Türkiye’nin politik bir mit haline getirdiği “Masada olmak için sahada olmalıyız” prensibi Suriye’deki kısmi başarısına karşın Libya ve Kafkasya’da yürümüyor.
Suriye’de parolanın “sahada olma” bölümüne uygun adımlar Türkiye’yi en azından Astana platformu çerçevesinde masaya taşısa da saha ve masa arasındaki ilişki her zaman doğru orantılı olmadı.
Bilek bükme siyaseti Türkiye’yi çatışmalarda taraf haline getirdiği için çözüm süreçlerinden dışlanıyor. Bunu Libya’da çatışma sonrası diyalog sürecinde ve Kafkasya’da 27 Eylül’den beri Ermenistan ile Azerbaycan arasında yaşanan savaşı durdurmaya yönelik çabalarda da görüyoruz.
10 Ekim’de Moskova’da Ermenistan ve Azerbaycan dışişleri bakanlarının Rusya lideri Vladimir Putin’in arabuluculuğunda yaptığı 11 saatlik görüşmeden çıkan dört maddelik ateşkes bildirisiyle Türkiye’nin arabuluculuk rolüne set çekildi.
Bildirinin “Taraflar Minsk Üçlüsü başkanlığında masaya oturacak” ve “Müzakere formatı değişmeyecek” diyen 3 ve 4’ncü maddeleri açıkça Türkiye’yi masanın dışında tutuyor.
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in bildirideki koşulları onayladıktan sonra “Türkiye’nin çözüm sürecinin parçası olması gerektiği” yönündeki çağrısı da Erivan ve Moskova tarafından reddedildi.
Ankara işgal altındaki toprakların Azerbaycan’a iade edilmesine yönelik kararlı tavrı ve Minsk Grubu’nun işlevselliğini sorgulayan söylemine karşın iki asırdır Rus nüfuz alanında bulunan Kafkasya’daki sınırlarının farkında. O yüzden Kafkasya’da denkleme girmek isterken arzularını Minsk sürecinde kayda değer bir rol almakla sınırlamak durumunda.
Sahadaki varlığın istenilen sonucu vermediğini gösteren benzer bir süreç Libya’da görülüyor. Libya’da BM himayesinde yürütülen temaslara Mısır’ın ev sahipliği yapması Türkiye’nin net olarak dışlanması anlamına geliyor.
Doğu Akdeniz’de enerji ve deniz yetki alanları konusunda yaşanan gerilimlerde ise esasen güç gösterisine gerek olmadan Türkiye’yi masaya taşıyacak imkân ve yollar mevcuttu.
Neticede Ankara kriz alanlarında oyun bozuculuğunu ispat ederken bir türlü “oyun kurucu” olamıyor. Bunun için gerekli stratejik yaklaşımlar geliştiremiyor.
Güç kullanımıyla ilgili oluşan algı da önemli. Hükümet sıklıkla arkasını getiremediği tehditlerde bulunuyor. Bu tehditler artık pazarlığa yönelik birer şantaj-blöf ya da milliyetçi kışkırtmayla beslenen iç siyaseti döndürmeye yönelik hamleler olarak görülüyor.
Ayrıca Türkiye desteklediği aktörlerin mutlak surette kendi rotasından çıkmayacağını zannederek hesap hatası yapıyor.
Kavgacı dış siyaset uluslararası alanda Türkiye’yi yalnızlaştırıyor. Haklı olduğu davalarda bile Ankara müttefiklerinden destek bulamıyor.
Suriyeli milislerin dış müdahale aracına dönüştürülmesi Türkiye’nin aleyhine işliyor.
Kaynak ve yazının tamamı: AL MONİTOR
Read more: https://www.al-monitor.com/.../turkey-russia-nagorno...