“BU SENE 21 MAYIS'TA ANAVATANDA, MESELA KRASNAYA POLYANA'DA OLMALIYIZ...”
Berlin'den Frankfurt'a dönerken Hannover'e, Faruk Ağabey'e uğradım. Hem bundan sonrası için ne düşündüğünü sormak istiyordum, hem de öylesine sohpet etmek. Dinlemek... Faruk Ağabey, Ömer Faruk Tamzok, Avrupa Çerkes Dernekleri Federasyonu başkanı ve onyıllardır emekçisi. Bizim Jinal'ın babası. Suriye Çerkesleri'nden. Ama o kadar uzun zamandır Almanya'da yaşıyor ki, Suriye'den anlattıkları çoğunlukla eskiler ve anılar. ;lan'dan. Annemin akranı ve arkadaşı. Suriye'deki akrabalarımı benden iyi tanıyor. Bazıları ile ortak anıları var. O anlattıkça, ben de anne tarafımı daha yakından tanıyorum. Faruk Ağabey "tipik bir Çerkes değil!"; çünkü sadece anlatmıyor, dinliyor da. Ve anlatırken sıkmıyor. Öğretmen havası yok. Vermek istediği mesajları satır aralarına saklıyor. Bir de, sohpetini anılarla, şiirlerle süslüyor. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Bu defa da öyle oldu ve artık yatalım dediğimizde saat sabahın 4'ü olmuştu. En takdir ettiğim yanı, yemek yapmaktan sofrayı hazırlamaya ve toplamaya kadar günlük hayatın içinde olması, her anı, her şeyi paylaşması. Eskilerle ilgili anlatılanlara ve birçok evde gördüğüm alışkanlıklara veya "geleneklere" pek uymuyor. Ama bana uyuyor! Sanırım bu, ona olan saygımı ve sevgimi biraz daha büyütüyor. Meşbaşe İshak'ın kitapları masanın üzerindeydi. Bir sayfayı açtı: “Karadeniz, neden bu kadar acı, neden bu kadar tuzlusun” diye sordu şair. Karadeniz: “Acımı ölenlerin cesetlerinden, tuzumu da hayatta kalanların gözyaşlarından aldım” dedi... M. İshak'ın dilimizi bu kadar ustaca kullanmasına ve Adığabzeye hayran. “Bunları çevirmek, bu ruhu verebilmek mümkün değil. Yoksa o kadar isterdim ki gençlerimizin bu şiirleri okumasını”. Bunları söylerken, M. İshak'ın Sovyet eğitim sisteminden geçtiğini ve bazı tarihi bilgilerinin doğru olmadığını eklemeyi de ihmal etmedi. “Soçi Olimpiyatları bize Allah'ın bir hediyesi oldu. Bu vesile ile kendimizi dünyaya anlatabildik” derken klasik “eskilerden biri” olmadığını gösterdi. Öyle herşeye kuşku ile bakmıyor. Dikkatli olmak gerekir, ama şimdiye kadar yapılanların yeterli olmadığı da açık, diyor. “Kendi hatalarımızı da görmeliyiz. Mesela Kosova'dan Çerkeslerin anavatana taşınmaları sürecinde, maddi katkı yapmamız istendiğinde, 600 kişinin katıldığı toplantıda sadece 640 Mark toplayabilmiştik. Komik bir rakam. Bugün de daha DÇB'ye hiçbir yıllık aidatını ödememiş Federasyonlar var. Peki, bu kadar az imkanla nasıl harikalar yaratılsın?” “Bir Fon kurduk. Çerkes Yardımlaşma Fonu. Zor günler için. Bu fondan şimdiye kadar destek verdiğimiz insanlarımız oldu. Mesela Suriye'de ihtiyacı olanlara yardım ettik. Ama çok yetersiz. Çünkü ayda bir paket sigarasından feragat edip, bu fona destek vermekten imtina ediyor insanlarımız”. DÇB'nin yıprandığını, Çerkes halkının çıkarlarını yeterince temsil edemediğini, Rusya'nın kontrolü altında olduğunu düşündüğümü söyleyince; “DÇB'nin Nalçık'a taşınması gündeme geldiğinde, Aslan Carım bizi uyardı. Eğer yurtsever bir politika izlemek istiyorsanız Avrupa'da kalın dedi, ama dinlemedik...” Sanırım bu sözler aslında ne yapılması gerektiği konusunda bir ipucu veriyor! Benim bu konuda kafamda bir şüphe olmadığını, ya diaspora ve anavatan için ayrı ayrı örgütlenmelerin olması ve bunların ast-üst ilişkisi olmadan, bir şekilde birlikte çalışmaları ya da DÇB'nin Avrupa'ya taşınması gerektiğine inandığımı söyledim. “Bazıları son zamanlarda Türkiye'yi dillerine doladılar. Ama çok yanlış bir adım olur bu. Kuzuyu kasaptan kurtarıp, kurda teslim etmek gibi. Çünkü Türkiye Çerkes sorunu'nda hep Rusya'nın etkisi altında kalmış, hatta partneri olmuştur. Çerkesleri masa başında kullanabileceği bir koz olarak elinde tutmak ister. Tabii bir de Çerkes Sorunu, Türkiye'nin de çözmesi gereken sorunlarından birisidir. Bu nedenle Türkiye, Çerkesleri ve kurumlarını rahat bırakmaz. Suriye'de ne yaptığını gördük. Suriye'yi boşaltmak, insanlar Esad'tan kaçıyor görüntüsü vermek için bizlere uçaklar tahsis etti. Biz de insanlarımızı ölümden kurtarıyoruz diyerek üzerine atladık. Ama bugün Suriye'de durum o zamankinden daha kötü ve Halep, Hama ve Humus'ta zor durumda kalmış binlerce Çerkes olduğu halde birşey yapmıyor? Yani resmen yine kullanıldık. Bence Avrupa'da, daha tarafsız bir yerde örgütlenmek gerekir” dedim. Dinledi... Avrupa'da iki federasyon lüks değil mi, Soçi olimpiyatları boyunca yakalanan olumlu havanın tekrar biraraya gelmeye katkısı olabilir mi diye sordum? “Hala kendime soruyorum, niye bölündük diye; ama cevabını bulamıyorum. Elbette hatalar oldu. Hakaretler oldu. Belki de Kaf Fed karıştı işe. Ama eğer tekrar birleşmeden ölürsem, gözüm arkada kalır. Benden özür dilenmesi önemli değil. Bunu istemiyorum da. Ama o günlerde ne olduğunu, bilenlerin dürüstçe anlatması ve hatanın anlaşılmış olması gerekir. Birleşmeye karşı çıkacaklar olabilir. Yaptığım görüşmelerde az da olsa, yeniden birleşmeye karşı olanların, şüpheyle bakanların olduğunu gördüm. Onları da anlıyorum. Ve hiçbirini kaybetmek istemem. Ama bir çözüm bulmalıyız. Konuyu enine boyuna tartışmalıyız” dedi. Bence de artık bu konu halledilmeli. Tek bir Federasyon altında birleşmeliyiz. Eğer herkesin kendini ifade edebileceği demokratik bir işleyiş olursa, bu niye mümkün olmasın ki. Beş yıl önce farklıydı, ama artık Kuzey Kafkasya'nın tek bir bütün olmadığını, her parçasının kendi politikalarını yaptığını herkes görüyor. Şimdi bu gerçekliğe uygun örgütlenmek ve çalışma yapmak gerekiyor. Çerkes halkının, en azından kurumsal birliği ve kurumlarımızın politik zenginliği, çok sesliliği önemli. Kişisel alınganlıklar, gurur vs toplumsal sorunlarımızın önüne geçmemeli. Eğer herşeyi kontrol etme sevdasından vazgeçer, Xase geleneğimize uygun bir Avrupa örgütlenmesi yaratabilirsek gerçekten önemli bir adım atmış oluruz. Yoksa her şehirde bir iki ailenin örgütlenmesine dönüşmüş, bu bir iki ailenin emekleri ile varlığını devam ettirebilen derneklerimizin geleceği yok. Bence tabii... “21 Mayıs'ta ne yapacağız Faruk Ağabey?” diye sorunca, önce bir alıntı yaptı: “Dünyada tek bir Çerkes de kalsa, yaşadığımız acıyı yüreğinde taşıyacaktır. Ve bedenim varoldukça, bize yalan söylemiş olanları lanetleyeceğim”. Ve şöyle devam etti: “21 Mayıs bizler için çok önemli. Bütün dünya yaşadığımız acıyı bilmeli. Ama başkaları ile birlikte Rusya'ya karşı politika yaparak değil, Rusya Federasyonu'na derdimizi anlatarak yol alabiliriz ancak. Fırsatları da iyi kullanmak lazım. Duma'da elimize bu fırsat geçmişti, ama beceremedik. Yapıcı olamadık. Çiçek, hazırladığı deklerasyonu okumakta ısrar etti...” “İsterdim ki bu sene DÇB, 21 Mayıs'ı anavatanda ansın. Mesela Krasnaya Polyana'da. Her dernekten bir veya iki kişi gelebilir. 150. yıla bu yakışırdı. Ama bunu örgütleyebilecek maddi gücü yok. Yol ve otel masrafları çok tutar. Herkes kendisi finanse ederse de kaç kişi gelir bilmiyorum?” deyince, “evet, gerçekten de bu sene 21 Mayıs'ta anavatanda, hele hele Krasnaya Polyana'da olmak sembolik, ama güçlü bir mesaj verir dünyaya. Neden örgütleyemeyelim ki? Ben şahsen varım Faruk Ağabey!” diye cevap verdim... Hatko Schamis