#340 Ekleme Tarihi 29/01/2014 10:04:59
İKİ GÜÇ ARASINDA UKRAYNA
Ukrayna ile Türkiye arasında ilginç bir benzerlik bulunuyor. Her iki ülke de Asya ile Avrupa arasındaki ana stratejik koridor üzerinde yer alıyor. Önemli su ve kara yolları üzerindeki bu konumlarından dolayı bu iki ülke, stratejistler ve yazarlar tarafından jeopolitik gelecekleri üzerinden değerlendirilirler...Sizlere SDE Uzmanı Zeynep Songülen İnanç'ın SD Dergi için kaleme aldığı 'İki Güç Arasında Ukrayna' başlıklı makalesini sunuyoruz.
Ukrayna ile Türkiye arasında ilginç bir benzerlik bulunuyor. Her iki ülke de Asya ile Avrupa arasındaki ana stratejik koridor üzerinde yer alıyor. Önemli su ve kara yolları üzerindeki bu konumlarından dolayı bu iki ülke, stratejistler ve yazarlar tarafından jeopolitik gelecekleri üzerinden değerlendirilirler. Samuel Huntington’un parçalanmış devletler tanımlamasında adı geçen bu iki ülkenin iki taraflı baskı altında oldukları düşünülür. Bu görüşü Spykman, Brzezinski, Mackinder, Mahan gibi başka teorisyenler de paylaşmaktadırlar. Bu nedenle Ukrayna, Rusya ile Avrupa arasındaki karşılıklı etkileşimin somut yansımalarını doğrudan hisseder. İki tarafa da hem yakın hem uzak olmak Ukrayna için bir zenginlik kaynağına işaret ederken bu durum aynı zamanda riskli ve gerilime açık ilişkilerin temelini oluşturur.
Avrasya, günümüzde ABD hariç AB, Rusya, Japonya ve Hindistan, Çin gibi büyük güçlerin yer aldıkları coğrafyaya karşılık geliyor. Bu özelliğinden dolayı bölge, geçmişten günümüze ilgi odağı olmuş ve olmaya devam ediyor. Çatışmaya ve rekabete dayalı ilişkilerin yoğunlaştığı bir coğrafya olarak Avrasya’daki istikrarsızlık, doğrudan küresel ölçekte etki doğuruyor. Ukrayna’ya doğudan bakıldığında Balkanların kapısı ve Avrupa’nın kilidi olarak görülüyor. Ukrayna’ya batıdan bakıldığında ise Kafkasya, Rusya ve Karadeniz havzası olmak üzere geniş coğrafyalara açılan bir çıkış noktası olarak nitelendiriliyor. Bu çerçevede Ukrayna, tarihte olduğu gibi günümüzde de güçler dengesi üzerinden uluslararası sistemdeki yerini belirliyor. Rusya, Ukrayna’ya doğudan baktığında Balkanlara ulaşma hedefiyle hareket ediyor. Bu sayede Rusya için doğu Avrupa üzerinden Baltık denizine kadar etki gösterme fırsatı ortaya çıkıyor. AB ise Ukrayna’ya batıdan baktığında Kafkasya’da ve Orta Asya’da enerji ve ticaret üzerinden siyasi hâkimiyet kurmayı amaçlıyor. Bu iki güç arasındaki rekabet, ekonomik ve sosyal bunalımla boğuşan ve zaten istikrarsız olan Ukrayna’yı daha fazla istikrarsızlığa sürüklüyor. Bu noktada Ukrayna’da yaşananlar uluslararası sistemdeki güç dengesi politikalarının, bir devletin istikrarındaki belirleyici rolünü göstermesi bakımından önem taşıyor.
AB’nin, 2004 genişleme dalgasının ardından devletlere tam üyelik perspektifi vererek doğuya doğru ilerleyebileceği geniş coğrafyaların kalmadığı anlaşıldı. Bunun üzerine AB, kısa ve orta vadede üyelik ile doğrudan bağ kurulamayacak ülkelerle işbirliğini geliştirmek için Avrupa Komşuluk Politikası, Doğu Ortaklığı Girişimi gibi çeşitli araçları harekete geçirdi. Bu sayede doğu sınırını istikrara kavuşturmayı ve bu sınırın ötesinde etkinlik göstermeyi amaçladı. Bu amaç halen AB’nin gündeminde yer alıyor ve AB bu amacı gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerde bulunuyor. Ukrayna’nın, AB’den uzaklaşarak Rusya ile yakınlaşması, AB’nin bu amacına ulaşmasını zorlaştıracak ve hatta imkânsız hale getirecek bir unsura işaret ediyor. Bu nedenle Ukrayna ile yürütülen serbest ticaret görüşmelerinden bütünüyle vazgeçilmiyor ve Ukrayna ile imzalanmak istenen Ortaklık Antlaşması ısrarla hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Rusya ise Deli Petro’dan beri öncelik alanını batı olarak belirlemiş. Bunun keyfi bir politika yöneliminden ziyade güç üzerinden etki alanı yaratılması çabalarının bir sonucu olduğu söylenebilir. Zira Rusya için batıda etkinlik göstermek, Çin’in, Japonya’nın ve Hindistan’ın bulunduğu ve dışarıdan ABD’nin müdahil olduğu doğuda etkinlik göstermekten daha kolay görünüyor. Doğuda Çin, Rusya, Japonya, Hindistan ve ABD arasındaki rekabet, aktörlerin ortak hareket edebilecekleri veya işbirliği yapabilecekleri fırsatları sınırlandırıyor. Rusya’nın bu coğrafyada tek başına hareket etme imkânı ve lüksü olduğu söylenemez. Oysa batıdaki etki alanının genişletilmesiyle Rusya’nın doğrudan nüfuz edebileceği coğrafyalar bulunuyor. 2008 yılında Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi, Rusya için etki alanının daraltılması ve sınırlandırılması anlamına geldi. Bu duruma Rusya fena halde üzülmüş ve kırılmış olmalı ki 2008 yılının ağustos ayında etki alanını tanımladığı coğrafyayı Gürcistan’a savaş ilan ederek gösterdi. Aynı şekilde Ukrayna’nın gazını bir kesip bir vererek veya bu tehdidi kullanarak Ukrayna’ya tarafını belirlemesi konusunda baskı yaptı. Ukrayna’nın bu ve benzeri Rus tehditlerinden çekindiği söylenebilir. Zira Ukrayna’da yapılan seçimlerin sonucunda Rus yanlısı Yanukoviç’in, Avrupa taraftarı Timoşenko’yu devirmesi ve Timoşenko’nun hapis cezasına çarptırılması, 2010 yılında Kırım-Akyar (Sivastopol)’daki Rusya Karadeniz Filosunun 2042 yılına kadar buradaki varlığının devam etmesi konusunda Medvedev ile Yanukoviç arasında imzalanan Harkov Antlaşması gibi örnekler, Ukrayna’nın 2008 yılından başlayan süreçte Rusya’ya yaklaştığını gösteriyor. Buna ek olarak Gürcistan savaşı ve sonrasında Kafkaslar’da yaşanan gelişmeler, Ermenistan’daki Rus askeri üssünün 2044 yılına kadar bölgede kalacak olması, Rusya, Kazakistan ve Belarus arasında gümrük birliği uygulanması ve bu alanın serbest ticaret antlaşmalarıyla genişletilmesine yönelik girişimler, Rusya’nın Belarus ile birleşme yönündeki faaliyetleri gibi unsurlar, Rusya’nın geniş Karadeniz bölgesindeki artan gücünü sergiliyor.
Rusya’nın bu hamleleri karşısında ABD, geniş Karadeniz havzasının NATO ve AB üyelik süreçleri aracılığıyla batı ile eklemlenemeyeceğini kabul etmiş gözüküyor. Bu doğrultuda geniş Karadeniz bölgesinin, AB ile Rusya arasında bölünmesindense bağımsız kalmasını destekliyor. Bu çerçevede 1990’lı yıllarda Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya’da sürdürülen çevreleme politikasının 2000’li yıllarla birlikte terk edildiği söylenebilir. Obama yönetimi ise ABD’nin bu bölgedeki varlığını, Rusya ile yapılan pazarlıklar sonucunda belirliyor. Bu noktada ABD’nin, Balkanlardaki devletlerin NATO’ya ve AB’ye üye olmaları konusunda koşulsuz ve kararlı biçimde baskı yapmasının söz konusu olmayacağı söylenebilir.
Ukrayna’da yaşanan krizin arka planına bakıldığında, Almanya ile Rusya arasındaki çekişme dikkat çekiyor. AB içerisindeki lider rolüyle Almanya, Ukrayna’da Rus etkisine ne ölçüde izin verileceğini belirleyen aktör olarak ortaya çıkıyor. Rusya, Ukrayna üzerinden Avrupa coğrafyasına nüfuz etmek istiyorsa bunu Almanya’nın rızası olmadan hayata geçirmesi mümkün görünmüyor. Bu itibarla Rusya ile Almanya arasındaki pazarlıklar, işbirliği girişimleri ve derecesi, Ukrayna’nın ve geniş anlamda Karadeniz bölgesinin geleceğinin belirlenmesinde önem taşıyor. Hâlihazırda Ukrayna konusunda Almanya ile Rusya arasında derin bir anlaşmazlık olduğu anlaşılıyor. Kuzey Akım boru hattının güzergâhında Ukrayna’nın yer almaması bu anlaşmazlığı gözler önüne sermişti. Almanya’ya, yakın dostu Fransa da koşulsuz destek veriyor. Ukrayna’nın siyasi, ekonomik ve sosyal sisteminin yeniden kurulmasında Avrupa söz sahibi olmak istiyor. Bunun karşısında Rusya da tarihi etki alanından vazgeçmeyeceğini ısrarla tekrar ediyor. Ukrayna’nın içerisinde bulunduğu istikrarsızlık ve kriz ortamında iki tarafın baskıları, Ukrayna’ya ne kadar yardım yapılacağı üzerinden tartışılıyor. Dışarıdan yapılan müdahaleler sonucunda Ukrayna içerisinde yaşanmakta olan istikrarsızlık ve kriz tırmandırılarak, ticaret ortaklarının tasarruflarına bağımlı hale getiriliyor.
Ukrayna’nın geleceği açısından optimum çözümün Rusya ile AB arasında dengeli ilişkiler kurulmasından geçtiği söylenebilir. Bununla birlikte taraflar arasındaki derin yarılmalardan dolayı bu çözüme ulaşılması mümkün görünmüyor. AB, Ukrayna için büyük bir ekonomik ve ticari pazara karşılık gelirken aynı zamanda siyasi ve kültürel anlamlarda bir çekim merkezine işaret ediyor. AB, her ne kadar derin bir krizden geçmekte olsa da Ukrayna’ya fazlasıyla destek vermeye hazır olduğunu ve bu bilek güreşinden vazgeçmeyeceğini ortaya koydu. Bu anlamda AB ile bütünleşmeye gidilmesinin, Ukrayna toplumunun geniş kesimlerini içereceği ve bu projeden kaynaklanacak faydaların halkın çoğunluğuna yayılacağı belirtilebilir. Rusya ise enerjiye ve silaha dayalı ekonomik ve sınai görüntüsüyle Ukrayna’nın çeşitlilik gösteren ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yapıya denk gelmiyor. Rusya ile bütünleşmenin ileri safhalara ulaşmasından, Ukrayna’da yaşayan Rus nüfusun memnuniyet duyacağı biliniyor. Rusya da geniş kesimlerce kabul edilmekten ziyade Rus topluluğunun taleplerine ve beklentilerine cevap vermeyi yeğliyor ve Ukrayna üzerindeki baskısını büyük ölçüde bu toplum üzerinden hissettiriyor. Rusya’nın bu yöndeki çabalarının cılız kaldığını söylemek ise mümkün değil. Zira seçimlerden Rus yanlısı iktidar galip çıktı.
Bu manzaraya bakıldığında Ukrayna, hem AB’den kopmayı göze alamıyor hem de Rusya’yla yakınlaşmaya cesaret edemiyor. Bir başka deyişle ne AB ile ne de Rusya ile birlikte hareket edilebilecek bir bağlamda yer alıyor. Ukrayna bunu bir güç kaynağı olarak kullanmayı denedi ancak gelinen noktada ne tarafa yüzünü dönerse dönsün istikrarsızlıkla karşı karşıya kalıyor. Bu istikrarsızlığın aşılmasında Rusya ile Almanya liderliğindeki AB arasında yapılacak pazarlıklar önemli rol oynuyor. Bu pazarlıklarda -şimdilik bu tür bir çabadan söz edilemese de- AB ile Rusya’nın yakınlaşabilecekleri ve anlaşabilecekleri alanların ön plana çıkarılması önem taşıyor. Belirli konu-alanlar üzerinden ilerleyecek pazarlıkların güç mücadelesini hafifleteceği ve uzun vadede sisteme belirli ölçüde istikrar ve düzen getireceği ileri sürülebilir.
Zeynep Songülen İnanç
SDE Uzmanı
Dünyadan
Diğer Haberler