Siyaset bilimci Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, Rusya-Ukrayna savaşı ve Türkiye’ye etkilerini Ahval’de kaleme aldığı bir yazıyla değerlendirdi. Mümtaz’er Türköne’nin ‘Putinizm öldü: Türkiye’nin hissesine neler düşecek?’ başlıklı yazısı şöyle:
Rusya imkânsızın, yani 1917 öncesi imparatorluk statükosunun peşine düştü. Çağın gerçeklerine ve tarihin akışına aykırı bu iddiayı Ukrayna’da bir işgal teşebbüsüne ve uluslararası dengeleri değiştiren sıcak bir savaşa dönüştüren asli faktörü modası geçmiş imparatorluk tarzı diktatörlüklerin doğasında aramak lazım.
İmparatorluklar genişlemek zorundadır, imparatorluğu ihya eden diktatör bu kurala mecburen uyar, yoksa varlık sebepleri anlam bunalımı içinde ortadan kalkar.
Demokratik hiçbir yönetimin cesaret edemeyeceği şekilde, Putin de, Kuveyt’i işgal eden Saddam gibi çaresiz, uzatılan yeme atlamak zorundaydı. Şimdi balıkçıların “çarpan” dedikleri üçlü olta, boğazına değil ta midesine oturmuş durumda. Rusya geri dönüşü olmayan bir batağa saplandı: Savaşın gidişatı “onurlu geri çekilme” manevrasına da imkân bırakmıyor.
Türkiye’nin kaybı Rusya ile ABD arasına yerleştirdiği tahterevallinin devrilmesi ve kendini sabitlediği denge noktasının yok olmasından ibaret değil. Bildiğimiz her şey, hatta bilmediklerimiz de değişecek.
AB ile yoğunlaşan trafik, ABD ile mesafenin açılması, İsrail ile hızlı yakınlaşma doğrudan Rusya’nın işgale karar vermesi ile ortaya çıkan erken işaretlerdi. Daha fazlası, çok daha fazlası olacak:
Türkiye’nin demokrasi ve hukuk düzeni mecburen iyileşecek, Putinizm kof çıkmış bir heves olarak bütün bileşenleri ile birlikte iflasını ilan edecek, Kürt sorunu yıpratıcı bir evreye girecek, ekonomik kriz derinleşecek, iç ve dış güvenlik kaygıları artacak, belirsizliğe ve istikrarsızlığa hazır olmalıyız.
Felaket tellallığı yapmıyorum. Sıraladığım çıkarsamaları, bu tür gelişmelerde dikkatle müracaat edilmesi gereken laboratuvara, yani tarihte yaşanmış tecrübeye dayanarak öne sürüyorum.
1853 ile 1856 arasında tam iki buçuk sene süren Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Sardunya ile birlikte Rusya’ya karşı savaştı. Rusya’nın mağlup olduğu bu savaşın, Kırım’ın çok uzağında gerçekleşen sonuçlarını sıraladığım zaman tarihi tecrübenin zenginliği konusunda bana hak vereceksiniz.
Doğrudan bu savaşın bire bir sonuçlarını, bu savaş olmadığı takdirde olması mümkün olmayacak veya çok gecikecek vak’aları sıralıyorum: En önemlisi, İngiltere’nin Fransa karşısında üstünlüğü yakalaması ve koca Hindistan’ın 1857’de sömürge haline gelmesi, ikincisi milli birliğini sağlayarak İtalya devletinin doğması. Sardunya (Piemonte devleti) Kırım Savaşı’nda İtalya’nın nüvesi olarak Osmanlı devletinin yanında savaşmış ve Avrupa diplomasisine bu şekilde dahil olmuştu.
Batı yönünün kapandığını gören Rusya’nın 1860’lardan itibaren Orta Asya’yı işgali bir başka önemli gelişme. Süveyş kanalının inşası da öyle. Hemşirelik mesleğinin başlangıcı, savaş muhabirliğinin icadı ve Lev Tolstoy’un Sivastopol savaşı üzerine yazdığı daha ilk hikâyesi ile edebiyat dünyasına ihtişamlı bir giriş yapması.
Osmanlı Devleti’nin hissesine düşenler ise daha fazla: 1856 Paris anlaşmasında zikredildiği üzere esaslı bir temel haklar belgesi olarak Islahat Fermanı’nın ilan edilmesi ilk sırada yer alıyor. Bu fermanla Osmanlı devleti Batılı devletlerden bile çok önce dinî eşitlik prensibini, yani laikliği benimsemiş oldu.
Avrupa’dan ilk istikraz ve 20. yılın sonunda, 1874’de aldığımız borçların faizini bile ödeyemez hale gelip iflas etmemiz ve Düyun-ı Umumiye belası ile ekonomik bağımsızlığımızı kaybetmemiz Kırım Savaşı’nın tetiklediği bir faciadır. Bu yolla tarihimizin en büyük felaketi olan 93 Harbi’ne sürüklendik. Dış politikamıza İngiltere ve Fransa’nın koyduğu ipotekle koca devletin bileşenlerine ayrılması “hasta adam”ın kaderi oldu. Belki bir de Namık Kemâl’in konusu Kırım Savaşı’nda geçen “Vatan yahut Silistre” piyesini listeye ekleyebiliriz.
Demem o ki, bugünkü savaş Ukrayna’da değil, asli olarak Çin ile Amerika arasında, tali olarak AB ile Amerika arasında geçiyor. Bretton Woods Düzeni, Rusya’nın midesine saplanan olta ile kendini yeniliyor. Petrol fiyatlarının yükselmesi ve Avrupa’nın Rus doğal gazı ve petrolüne ambargoya ABD’nin baskısına rağmen direnmesi, inanın insanlık adına Mariupol’un yanıp yıkılmasından daha belirleyici.
ABD Avrupa’yı, Rus saldırganlığı ile enterne ediyor, Çin’in de yüzde yüz bağımlı olduğu petrol üzerinden rekabet gücünü aşağıya çekiyor. Çin bu krizden en çok etkilenecek pasif aktör. Asıl ABD ile AB arasındaki ayrışmayı, özellikle ekonomik göstergeleri dikkatle takip etmek gerekiyor.
Rusya’nın uzun süreliğine oyundan düşmesi “Türkiye’nin stratejik önemi” efsanesini sona erdirmiş olmalı. Avrasyacılığın kağıt üzerinde bile bir karşılığı kalmadı.
Suriye’ye bakarak soruya cevap verin: Türkiye’nin istikrarı ABD’nin bölgesel çıkarlarına ne kadar uygun düşer? Doğru cevaptan çıkartılacak tonlarca somut sonuç var. Çin’den ve Rusya’dan ithalat yapıp AB’ye ihraç eden Türkiye’nin ruble ve yuan temin etmesi imkansız olduğuna göre, rezerv para sisteminin dışına çıkma ihtimali de yok. Türkiye AB’ye her zamankinden çok mecbur ve mahkum görünüyor.
Öyleyse demokrasi ve hukukun üstünlüğü meselesi Türkiye için bir güvenlik ve ekonomik istikrar çıtasına dönüşmüş durumda.
Türkiye diplomatik olarak direniyor, S-400’lerin Ukrayna’ya verilmesi senaryosuna (ABD’nin bir yoklaması olmalı) verilen cevap diplomatların bütün çıplaklığı ile durumun farkında olduğunu gösteriyor.
Ukrayna Savaşı ABD hegemonyasının yeniden yükselişi ile sonuçlanacak. AB bile bu duruma direnemezken Türkiye’nin hareket alanı hiç kalmamış gibi görünüyor. Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Azerbaycan’da Batı’ya direnen Türkiye’nin arkasında, denge unsuru olarak artık Rusya yok ve bu coğrafyada tek kişilik oyun sahnelemek çok zor.
Putinizm öldü: Sadece bir iktidar tekniği ve ideolojisi olarak değil, dünya güç dengelerine etki eden bir aktör olarak da ömrünü tamamladı.
Bu değişimi idrak edebilmek bile fırtınayı kazasız belasız atlatabilmek için çok önemli.
Kaynak: HaberRus