Mustafa Poyraz’ın derlediği "Aidiyet: Göçmen ve Toplumsal Çeşitlilik" kitabı üç ana bölümden meydana geliyor:
Toplumsal çeşitlilik ve yalnızlaşan bireyin aidiyet sorunu; çok kültürlülüğün limiti; göçmenle birlikte oluşan yeni dinamikler ve perspektifler.
Bu bölümlerde yer alan kuramsal metinler ve farklı göçmen gruplarının deneyimlerine odaklanan yeni saha araştırmaları, makro sosyal süreçlerin içerisinde göçmen öznelliğinin yerini tartışıyor.
Hannah Arendt yaklaşık 70 yıl önce yazdığı Totalitarizmin Kaynakları kitabında, Birinci Dünya Savaşı’nın “hiçbir yere kabul edilmeyen ve hiçbir yerde asimile olamayan göçmen gruplar” yaratmasından bahseder.
Arendt’in de vurguladığı üzere yaşadıkları topraklardan ayrılan göçmenler insan haklarından yoksul bırakılmış ve hiçbir söz haklarının olmadığı bir belirsizlik eşiğine mahkûm edilmişlerdir.
Arendt’in değerlendirmelerine kaynaklık eden durumun bugün de tekrarlandığını söyleyebiliriz.
Mustafa Poyraz’ın derlediği ve yakın zamanda yayınlanan Aidiyet: Göçmen ve Toplumsal Çeşitlilik kitabının önemli bir boşluğu doldurduğunu söyleyebiliriz.
Poyraz’ın çalışmasında yer alan ve her biri alanında tanınmış isimlerin yazdığı 12 makale, göç meselesini aidiyet sorunsalı etrafından tartışan ve tekilliklere eğilen özgün araştırmaları ihtiva ediyor.
Başka toplumlara karşı oluşan önyargıların tarihsel temelleri kimi yerlerde ulus inşa süreçlerinin bir parçası olarak gelişen, kimi yerlerde ise sömürgeciliğin meşrulaştırılmasında ideolojik harç işlevi gören icat edilmiş mitlere dayandığı bir gerçek.
Bu çerçeveden hareketle Poyraz’ın çalışmasının ortaya koyduğu üzere aidiyet sorununu hem tarihsel hem de güncel parametreleriyle tartışmak gerekiyor.
Çoğu kez siyasal gerekçelerle toplumların kolektif belleğine ekilmiş bu önyargılar göçmenlerin yerli nüfusla olan gündelik temaslarında hızla gün yüzüne çıkabiliyor.
Kitapta yer alan M. Ertan Kardeş’in “Toplumsal Çokluğun İmhası ve Politik Topluluk” başlıklı makalesinde belirtildiği gibi öteki olanın düşmanlaştırılması linçe ve kolektif şiddete kapıyı sonsuza dek açıyor.
Göçmenlerin sürekli bir biçimde önyargı, linç, kolektif şiddet ve sınırdışı edilme tehdidiyle yaşadığı bir süreçte “çok kültürlülük miti”nin de sorgulanması gerekiyor.
Poyraz’ın çalışmasında bu mite dair eleştirel çalışmaların bulunduğu makaleler duvarların giderek yükseldiği bir dönemde hem çok kültürlülüğün neden başarısız olduğunu hem de bu başarısızlıktan çıkacak derslerle bir arada yaşamayı tekrar nasıl mümkün kılacağımızı tartışıyor.
Mustafa Poyraz’ın çalışmasında yer alan makalelerden biri olan Şükrü Aslan’ın “Avrupa’nın Değişen Kimlik Manzarasında Yabancılar: Avusturyalı Aleviler Örneği” dikkat çekici yazılardan.
Aslan’ın “transfer kimlikler” kavramıyla tartıştığı bu akışkanlık ve göçmenlerin “anavatan” ile “yeni vatan” arasında yaşadıkları sınır deneyimi “vatandaşlık” olgusuna dair yaşanan kavramsal krizi çözme adına yeni arayışları kaçınılmaz hale getiriyor.
Buradan hareketle “çok kültürlü yurttaşlık”, “ulus-ötesi yurttaşlık” ve “diasporik yurttaşlık” gibi kavramlarının yeniden okunması gerektiğini öneren Aslan, göçmen öznelliğinin geleneksel kimlik mekânları ile nasıl yeniden üretildiğine dikkat çekiyor.
Kaynak: GazeteDuvar