkesler sürgün edilmişlerdir. Kafkas-Rus savaşları, Çerkeslerin Çarlık Rusyası’na yenilmesi ve Çerkesya’nın düşmesiyle son buldu. Çerkesler yani tüm yerli halk Adıge boyları (yaklaşık 1,5-2 milyon insan) ya Rus boyunduruğu altına girecekti (yani bir Rus kolonisi haline gelecekti) ya da Osmanlı’ya sığınacaktı (yani kurtuluşa erecekti). Onlar ikincisini tercih ettiler ve böylece sürgün başlamış oldu. Kitlesel göç eden Çerkesler ve Abhazalar özellikle Rumeli ve Suriye’de iskân edildi. Böylece K. Kafkasya’da yer alan ve bugünkü nüfusunun 20 milyon civarında olduğu varsayılan Çerkesya bölgesi %80-85 oranında boşaltılmış oldu. Sonuçta bir “Çerkes diyasporası” yaratıldı: çoğu Türkiye’de olmak üzere 6 milyondan fazla Çerkes dünyanın 40 ülkesine dağılmış durumdadır.19
Bice’ye göre, 21 Mayıs 1864 tarihinin iki anlamı var: Birincisi, Kafkasya’nın Ruslar tarafından kesin olarak işgali, ikincisi ise Çerkeslerin Rus zulmünden kaçarak Osmanlı ve diğer ülkelere göç etmesi. Toprak (Çerkesya) yerinde duruyor ama halkı (Çerkesler) sürgündedir. Çerkeslerin ve genel olarak Kafkasların Osmanlı devletine göç etmesinde yönlendirici bir etmen, Osmanlı devletindeki “panislamist” / “pantürkist” yaklaşımlardır.
Bu yaklaşımların bir toplamı olarak Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid Han’ın, “Halife-i Ruyi Zemin” ünvanını taşıdıklarından Kafkas Müslümanlarının “Dar-ül İslam”a göç etmelerine ilgi göstermişler, her türlü desteği vermişlerdir. Kafkas Müslümanları Osmanlı topraklarında göç etmelerinden sonra belirli bir refah düzeyine ulaşıncaya dek birkaç yıl boyunca askerlikten ve vergiden muaf tutulmuşlardır.20
Osmanlı devleti, 1856’da da Kırım Tatarlarının göçüne sahne olan bir devlet olarak, Rumeli’ye Çerkes göçünü teşvik eden politikalar izledi. Bunun nedenleri arasında; İstanbul’daki Kafkas kökenli akrabaları buluşturmak, Hıristiyan halkların nüfusunu Müslüman Çeçen nüfusuyla dengelemek, Çerkeslerin göçle birlikte İslamlaşma sürecini tamamlamak, Halifelik makamıyla tüm Müslüman halkları korumak, vb. amaçlar yer almaktadır. Ancak göçün beklenmedik düzeye çıkması ve göçmen bütçesini zorlaması ve maliyenin bozulması nedeniyle 1964’ten sonra göçün teşvik edilmesinden vazgeçildi ve pasaportsuz - vizesiz girişler yasaklandı.21
Bazı halklar ve dolayısıyla Çerkesler için sürgünün uzun sürdüğü görülmüştür. Sürgünün başat özellikleri sefalet, hastalık ve ölümdür.22 Çerkesler bazında da anlaşılmaktadır ki, sürgün olayı, kesinlikle bir “insani kriz” şeklinde olmuştur.
Çarlık Rusyası’nın K. Kafkasya’yı işgalinin tamamlandığı tarih olan 1859-1865 yılları sonrasında yaşanan sürgün ile birlikte, Anadolu ve Rumeli dışında, Osmanlı devleti sınırlarındaki Irak’a da Çerkes iskânı yapılmıştır. Yaklaşık 1,4 milyon Çerkes K. Kafkasya’dan sürülmüş, bunun yaklaşık 1,1 milyonu Irak şehirleri dâhil Osmanlı topraklarına yerleştirilmiştir.23 Çerkeslerin iskânı Kosova başta olmak üzere Balkanlara, Filistin ve Ürdün bölgesine de yayılmıştır. Suriye’ye gelen Çerkesler, boş alanlarda iskân ettirilmiş ve Dürzi başkaldırısına karşı kullanılırken, yapımı planlanmış olan Hicaz Demiryolu güzergâhına yakın yerlere yerleştirilerek de demiryolunun güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır.24
16 Ç. Öner’in “Yorgun bir at için füg” adlı şiirinden.
17 “Diyaspora”, içeriden dışarıya doğru dağılmak/yayılmak, anavatan dışında kümelenmek anlamına gelir. Klasik (Musevi, Ermeni, Grek) ve modern (göçmen/misafir işçi/sığınmacı/mülteci) olmak üzere iki tür diyaspora vardır. (Ayhan Kaya, “Türkiye’deki Çerkes Diasporası ve Siyasal Katılım Stratejileri”, iç. 21. Yüzyıl Karşısında Kent ve İnsan, Firdevs Gümüşoğlu (der), İstanbul: Bağlam Yayınları, 2001, (201-216), s. 1-3; karşılaştırma için bkz. cerkesarastirmalari.org/pdf/Ayhan%20Kaya. pdf, s. 1-17, (4/8/2014)
18 Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997,s. 1-8.
19 Muhittin Ünal, “Kafkas Halklarının Anavatanlarından Sürülüşlerinin 136. Yılı Anma Töreni”, iç.Çerkeslerin Sürgünü: 21 Mayıs 1864 (Tebliğler, Belgeler, Makaleler), Kafkas Derneği Yayınları,Ankara, 2001, s. 112-113. 20 Hayati Bice, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçleri, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1991, s. 61-vd.
21 Bedri Habiçoğlu, “Göçün veya sürgünün Nedenleri”, iç. Çerkeslerin Sürgünü: 21 Mayıs 1864 (Tebliğler, Belgeler, Makaleler), Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 2001, s.118-vd. ( s. 118-122).
22 Binlerce kişinin öldüğüne dair on beş tane İngiliz belgesi için bkz. Kafkas Derneği, Çerkeslerin Sürgünü: 21 Mayıs 1864 (Tebliğler, Belgeler, Makaleler), Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 2001,s. 192-206.s. 27-51. 23 A. Ali İsmail Katav, Bilgay Duman, “Irak Çerkesleri (Çeçenler, Dağıstanlılar, Adigeler),” ORSAM Rapor No: 134, Kasım 2012, s. 8.
24 Kuşhabiyev Anzor ve Naima Neflyaşeva, vd., “Suriye Çerkesleri”, ORSAM Rapor No: 130, Kasım 2012, s. 6.
1.4. Osmanlı’dan Günümüze: Çerkeslerin İskânı ve Bütünleştirilmesi
“Su akacağı yolu kendi bulur, sen gideceğin...”
Çerkes Atasözü
Çerkes halkının, anavatandaki nüfuslarından daha fazlasının Türkiye’de yaşadığı dikkate alındığında, “Çerkesler - Türkiye” ilişkisinin ne kadar önemli ve anlamlı olduğu ortaya çıkar. Sözkonusu ilişkinin miladı, Çerkeslerin kitlesel olarak 1864’te K. Kafkasya’daki Rus zulmünden kaçıp Osmanlı topraklarına sığınmasına yol açan sürgün olayına dayanmaktadır. Çerkeslerin Anadolu’ya zorunlu göç etmesinin ve onlarla ilgili iskân politikasının yürütülmesinin Osmanlı’nın gerileme sürecine denk gelmesi ise ayrı bir olumsuz tablodur. I. Paylaşım Savaşı’nın ardından Osmanlı’nın yerine Cumhuriyet Türkiyesi’nin kurulması sürecinde de Çerkesleri, uyumlaştırma - bütünleştirme başta olmak üzere başka ciddi sorunlar bekliyor olacaktır.
1864’te başlayıp ve 1920’li yıllara kadar süren sürgünle başta Çerkesler olmak üzere birçok Kafkas halkı, Anadolu dışında, Osmanlı’nın diğer egemenlik alanlarını oluşturan Ortadoğu ve Balkanlar’a dağıtıldı. Çarlık Rusyası’nın Çerkeslere baskı ve zulüm yapmaya ve onların da can güvenliği nedeniyle Başta Osmanlı olmak üzere başka devletlere göç etmeye başlamasının birçok nedeni var. Örneğin:
- Çarlık Rusya’sında 1861’de serfliğin kaldırılması, yüz binlerce topraksız köylünün ortaya çıkmasına yol açtı. Asya ile ticaret yollarını açmak ve Karadeniz’e inmek İsteyen Rusya’nın, Kafkasya’yı ele geçirmek istemesi bölgede yaşayan Çerkesleri ve tüm Kafkasya halklarını hedef haline getirdi.25
- Çerkesler, 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında topraklarını kaptırmamak için Osmanlılardan ve İngilizlerden yardım almaya çalışınca Rusya’nın tepkisi iyice sertleşti. 1857’de Adagum Rus birliği Natukhay avullarını (kışlıklarını, çitlerini) yakıp yıktı, dağlıların mallarını ve hayvanlarını yağmaladı, köyleri harabeye çevirip, binlerce ‘dağlı’yı esir aldı. 1862-1864 arasındaki kanlı Rus-Çerkes savaşlarından sonra Rus ordusu Mzımta nehri civarında nihai zaferi kazandı (21 Mayıs 1864).26 Bu tarihten sonra sürgün başladı. Sürgünün ilk sonuçları ise büyük bir dramdır:27
- 27 Temmuz 1864’te de Kafkasya Genel Valisi Mihail, ‘1567 yılında Çar VI. İvan’ın başlatmış olduğu Kafkas - Rus savaşlarının bittiğini’ belirten belgeyi imzaladı ama sürgünler iki yıl daha devam etti. Üstelik bu süreçte Rusların en büyük yardımcısı bazın Adige, Şapsığ, Abhaz komutanlar ile toplum liderleri olacaktı.
- Malvarlıklarının yükte ağır kısmını, asıl olarak da sürülerini yanlarında götüremesinler diye ‘dağlılar’ın kara yoluyla göçü yasaklandı. Karadeniz kıyılarında aç ve çıplak yığınlar başta Taman, Tuapse, Anapa, Novorossiysk, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum olmak üzere sayısız liman, iskele ve koyda kendilerini yeni yurtlarına götürecek tekne ve gemileri aylarca bekliyorlardı.
- Rus konsoloslarına ve Avrupalı gazete haberlerine göre, sürgün sırasında kitlesel ölümler ve bulaşıcı hastalıklar artıyor, ayrıca sürgün aileleri hayatta kalmaları için evlatlarını köle olarak satıyorlardı. Bu amaçla, Trabzon ve Samsun’da geçici köle pazarları kurulmuş ve tahminen sadece 1863-1867 arasında 150 binden fazla Çerkes köle alınıp satılmıştı.
Osmanlı Hükümeti 1859’dan 1864’e dek Kafkasya’dan Anadolu’ya zorunlu göç yoluyla gelen Kafkaslıların iskân politikasına uygun olarak iskân mahallerine yerleştirilmelerini yerel yöneticilerden ve “Muhâcirîn Komisyonu”ndan istemekteydi. Hükümetçe gönderilen emirnameler doğrultusunda iskân olunan Çerkesler ve diğer Kafkas göçmenleri, bazı asayiş olayları çıkarmaktaydı; bu durum iskân politikasının uygulanmasını aksatmaktaydı.28
Osmanlı, muhtemel sürgün olaylarına hazırlık olarak 5 Ocak 1860’ta Göçmen Komisyonu’nu kurmuş, 1862’de de iskân yasalarını hazırlamıştı. Sürgünün Ruslar ve Osmanlılar arasında önceden bilinip belirlendiğini ileri süren tarihçilere göre, iki ülke arasındaki yazışmalarda bu durum açıkça konu edilmişti. Ama gerçek olan bir başka olgu, Osmanlıların sürgün sonrası gereksindiği deneyimli bir savaşçı nüfus elde etmesiydi. Sürülenler bu yüzden Osmanlı topraklarının sancılı bölgelerine yerleştirildiler. O sırada kaybedilmekte olan Balkanlar’a, Hıristiyan azınlıklarla denge sağlaması için Van yöresine, Suriye ve Ürdün’e, sarayın bulunduğu İstanbul’un çevresine (Kocaeli, Adapazarı, Bursa ve Balıkesir) dağıtıldılar.29
Osmanlı belgeleri, Çerkeslerin Osmanlı topraklarına sürgününün, 1864’ten önce başladığını, fakat ondan sonra kitlesel ve şiddetli olarak sürdüğünü göstermektedir. Osmanlı hükümetinin göçmen Çerkes halkına yönelik (1859-1908 arasında iskân yerini ve zamanını belirleyerek) alıp uyguladığı çok sayıda karar bulunmaktadır.30 Resmi belgelere yansıyan karar ve kanaatlara göre, Çerkesler Osmanlı nüfusunun savaş kayıplarını telafi ederken ve Ruslara karşı “tampon halk” haline getirilirken, Osmanlı hazinesini de büyük bir mali zarara uğratmıştır.
Kendilerine “Adıge” diyen Çerkesler, atfedilen olumsuz yargıların doğru olmadığını tarihsel olarak ortaya koymak amacıyla, Osmanlı-Çerkes ilişkilerinin en dostça dönemi sayılan II. Abdülhamid devrinde bir “layiha” (1883) hazırladılar. Bu layihanın özü, Çerkeslerin, Batılıların ileri sürdüklerinin aksine, uygar bir kavim olduğu tezini savunmaktır. Layihadan, Osmanlı’nın gerileme döneminde Osmanlı Birliği’nin (“Pax-Ottomana”) önemli bir müttefiki ve uluslararası bir sorun olarak or taya çıkan Çerkeslerin, kendilerini kültür - kimlik ekseninde ifade etmeye ve bunun için kapsamlı bir milli - ümmetçi tarih yazımına başvurdukları anlaşılmaktadır.31
Çerkesler, Türklerle tarihsel ve dinsel yakınlığı olsa da “Türki(k)” bir halk değildir. Kaya’nın ulus-devlet inşası açısından baktığı gibi,32 “Osmanlı millet sistemi”nden farklı olarak Türkiye Cumhuriyeti, salt Türklük üzerine kurulu bir ulus inşa sürecine giderken –Çerkesler dahil- Müslüman unsurları bu tanımın içine sokmaya çalışmış, sahip olduğu bütünlükçü kültür anlayışının sonucu olarak gayrimüslim unsurları bu tanımın dışında bırakmaya özen göstermiştir. Dolayısıyla Türkiye’de Müslüman kökenlilere yönelik uygulanan “baskın yapıda erime / bütünleşme” süreçleriyle gayrimüslimlere yönelik uygulanan ve “bütünlükten ayrılma / ayrışma” süreçleri birbirine koşut olarak işlemiştir. Bu çerçevede Çerkes halkı da, ulus-devlet politikasına uygun olarak konumlandırılmıştır.
Büyük sürgünün ardından Çerkeslerin tekrar anayurduna dönme yolları ve stratejileri denendiyse de Rus Çarı “geri dönüş”e kapıları kapatmıştır. Anadolu’ya kitlesel olarak göç eden Çerkesler için çare, kendilerine özgü “gettolar” oluşturmaktı. Bu gettolar Çerkeslerin nasıl yokluk / yoksulluk yaşadığını gösteren yerler olacaktı. Çerkeslerin iskân edildikleri yerlerde sosyo-ekonomik sorunları bir yana, Kafkas halkları ve Türklerle yaşadıkları çeşitli anlaşmazlık ve kavgalar yüzünden Osmanlı topraklarında bu kez “iç sürgün”e (“sürgün içinde sürgün”e) tabi tutuldular. Hür’ün belirttiği gibi,33 1920-1923 arası da Çerkesler için tasfiye ve sürgün yıllarıydı: Çerkes Ethem olayının da gösterdiği gibi, Milli Mücadele yıllarında Ankara güçlerine karşı isyan eden başka (Müslüman) gruplarla birlikte, Çerkeslere bu kadar sert davranılmasının ardında savaşçı niteliği olan Çerkeslerden gerçekten çekinilmesi olabilir.
Sürgün ve iskânının doğal sonucu, kaçınılmaz olarak eritme / benzeştirme politikasına tabi olmaktı. Çerkeslerle yapılan yüzyüze görüşmelere göre, “…eritme süreci bu hızla gidecek olursa, birkaç yıl sonra diyasporada düğün yapacak, cenazeyi kaldıracak insan bulanamayacaktır. 1980’li-1990’lı yıllarla karşılaştırıldığında, yok oluş sürecinin ne kadar hızlı ve acımasız olduğu görülecektir.” “Gupse, Guşef, Gunde, Nart, Nağue, Nejan, Perit, Tameris gibi isimler mahkemelik olmaktadır.”34
Cumhuriyet döneminde Çerkeslerin anavatan Çerkesya’ya - Rusya’ya geri dönüşü için ilk kısmi-kitlesel girişimi, 1980’de 200 kişinin Sovyetler’e başvurmasıyla başlamış, fakat 12 Eylül askeri darbesiyle kesintiye uğramıştı. Geri dönüşün kişisel bir seçim olduğunu söyleyen Çerkesler, genellikle, isteyenin gidebilmesinden yanadırlar. Ancak Türkiye’de kalmak isteyenlerin de evlilik ve iş bazında haklı nedenleri vardı.35 Herşeye rağmen “azınlık kültürü” yaşamın her alanını etkilemektedir. Etnik olarak yok olma korkusu da geri dönüş duygusunu kuvvetlendirmektedir.
25 Circassian Center, “Kaf Dağı’ndan Anadolu’ya”, Basında Çerkesler.
26 Ayşe Hür, “21 Mayıs 1864: Çerkeslerin Kara Günü”, Radikal Gazetesi, 20 Mayıs 2013.
27 Hür, a.k.
28 Ömer Karataş, “19.Yüzyılda Anadolu’da Çerkes Göçmenlerinin İskânları Sırasında Karşılaştıkları Sorunlar: Uzunyayla Örneği”, Karadeniz Araştırmaları, S. 36, 2013, s. 94.
29 Circassian Center, a.k.
30 Uğur Ünal (Proje Yön.), Osmanlı Belgelerinde Kafkas Göçleri I, T.C. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın No 121, İstanbul, 2012, s. 24-259.
31 Mustafa Oral, “Sultan II. Abdülhamit Dönemi’nde Bir ‘Çerkes Tarihi’ Yazılması Girişimi”, ÇTTAD, VII/16-17, Bahar-Güz 2008, s. 9-10, 80.
32 Ayhan Kaya, Türkiye’de Çerkesler: Diasporada Geleneğin Yeniden İcadı, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, İstanbul, 2011, s. 11.
33 Ayşe Hür, “150 yıllık Çerkes Sürgünü’nün 1920-1923 Dönemi”, Radikal, 18 Mayıs 2014.
34 Alper Görmüş, “Çerkesler / 125 Yıllık Konukluk”, Nokta-Haftalık Haber Dergisi, 17 Haziran 1990, S. 24.
35 Seral Çelik ve Hürriyet Karadeniz, “Türkiye’deki Çerkesler: Kaf Dağı’na Dönsek mi?”, İkibine Doğru-Haftalık Haber Dergisi, 12 Mart 1989, s. 11.
2. Çerkeslerin Sosyokültürel Yapısı
“Çerkesler tavır itibariyle demokrat, fakat kalpleri aristokrattır.”
Puşkin
Polonya asıllı Amerikalı antropolog S. Benet der ki :“Abhaz halkı, ülkelerinin, Tanrı’nın sonradan hatırladığı bir yer olduğunu yakınarak değil, gururlanarak söyler. Efsaneye göre, Tanrı yeryüzündeki bütün halklara ülke dağıtıyormuş ve tam dağıtım işlemi bitmek
üzereyken Abhazlar yetişmiş. Ancak konuk ağırladıkları ve konuklarını bırakıp gelmeleri son derece uygunsuz olacağı için gecikmişler. Tanrı Abhazlar’ı eli boş göndermek istememiş ve böylece artakalan bir takım taşları toplayarak Abhazya’yı yaratmış. Abhazya geç yaratılmış ama orada yaşayan insanlar genellikle geç ölmektedir, uzun ömürlüdür (90+ yaş).”36
Çerkeslerde uzun ömrün sırrı, yapılan antropolojik araştırmalara göre, ülkedeki zor coğrafi ve iktisadi koşullara rağmen genellikle toplumda egemen olan güçlü bir aile dayanışması ile gerilimsiz bir kültürel dokudur. İşte bu yüzden Abhazlar, isimlerinin çağrıştırdığı gibi, ülkesinden “haz” duyan bir halk olsa gerektir.
2.1. Mitolojide Çerkesler: Nart Destanları
Çerkes kültüründe mitoloji külliyatı için en doğru ve tek adres “Nart destanları”dır. Antik Greklerde “İliada ve Odiseus”, Hintlilerde “Mahabbarata”, Kırgızlarda “Manas,” Finlilerde “Kalavela”, İranlılarda “Şehname”, Türklerde “Oğuz Kağan” ne ise Kuzey Kafkasya’nın otoktan halklarının (ve dolayısıyla Çerkeslerin) binlerce yıldan beri ürettikleri masal kahramanları ve imgeleri bütünü olan Nart destanları da odur. Bu destanlar incelendiğinde Çerkeslerin ilkel/geleneksel/eski çağ inançları, ibadet, dans, müzik, tören ve eğlence türlerinin hepsine ulaşılabilir. Büyük Tanrı Tha, Kurtarıcı Tanrı Prometeus,37 Tanrıların Tahtı Elbruz Dağı, vs. hepsi Çerkeslerin ünlü ve gizemli efsanelerini oluşturmaktadır.
Nart destanlarında ana unsur olarak, insan yaşamını daha mutlu daha renkli kılacak olan, insan onurunu yüksek tutacak “insan sevgisi” dile getirilmektedir. Nart destanlarında devşirme üretim biçiminden tarıma, yerleşik uygarlığa geçişin izlerini bulmak mümkündür. Nart Tleps’in orağı, sabanı, şarap mayasını bulma ve arı yetiştirme öyküleri, halkın tarıma geçiş sürecini anlatır. Ayrıca Nartların ateşi bulmaları, çeliğe su vermeleri, madeni silahlar yapmaları, vs. maden çağına girildiğini göstermektedir. N. Y. Marr, “Akdeniz kültürünün yaratılmasında Kuzey Kafkas toplumu, kendisini ilk etnos element olarak sayabilir,” demektedir.38
Çerkes inançlarının önemli bir kısmı diğer tüm coğrafyalarda olduğu gibi animizm (cancılık) ve büyüye dayanırdı. Çerkesler suya, ateşe, bitkilere, ormanlara, kayalara, gök gürültüsüne ve yıldırıma tapmışlardır. Bu halk kuraklık yıllarında Hantso Guaşe şarkısı ile yağmur duası yapar, kaybolan hayvanların kurtlar tarafından parçalanmaması için özel sihirli sözler demek olan Hapeşcıpkhe ile kurtların ağzını bağlamaya çalışırlardı. Bugün bu gelenekler ve yağmur duaları İslami inançla birleştirilmiştir ve bazı Arapça dualar okunarak hâlâ uygulanmaktadır.39
36 Sula Benet, Abhazlar: Kafkasların Uzun Ömürlü İnsanları, Çev. N. Kılınçarslan, KafDav Yayınları, Ankara, 1993, s. 1.
37 Prometeus, mitolojiye göre, ateşi güneşten çalıp yeryüzüne indiren tanrıdır. Abrıskil ise, Kafkas halklarının özelde Abazaların Promethe’sidir (Bagrat Şınkuba, “Kafkas Halklarının Kahramanı: Abriskil”, Yürüyüş Dergisi, 21 Aralık 2008).
38 Cahit Aslan ve Sefer E.Berzeg, Murat Papşu, vd., Biz Çerkesler, Kafkas Dernekleri Federasyonu, Şubat 2011, s. 8.
39 Mehmet Bozkurt, “Oshamafe Çocukları : Çerkezler”, Gerçek Bandırma; Ayşe Övür, “Çerkes Mitolojisinin Temel Unsurları: Tanrılar ve Çerkesler”, Toplumsal Tarih Dergisi, S. 155, Kasım 2006.
2.2. Arkeoloji: Maykop Yazıtı ve Buluntular
Çerkes toplumunun ayinlerine / âdetlerine (ritüellerine) ve Çerkesya topraklarında yapılan faaliyetlere ilişkin ilk sosyo-kültürel şifreleri arkeolojik buluntular vermektedir. Bu bağlamda “Maykop Yazıtları” en önemli bilgi kaynağıdır.
Turçaninov’un bir kitabında belirttiği üzere, Aşuva olarak adlandıran ve Abhaz(a) ve Ubıh halklarının yaşadığı ülke İÖ 3. bin yılda, Karadeniz’den kuzeye doğru şimdiki Maykop’a kadar uzanıyordu ve kuzeybatıda Kuban ve guneydoğuda Fazis (Rion) Irmaklarının sınırları dışına çıkıyordu. Maykop, Kura-Aras, Dolmen ve Kolhid kültürleri, Aşuva uygarlığının kadim arkeolojik gercekliğidir. Aşuva yazısı, İÖ 2. bin yılın başında, köle tacirlerine satılan Aşuva köleleri tarafından eski Fenike’ye taşınmış ve proto-biblos (psevdo-hiyeroglif) yazısı Aşuva yazısının icinde kök salmıştır. Kafkasya’nın ilk eski yazılı eseri olan, İÖ 13 ve 12. yüzyıllara tarihlendirilen “Maykop yazıtı” 1965-1966 yılında yayımlanırken bu esere “Kolhid yazıtı” denmiştir.40
Maykop adlı şehirde 1960’ta yapılmış arkeolojik kazılarda şu tür bilgi ve kanıtlar elde edilmiştir:41
Maykop’ta çıkarılan açık gri renkli yerel kuvarstan yaklaşık 2,2 m² büyüklüğünde, derin çizgilerle, birbirine eşit olmayan bir yazıt / kitabe yedi bölümlü ve ortasına bir şehir / kale planı yerleştirilmiştir. Prof. Tourçaninov’un okuduğu bu paleografik yazıt, Karadeniz’in doğu sahillerinin yerleşik halkı olan ve tarihsel / efsanevi Kolkhi’ye uzanan -modern alfabenin atası sayılan- Abhazca ile yazılmıştır.
Maykop tepesinde bulunan bir gümüş kupanın üzerindeki motiflerde ise Kafkasya’nın coğrafi görünümü, -Dünyanın en eski haritalarından biri olarak- yer almaktadır. Bu kupanın ağız kısmı geniş, karın kısmı şişkindir ve sıralı dizilen dağlar vardır. Bunların en yükseği olan çatallıdır (Elbruz dağı); dağların zirvelerinden doğan iki ayrı ırmak (Terç-Kuban ırmakları); kupanın göbeğinde Kafkasya’daki hayvanlar iki sıra halinde görünmektedir.
Maykop’ta bulunan başka ilginç bir eser de, 1987’de Leskov tarafından Adıgey topraklarında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve İS 1. yüzyılda yapıldığı ve proto-Adıgeler’e (Meotlar) ait olduğu sanılan; bir yüzü ayna diğer yüzü takvim olan bronz eşyadır. Takvimin ortasında bir güneş sembolü ve onun çevresinde her ayı gösteren 12 köşe; bu 12 ayı çevreleyen ikinci dairede üçerli aydan mevsimleri simgeleyen 4 ayrı çizgi grubu; bunların etrafında daire şeklinde sıralanan -şu ana kadar yalnızca 3’ü okunup anlamlandırılabilmiş- 9 adet simge bulunmaktadır. Spiral şeklinde olan iki tanesinden kulpa yakın olanı 21 Mart’ı, üst kısımda yer alanı ise 21 Aralık’ı; ikisinin arasında yer alan alev ise Adige ritüelinde yer alan enerji simgesini göstermektedir.
Bronz çağında İÖ 1. yüzyılda Kafkasya’da tek etnik öze bağlı, yerli halkların yarattığı “Maykop kültürü” içinden “Koban” ve “Kolhide” adlı iki kültür doğmuştur. Kuzey Osetya’da yapılan kazılardan, bu yerli halkın balta, silah, süsleme gibi bronz eşya yapımında usta olduğu anlaşılmaktadır.
40 G. F. Turçaninov, Kafkasya’da Bulunan Antik Eserlerin Keşfi ve Yazılarının Çözümlenmesi, Çev. K.Yükseler, Kafkas Bilimsel Araştırma Merkezi ve Yayınİşletmesi, Ankara, 2009, s. 8.
41 Kafkas Derneği, “Maykop Yazıtı”, Festival Kitapçığı Çalışması, Kayseri, 2002.
2.3. Dil ve Yazın: Değişik Alfabeler
Dil, bir ulusun / toplumun kendini var kılma aracıdır. Yazın (edebiyat) da o ulusun / toplumun varlığını güzelleştirip zenginleştiren en etkili kültürel faaliyetlerinden biridir. Bu saptama, doğal olarak Çerkes halkı için de geçerlidir.
Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, 1660’lı yıllarda gezip gördüğü Kafkaslar, dolayısıyla Çerkesler ve dili hakkında şu ilginç saptamada bulunmuştur:42
“Bu dünya seyyahı, insanlarla sohbet eden yalnız bilmeyen aciz kul, ben Evliya 51 yılda, 7 iklimde 18 padişahlık yere ayakbastım. Her diyarın lisanıyla konuşmak için onların açık ve güzel sözleri, beyitleri ve şiirleriyle 147 lisanın hepsini gayet güzel yazdım ama bu Çerkes lisanı gibi saksağan sadalı lisanı yazamadım. Kendilerine mahsus bir lehçeleri var, gramerleri yoktur, onun için kaleme gelmez vesselam…”
Teknik olarak, “ISO 639” kodlu “ady” ve “kbd” olan dilleri konuşan Kafkasyalılar kendi dilleri için kullandıkları Adığece / Adigece adını Türkçe vd. dillerde ifade ederken de Çerkesçe/Çerkezce biçimini kullanırlar. Batı Çerkesçesi (ady) Adigey Cumhuriyeti’nde, Doğu Çerkesçesi (kbd) ise Karaçay - Çerkesya ile Kabartay - Balkarya cumhuriyetlerinde resmî dildir. Rusya’da üç idari birimde yaşayan Çerkesler / Adığeler üç ayrı milliyetmiş gibi kabul edilmeye başlanmıştır. Ady ve kbd kodlu dillerin ortak adı olarak Çerkesçe yerine Adığece terimini tercih edenler de bulunmaktadır.43
Dünyada “ISO 639-3” kodlu Adıgece dilini konuşan belirli bir nüfustan sözetmek mümkündür. Yeryüzünde yaşayan dillerin kataloğunu çıkaran Ethnologue adlı web sitesine göre, 1980-2000 yılları arasında başlıca ülkelerde saptanabildiği kadarıyla bu nüfus şöyledir:44 Türkiye’de 278 000; Rusya’da 117 500; Ürdün’de 44 300; Irak’ta 19 000; İsrail’de 3 000.
Çerkesçe için ilk alfabe denemeleri 1800’lerin başlarında Rusya’da yapılmaya başlanmıştır. 19 ve 20. yüzyıl başlarında yazı, dar bir aydın çevresinde sınırlı kalmıştır. İlk önce Arap harflerini esas alan alfabeler kullanılmıştır. Sovyet döneminde Batı lehçesi için 1918’den 1927’ye dek Arap alfabesi, 1927’den 1938’e dek Latin alfabesi kullanıldıktan sonra 1938’den sonra Kiril alfabesine geçilirken; Doğu lehçesi için ise Latin alfabesi 1923’te yapılmış, 1924’te Yakovlev tarafından geliştirilip 1936’ya dek kullanılmış, 1936’dan itibaren Rus harfleri esas alınarak hazırlanan Kiril alfabesine geçilmiştir.45
Gerçekte Çerkes halkı dil temelinde Doğu ve Batı diye iki ana gruba ayrılsa da, her ikisi de kendilerini Adığe olarak tanımlamaktadır. Diyasporada yaşayan Çerkeslerin anadillerini öğrenmelerini kolaylaştıracak, birbirinden farklı Adıgey, Kabardey, Abhaz ve Abazin (Aşuva-Aşharuva) alfabelerini ortak hale getirecek ve yazımda standart sağlayacak Latin esaslı bir yazı sisteminin oluşturulması üzerinde tartışılmaktadır.46 Türkiye’de Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun aldığı kararla, 2006’da başlayan Adığece kurslarda mevcut Kiril-Adığe alfabesinin kullanılması kabul edilmiştir.
Nart destanları ve Maykop kültürü ışığında Kuzey Kafkasya’nın yerli halkı olan Çerkes boylarına (Abhaz–Abaza, Adıgey-Çerkesk, Kabardey-Balkar, Oset, Çeçen, Dağıstan, Avar) ait yazılı / sözlü atasözü, ağıt, öykü, roman, şiir, şarkı, masal, tiyatro, vs. genelde “Çerkes Yazını” olarak değerlendirilir. Meşhur şair ve yazarlar arasında Dırmit Gulya, Negume Sora, Thagazit Zuber, Hedagati Kosta, Raisa Ahmadova, Hacı Murat, Efendi Kapiyev isimler sayılabilir.47
42 Mustafa Oral, “Sultan II. Abdülhamit Dönemi’nde Bir ‘Çerkes Tarihi’ Yazılması Girişimi”, ÇTTAD, VII/16-17, Bahar-Güz, 2008, s. 72.
43 Murat Papşu, “Çerkes-Adığe Yazısının Tarihçesi”, Nart Dergisi, S. 51, Eylül-Ekim 2006, s. 1-2.
44 Ethnologue, “Adyghe”, Ethnology.
45 Murat Papşu, “Çerkes Dillerine Genel Bir Bakış Kafkasya ve Türkiye”, Nart Dergisi, S. 35, Mart-Nisan 2003.
46 Özdemir Özbay, Fahri Huvaj, Murat Papşu ve M.Emin Kaynar, “Ortak Latin Alfabesi”, Anadil ve Alfabe Konferansı, Kafkas Derneği, Ankara, 16-19 Mayıs 2003; Nuh Ğış, “Adigece’nin Temel Sorunları -2”, Çev. C. Y. Hapi, Adige Mak, 12 / 13 Şubat 2009; N. Hatam Meşfeşşuşu, “Anavatandaki Dil Çalışmaları -1”, Circassian Canada.
47 Cahit Aslan, Sefer E.Berzeg ve Murat Papşu, vd., Biz Çerkesler, Kafkas Dernekleri Federasyonu, Şubat 2011, s. 8-10.
2.4. Din ve İnanç: Mitolojiden Müslümanlığa
Çerkeslerin sosyokültürel yapısının bir direği, kutsal inançlarıdır. M. İzzet’in belirttiği gibi, Çerkes halkı din ve inanç konusunda üç dönem geçirmiştir:48 i-Eski Hattiler zamanında –mitolojik anlamda- güneş, ay, hava ve ağaç tanrıları vardı. ii-1.yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığı kabul eden Çerkesler eski inançlarından ve adetlerinden bazılarını korumuşlardır. Çerkesya’da 6. yüzyılda Bizans imparatorlarının da etkisiyle çok sayıda kilise kurulmuş ve papaz yetiştirilmiştir. iii-7. yüzyılda Arap mücahitlerinin Güney Kafkasya’ya sefer düzenlemesi ve Gürcistan’da bir Arap-İslam devletini kurmaları ile birlikte Dağıstanlılar ve Kırımlılar üzerinden Çerkesya’da İslamiyet kabul edilmiştir. Osmanlı döneminde İslam Halifesine bağlı olan Çerkesler günümüzde neredeyse tamamıyla Müslüman’dır.
İslamiyet aristokratik Çerkes kabilelerinin en büyüğü olan Kabardeyler arasında 18. yüzyıl sonlarında kesin ve tam olarak yerleşmiştir. Oysa demokratik yapıya sahip Çerkes kabileleri arasında İslamiyet ancak 19. yüzyıl ortasında egemen din olabilmiştir. Özellikle 1840-50’li yıllarda İmam Şamil’in müridizmi49 yayan vaizleri İslamiyetin Çerkesler arasında yayılmasında önemli rol oynamışlardır.50 Bu çağda Çerkes toplumsal yapısı için yeni bir din olarak İslamiyet feodal ilişkiler açısından çok daha uygundu. Rusya’nın Kafkasya’ya yönelik sömürgeci yaklaşımı da Çerkeslerin İslamı tercih etmelerine neden oluyordu.51
Berzeg’in dediği gibi,52 Çerkeslerin sosyo-kültürel özellikleri, salt dil ve etnik farklılıklarını değil, büyük ölçüde din farklılıklarını da aşabilmiştir. Kuzey Kafkasya’ya Hıristiyanlık ve Musevilik 4. yüzyılda, Müslümanlık ise Halife Hz. Ömer zamanında 7. yüzyılda ulaşmış ve Doğudan Batıya yayılmaya başlamıştı. 16. yüzyılda Çerkeslerin büyük kısmı Müslüman, azınlık bölümüyse Hıristiyan’dı. Müslüman ve Hıristiyan Çerkesler, din farklılığını aralarında ayrılma konusu haline getirmeyip, dinleri ortak sosyo-kültürel değerlerinde farklılaşmaya yolaçmadan kabullenmişlerdir.53
48 Met İzzet (Met Çünatıkho Yusuf İzzet Paşa), Kafkas Tarihi I, (Osmanlıca’dan) Çev. F. Huvaj, Adıge Yayınları, Ankara, 2002, s. 281.
49 Müridizm, Kuzey Kafkasya Müslümanlarının 18. yüzyıl sonlarında Ruslar’a karşı başlattıkları tasavvuf kökenli politik harekettir. (Ayrıntı için bkz. Süleyman Uludağ, “Müridizm”, İslam Ansiklopedisi, c. 32, Türkiye Diyanet Vakfı – İSAM, s. 50-52.
50 Abdullah Temizkan, “Kuzey Kafkasya Müridizmi, Müridizmin Yayılma Stratejisi ve Feodal Beylerle İlişkileri”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, c. IX, S. 2, 2009, s. 166.
51 Ufuk Tavkul, “İslamiyetin XIX. Yüzyılda Kafkasya Halklarının Toplumsal Yapılarına Tesirleri”, Kırım Dergisi, 7 (25), 1998, s. 1-4.
52 Kazım Berzeg, “Mısır Çerkes Devleti 1250-1517: İslam Aleminde Çerkes Liderliği Dönemi”, Tarih ve Toplum, Mayıs 1990.
53 Ayrıca, her halk gibi, Çerkeslerin de bazı iyi ve kötü saydığı davranışlar vardır ki, bunlar dinsel altyapısı olmadığı için “boş-batıl inanç” sayılmaktadır. Örneğin; “Aç karına uyumak iyi değildir”, “Çarşamba günü yeni elbise dikilmez”, vb. (Bkz. S. Hazeşe ve K.Zıramuk, Çerkes Gelenekleri. Çev. M.Papşu,Elbrus Yayenevi, Nalçık, 1995.)
2.5. Hukuk: Yazısız Kanunlar (Habze)
Çerkes toplumu, günümüzde İngiltere modeline benzer, yazılı olmayan geleneksel hukuk kurallarına (habze / xabze) tabidir. Çerkeslerin sosyal yaşamında örf / âdet kurallarıyla resmi hukuk kuralları iç içedir. Habzenin başlıca iki temel kaynağı vardır: Biri, değişen zamana ve ihtiyaca göre yapılan ve halk tarafından benimsenen düzenlemeler; diğeri ise, “xase“ adı verilen halk meclisinin kararlarıdır. Uygulama toplumun tümü tarafından izlenir ve denetlenir.