Yelda Ongun Mehmet Fatih Ceylan
Ukrayna Savaşı Güney Kafkasya’yı nasıl etkileyecek? Savaşın Türkiye–Ermenistan normalleşmesine yansıması olacak mı? Karabağ Savaşı sonrası yapılan anlaşma için Rusya teşvik edici olmaya devam eder mi? Prof. Dr. Yelda Ongun ve Emekli Büyükelçi Fatih Ceylan yazdı.
Rusya’nın, uluslararası hukuk kural ve normlarına meydan okuyan revizyonist ve saldırgan tutumunun ayak sesleri 2000’li yılların başında iktidara gelen Putin’le birlikte duyulmaya başlandı. SSCB’nin dağılmasını ’20. yüzyılın felaketi’ olarak niteleyen Putin, iktidarını pekiştirdikten sonra Rusya’nın nüfuzunu ‘yakın çevrede’ ve hatta ötesinde hissettirmeye koyuldu.
Rusya’nın dondurduğu ihtilaflar
Küresel gündemi sarsan ilk işaret fişeği 2008 yılında Rusya-Gürcistan Savaşı’yla atıldı. Abhazya ve Güney Osetya’nın Gürcistan’dan ayrılmaları ve ‘bağımsızlıklarının’ Rusya tarafından tanınmasıyla sonuçlandı. Güney Kafkasya’da 21. yüzyılın ilk çeyreğinde nur topu gibi bir donmuş ihtilafın temeli böylece çatıldı.
Bölgenin diğer donmuş sorunlarından birini de Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan, yaklaşık yirmiyedi yıl süren Karabağ ihtilafı oluşturdu. Arka planı, Azerbaycan’ın ikiye bölündüğü ve kuzeyinin Rus Çarlığı’nın kontrolüne girdiği 1828 Türkmençay Anlaşması’nın ardından bölgeye Ermeni nüfusun iskan edilmesine kadar giden bu sorun, 1994’te Ermenistan’ın sadece Karabağ’ı değil, çevresindeki yedi rayonu da (Ağdam, Fuzuli, Kubadlı, Kelbecer, Laçin, Cebrayil ve Zengilan) işgal etmesiyle alevlendi.
2020 sonbahar aylarında yaşanan ve “44 Gün Savaşı” olarak tanımlanan İkinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan kısa sürede işgal altındaki topraklarının büyük bölümünü geri aldı. Azerbaycan’ın zaferinin arkasında yatan etkenlerden biri, Ermenistan Devlet Başkanı Nikol Paşinyan’ın izlediği Batı yanlısı politikaya karşılık Rusya’nın sorunun Azerbaycan lehine çözülmesi için yeşil ışık yakmış olmasıdır.
Yeni bir sıcak ihtilaf
2014 Mart’ında Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakıyla başlayıp, Ukrayna’nın Donbas bölgesine de uzanan istikrarsızlık, dünyayı yeniden ve daha derinden sarstı. Güney Kafkasya’yı da etkileyen, sonuçları itibariyle küresel güvenliği sınayan uzun soluklu bir ihtilaf uluslararası gündeme oturdu.
2015 Eylül ayında Rusya bu kez Suriye’deki askerî varlığını arttırarak bir yandan Doğu Akdeniz’e kuvvet yansıttı, diğer yandan da Ortadoğu kuşağından Güney Kafkasya’ya kadar olan geniş bölgede gücünü pekiştirdi.
Hatırlanacağı gibi, 2015 Eylül’ünde Suriye’nin davetiyle Rusya Suriye’deki krize askerî müdahalede bulunmuştu. Rusya’nın Suriye’deki varlığı, Putin’in 2007’de tek kutuplu küresel düzene meydan okuyuşu ile başlayan, 2008 Gürcistan Savaşı’nda bu söylemini sahaya yansıtan, bilahare Ukrayna ve Kırım’da askerî güç kullanmaya dayalı politikalarının devamı olarak görülebilir. 2015 Eylül ayı sonundan başlayarak Suriye’de hava operasyonları başlatan Rusya, 2017’de Suriye’deki Tartus ve Hmeymim üslerini 49+25 yıl süre ile kullanmasını öngören anlaşma imzalayarak bölgedeki varlığını takviye etti.
2021 yılında yeniden tırmanan Ukrayna merkezli kriz, 24 Şubat 2022’de, Rus askerî birliklerinin birkaç cepheden Ukrayna topraklarını işgale başlamasıyla tüm dünyanın odak noktası oldu.
Rusya’nın bu güç yansıtabilmesinin arkasında şüphesiz ABD’nin izlediği tutum da etkili oldu. ABD, 2014 sonrası dönemde Rusya’yı ana tehdit kaynaklarından biri olarak belirlemekle birlikte, asıl gücünü büyük ölçüde Hint-Pasifik bölgesine, kısacası Çin’i dengelemeye çevirdi. Ortadoğu-Kuzey Afrika kuşağındaki, Orta Asya ve Güney Kafkasya’daki sınamaları pratikte Avrupalı müttefiklerinin kucağına bıraktı. ABD’nin bu pozisyonuna bağlı olarak ortaya çıkan boşluktan yararlanacak aktörlerin başında Rusya ve Çin geliyordu.
2021 yılına gelene kadar transatlantik ilişkilerde boy gösteren çatlaklardan Rusya da Çin de yararlandı. Rusya bunu kaba güçle yaptı; Çin ise ekonomik nüfuzunu yaymakla mesafe aldı.
2008’deki Rusya-Gürcistan Savaşı’ndan itibaren küresel güvenlik ortamında zamanla meydana gelen tüm bu dönüşümler, 2020 Sonbaharında 1990’lı yıllardan beri Güney Kafkasya’da donmuş bir ihtilafın sıcak çatışmayla sonuçlanmasına yol açtı. Özellikle doğal gaz ve petrol gelirleri artan Azerbaycan, silahlı kuvvetlerinin kapasite ve yeteneklerini geliştirdi. Türkiye’nin de desteğiyle ordusunu yeniden yapılandırdı, eğitti ve hazırlık düzeyini yükseltti.2014 sonrası küresel dengelerde ortaya çıkan kırılmaları ve dengeleri iyi okudu, Karabağ’a müdahale etmek için gerekli zemini hazırladı ve Ermenistan’ın 2020 Sonbaharında Karabağ’da başlattığı saldırıyı vesile bilip, kendi toprağı olan Karabağ’ın büyük bölümünde egemenliğini kurmayı bildi.
Rusya’nın Karabağ kazanımları
Karabağ Savaşı, Rusya açısından iki temel kazanıma meydan verdi. Birinci kazanım, Ermenistan Cumhurbaşkanı Paşinyan’ın, Rusya’nın çizdiği sınırı aşacak ölçüde Batı dünyasıyla geliştirmeye çalıştığı açılıma gem vurmasıydı. Ermenistan ekonomisinin yükünü üstlenmiş, askerî mevcudiyetiyle Ermenistan’a güvenlik şemsiyesi oluşturan Rusya’nın kendi ‘nüfuz alanı’ olarak gördüğü bir ülkenin çok yönlü ilişkiler ağına yönelmesi ve kendi tespit ettiği eksenden uzaklaşması Rus çıkarlarına uygun görülmedi. Ermenistan’ın ‘cezalandırılması’ karşılığında Azerbaycan’la önceden neyin karşılığında nasıl bir mutabakata vardığı ise henüz gün ışığına çıkmış değil.
İkinci kazanım ise, çatışma sonrası varılan ateşkes mutabakatı temelinde Rusya’nın Karabağ topraklarına kendi barış koruma kuvvetlerini konuşlandırmasıydı. Dolayısıyla, Rusya Güney Kafkasya’da daha önce asker konuşlandırmadığı bir alana nüfuz etmiş oldu. Rus barış koruma kuvvetlerinin bir bölgeye girmesi pratikte Rusya’nın o bölgede nüfuz yayma ve başka ülkelere karşı caydırıcılık oluşturmasının anahtarı niteliğindeydi.
Türkiye ve Rusya arasındaki rekabete dayalı işbirliği
Karabağ Savaşı Türkiye’nin de önemli bir aktör olarak Güney Kafkasya meselelerinde hem bölge çapında hem bölge ötesinde daha kuvvetli bir varlık göstermesini sağladı. Diğer yandan, çatışma ertesi ortaya çıkan kırılgan ortam, Güney Kafkasya ve ötesindeki Türk dünyasıyla daha geniş ölçekli ilişkiler geliştirmeye dönük arayışta Türkiye ile Rusya arasındaki ‘rekabete dayalı işbirliğinin’ Suriye ötesinde de (örneğin Libya) su yüzüne çıkmasına sahada vesile oluşturdu. Burada, geçmişteki süreci anahatlarıyla hatırlamak gerekir: 1990’lı yıllardan itibaren Rusya–Türkiye arasında gelişen ilişkiler, 2015 Kasım’ında Rus uçağının düşürülmesi kriziyle iki ülke arasında patlak veren gerilim, 15 Temmuz sonrası ivme kazanan yakınlaşma gibi dönüm noktalarını kapsayan, son otuz yıla uzanan bir bilanço.
Bu kendine özgü ilişki bütününde Rusya’nın Türkiye’yi kuzeyden (Kırım ve çevresi, Abhazya), doğudan (Ermenistan ve Karabağ) ve güneyden (Suriye) sarmaladığına tanık olundu.
Çin’in ise Kuşak-Yol projesi kapsamında, doğu ucunda Pekin’den başlayıp Kazakistan ve Türkmenistan üzerinden Azerbaycan, Türkiye vasıtasıyla Avrupa’ya uzanan Orta Koridor (demiryolu) aracılığıyla Batı yönünde alternatif bir erişim imkanı sağlamaya yöneldiği görüldü. Orta Koridor’un batı ucunu Londra’nın oluşturduğu dikkate alındığında, Çin’in Batı pazarlarındaki ölçeği genişletme ve ekonomik gücünü önemli bir alternatif güzergah olan Orta Koridor’dan da yararlanarak daha geniş bir coğrafyaya yayma arayışı ivme kazandı.
Azerbaycan’ın zaferi ertesinde ateşkesi sağlamak ve olası bir barış anlaşmasının zeminini oluşturmak üzere Rusya, Türkiye ve AB üçlüsünün çeşitli girişimlerde bulunduğu bir döneme girildi. Peşi sıra gelen 10 Ocak 2021 tarihli Rusya-Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Moskova Bildirisi, 15 Haziran 2021 tarihinde Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalanan Şuşa Beyannamesi, 26 Kasım 2021’de Soçi’de düzenlenen yine üçlü toplantı ile 14 Aralık 2021’de Brüksel’de AB Doğu Ortaklığı Zirvesi vesilesiyle yapılan üçlü toplantı (Aliyev, Paşinyan ve AB Konsey Başkanı Michel) yılın dikkat çeken gelişmeleri olarak kayıtlara geçti.
Moskova Bildirisi ile Şuşa Beyannamesi’nin en dikkat çeken yönü, Güney Kafkasya’nın önemli bir bölümünde tüm ulaşım yollarının açılmasına dönük ortak iradenin ortaya konması oldu. Bu tablo Türkiye’ye, Nahçıvan üzerinden Zengezur hattı yoluyla Azerbaycan’la güneyden de doğrudan bağlantı kurması için bir fırsat oluşturdu. Ermenistan’ın İran sınırına yakın bir yerden geçen ve işler hale gelmesiyle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne kesintisiz karasal ulaşım sağlayacak olan “Zengezur Koridoru”, kuzey hattında faaliyete geçmiş Kars-Tiflis-Bakü bağlantısına ilaveten güneyden de ek bir hat imkanı sunmaya aday.
Zengezur ve önemi
Güneydeki bu hattın Nahçıvan’ı da kapsaması, dolayısıyla Nahçıvan ile Azerbaycan arasında doğrudan ulaşım koridoru tesis edecek olması elbette bölgesel denklemde önemli bir dönüm noktası oluşturacak. Batı istikametinde olan ulaşım koridorlarını çeşitlendirip, Kuşak-Yol projesini takviye etme arayışında olan Çin’in bölgesel-küresel ölçekli çıkarlarıyla da örtüşecek bir tablo ortaya çıkaracak.
Zengezur hattı vasıtasıyla bölgesel çaptaki ekonomik-ticari ilişkilerin ölçeğini daha da genişletmek mümkün olacak. Bu bağlamda Türkiye’nin karşısına çıkacak sınama, Zengezur hattını Laçin koridorunda konuşlu Rus barışı koruma birliklerinin kontrol altında tutacak olması.
Zengezur hattının hayata geçmesi şüphesiz İran ve Gürcistan’ın da ekonomik-ticari ilişkilerine doğrudan etkide bulunacak bir gelişme olacak. Bu noktadan hareket edildiğinde İran’ın, Ermenistan üzerinden Rusya’ya uzanan kuzey-güney eksenini kendisi için daha avantajlı görmesi olası. İran’ın, Zengezur ile açılacak olan doğu-batı hattını güçlendirecek ilave bir koridora olumlu bakmayacağı öne sürülebilir. Orta Koridor’u, diğer bir anlatımla, doğu-batı eksenini besleyecek alternatif güzergâhların ekonomik ölçeği bu hat üzerine odaklaması halinde İran’ın karşılaşabileceği ekonomik kayıplar bu ülkenin yaklaşımını olumsuz yönde farklı bir yöne sevkedebilir.
Daha başka nedenlerle olsa da Gürcistan açısından da Zengezur hattının cazip olacağını iddia etmek güçtür. Çünkü Tiflis’in, bu hattı Kars-Tiflis-Bakü demiryolu hattına bir ölçüde rakip oluşturacak bir güzergah olarak addetmesi mümkündür.
Ukrayna Savaşı’nın Orta Asya’ya yansımaları
Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Rusya’nın ortaya bir kez daha koyduğu meydan okuyucu tutumun Güney Kafkasya ve Orta Asya yönetimlerini Rusya’yla olan ilişkilerinde daha da temkinli, belki de mesafeli olmaya iteceği söylenebilir. Bu yönetimlerin Ukrayna’daki savaşla başlayan demokratik ülkeler ile otokratik/oligarşik yönetimler arasındaki kızışan rekabetten bir ölçüde paylarını alacağı öne sürülebilir. Mevcut yapıları itibariyle bu kuşaktaki ülkelerin Rusya-Çin ekseninde kendilerini daha rahat hissetmeleri mümkündür.
Ukrayna’daki gerilimin çatışmaya dönüşmesinin hemen arefesinde Aliyev’in Moskova’ya gidip, Putin’le ‘Müttefiklik Faaliyetleri Hakkında Beyanname’ imzalaması dikkat çekti. Bu beyannamenin, 2020 yılındaki 44 gün savaşında Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ın ‘elinin serbest kalmasının’ bir bedelini oluşturup oluşturmadığını zaman gösterecek.
Sözkonusu beyannamenin üzerinden bir ay geçtikten sonra Moskova, Azerbaycan birliklerini Rusya barışı koruma birliklerinin kontrolündeki bölgeye girerek ateşkes anlaşmasını ihlal etmekle itham edince, bu ‘suçlamanın’ Azerbaycan’da infiale yol açtığı da dikkatlerden kaçmadı. Bu durum herhalde Rusya’yla kurulan müttefikliğin ruhuyla uyumlu bulundu! Putin yönetiminin kendi ‘yakın çevresi’ne (kendisi için belirlediği nüfuz alanlarına) nasıl yaklaştığını teyid eden yeni bir örnek oluşturdu. Yeri geldiğinde, örneğin Zengezur hattında kontrolü elden bırakmamak için başkalarının heveslerini kursaklarında bırakmaya yöneleceği mesajını yeniden ve kuvvetle verdi.
Elbette Rusya’nın bu agresif tutumları Türkiye’nin bölgeye dönük ulusal çıkarlarını geliştirmesine engel oluşturmamalı. Türkiye gerektiğinde başka güç odaklarını da, ekonomik-ticari çıkarlarını gözetmek suretiyle diplomatik yollardan ilerletmenin çarelerini bulmalı.
Ankara-Erivan ilişkilerinde normalleşme arayışı
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesine yönelik girişimler, bölgesel denklemde başvurulacak yöntemlerden biri.
Ukrayna’da sürdürdüğü savaşa rağmen Rusya 2020 Sonbaharından bugüne bizzat kendisinin ortaya attığı Güney Kafkasya’daki tüm ulaşım koridorlarının açılması tasarısı aleyhine bir tutum sergilemedi.
Rusya-Ukrayna Savaşı ertesinde bu alanda nasıl bir yaklaşım izleyeceğini kestirmek kolay değil. Diğer yandan, ekonomisi daha şimdiden ciddi ölçülerde zarar gördü. Rus ekonomisinin savaş ertesi dönemde daha da daralması sürpriz olmayacak. Böylesi bir konjonktürde Rusya, yanıbaşındaki bir alanda (Güney Kafkasya) kendisinin de askerî varlığıyla birlikte içinde yer aldığı bölgedeki ekonomik ölçeğin genişlemesine ve bunun ana paydaşlarından biri olmaya yönelebilir. Ölçek genişletmekte Türkiye’yi vazgeçilemez bir aktör olarak kabul etmesi beklenebilir. Bu yönde bir kabul elbette Türkiye-Rusya ilişkilerinin izleyeceği çizgiden etkilenmeye adaydır. Bu açıdan bakıldığında Rusya’nın kısa dönemde radikal bir tutum değişikliğine gitmesi beklenemez.
Türkiye’nin Rusya’nın hâlihazırdaki davranış örgüsüne bakarak, bölgedeki hassas dengeleri de hesaba katıp, Orta Koridor’a zenginlik katacak Zengezur hattının açılması yönündeki çaba ve girişimlerden geride durma lüksü yoktur. Bu konuda Çin’le ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle temasların arttırılmasında da fayda görülebilir. Buna paralel olarak, uygun zemini önceden hazırlamak kaydıyla, G7 ve AB’nin ekonomik-finansal gücü ve sunabileceği imkânları da devreye almak amacıyla girişimlerde bulunmalıdır. Türkiye-Nahçıvan-Zengezur-Bakü hattının tesis olunması Türkiye için bir tercih değil, zorunluluktur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 11 Nisan 2022’de yayımlanmıştır.
Kaynak: fikirturu.com