Yaklaşık 1 yıldır süren Kovid-19 salgını hem dünya genelinde hem de Türkiye’de yeniden artışa geçti. Bitimi belirsiz pandemi dünya genelinde ve Türkiye’de hangi ruhsal problemleri beraberinde getirdi?
Pandeminin, ilk olarak akut stres bozukluğunu tetiklediğine, Kovid-19 sürecinde toplumda kaygı bozukluğu ve depresyonun arttığına işaret eden Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Dilbaz, “Pandeminin başlamasından itibaren ilk ay bir travmayla karşı karşıya geldik. Neydi bu? Akut stres bozukluğu. Bütün dünyanın ilk tepkisi buydu. İnanılmaz bir kaygı vardı. İnsanların yüzde 97’si elini fazla yıkıyordu, yüzde 96’sı sosyal izolasyona uyuyordu. Aslında ‘yapın’ dediğimiz şeylerin hepsinin ilk ay içerisinde çok fazlasıyla insanlar tarafından benimsendiğini gördük. Sonra zaman geçtikçe pandemi toplumu farklı alanlarda etkilemeye başladı. Bir kere sevdiklerinin, yakınlarının hasta olması korkusu en temel korku olarak öne çıktı. Bu korku insanlarda özellikle büyüklerinin hasta olabileceği, onları koruyamayacakları biçiminde gerçekleşmeye başladı. Bu kaygıyı sonrasında işsiz kalma gibi kaygılar takip etti” diye konuştu.
Akut stres bozukluğunun takip eden dönemin duyarsızlaşma olduğuna değinen Prof. Dr. Dilbaz “İnsanların dışarı çıkmaya başladığı, uçakların yeniden havalandığı 3-4 aylık yaz döneminde insanlar pandeminin gücünün azaldığı yönündeki yalancı gerçekliği yaşadı. Bu bir savunma mekanizmasıydı. Çünkü stresi sürekli fazla tutarsanız bu sizi tükenmişliğe götürür ve bir kısım insanda bu tükenmişlik baş gösterdi. Ancak büyük bir bölüm, yazın normal hayatlarına dönmeye çalıştılar. Hatta ‘Bu hastalık kurgu’ ya da ‘Bana bir şey olmaz’ diyenler de arttı.
Gelinen noktada yakınlarımız ya da tanıdıklarımızın tanıdıklarını kaybetmeye başladıkça bu sefer gerçekten ruhsal sorunlar artmaya başladı. Genellikle kaygı konuşuluyor ama bunun daha öncesinde çok daha önemli psikolojik parametreler var. Mesela sosyal izolasyon insanların yalnız hissetmesini sağladı. Bence bu çok önemli bir konu. Bizim gibi bir kültürde, genellikle sevdiklerimizle, tanıdıklarımızla birlikte var olan, yaşayan, paylaşımı seven bir kültürde bunun etkisi büyük olur. Bence bu hastalığın bize getirdiği en büyük psikolojik yükümlülük, hastalığın insanları yalnızlığa itiyor olması. Yalnız olmak, yaşamak, sosyal ilişkilerimizin olmayışı, hatta yalnız ölebileceği gibi korkular duymaya başladı insanlar da” dedi.
Prof. Dr. Dilbaz, koronavirüsün kısa ve orta vadedeki ruhsal etkilerini çeşitli araştırma örnekleriyle ortaya koydu. Dilbaz “Çekya’da yayınlanan bir araştırma, pandemiyle birlikte kaygı bozukluklarının 3 katına yani yüzde 11’lere; depresyonun ise yüzde 13’lere çıktığını ortaya koydu. Bizim ülkemize ait böyle bir veri yok ancak Çekya’da ruhsal hastalıkların görülme sıklığı artmış, intiharlarda da bir artış var. Aslında intiharlardaki artış birinci yıldan sonra bekleniyor. Çünkü intiharlar akut bir tepki değildir. Kronik stres bozukluğu sonrası gelebilir. Yine karantina dönemlerinde aile içi şiddetin artacağı göz önüne alınarak dikkatli olmamız lazım. Çalışmalar bunu gösteriyor” dedi.
Prof. Dr. Dilbaz “pandemiyle birlikte bence depresyon ve bununla birlikte özellikle kaygı bozukluklarında büyük bir artış olacak diye devam etti.
Prof. Dr. Dilbaz “Pandemi veya endemik sonrası, doğan çocuklarda şizofreni gibi hastalıkların yüksek olduğuna ilişkin bazı araştırmalar da mevcut. Bundan 20 yıl sonra ne göreceğimizi de bilmiyoruz. Bu da işin daha uzun vadeli kısmı. Biz hep kısa vadeyi konuşuyoruz. Ancak bir insan Kovid-19 geçirdikten 15-20 yıl sonra akciğerinin durumunun ne olacağını da bilmiyoruz” dedi.
Dilbaz konuşmasında, Kovid-19 salgın dönemini psikiyatrik rahatsızlıklar döneminin takip edeceği tespitine de yer verdi:
“Kovid-19’un ardından bir de psikiyatrik hastalıkların salgını olacak. İlk 1-2 ay insanlar kendilerini korumaya, kaygılarıyla baş etmeye çalışıyordu ancak altıncı aydan sonra yeni depresyon ve anksiyete hastaları ortaya çıkmaya başladı. Ortada büyük bir stres kaynağı var. Stresle olumsuz baş etme yöntemlerinden birisi şiddet davranışı bir diğeri ise alkol veya madde kullanımıdır. Görüştüğüm gençlerden birisi, Kovid-19 başladığından beri evden çıkmıyor ve salgın öncesi birkaç kez denediği esrarın dozunu giderek daha fazla artırarak her gün içmeye başlamış. Bu tehlikeli eğilim karşımıza artarak çıkabilir.”
Üsküdar Üniversitesi olarak Kovid-19 salgınının etkilerini ölçmek amacıyla dünya çapında gerçekleştirilen COH-FIT çalışmasının Türkiye ayağını yürütmekte olduklarını hatırlatan ve araştırmanın güncel ara sonuçlarını paylaşan Prof. Dr. Dilbaz “Şimdiye dek dünya genelinde 120 bin kişi araştırmaya katıldı. Biz de bunun Türkiye ayağını yürüttük. Peki ülkemize ilişkin ne bulduk? Araştırmaya katılan kadınların oranı yüzde 62’ydi. Katılımcılar arasında Kovid-19’un en çok görülen psikososyal etkileri, yalnızlık, öfkelilik ve fedakarlık oldu. Ergen grubunda yalnızlık hissi daha yaygın olarak görüldü. Ergenler öfkelilik konusunda da daha fazla artış gösterdi” diye anlattı.
Prof. Dr. Dilbaz, “Araştırmaya katılanlara bu süreçle nasıl baş ettiklerini sorduğumuzda aldığımız yanıtların başında egzersiz yapmak geldi. Bu olumlu ve önemli. Normalde Türk toplumunun hayatında çok fazla yeri olmayan egzersiz için bunun söylenmesi önemli. Egzersizi bireysel temas/etkileşim ve internet kullanımı takip etti. Anlamlı hobiler ve yeni bilgiler edinmek de listede üst sıralarda. Kedi-köpek sahiplenen sayısı arttı. Kadınlar ile erkekler arasındaki en temel fark, erkeklerin bu süreci daha çok yürüyüşle atmaya yönelmesi; kadınların ise doğrudan bireysel temasa öncelik vermesi oldu. Erkekler, bilgisayara oyunu ve cinsel aktiviteye yönelirken; kadınlar anlamlı hobiler edinme, sosyal medya kullanma, evcil hayvanla ilgilenme ve reçeteli ilaç kullanımına daha fazla ağırlık verdi. Orta yaş ve ergen gruplar daha çok bireysel temas ve etkileşimi seçti. Yaşlılar ise bu süreçle mücadelede en çok Kovid-19’la ilgili bilgi almayı en etkin mücadele yolu olarak gördü” yanıtı verdi.
Kaynak: SUPİTNİKNEWS