Anmada yapılan açıklamada: "Soykırım ve katliamlarla yüzleşmek bir toplumu incitmez, ruhumuzdaki örselenmeyi ortadan kaldırır, eşit ve kardeşçe yaşamayı mümkün kılar" dendi.
Anmaya katılan HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan da: "Soykırım kadar büyük felaket nedir biliyor musunuz; soykırım faillerinin isimlerinin çocuklarımızın okuduğu okullara verilmesidir…" dedi.
Dün İstanbul'da, 1915 yılında 24 Nisan’dan itibaren Osmanlı Ermenilerinin “tehcir” edilmesi kararının ardından 107 yıl önce yaşanan katliamda hayatlarını kaybedenler anıldı. 107 yıl önce İstanbul’daki Ermenilerin yoğun olarak sürüldüğü bölge olan Kurtuluş’ta (Tatavla) düzenlenen etkinlikte, “bazı acıların hiç dinmediği”nin altı çizildi.
“Tatavla Halkı” imzasıyla yapılan açıklamada, “Soykırım ve katliamlarla yüzleşmek bir toplumu, bir halkı incitmez, onurunu kırmaz; tersine, onu suçlarından ve günahlarından arındırarak özgür kılar. Kuşaklar boyu devam edegelen ruhumuzdaki örselenmeyi ortadan kaldırır. Birlikte, eşit ve kardeşçe yaşamayı mümkün kılacak toplumsal atmosfer ancak böyle oluşturulabilir” dendi.
Etkinliğe katılan HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, İstanbul’daki Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Kurtuluş’ta okul ve sokaklara “soykırım faillerinin adlarının verildiğini” kaydetti.
Paylan, şunları söyledi:
"Adaletle barışıp kardeşçe yaşamak istiyoruz.
“Soykırım kadar büyük felaket nedir biliyor musunuz; soykırım faillerinin isimlerinin maalesef çocuklarımızın okuduğu okullara verilmesidir.
Buraya çok yakın bir mesafede, Ermenilerin yoğun yaşadığı mahallede Talat Paşa İlköğretim Okulu var. Ve Türkiye’nin çocukları, bu ülkenin çocukları Talat Paşa İlköğretim Okulu’nda okuyorlar, Enver Paşa sokaklarında yürüyorlar, Cemal Paşa meydanlarında buluşuyorlar. İşte soykırım kadar büyük felaket bu arkadaşlar.
Almanya’da bugün Hitler caddeleri olsaydı, Goebbels meydanları olsaydı nasıl bir Almanya olurdu, bunu hepimiz düşünelim. İşte biz hâlâ Talat Paşa okullarında çocuklarımızı okutuyoruz; işte bu yüzden soykırım iklimi devam ediyor.
Bu iklime son vermek için adaleti arıyoruz, suçların tekrarlanmamasını istiyoruz. Ve Türk, Kürt, Ermeni halklarının adaletle barışmasını ve bir arada kardeşçe yaşamasını istiyoruz.
Bakın Amerikan parlamentosu Ermeni soykırımını tanıdı. Fransız parlamentosu Ermeni soykırımını tanıdı. Bizim yaramız iyileşti mi; hayır iyileşmedi.
Bizim yaramızı iyileştirebilecek tek bir toplum var, Türkiye toplumu, Türkiye halkları. Ve bizim yaramızı iyileştirebilecek tek bir parlamento var, benim de üyesi olduğum Türkiye Büyük Millet Meclisi.
Bugün adalete uzak gözüküyor olabiliriz. Ama şunu unutmayalım; gecenin en karanlık göründüğü nokta, belki de aydınlığa en yakın olduğumuz noktadır. Eğer adalet mücadelesi varsa, umut da vardır.
Ne mutlu ki, 107 yıl önce dostlarımızın, aydınların, milletvekillerinin gözaltına alındığı noktada bugün bu anma toplantısı yapılabiliyorsa, umut da vardır arkadaşlar.
Bir kez daha, Ermeni soykırımında hayatını kaybeden akrabalarım, dostlarım ve tüm Ermenileri, tüm aydınları, tüm siyasetçileri saygıyla anıyorum ve ruhları şad olsun, diyorum.”
Kurtuluş’taki etkinlikte “Tatavla Halkı” imzasıyla açıklanan ve okunan “Bazı acılar hiç dinmiyor” başlıklı metin şöyle:
“Her şey bundan tam 107 yıl önce, bu gece, burada başladı. Osmanlı Hükümeti, 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece, başkent İstanbul'da yaşayan yaklaşık 250 Ermeni aydın, yazar, gazeteci, sanatçı ve iş insanının derhal tutuklanmasını emretti.
Eski adıyla Tatavla, değiştirilen adıyla Kurtuluş, bu tutuklamaların başlatıldığı ve en yoğun uygulandığı bölgeydi.
Tutuklamalar ertesi gün ve sonrasında devam etti. 24 Nisan 1915'te İstanbul'daki Ermeni toplumundan tutuklanan ve sürgüne gönderilenlerin sayısı 2.234’e yükseldi. Anadolu’dan Ermenileri sürmeye yönelik zorunlu tehcir uygulaması aynı gün her yerde başlatıldı.
Binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan kadim halk, kendilerinden binlerce yıl sonra bu topraklara gelenler tarafından yurtlarından koparılıp tehcir adı altında ölüm yolculuğuna çıkarılıyordu.
Çok kimlikli, çok inançlı, çok kültürlü bir ülke yerine Müslüman-Türk tek tip bir ulus-devlet yaratmak isteyenler, yüzlerce yıldır bu topraklarda birlikte yaşadıkları Hristiyanları tehdit olarak gördüler.
Ermenilere yönelik saldırılar 1915’ten çok önce başladı. Bitlis, Diyarbakır, Diyarbakır, Erzurum, Harput, Sivas, Trabzon ve Van illerinde katliamlar yaşandı. 1909 yılında Adana’da 20 binin üzerinde Ermeni katledildi.
Tek tip bir toplum ve ulus-devlet yaratmak isteyen İttihat ve Terakki önderleri, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı karmaşa ortamından faydalanarak 1915 yılında harekete geçtiler.
Sadece Ermeniler değil, Asuri topluluklardan Süryaniler ve Keldaniler ile Pontoslular ve Rumlar da bu büyük operasyondan paylarını alacaklardı.
Ermeniler, İstanbul’dan ve Anadolu’nun farklı noktalarından kafileler halinde Suriye çöllerine sürgüne çıkartıldılar. Kafilelere katılanların büyük bölümü yollarda öldü veya öldürüldü. Zorlu doğa koşulları, açlık, susuzluk, hastalıklar nedeniyle insanlar yaşamlarını yitirdiler.
Devletin kolluk kuvvetlerinin yanı sıra, cezaevlerinden bu amaçla serbest bırakılan katillerin oluşturdukları çeteler ve sürgün yollarındaki yöre halkından kışkırtılan pek çok insan kafilelere saldırdı. Saldırganlar Ermeniler’in yanlarına alabildikleri değerli eşyalarını, paralarını, altınlarını gasp ettiler, tecavüz ettiler, öldürdüler, katliama ortak oldular. Gidenlerin mal, mülk ve arazilerinin üzerine çökenler bunları kendilerine sermaye yaptılar. Bu dönemde on binlerce çocuk ailelerinden koparıldı.
1,5 milyona yakın insanın katledildiği bu büyük operasyon sonrası, bu toprakların 2 milyonluk kadim topluluğundan, bir avuç insan kaldı. Ve bu halkın uğradığı zulüm ve katliam, uluslararası hukukta yeni bir kavramın ortaya çıkmasına vesile oldu: JENOSİT, yani SOYKIRIM.
Birleşmiş Milletler, Ermeniler’in maruz kaldığı felaketten hareketle ‘Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni onayladı. 2007 yılında, Uluslararası Soykırım Alimler Cemiyeti, Osmanlı Devleti'nin 1914 - 1923 yılları arasında Ermeniler, Asuriler, Pontoslular ve Rumlara yönelik harekâtını soykırım olarak tanımladı.
Trakya pogromuyla, Varlık Vergisi’yle, 6-7 Eylül 1955 saldırılarıyla tasfiye politikası devam etti. 2011 yılında yine bir 24 Nisan günü, Sevag Balıkçı, askerliğini yaparken öldürüldü. Sadece Ermeniler’in değil, halkların eşitlik ve kardeşliğini savunan herkesin dostu olan Hrant Dink’i 2007 yılında, göstere göstere gelen, organize bir cinayetle aramızdan aldılar.
Bu topraklar ırkçılıktan çok çekti, çekmeye devam ediyor. Düşmanlık, nefret, katliam ve soykırım üzerine inşa edilen, geçmişiyle yüzleşmekten korkan toplumlar, geleceğe özgürce, barış ve huzur içinde yürüyemez. Elleri kelepçeli, ayağı prangalı, gözleri bağlıdır.
Toplumun bir kesiminin sürekli güvercin tedirginliği yaşadığı bir ülkede huzur ve barış içinde bir arada yaşamak mümkün olabilir mi?
Hangi halka veya toplumsal kesime yapılmış olursa olsun bu ülkenin soykırımlarla, katliamlarla yüzleşmesi şart. Düşmanlaştırma ve nefret politikalarına son verilmesi, devletin açık, net ve samimi bir şekilde özür dilemesi, sorumluluklarını kabul etmesi ve katliamların toplumda yarattığı çok boyutlu tahribatın giderilebilmesi için gerekli adımların atılmasını talep ediyoruz.
Soykırım ve katliamlarla yüzleşmek bir toplumu, bir halkı incitmez, onurunu kırmaz; tersine, onu suçlarından ve günahlarından arındırarak özgür kılar. Kuşaklar boyu devam edegelen ruhumuzdaki örselenmeyi ortadan kaldırır. Birlikte, eşit ve kardeşçe yaşamayı mümkün kılacak toplumsal atmosfer ancak böyle oluşturulabilir.
Bu topraklar artık daha fazla Talât Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, Bahaeddin Şakir’ler görmesin istiyoruz. Bu topraklar Zabel Yesayan’ların, Gomidas Vartabed’lerin, Mıgırdiç Margosyan’ların, Hrant Dink’lerin, Sarkis Seropyan’ların, Musa Anter’lerin, Ahmet Kaya’ların, Yaşar Kemal’lerin, Tahir Elçi’lerin kardeşlik ruhuyla, üzerinde yaşayan tüm halklara ve inançlara yurt olmaya devam etsin istiyoruz.
Soykırımda yaşamını yitirenleri saygıyla anıyor, devleti ve siyasi iktidarı, gerçek bir yüzleşme için adım atmaya çağırıyoruz.”
Kaynak: T24