Sıradışı, büyük bir futbolcuydu, ama sadece "futbolcu" değildi.
Dünya kupalarında herkesin Brezilya'ya sempati duyduğu yıllarda, o, Arjantin'i sevdirdi dünyaya.
"Pele mi, Maradona mı?" sorusunun cevabı "Maradona" olmuşsa eğer, bu, onun sadece bir futbolcu olmaması nedeniyleydi.
O, geleceğini sokaklarda arayan milyonlarca çocuğun idolüydü. Çünkü kendisi de bir "sokak çocuğu"ydu.
İçkisi, kumarı, uyuşturucusuyla.
Zenginlik içinde yüzerken, yoksulları unutmamıştı; meşhurdu, ama meçhullerin yanındaydı. Kapitalizmin nimetlerinden yararlanıyor, ama kapitalizme meydan okuyordu.
Ağzında purosu, kolunda Che'nin, ayağında Fidel'in dövmesi vardı.
"Biz futbolcular, sürekli üzerimizde çok baskı olduğundan yakınırız. Baskı, ancak evlerine beş peso getirip çocuklarını geçindiremeyen insanların üzerinde olur. Binlerce dolar alıp, sahaya çıkıp oynuyoruz ve ağzımızı açınca stresten bahsediyoruz. Stres bu ülkede, sabahın altısında kalkanlar içindir" sözleri ile "Latin Amerika'nın Kesik Damarları"nda dolaşan isyan ve umut oldu.
Ve çok sevdiği Fidel'in ölüm yıldönümünde, 25 Kasım'da hayatını kaybetti...
"Nasıl bilirdiniz?" diye sorarsanız eğer: "iyi bilirdik, iyi!"