"Evet bu topraklarda gözümüz var.
Çünkü kökümüz bu topraklarda.
Ama, merak etmeyin,
alıp gitmek için değil,
gelip dibine girmek için..." diyebilecek kadar çok seviyordu bu ülkeyi ve bu ülkenin insanlarını.
Ama bu ülkenin sadece "Türk ve Müslüman"ların ülkesi olmasını isteyen, herşeyi ve herkesi Türkleştirmek ve müslümanlaştırmak isteyen güçler tarafından 14 yıl önce, 19 Ocak 2007 günü öldürüldü.
Katili, “bana Hrant Dink’in Türk kanına pis dediği söylendi” demişti yakalandığında. Çünkü bütün gazeteler o günlerde bu yalanı yaymış, Hrant özelinde Ermenilere hakaretler etmişti yine.
Öyle bir atmosfer yaratılmıştı ki, Hrant anlaşılmayan, daha doğrusu anlaşılmak istenmeyen sözleri nedeniyle yargılanmış, 301'den 6 ay ceza almış ve Çin'li ararken çekik gözlü diye Japon döven ruh hastalarına hedef gösterilmişti.
Birileri kendileri çekmediler tetiği belki, ama yalanlarla ve küfürlerle "kahraman" olmak isteyen tetikçi adaylarını cesaretlendirdiler.
Tıpkı bugün, artık, hala içlerinde insana dair bazı duygulara sahip, bir şeylere muhalefet eden herkese yaptıkları gibi! Tıpkı Papaz Martin Niemöller'in 70 yıl önce Nazi Almanyasını tasvir ettiği gibi:
“Naziler önce komünistleri götürürken sesimi çıkarmadım, evet, ben bir komünist değildim. Sosyal demokratları hapsettiklerinde sesimi çıkarmadım, evet, bir sosyal demokrat değildim. Sendikacıları almaya geldiklerinde sustum, evet, ben bir sendikacı değildim. Benim için geldiklerinde, buna karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı…”
Hrant Dink, çarpıtılan ve kendisine karşı kullanılan, "Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarda mevcuttur..." cümlesini Agos’ta Kasım 2003 ile Mayıs 2004 tarihleri arasında yayınlanan bir yazı dizisinde söylemişti.
Ama Hrant Dink'in sözleri Türk'e hakaret değil; tam tersine bebeklikten itibaren kafasında bir “soykırımcı Türk” imajı ile büyüyen Ermeni diasporasına meydan okumaydı.
Diaspora ile bir hesaplaşmaydı.
Söylemek istediği, hatta bir "ruh hastalığı" olarak gördüğü, diaspora Ermenilerinin damarlarına enjekte edilen "soykırımcı Türk" imajıydı. Bu imajın Ermeni diasporasını teslim aldığıydı.
Bizi de ilgilendirdiği için bu yazı dizisinden bazı cümleleri aktarmak istiyorum.
“Diasporanın ilk kuşakları için ayakta kalabilmenin, tükenmemenin adı olan bu inat, üçüncü ve dördüncü kuşaklarla birlikte gerçekleri dünyaya kabul ettirme inadına dönüşmüştür.
İşte bu inadın ortaklaşmış hali Ermeni Diasporasının ruhsal pozisyonunu yansıtır.
Bu ruhu sürekli tutmak ise Ermeni kimliğini yaşatmanın temel aracı durumundadır...
Ermeni halkının travmatik hastalığı hâlâ sürmektedir ve kimliği asıl kemiren ve tüketen de bu sağlıksız ruh halidir…
Ermeni kimliğinin bugünkü yapısını şekillendiren ve Ermeni kimliğinde bir tür kanserojen tümör işlevi gören asıl etken ‘Türk’ olgusudur…
Yaşanılan birliktelik öylesine derindir ki bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak görmek her iki tarafın da kullandığı karşılıklı bir argümandır.
Ermeni milletini 'Sadık Millet' olarak adlandıran, ancak daha sonra ihanet ettiklerini iddia eden Türk görüşü karşısında, Ermeniler 1915’te yaşananları salt bir halkın topluca imhası olarak yorumlamaz; bunun aynı zamanda asırlar süren ilişkiye ihaneti de içinde barındırdığını belirtirler...
Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla.
İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil ama - Ermeniler’in kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir.
Özellikle Türkler 1915’e bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı kıvranışı devam edecektir.
Sonuçta görülüyor ki işte ‘Türk’ Ermeni kimliğinin hem zehiri, hem de panzehiridir.
Asıl önemli sorun ise Ermeni’nin kimliğindeki bu Türk’ten kurtulup kurtulamayacağıdır.
Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten azad olmasının görünür iki yolu var:
Bunlardan biri, Türkiye’nin ( devlet ve toplum olarak ) Ermeni ulusuna karşı empatik bir tutum içine girmesi ve nihayetinde Ermeni ulusunun acısını paylaştığını belli edecek bir anlayış sergilemesidir…
İkinci yol ise bizzat Ermeni’nin ‘Türk’ün etkisini kendi kimliğinden atması. Esas olarak tercih edilmesi gereken yol da budur...
Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız’ın, Alman’ın, Amerikalının ille de Türk’ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak, Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır.
Gayrı bu hatadan uzaklaşmanın ve ‘Türk’ü Ermeni kimliğindeki bu etkin rolünden ötelemenin zamanı gelip de geçmiştir…
Kimliksel dinginliğini ‘Türk’ün olumsuz ve kayıtsız varlığına kilitleyen Ermeni dünyasının, tüm ortak performansını dünya üzerinden ‘Türk’e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, ne yazık ki kimliğin uyanışını erteleyen koca bir zaman kaybından başka bir şey değildir…
Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu gayet basittir: ‘Türk’le uğraşmamak, gayrı Ermenistan’la uğraşmak...'Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarda mevcuttur...”
Yani Hrant’ın sözünü ettiği zehirli kan, Türk kanı değildir. Ermenilerin artık "Türk"le uğraşmamasını, Ermenistan ile ilgilenmelerini istemektedir.
Ama "müslüman Türk kimliği"ni hem ülke içinde hem da dışında diri tutmak, bunun için her daim bir düşmana veya düşmanlara ihtiyaç duyan karanlık güçler tarafından kalleşçe öldürüldü.
Tekrar ruhun şad olsun Hrant Dink.
Hatko Schamis
18 Ocak 2021