21 Mayıs 1864: Çerkeslerin Kara Günü - Ayşe HÜR

#10244 Ekleme Tarihi 24/05/2024 12:45:33

Kafkasya, güneyde Çoruh, Arpaçay ve Aras nehirleri, kuzeyde Volga ve Don nehirlerinin çok yaklaştığı Maniç bölgesi, doğuda Hazar Denizi, batıda Karadeniz ile çevrili olan dağlık bir bölge...

Antik Yunan’dan Roma İmparatorluğu’na kadarki dönemde, bölgeye ‘Caucasus' denirdi. Bu adı ilk kez Yunan yazarı Aiskhylos'un MÖ 490’da yazdığı ‘Zincire Vurulmuş Prometheus’ adlı eserinde kullanıldığı biliniyor. Türkçe'deki Kafkas sözcüğü büyük ihtimalle Yunanca’dan geliyorsa da bazı kaynaklar Farsça’da ‘Kaf Dağı’ anlamına gelen Kâfkah sözcüğü ile ilişkilendirmeyi tercih ediyorlar.  

Terimin Rus kaynaklarında ilk boy gösterişi ise Türk kaynaklarında ‘Deli’ diye anılan ‘Büyük’ Petro döneminde (1682-1725) kurulan İmparatorluk Bilimler Akademisi belgelerinde olmuş. 

Osmanlı Devleti ise Arap tarihçilerin “Cebelü’l-Elsan (Diller Dağı)” olarak bahsettikleri Kafkasya için Rusların “Kavkaz” ismini kullanmasının ardından Osmanlı belgelerinde ‘Kafkasya’ ve ‘Cebel-i Kafkas’ (Kafkas Dağları) terimleri ilk kez Ahmet Cevdet Paşa’nın 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan sonra toplanan Paris Barış Konferansı’na sunulmak üzere hazırladığı ‘Dağıstan, Gürcistan, Çerkezistan, Kabartay Ülkelerine Ait Bir Lâyiha’da kullanılmış. 

Çerkesler kimdir?

Yine Osmanlı kaynakları 15. yüzyıldan beri Kafkasya halklarından Adigelere, 17. yüzyıldan itibaren de Abhazlar, Ubıhlar, Dağıstanlılar, Çeçenler, İnguşlar, Osetler ve diğer Müslüman Kafkasyalılara “Çerkes” demiş. Bugün ise Çerkes deyince sadece Adigeler anlaşılıyor. Kabardey, Abzekh, Bjedug, Şapsığ, Besleney, Hatukhoay, Cemguy gibi boylardan oluşan Adigelerin  MÖ 6. yüzyıldan bu yana Kafkasya'nın kıyı şeridinde yaşadıkları kabul edilir. 

Çerkesler eski çağlarda, "kabze" adı verilen geleneklerine bağlı olarak animizme bağlı kalmışlardı. VI. yüzyıldan itibaren de Hıristiyanlığı benimsemeye başlayan Çerkesler ve Abhazların İslamiyetle tanışması ise 18. yüzyıl gibi geç bir tarihte oldu. Pagan inançlara sahip Kafkas halkları arasında İslamiyet ancak 1785-1794'te İmam Mansur liderliğinde, Nakşibendilik-Kadirilik üzerinden kökleşti, Ruslara direniş İmam Gazi Muhammed ve Hamza Bek'le Müridizm hareketi üzerinden gelişti. Çerkesler Hanefi mezhebine girerken, Dağıstan ve Çeçen-İnguş bölgesinde daha önceki yüzyıllardan itibaren Şafiilik yayılmaya başladı.

Ruslar ve Osmanlılar arasında

Karadeniz’in kuzeydoğu sahihinde, Taman Yarımadası’ndan Soçi’ye kadar uzanan Çerkesya, 1475’ten 1810’daki Rus istilasına kadar görünüşte Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfuz alanındaydı ama aslında her zaman otonom olmayı başarmıştı. 

1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ın Osmanlı Devleti’nden kopması, 1783’te de Ruslar tarafından işgal edilmesi artık çanların Çerkesler için çalması anlamına da geliyordu. Çarlık Rusya’sının önce Kırım’ı ardından da Kafkasya’yı hızla işgale başlaması karşısında Osmanlı Devleti, Soğucak Valiliğini (Anapa) kurarak Rus ilerleyişine karşı Çerkesler ile bir savunma hattı oluşturmayı hedefledi. Bu ilişkiler Ferah Ali Paşa’nın valiliği süresince gelişti, Paşa sadece siyasi adımlar atmamış aynı dönemde Çerkesler arasında İslamiyet de hızlı yayılma göstermişti.

Yine de 1787-1792, 1806-1812 ve 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşlarında Osmanlı’dan yana olan Çerkeslerin kaderi, sonuncu savaşı (da) Rusların kazanması üzerine radikal biçimde değişti. 1829 Edirne Antlaşması’yla Çerkesya Rusya’ya bırakıldı. Çar I. Nikola, Özel Kafkasya Kolordu Komutanı Kont İvan Fyodoroviç Paskeviç’e, “Dağlılar” dediği bölge halkları için sadece iki seçenek olduğu söylemişti: Bunlardan ilki “Dağlı halkları ebediyen itaat altına almak”, ikincisi “itaat etmeyenleri yok etmek” idi. 

Rusya, 1837-1839 arasında, Kuban Nehri ve kolları boyunca kale ve karakollar inşa ettikten sonra Batı Adigelerinin dış dünya ile irtibatını kesti. Bu nedenle 1839 kıtlığında bölge halkları büyük zarar gördü. 1840’larda baltalı Rus askerleri “Dağlıların” bütün bahçe ve bağlarını yok etti. 

Çerkesler, 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında topraklarını Ruslara kaptırmamak için Osmanlılardan ve İngilizlerden yardım almaya çalışınca Rusya’nın tepkisi iyice sertleşti. 1857 kışında Rus birlikleri Natukhay avullarını yakıp yıktı, “Dağlıların” mallarını ve hayvanlarını yağmaladı. Köyler harabeye çevrildi, binlerce “Dağlı” esir edildi.  

Şeyh Şamil’in esir düşüşü

Burada biraz geriye gideceğim. Müridizmin en ünlü lideri Şeyh Şamil 1834-1843 arası Rus zorbalığına karşı savunmadaydı. 1843-1848 arasında saldırı pozisyonuna geçti ancak 1849-1856 arasında naibi (Tolstoy'un aynı adlı romanına konu olan) Hacı Murat, Şeyh Şamil'e önce "ihanet edip", sonra Ruslara esir düşüp 1852'de öldürülünce hareket zayıfladı.

1853-1856 Kırım Savaşı'nda Osmanlılarla ilişki kurmaya çalışan Şeyh Şamil bunu başaramadı, daha doğrusu Osmanlılar Kafkasya ile ilgilenecek halde değildi. Savaş sonrası Ruslar Kafkas halklarını adım adım Osmanlı ülkesine göndermeye, Osmanlı da onları almaya başladı.

Kafkasya’daki Rus ordusunun Kurmay Başkanı Milyutin 1857’de şöyle diyordu: “Bizim esas gayemiz Kafkas Dağları’nın eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir.” Prens Baryatinsky buna şu şekilde karşılık verdi: “Kuban ötesi topraklarda güçlenebilmemiz için seçtiğimiz tek yol buraya Kazakları yerleştirerek, dağlıları yavaş yavaş baskı altına almak ve onların yaşama imkânlarını yok etmektir. Bize karşı olan halklara acımanın gereği yoktur. Devletin menfaati onların topraklarının ellerinden alınmasını gerektiriyor.”

1856-1858 arası gücünü iyice kaybetmiş olan Şeyh Şamil, sonunda Ruslar tarafından kuşatıldı ve 25 Ağustos 1859 tarihinde Rus komutan Kont Baryatinsky'ye teslim oldu. Ruslar Şeyh Şamil'e iyi davrandılar ama Moskova'nın batısındaki Kaluga'da zorunlu ikamete tabi tuttular. (Günümüzdeki kahramanlık destanlarının aksine kendi rızasıyla sahneden çekilen Şeyh Şamil yine 1869'da kendi isteğiyle Kiev'e gitti, 1870'de Çar'dan Hacca gitme izni aldı. Döneceğini garanti etmek için iki oğlunu Çar'a esir bıraktı. Hac yolunda İstanbul'a uğradı ve Sultan Abdülaziz'le görüştükten sonra Hacca giden Şeyh Şamil 4 Şubat 1871'de Medine'de öldü, Cennet-ül Baki mezarlığına gömüldü ancak Vahabilerin mezar taşına karşı olması yüzünden Şeyh Şamil'in mezar yeri belli değil.)

Ruslar ile Osmanlılar anlaşıyor

Şeyh Şamil’in esir alınmasından sonra Rusya bütün dikkatini Adige, Abhaz ve Ubıhlara veya kısa yoldan söylersek Çerkezistan ve Gürcistan topraklarına çevirdi. Rusya Çerkeslerle mücadeleyi sürdürürken, diğer taraftan bölgede demografik üstünlük elde edebilmek için bir strateji belirledi. Bu kolonizasyon siyaseti; Çerkeslerin soykırıma uğratılması, sağ kalanların sürülmesi ve yerlerine kuzeyden Rus ve Kazakların, güneyden de Ermenilerin getirtilip yerleştirilmesi şeklindeydi, bu çerçevede 1860’da yaklaşık 85.000 kişinin yerleştiği 111 yeni köy kurulmuştu. Çerkeslerden boşaltılan bu köylere ağırlıklı olarak Don ve Volga Kazakları, Rus ve Ukraynalı köylüler ve Ermeniler yerleştirilmişti. 

İlk adım General Melikov’un 1860’da İstanbul’a gönderilmesiydi. Abdülmecid’le yapılan görüşme sonucunda yapılan anlaşma sonucunda Müslüman Kafkasyalıların küçük grup ve partiler halinde Osmanlı topraklarına göç etmelerine ilişkin mutabakat belgesi imzalandı. Bu anlaşma, ileriki yıllarda, Çerkeslerin ülkelerinden Rusya’nın zorlamasıyla değil gönüllü olarak ayrıldıkları yönündeki Rus tezine dayanak yapılacaktı. 

1861’de ikinci adım atıldı. Çar II. Aleksander, Çerkesya’ya geldi ve Çerkeslere iki seçenek sundu: Ya silahlarını bırakarak Kuban Nehri’nin sol kıyısındaki bataklık Don bölgesine yerleşeceklerdi ya da Osmanlı topraklarına sürgün edileceklerdi. Onlardan boşalan yerlere de Ruslar ve Kazaklar iskân edileceklerdi. Çar’ın Çerkes toplumsal sisteminde önemli yeri olan serfliği de kaldırmayı planladığını bilen Çerkes beylerinin cevabı bağımsız bir devlet kurduklarını ilan etmek oldu. 

“Çerkes meselesi hallolmuştur!”

1862-1864 arasındaki kanlı Rus-Çerkes savaşlarından sonra Rus ordularının Mzımta Nehri civarında nihai zaferi kazandığı 21 Mayıs 1864 günü, bu kanlı süreci sembolize eden tarih olarak Çerkeslerin yüreğine ve beynine nakşedildi. 27 Temmuz 1864’te de Kafkasya Genel Valisi Mihail Nikolayeviç Romanov, “1567 yılında Çar VI. İvan’ın başlatmış olduğu Kafkas-Rus savaşlarının bittiğini” belirten belgeyi imzaladı. Malvarlıklarının yükte ağır kısmını, asıl olarak da sürülerini yanlarında götürememeleri için, “Dağlılar”ın kara yoluyla göçü yasaklanmıştı. Dolayısıyla sürgünler Karadeniz kıyılarına yöneldiler.  

1864 öncesinde, Osmanlı Devleti kıyılarından Rus sahillerine kayık ve sandalların gitmesi yasak iken, Trabzon’daki Rus Konsolosu Çerkezistan ve Abhazistan sahillerinden muhacir nakletmek isteyenlere hemen açık pasaport vermeye başladı. Rus koloniyalizmi Çerkesler’den arındırılmış bir Kafkasya için her tür imkanı seferber edip, hayatta kalan tüm Çerkesleri bir an önce nakletme işine koyulmuştu. Üstelik bu süreçte Rusların en büyük yardımcısı bazı Adige, Şapsığ, Abhaz komutanlar ve toplum liderleri idi.

Malvarlıklarının yükte ağır kısmını, asıl olarak da sürülerini yanlarında götürememeleri için, “Dağlılar”ın kara yoluyla göçü yasaklanmıştı. Dolayısıyla sürgünler Karadeniz kıyılarına yöneldiler. Aç ve çıplak yığınlar başta Taman, Tuapse, Anapa, Novorossiysk, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum limanları olmak üzere sayısız liman, iskele ve koyda kendilerini yeni yurtlarına götürecek tekneleri, gemileri beklemeye başladılar. Bu bekleyiş bazen günler, bazen aylar bazen ise bir yıl sürdü. Bu yüzden daha ilk aylardan itibaren kadınlar, çocuklar ve güçsüz olanlar, açlık, hastalık ve soğuktan kitlesel halde ölmeye başladılar. Rejimin Kafkasya politikalarına hak veren Adolf Berje adlı Çarlık bürokratı bile şöyle yazacaktı: 

"17 bin Dağlı’nın toplandığı Novorossiysk koyunda gördüklerimi unutmayacağım. Hıristiyan olsun, Müslüman olsun, ateist olsun onların durumlarını görenler mutlaka çöker ve perişan olurdu. Ruslar, Çerkeslere hayvanlara bile yapılmayacak şeyler yaptılar. Şu gördüğüm olayları kâğıda gözyaşım damlamadan nasıl yazacağım? Kışın soğuğunda, kar, yağmur altında, evsiz, yiyeceksiz ve elbisesiz bu insanları tifo ve çiçek hastalığı da durumlarını iyice kötüleştiriyordu. Anasız kalmış bebekler ağlaşıyor, aç bebekler ölmüş annelerinin göğüslerinden anne sütü arıyorlardı. Genç bir Çerkes kadını paçavralar içinde, açık havada, ıslak toprağın üzerinde iki yavrusu ile birlikte uzanmış, biri ölüm öncesi çırpınışlarla yaşamla mücadele veriyor, diğeri ise soğuktan kaskatı kesilmiş annenin göğsünden açlığını gidermeye çalıyor. Binlerce insan göz önünde ölüp tükeniyordu ve böyle manzaralara sık sık rastlanıyordu. (…) Dinsel bağnazlık, Rusya’ya karşı nefret ve Osmanlı Cennetiyle ilgili vaatler milleti bu duruma getirmişti…"

Bir başka kaynaktan sürgünlerin zorlu yolculuğunu izleyelim: 

"Osmanlı gemicilerinin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik yelkenlilere üç yüzden fazla sürgün Kafkasyalıyı balık istifi dolduruyorlardı. Biraz su ve azıktan başka yanlarına hiçbir şey alma özgürlükleri yoktu. 5-6 gün denizde kalındığında suları ve azıkları biten, salgın hastalıkların zayıflattığı sürgünlerin birçoğu yolda ölüyordu. Altı yüz kişiyle yola çıkan bir gemiden denizi aşıp sağ olarak karaya çıkabilenler yalnızca 370 kişiydi, Nusred Bahri gemisine Tsemez’den 470 kişi bindirildi. Fırtınaya yakalanıp kayalara vuran bu gemiden yalnızca 50 kişi kurtulabildi."

İstanbul durumdan memnun mu?

Gelelim madalyonun öteki yüzüne. 17. yüzyıldan beri her açıdan küçülmeye başlamış olan Osmanlı İmparatorluğu, dinsel, politik ve askerî nedenlerle mülteci akınından memnun görünse de devletin en azından mali olanakları bu göçü kaldıracak durumda değildi. Daha 1860 göçlerinde İstanbul’da işler çığrından çıkmıştı. (Kemal Karpat’a göre bu anlaşma sadece 40-50 bin kişiyi kapsıyordu. Halbuki çeşitli kaynaklara gore 1858’den 1866’ya kadar 500 bin ila 2 milyon arasında mülteci Osmanlı topraklarına sığınacaktı. Bunların üçte biri Kırım Hanlığından, üçte ikisi Kafkasya’dandı.)

Bu yüzden daha sonraki yıllarda mültecilerin İstanbul’a sokulmaması, Anadolu’da tutulması kararlaştırılmıştı. Bu amaçla Sinop, Samsun ve Trabzon’da karşılama istasyonları kurulmuştu. Ancak alınan önlemler göç dalgasının büyüklüğü ve sorunları karşısında çok yetersizdi. Nitekim Trabzon’daki Rusya Konsolosu A.N. Moşnin şöyle yazıyordu: 

"Sürgün başladığından beri Trabzon ve çevresine getirilen göçmen sayısı 247 bin kişiye varmıştır. Bunlardan 19 bini yaşamını yitirmiştir. Şu anda kamplarda 63.290 kişi kalmıştır. Burada günlük ortalama ölüm sayısı 180-250 kişidir. Tifo vahim boyutlardadır."

Britanya'nın Petersburg Büyükelçisi, Çerkes sürgününün bir düzene konulması ricasında bulunmuş ancak bir sonuç alamamıştı. Bu durum karşısında Londra hükümetinin meseleye “Çerkesya gitti, Çerkesleri koruyalım” düşüncesiyle yaklaştığı resmî belgelere yansımakla birlikte, İngiltere’den gelen tek maddi yardım ‘İngiliz peksimeti’ olmuştu. Az miktarda olan ve nakliye masrafı da Bâb-ı Âli tarafından karşılanan peksimet yardımı ise, milyonlarla ifade edilen muhacir akını karşısında zor durumda kalan Osmanlı Hükümeti nezdinde memnuniyetle karşılanmıştı

Temmuz 1864’e kadar ki dönemde kaynaklar Trabzon’da 180 bin, Samsun’da da 150 bin kadar göçmenin karaya çıktığını hesaplamaktaydı, bu rakamlara yasal olmayan şartlarda diğer kasaba ve köylere çıkan muhacirler dahil değildi. Hükümetin atadığı İtalyan Dr. Barozzi’nin görev yaptığı Trabzon ve Samsun’a yaklaşık olarak 350 bin göçmen gelmişti, fakat muhacirler arasındaki ölüm oranı çok yüksekti. Kaynaklar sadece Trabzon’da hastalık, açlık ve sefalet yüzünden 35 bine yakın Çerkes'in öldüğünü belirtmekteydi.

Takvim-i Vekayi’de yer alan bir haberde Temmuz 1864 sonuna kadar Varna ve Köstence Limanlarına gelenlerin; Burgas İskelesi’ne çıkanlardan 5-6 bin kadarı Edirne ve İslimiye’ye, 5 bin muhacir Varna İskelesi’nden Şumnu ve Silistre bölgesine, Vidin taraflarına; Köstence limanına çıkan 12 bin muhacir de Kosova, Vasvik, İştib, Niş, Sofya ve Berkofça sancaklarına iskân edildiklerini bildirmekteydi. Vidin ile Lofça’ya da 7.500 hane, Niğbolu ile Ziştovi’ye ise 3.300 Çerkes hanenin sevk edilmesi planlanmıştı. 

İskân memuru olan Nusret Paşa’nın bildirdiğine göre Rumeli’ye bundan sonra gönderilecek olanlar da Niğbolu, Ziştovi, Rusçuk, Silistre, Dobruca ve Varna’ya iskân olunacaktı. Miktarı 10 bin hane ve 50 bin nüfus olacağı tahmin olunan gelecek muhacirler için haneler ve kışlık zahireler tamamlanmıştı. Niş, Sofya Vidin ve Silistre eyaletlerini bizzat dolaşarak işleri takip eden Nusret Paşa’nın bu gayretleri sayesinde bölgedeki muhacirlerin Anadolu’ya nispetle daha iyi durumda oldukları anlaşılmaktaydı. Bu durumun bir diğer sebebi de özellikle Rumeli'nde çıkması muhtemel büyük bir savaş öncesinde olabildiğince fazla sayıda Çerkesin bölgede iskan edilmesi zorunluluğuydu. Böylece hem bölgedeki Müslüman nüfus artacak, hem de Osmanlı ordusu isyancı Bulgar çeteleri karşısında, Çerkes çetelerinden faydalanabilecekti.

19 Eylül 1864 tarihli (Alman gazetesi) Allgemeine Zeitung’da, Konstantinopel (İstanbul) muhabirinin şu anlatıları yer alıyordu: 

“Samsun’da bildirildiğine göre (…) ölüm oranı sadece göçmenler arasında değil, yerliler arasında da duyulmamış ölçülere vardı. 50 bin kadar ölü gömüldü. 60 bin göçmen açık havada veya şehrin sokaklarında yatıp kalkıyor.” 

Benzer raporlar İmparatorluğun Karadeniz kıyısındaki Giresun, Fatsa, Ayancık, İnebolu, Akçaabat veya Varna, Burgaz Köstence limanlarından, hatta Kıbrıs’taki Larnaka limanından da geliyordu.

Yine bu raporlara göre sürgünler hayatta kalmaları için evlatlarını köle olarak satıyorlardı. Bu amaçla, Trabzon ve Samsun’da geçici köle pazarları kurulmuştu. Tahmini rakamlara göre sadece 1863- 1867 arasında 150 binden fazla Çerkes köle alınıp satılmıştı. 

Abhaz göçü

1867 yılında, bir yıl önce ayaklanan ancak yenilen Abhazların (Osmanlı belgelerinde “Abazalar”) göçü başladı. Rus arşivlerinde çalışan Georgy Chochiev’e göre, Trabzon’daki Rus konsolosun raporu bu göçmenlerin sayısı ve gönderildiği yerler hakkında şu bilgileri veriyor:

"Ne konsolosluk ne de Trabzon valisi göçmenlerin sayıları ve varış zamanları hakkında önceden haberdar edilmiş olduğundan o sırada ellerinde bu kadar baraka yoktu, zira bunlar âdet olduğu üzere Kerç’ten Anadolu’ya tuz kaçakçılığıyla meşguldüler. Buna rağmen, yokluğumda işleri yöneten Bay Dendrino gerek Trabzon valisini ve gerekse Türk kaptanlarını durumdan haberdar etmişti." 

22 Haziran 1867 tarihli bir başka raporda Osmanlı ülkesine gönderilen Abhazların toplam sayısı olarak  “2.503 hanede 14.740 kişi, genel toplam olarak da 3.358 hanede 19.342 kişi göç etti” deniyordu. 

Abhazlar, İmparatorluğun Balkan topraklarına yönlendirilmişti. Çünkü Rusya Abhazların Rusya’ya uzak yerlere yerleştirilmelerini istiyordu. Anadolu’nun içleri ise daha önce buraya yerleştirilmiş Çerkeslerle Abhazların veya Maraş yöresinin kadim halkı Ermenilerle Abhazların çatışmasından korkulduğu için tercih edilmemişti. Abhazların Viranşehir, Karahisar-ı Sahib, Kütahya, Saruhan, Denizli, Menteşe, Niğde, İçel, Maraş, Adana, Kayseri, Divriği, Koçgiri, Erzincan, Maden, Konya, Alanya, Burdur, Hamid, Behisni, Haleb, Urfa gibi çok değişik merkezlere gönderilmelerine dair bilgiler varsa da Çerkeslerin çoğu Bulgaristan, Sırbistan, Makedonya ve Kuzey Yunanistan’a yerleştirildiler. Amaç hem Rusya’ya karşı tampon olmaları hem de yerel liberal hareketlere karşı silahlı güç olarak kullanılmalarıydı. Nitekim Çerkes çeteleri 1867 ve 1868’de Bulgar çetelerine karşı savaştı. Bu göçmenler açısından da uygun bir amaçtı çünkü onlar da Rusya tarafından desteklenen bu ayrılıkçı hareketlere karşı savaşarak adeta Rusya’ya karşı savaşlarını devam ettirmiş oluyorlardı. Ancak 1872’de İstanbul’daki Rusya Konsolosu İgnatyev’e verilen bir dilekçedeki şu satırlar, Çerkes mültecilerin kısıldıkları kapana dair önemli ipuçları içeriyordu: 

"8 yıldır beylerimiz eziyetler çektirerek bizi akıl almaz bir esaret altında tutuyorlar. (…) Yapılan hataların ağırlığını itiraf ederek, 8.500 aile adına aşağıda imzası bulunan bizler (…) Çar II. Aleksandr’ın yüksek himayesinden yararlanmak için vatanımıza geri dönmemize izin verilmesini rica ediyoruz. Bunun için her türlü fedakârlığa hazırız."

Çarın bu dilekçeye cevabı kısa ve net oldu: “Geri dönüş söz konusu bile edilemez.” 

Anadolu’da Çerkes gettoları 

Halkın “93 Harbi” dediği 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında merkez, Çerkesleri Balkanlar’dan çekmek zorunda kaldı. 1877’de Kars’ın Rusların eline geçmesi üzerine buradaki Çerkesler de şehri terk etmek zorunda kaldılar. Öyle ki 1878’de Çukurova bölgesinde 48 köy, Kafkasya ve Bulgaristan’dan getirilen Çerkesler iskân edilmişti. 

Çerkesler, görece homojen gruplar olarak yerleştirildikleri Batı Anadolu ve Orta Anadolu’da fazla sorun yaşamadılar ama Sivas’ta ve Adana’da Avşarlar gibi Türkmen aşiretlerinin yaz-kış göçleri sırasında maddi zararlara uğradılar. Ayrıca Akdeniz’in sıcak iklimi de Çerkesleri çok zorladı. Batı Karadeniz bölgesinde Gürcülerle, Çerkesler ve Abazalar arasında çatışmalar yaşandı. Karadeniz bölgesinde Gürcü ve Çerkes kılığına giren Müslümanların eşkıyalık faaliyetleri ile Ermenilerin siyasi amaçlı çetecilik faaliyetlerinin faturası da ağırdı. Daha sonra Çerkeslerin bir bölümü (Şapsığlar, Kabardaylar, Abhazlar, Bjeduğlar) Suriye, Filistin ve Ürdün’e kaydırıldı. Bu yeni göçler, genel olarak Çerkeslerin ekonomik, sosyal durumunu kötüleştirdi.

Devletin vurucu gücü

Çerkesler egemen etnik grup olan Türklerle iyi geçiniyordu ama diğer gruplarla ilişkileri ya Türklerin çizdiği şekilde ilerliyordu ya da güçler dengesine göre şekilleniyordu. Örneğin Balkan cephesinde görev yapan General Fedor Konstantinoviç Gerşelman, hatıratında, savaş yıllarında Balkan Hıristiyanlarını öldürenlerin özellikle “başıbozuklar” ve Çerkezlerden müteşekkil düzensiz birlikler olduğunu vurguluyor ve bunların Bulgar köy ve kasabalarını yağmaladıklarını, buradaki halkın katlettiklerini veya başka yere göç etmeye zorladıklarını yazıyordu. Gerşelman’a göre “başıbozuklar” sadece Ruslar için değil; Türkler (Müslümanlar) için de sorun teşkil etmekteydiler

Çerkesler 1880’lerde Rumların yoğun bulunduğu Ordu-Samsun hattında Gürcülerle birlikte Rumlara karşı konumlandırıldılar. Buralarda hatta Erzurum, Sivas gibi bölgelerde Gürcü kıyafetiyle eylem yapan Abhazlar vardı. Maraş bölgesindeki kadim Ermeni yerleşimi Zeytun, merkezi devletin yönlendirdiği Çerkes gruplarca sarmalanmaya çalışıldı. Yine önemli bir Ermeni nüfusu barındıran Doğu Anadolu’da, Kürtlerle birlikte Ermenileri taciz ettiler. Ürdün ve Lübnan’da, merkeze boyun eğmeyen Dürziler ve Bedeviler gibi grupları ezmek için Çerkesler kullanıldı. Bu görevleri öyle iyi yerine getirdiler ki, ileriki yıllarda Ürdün’de yönetici sınıflara dahil olmayı başardılar. 

Bunlar olurken, Çerkesler hem yerli halk tarafından asimile edilmeye karşı koymaya çalışıyor hem de kendi alt gruplarını (örneğin Adigeler Ubıhları) asimile ediyordu. Çerkeslerin izole yaşantıları onların sosyal ve kültürel açıdan muhafazakâr olmalarına neden oldu. Aslında pek çok Çerkes, sivil ve askerî bürokraside önemli görevler aldı, kadınları Harem'de padişah annesi, gözdeki sıfatıyla önemli bir statü kazandı ama entelektüel gelişim bununla uyumlu olmadı. Çünkü içinde hareket ettikleri siyasal ortam II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimi idi. Çerkes elitlerinin alfabe geliştirme, edebiyat eserleri veya gazete yayımlama girişimleri Abdülhamit’in sansür yönetimine takılıyordu. Durum Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edildiği 1908’den itibaren değişmeye başladı. Çünkü İttihatçıların Balkanlar’dan Altaylara uzanan Turan ülküsü, Rusya’ya karşı Kafkas halklarına, bu bağlamda Çerkes mültecilere önemli roller yüklemeye müsaitti.

Çerkes aydınlanması

1908’de II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte yaşanan kısmî özgürleşme ortamında İstanbul merkezli Çerkes entelijansiyası da kendi siyasi ve sosyal örgütlenmelerini oluşturarak varlıklarını devam ettirme çabası içine girdi. 17 Kasım 1908’de İstanbul’daki Çerkes asker, bürokrat ve aydınları tarafından kurulan Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti, faaliyete geçti. Cemiyetin başkanlığına Osmanlı ordusunun önde gelen isimlerinden Mareşal Merted Abdullah Paşa getirilirken, diğer üyeleri de; Mareşal Berzeg Zeki Paşa, Gazi Muhammed Fazıl Paşa (Şeyh Şamil’in oğlu), Pooh Nazmi Paşa, Şhaplı Osman Paşa gibi isimlerden oluşuyordu. 

Askerlerin yanı sıra Çerkesçe dilinin grameri üzerine ilk eseri veren aydınlardan Therkhet Ahmet Cavit Paşa, Kafkas Tarihi, Kadim Kafkasya gibi eserleri kaleme alan Met Çunatko İzzet Paşa, Tarihte Kafkasya adlı kitabın yazarı İsmail Berkok, Tanzimat Edebiyatı’nın güçlü kalemlerinden olan Ahmet Mithat Efendi (Hagur) cemiyetin aktif birer üyesiydi. Cemiyet ayrıca Ğuaze (rehber) ismiyle bir gazete çıkartmıştı, ilk baskısı 2 Nisan 1911 de yapılan gazete I. Dünya savaşına kadar 57 sayı olarak çıkmaya devam etmişti.

Cemiyet ayrıca, Latin harflerini esas alarak bir Çerkes alfabesi hazırlamış, Çerkes Numune Mektebini açarak Müslümanlara ait ilk karma eğitim kurumunu da hayata geçirmişti. Cemiyet eğitim alanına özellikle eğilmiş, Osmanlı Devletinde ve Kafkasya’da Çerkes Mektepleri açılması için çaba göstermişti. İstanbul’da kurulacak okulla alakalı tüm işler ise bizzat Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti tarafından yürütülecekti. Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti ve yayın organı olan ‘Diyane dergisi ise geç dönem Osmanlı kadın hareketi içerisinden tarihi bir yere sahip olacaktı.

İTC'nin vurucu gücü

Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti’nin kuruluşundaki amaçlarından biri de, Çerkeslerin anavatanı olan Kafkasya’nın bağımsız olmasıydı. Buna rağmen Çerkesler, Osmanlı Devleti’nin pis işlerinde görev almaya da devam ettiler. İTC’nin yeraltı örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın ünlü tetikçisi Yakup Cemil Çerkes’ti. 1915’te Çerkes çeteleri ve Çerkes askeri elitleri önemli görevler üstlendiler. Kuşçubaşı Eşref Teşkilat-ı Mahsusa’nın liderlerindendi. İTC'nin tetikçisi Yakup Cemil, fedaisi İsmail Canbolat Çerkes'ti. Ermeni Milletvekili Avukat Krikor Zohrap’ın başını taşla ezerek öldüren Binbaşı Çerkes Ahmet’ti. Diyarbakır'ın soykırımcı valisi Dr. Reşit Çerkes'ti. Tehcirin menzili Zor'un Mutasarrıfı Salih Zeki Bey Çerkes'ti. Milli Mücadele yıllarının ünlü ‘Çerkes’ Ethem Bey’i, ağabeyi Reşit Bey, Ömer Naci Bey, Ermeni Soykırımı'nda da görev almışlardı. Doğu Anadolu’da Çerkes çetelerinin çok kötü işler yaptığı biliniyor. 

Bu durum, bir çeşit rehine psikolojinin ürünü mü yoksa, Çerkeslerin İttihatçıların Türkçülük fikriyatına duydukları sempatinin bir ürünü mü diye sorarsanız her ikisi de olabilir derim. Bunlara Harem’deki Çerkes kızlarının bir çeşit akrabalık hissi uyandırmış olmasını, merkezin ‘hamiyetperverlik' söylemi ile Çerkesleri manevi kıskaca almış olmasını da eklersek, tabloyu tamamlamış oluruz. 

Ama asıl neden galiba 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren bölgeye hakim olan milliyetçi gerilim, çatışma, savaş atmosferinde merkezin etnik gruplar arasındaki gerilimleri -hele de bu gruplar Çerkesler gibi otokton/yerli halklardan değilse yani kendi siyasi projelerini gerçekleştirecekleri bir coğrafyadan yoksunlarsa- kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesinin gayet kolay olması. 

Çerkeslerin Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemindeki serencamını ise bir başka zaman anlatalım. 

Bakalım Rusya 160. yıl sonra, eski tip inkar politikalarını bırakıp, çağdaş normlara uygun yüzleşme ve onarıcı adalet politikalarına yönelecek mi? (Cevabınızı duyar gibiyim... ????)

Özet Kaynakça:

Arsen Avagyan, Osmanlı İmparatorluğu ve Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde Çerkesler, çev. Ludmila Denisenko, yay. haz. Yasemin Gedik, Belge Yayınları, İstanbul, 2004. 

John F. Baddaley,  Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, çev. Sedat Özden, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1996. 

Nihat Berzeg, Çerkes Sürgünü: Gerçek, Tarihi ve Politik Nedenleri, TAKAV Matbaacılık, Ankara, 1996.

Georgy Chochiev, “1867 Abhaz Göçüne Dair Birkaç Rus, Osmanlı ve İngiliz Belgesi”,  Sosyal Bilimler Dergisi, cilt 1, sayı 1, Eylül 2015, s.103-158.

Çerkeslerin Sürgünü, 21 Mayıs 1864, Tebliğler, Belgeler, Makaleler, KAFDER Yayınları, Ankara, 2001. 

Elbruz Aksoy, Benim Adım 1864, Çerkes Hikayeleri, İletişim Yayınları, 2018. 

Görseller: 1. "Köyünü terk etmeye zorlanan Dağlılar", Pyotr Nikolayevich Gruzinsky, 1872, 2. Şeyh Şamil'in 25 Ağustos 1859'da Rus Kontu Baryatinsky'ye teslim olması, Aleksey Kivşenko, 1880.

Dünyadan
Diğer Haberler
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks