31 Temmuz 2015 Cuma
Türk halkı, uzun ve güçlü devlet geleneği olan bir halktır. Tarihte, “devlet büyükleri”ne göre, iki düzine devlet kurmuş, iki düzine-1 devlet yıkmışlar. Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin son devletidir.
Bazıları “TC Türklerin değil, Türkiye’de yaşayan bütün halklarındır, hepimizindir. Birlikte kurduk!” derler, birileri de buna inanırlar. Bu, koca bir yalandır. Evet, TC’ni Anadolu’da veya Türkiye’de yaşayan halklar birlikte kurmuşlardır; ama kurulan devlet “Türk devleti”dir. Türkiye halkları, kendi devletlerini değil; Türk devletini kurmuş, kullanılmış ve kandırılmışlardır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nde, kurulduktan sonra Türk olmayanların bütün hak ve özgürlükleri inkar edilmiş; zorla asimile edilmişlerdir.
Aslında Türkiye Cumhuryeti kurulurken Türkler büyük bir fırsat yakalamışlardı. Demokratik bir devlet ve toplum örgütleyebilir, kaderlerini değiştirebilirlerdi. Ama şövenist, başka ulusları ve azınlıkları yok sayan, ezen, asimile eden bir devlet kurdular. Ulusal kimliklerini bu devlet ile bütünleştirdiler. Bu nedenle devleti eleştirenleri bile ulusal varlıklarına bir tehdit ve düşman olarak algıladılar. Sadece Türkleri değil, bu Türk devletini sahiplenen, farklı etnik kökenlerden herkesi, bütün devşirmeleri böyle şekillendirdiler. Böyle daha baştan şövenist karakterde örgütlenen devletlerde, demokrasi kültürü gelişmez. Çünkü halka önce itaat, biat ve nefret etmek öğretilir. Türk devletine biat, Türk olmak istemeyenden nefret. Sonuçta tahammülsüz, farklı olandan nefret eden, şiddete eğilimli bir toplumsal karakter çıkar ortaya. Bu eğilim, ulusal karakterin bir parçası olur, içselleşir.
Devletin bu etnik-siyasi karakteri değişmedikçe, devletle iç içe olanlar, bu “kör” devleti sahiplenenler “şaşı” olurlar. Kendi kültürlerine ve kimliklerine yabancılaşırlar. Devşirmelerin kaderi budur. Önce hizmet ederler, sonra yok olurlar. Bu nedenle Türkiye’de devlete mesafeli, hatta muhalif olanların, ulusal-etnik kimliklerini ve olumlu gelenek göreneklerini daha iyi koruyabilmeleri tesadüf değildir. Diğer Anadolu halkları, Kürtler, Ermeniler, Lazlar, Çerkesler… daha doğrusu Kürt, Ermeni, Laz, Çerkes kalmayı başarabilenler biraz farklıdır.
Çünkü bu halklar tarihte ya hiç devlet kuramamış; ya da kurdukları devletler uzun ömürlü olmamıştır. Devlet, bu halkların toplumsal yaşamlarında, ruhsal şekillenmelerinde önemli bir rol oynamamıştır. Bu nedenle Kürtlerin, Ermenilerin, Lazların, Çerkeslerin… toplumsal yaşamları ve karakterleri, Türklere göre daha demokratiktir. Daha insan eksenlidir.
Mesela biz Çerkesler, “Çerkeslik, insanlıktır” deriz. Devlet nedir bilmeyiz. Özgürlük savaşımızın son dönemlerinde kurmaya çalıştığımız devlet demokratik bir karakterdedir. Kabilelere, herkese temsil hakkı veren, Çerkesya Meclisi eliyle örgütlenmiştir.
Eğer biz de TC gibi, şövenist bir devlet kursaydık, bizim de olumlu geleneklerimiz yok olur, toplumsal karakterimiz değişirdi. Ama kurmadık. Bu nedenle şövenistleşmedik, ırkçılaşmadık. Kimliğimizi, kültürümüzü ve geleceğimizi koruma reflekslerimiz başkalarını küçük-kendimizi büyük görme değil; asimilasyona direnme eksenlidir. Ve Çerkeslerin ırkçıları veya faşistleri, Türk ırkçılığı yaparlar. Çerkes kimliğine aidiyetleri bitmiş, Türkleşmişlerdir. Bakmayın hala “Çerkesim” demelerine…
Eminim bizim gelecekte, olumlu geleneklerimiz üzerinde kuracağımız devlet de demokratik olacak, herkesin hak ve özgürlüğüne saygı duyacaktır. Çünkü demokrasi ve insanlık bizim toplumsal karakterimizdi/r. Devletimiz buna hizmet edecektir. Etmezse, toplumsal yaşamı örgütlemesi, Çerkes halkının birlik ve beraberliğini sağlaması mümkün olmaz. Bu nedenledir ki, Çerkes olarak kalmayı başarabilenler, en sıkışık, birlik-beraberliğin en gerekli ve ihtiyaç olduğu zamanlarda “xase” geleneğimizi hatırlar, ortak karar alma mekanizması demek olan, demokratik Xase geleneğimizi hayata geçirmeye çalışırlar.
Ama başkaları, mesela Türkler, farklı düşünenleri susturmaya, bastırmaya çalışır, biat etmeye zorlarlar. Devlete karşı gelinmesine şaşırırlar. Bu nedenle, Türk milliyetçileri, ırkçıları ve faşistleri Kürtlere “ne hakkı, ne özgürlüğü ulan! Önce silah bırakın, teslim olun, sonra konuşuruz” veya “devletle pazarlık olmaz” diyorlar. Devletin yaptığı her şeyi mazur görebiliyor; hırsızlıkları, yolsuzlukları, cinayetleri, hatta katliamları “devletin bekası için” diyerek kabullenebiliyorlar.
Halbuki biz, herhalde kaşenimiz için bile devleti yıkar, yeni bir devlet kurardık! Son günlerde saflar yine keskinleştiği; her şey siyah beyaz olup, ara renkler kaybolduğu için (bunu devlet bilinçli yapıyor, “ya benden yanasın, ya da düşmansın” diyor), bazıları kendilerine “tarihsel olarak kim haklı?” sorusunu bile sormuyor, “önce teslim olsunlar” diyorlar. Ama Kürt halkının neden silaha sarıldığını unutuyorlar. Halbuki, Kürt halkı asimile ediliyordu, demokratik talepleri baskı, şiddet ve terör ile bastırılıyordu. PKK öncesinde yıllarca barışçıl ve demokratik yöntemlerle mücadele ettiler. Hatta TİP ve FKF içerisinde Türkiye halkları ile birlikte Kürt Sorunu’na çözüm aradılar. Ne yazık ki seslerini duyan olmadı…
Ben Çerkesim, “Çerkeslik” yapıyor, “Yaşasın Çerkes Kalma Mücadelemiz” ve “Yaşasın Çerkesya” sloganları atıyorum. Belki de bu nedenle Kürtlerin “Kürtlük” yapmalarını, “yaşasın Kürdistan” sloganı atmalarını doğal karşılıyorum. Ve nasıl ki, Çerkes halkının kendi kaderini tayin hakkını savunuyor, Çerkeslerin Çerkesya’da gelecek kaygısı olmadan yaşamalarını istiyorsam, aynı şeyi Kürtler ve tüm halklar için de istiyorum. Elbette ki Çerkesler gibi Kürtlerin de, diğer bütün halkların da barışçıl ve demokratik yöntemlerle mücadele etmelerini istiyorum. Ama silahlı veya silahsız, barışçıl-demokratik veya illegal… bunlar yöntemdir, sorunun özü, kendisi değil. Ki artık Kürtler de silah bırakmak, barışçıl mücadele etmek istiyorlar. 10 yıldır bağır bağır “barış”, “kardeşlik” diyor; buna uygun örgütlenmeler yaratmaya çalışıyorlar.
Ama devlet ve bütün etnik kökenlerden Türkçüler, ırkçılar ve faşistler buna müsaade etmiyor, “önce pişman olun, teslim olun” diyorlar. Diyorlar ki, “askerler, polisler şehit oluyor…masum insanlar ölüyor. Üzülmüyor musun?” Üzülüyorum elbette. Üzülmeyen var mı? Ve savaşta hep masum insanlar ölmez mi? Önce insanlık bitmez mi? Ama tam da bu nedenle önce “savaşa hayır” demek gerekmez mi? Sen “teslim ol” de, savaş ilan et ve bütün barış çağrılarını elinin tersi ile it, sonra "şehitler" edebiyatı yap. Ne bekliyordunuz? Siz onların kafalarına bomba yağdırırken, onlar size çiçek mi atacaklardı? PKK, doğruları ve yanlışlarıyla, Kürt halkının silahlı mücadele veren bir örgütüdür. Bugün Kürtler için hala "kart-kurt", "keko", "kıro" denmiyorsa, Kürt kimliği ve Kürt dili meşrulaşmışsa, Kürt halkı bunu PKK'ya borçlu. Siz bilmiyor olabilirsiniz, ama Kürt halkı bunu biliyor.
Doğrusu, devleti kutsamak veya devletin bekası değil; insanı kutsamak ve insanlıktır. Türklerin de, Kürtlerin de biraz “Çerkesleşmesi”dir. Yani önce savaş bitmeli, silahlar susmalı ve başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’deki bütün ulusal, etnik, ekonomik sorunların çözülmesi için bir plan ve program çıkarılmalı, devlet demokratikleşmelidir.
Bu yapılırsa PKK’ya gerek kalmaz, Türkiye’ye barış ve huzur gelir. Kardeşlik gelir. Özgürlük gelir. Bugün Türkiye’de yaşananlar bizi de ilgilendiriyor, bizi de etkiliyor, doğal olarak. Bu nedenle kafamızı kuma gömemiyoruz. Sürece bir biçimde, örgütlü olmadığımız için de “savrularak” dahil oluyoruz. Ama bizim Türkiye’deki varlığımız da, gelecek vizyonumuz da başka halkların varlıkları ve gelecek vizyonları ile birebir örtüşmüyor. Ortaklıklarımız, ama ayrıldığımız noktalar var. Bu nedenle kendi politik duruşumuz olmalı. Kendi örgütlerimiz olmalı. Çerkes ulusal sorunu Türkiye’nin ve RF’nun demokratikleşmesi ile çözülecektir. Bu nedenle biz bu ülkelerde demokrasiden, özgürlükten, kardeşlikten ve barıştan yana olacağız. Demokratik hak ve özgürlük mücadelesi vereceğiz. Ama kendi örgütlerimizle, kendi taleplerimizle, gücümüzü ve sınırlarımızı bilerek ve asıl hedefimizden şaşmadan. Daha da önemlisi, gündemde olduğu için açıkça yazmak istiyorum; bizim taleplerimize, demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkan, ama demokratik mücadele yöntemleri ile mücadele eden güçlerle yan yana duracağız. Ötesini kaldıramayız. Bu gücümüz ve örgütlülüğümüz yok.
Bizim hedefimiz ve önceliğimiz Çerkes halkının Çerkesya’da birliği ve birleşmesidir. Çerkesya’nın yeniden inşasıdır. Bu nedenle biz, dikkatimizi ve enerjimizi bu hedefimize ulaşmaya yoğunlaştırmalıyız. Türkiye, ancak, bizleri bu hedefimize ve vizyonumuza yakınlaştırıyorsa, demokratikleştiriyor demektir. Elbette ki başka halkların barış ve huzur içinde, gelecek korkusu olmadan yaşamalarından mutlu oluruz. Türkiye’nin demokratikleşmesine, baskısız ve sömürüz bir dünyanın kurulmasına seviniriz. Hatta destek veririz, birlikte mücadele ederiz. Ama biz bu dünyada Çerkes olarak yaşamak istiyoruz. Bu nedenle Çerkes kalma mücadelemiz önceliğimizdir.
Çerkes halkının geleceğini garanti etmeyen hiçbir sistem Çerkes Sorunu’nu çözmez. Hiçbir “demokrasi” otomatik olarak her şeyi garanti etmez. Evet belki baskısız, sömürüsüz bir dünyada yaşarız, ama Çerkes olarak değil; başka bir kimlik altında. Bu da bizim işimize gelmez… “Çerkes kalma mücadelesi” veya “Çerkeslik” ulusal-demokratik bir mücadeledir, bu nedenle ideolojik-politiktir. Zaten dünyada ideolojik-politik olmayan hiçbirşey yoktur. Çünkü her insanın hayata bir bakış açısı vardır. Bu bakış açısı ideolojisidir. Kendisi farkında olsa da olmasa da bakış açısı bir ideoloji veya felsefe ekseninde şekillenmiştir. Dolayısıyla insanların bütün davranışları politiktir, davranışlarını, tavırlarını, duruşunu belirleyen bir ideolojisi vardır.
Doğrusu veya yapılması gereken, “ideolojik olmayan Çerkeslik” uydurmak değil; ki bu, mümkün değil; bağımsız bir duruş sergilemek, Çerkes halkının çıkarlarını ve Çerkes kimliğini öncelemek, hayatı Çerkes halkının çıkarlarına göre yorumlamaktır. Kesintisiz bir şekilde, yoğun olarak…
Yarın “1 Ağustos Çerkesya’ya Dönüş Günü”. Belki de en önemli ulusal bayramımız. Çünkü Çerkes ulusal sorununun çözümünü, Çerkesya’ya dönüşü anlatıyor ve bayramlaştırıyor. Şimdiye kadar Çerkesya’ya dönüş istendiği kadar örgütlenemedi belki, ama vatana dönüldü, orada tutunuldu. Yani Dönüş başarıldı. Bu, Çerkes halkı için büyük bir kazanımdır.
Bundan sonra Çerkesya’ya dönüşü daha organize ve kitlesel örgütlemeye kafa yormalıyız. Bulunduğumuz platformlarda bu talebimizi daha yüksek sesle dile getirmeliyiz. Bütün dünya Çerkeslerin öncelikli taleplerinin, demokrasiden anladıklarının vatanları Çerkesya’ya dönmek olduğunu bilmelidir. Bu talep, aynı zamanda vatanımızla bağlarımızı güçlendirecek, diasporada Çerkes kalmak için direnen damarlarımıza taze kan pompayalayacak, Çerkes kimliğini güçlendirecektir.
Bir Çerkes ne kadar Çerkesya’lı olursa, ne kadar Çerkesya’yı özlerse, o kadar Çerkes olur.
Bu bilinçle, “1 Ağustos Çerkesya’ya Dönüş Günü”müz kutlu olsun ve Allah bütün Çerkeslere tekrar vatanımız Çerkesya’da birlik ve beraberlik içinde yaşamayı nasip etsin.