UNESCO’nun dünya dil atlasına göre Türkiye’de konuşulan 15 dil yok olmak üzere, 3 dil ise çoktan yok olmuş.
Buna göre ölen diller şöyle:
Kapadokya Yunancası olarak da bilinen Ürgüpçe, Türkiye’nin bir zamanlar doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda konuşulmuş olan Mlahso dili ile Kafkas dillerinden Ubıhça.
Dil atlasında, esas olarak Siirt’in Pervani ilçesinde konuşulan Hertevin dili ise hâlihazırda en fazla yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan dil olarak gösterildi.
Atlasta yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan diğer diller şöyle:
Ciddi tehlikede olan diller: Gagavuzca (Edirne), Ladino ya da diğer adıyla Yahudi İspanyolcası (İstanbul Balat, Hasköy), Turoyo (Mardin Midyat)
Kesinlikle tehlikede olan diller: Abazaca, Homşetsi (Hemşince), Lazca, Pontus lehçesi (Rumca), Romanca (Sinti), Abhazca, Çerkesce.
Anadilin korunması ile ilgili olarak bir çok düşünce ve çaba var. Kitaplar basılıyor, okullar ve kurslar açılıyor... Ama dillerin yok olması durdurulamıyor.
Çünkü bir dilin yaşayabilmesi için, o dilin bir yaşam alanının olması gerekiyor. Yani, söz konusu olan dilin toplumsal yaşamda bir ( sadece evde değil, bilimde, sanatta, edebiyatta..." bir karşılığının, gerekliliğin ve zorunluluğun olması gerekiyor.
Yoksa dil korunamıyor. "Anadili eğitimi" yeterli olmuyor.
Trilsbeek, giderek daha fazla insanın akıllı telefon kullanmaya başlamasının ve internete erişimlerinin artmış olmasının sürece olumlu etkide bulunduğunu vurguladıktan sonra; "böylece gitgide daha fazla yerli dili kendisine internette yer buluyor, YouTube’da mesela. Dilleri korumak noktasında bunun da faydası dokunabilir", ama, "öncelikle dilin gelecek nesillere aktarılması motivasyonunun yeniden yaratılması gerekiyor" diyor.
İşin sırrı da burada işte: Bir dili yaşatmak için, önce o dili yaşatma isteği, zorunluluğu ve motivasyonu olmalıdır.
Bu nedenle, dili yaşatma mücadelesi, siyasal-sosyal ve kültürel mücadelenin bir parçası olarak ele alınmalıdır.
Çerkesya Hareketi Haber Merkezi