Ukrayna Savaşı’nda “yalanın” sahadaki en etkili silah ve mühimmattan biri olarak işlev gördüğü, Amerikan yayın kuruluşu NBC News tarafından da teyit edildi.
Rusya’nın Ukrayna işgali akabinde Washington’un Moskova’ya yönelik olarak yürürlüğe koyduğu enformasyon savaşını yalanlarla bezediği, ülkenin önde gelen medya kuruluşlarından NBC News’un 8 Nisan Cuma günü yayına verilen haberinde teyit edildi.
NBC News muhabirlerinin konuya ilişkin görüşlerine başvurduğu bazı Beyaz Saray yetkilileri, ABD’nin yürüttüğü enformasyon savaşının “geçmişten farklı olarak, sağlam istihbarata dayanmak zorunda olmadığını” ve “eldeki istihbaratın doğruluğuna çok itimat etmediklerinde bile bir silah olarak kullandıklarını” kabul ettiler.
Habere bakılırsa, Amerikalılar, Rusya’ya karşı bu mücadelelerinde dezenformasyon silahına ihtiyaç duyma gerekçelerini, “Rusların hamlelerini boşa çıkartacak şekilde onlar bir şey yapmadan bir adım önde olmak” şeklinde ortaya koyuyor.
Denilenlere göre, Beyaz Saray elinin altındaki farklı kaynaklardan kendilerine akan ve çok da sağlam olmayan bilgilerin üzerindeki gizlilik tasnifini istihbarat kaynaklarını riske atmadan kaldırarak hızla enformasyon savaşının bir parçası kılıyor. Amerikan yönetiminin bu çabaya eskisinden daha fazla insan kaynağı ayırmak zorunda kaldığı da yayın kuruluşunun aktardığı bilgiler arasında.
YALANLA KAZANILAN BAŞARI
NBC News haberine bakılırsa, gözlemciler, riskler içerse de geçmiş pratiklerden bir kopuşa işaret ettiğini belirttikleri bu dezenformasyon stratejisini başarılı buluyor.
Velhasıl, Amerikalılar da teyit ettiğine göre, Ukrayna Savaşı’nda “yalanın” sahadaki silah ve mühimmatın en etkili bileşenlerinden biri olarak işlev gördüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz, sanıyorum.
Savaş, zaten olgusal hakikate ulaşabilmenin en zor olduğu durumların başında geliyor. Bunu, öyle çok uzun boylu deşmeden, Donetsk’teki savaşın 24 Şubat’ta başladığına inananların ezici çoğunluğu oluşturmasından da anlayabiliriz.
Her durumda gelinen noktanın çok da şaşırtıcı bir yanı yok. Aslında bizler, savaşların olgusal hakikatin temayüzü konusundaki kötü sicilini Vietnam Savaşı’na dair ABD halkına söylenmiş yalanları açığa kavuşturan “Pentagon Belgeleri”nden (1971) bu yana gayet iyi biliyoruz. Bu anlamda NBC News’un 8 Nisan tarihli haberi, bir tür ifşa olmamış (yeni) Pentagon Belgeleri gibi! Hatırlayalım, neydi 50 yılı aşkın bir mazisi olan bu “Pentagon Belgeleri!”
PENTAGON BELGELERİ
Halk arasında Pentagon Belgeleri dense de, temelini “ABD Savunma Bakanlığı Ofisinin Vietnam Görev Gücü Raporu” (Report of the Office of the Secretary of Defense Vietnam Task Force) başlığını taşıyan gizli dokümanların oluşturduğu 47 ciltlik belgelerdi bunlar.
Belgeler, Washington’un Vietnam’daki siyasi-askeri müdahalesine dair Amerikan halkına savaşla ilgili olarak sürekli yalan söylediğini gösteriyordu. 1971 yılında RAND Corporation’da çalışmakta olan Daniel Ellsberg isimli 40 yaşındaki bir araştırmacı tarafından basına sızdırılmış ve belgeleri inceleyerek “yayınlama kararı” alan New York Times gazetesince 13 Haziran 1971 tarihli nüshadan başlayarak kamuoyunun dikkatine sunulmuştu.
Hakikatin ortaya çıkmasına aracılık etmiş olan Ellsberg, New York Times’a sızdırdığı belgelerden ötürü “espiyonaj faaliyetleri” kapsamında 115 yıl hapis cezası ile de yargılanmıştı.
Bu “skandal”dan çeyrek yüzyıl sonra yine New York Times gazetesinde kaleme alınan bir başka yazıdan da Başkan Lyndon Baines Johnson’ın Vietnam Savaşı ile ilgili olarak sadece kamuoyuna değil Kongre’ye de sistematik olarak yalan söylediğini öğrenecektik.
“Totalitarizmin Kaynakları” ve “Kötülüğün Sıradanlığı isimli çalışmalarıyla yakından bildiğimiz Amerikalı siyaset bilimci ve düşünür Hannah Arendt (1906-1975), söz konusu Pentagon Belgeleri’nden hareketle kaleme aldığı ve 18 Kasım 1971 tarihinde “The New York Review of Books” dergisinde yayımlanan, “Lying in Politics: Reflections on The Pentagon Papers” başlıklı makalesinde, savaşlarda olgusal hakikate ulaşmamızın imkânsız derecedeki zorluğuna işaret eder.
Arendt’e göre, savaşa dair “maliyet, getiri ve risk” hesabı yapanlar, ABD halkının çatışmalarda ölen Amerikan askerlerinin sayısı hangi düzeyde olursa psikolojik olarak tahammül göstereceğini de hesaplamış ve “trafik kazalarında ölenlerinkini aşmamalı” şeklinde bir kabule ulaşmıştı. Şöyle diyordu Arendt:
“Belirli tutumların “maliyetleri, getirileri ve riskleri”ne ilişkin daha sonraki tüm hesaplamalara rağmen, bunun hesabını yapanlar psikolojik-olmayan, herhangi bir mutlak sınırlamadan habersiz kaldılar. Algılayabildikleri sınırlamalar insanların zihinlerinde, nereye kadar tahammül edecekleriydi.”
OLGUSAL HAKİKATİN İMKANSIZLIĞI
Deneyimlerinden serbestçe anlamlar oluşturma yeteneğini kaybetmesi kolayca sağlanabilirdi insanın.
Arendt’e göre, bu durumu insan varoluşunun hikâyesine eklersek, o zaman yargılarda bulunma ve hakikat ile kurgu arasında ayrım yapma yeteneğimizi de riske atmış olurduk.
Bu anlamda, NBC News’un haberi, insanların savaş konusunda doğru bir değerlendirme yapabilmesi için kendilerinden esirgenen veri ve bilgilere ulaşmasının neredeyse imkânsız olduğunu da söylüyor bize. Olgusal hakikatin adeta imkânsızlığını.
Hal böyle olunca, ana akımın üzerinde mutabık olduğundan farklı şeyleri sosyal medyada söyleyenler -Britanya Parlamentosu eski milletvekili ve Britanya İşçi Partisi (Workers Party) lideri George Galloway örneğinde gördüğümüz gibi- takipçilerine “Rusya devleti bağlantılı medya” olarak, adeta bir “ajan” gibi takdim edilebiliyor, pekâlâ. Hatta kimi örneklerde gördüğümüz üzere, bazen o platformlardan ihraç dahi edilenler çıkıyor.
Ama Amerikalılar ellerindeki bütün propaganda aygıtlarıyla diledikleri yalanı yayabiliyor ama günün sonunda -NBC News’un işaret ettiği gibi- “öyle gerekiyordu” diyerek bir “açıklama” yapma yoluna gidebiliyor. Puşkin’in, Dostoyevski’nin yasaklandığı bir dünyada herhalde bunlara şaşırmamız da çok mümkün değil artık.
“Notes From The Edge Of The Narrative Matrix” ve “Woke: A Field Guide For Utopia Preppers” gibi kitapların yazarı, Avustralyalı, bağımsız gazeteci Caitlin Johnstone, bu durumu veciz bir şekilde şöyle özetlemiş: “Siz yalan söylerseniz bu dezenformasyon oluyor, Amerikalılar söyledi mi ‘cool’ (harika) oluyor.”
Yeah, “cool!”
“RUSYA PROPAGANDA SAVAŞINI KAYBEDECEK"
Amerikalı yetkililerin, Ukrayna Savaşı’na dair yalanlar temelinde aktif bir dezenformasyon kampanyası yürüttüklerini kendilerinin de kabul etmelerine dikkati çeken Johnstone, 9 Nisan tarihinde Substack’taki blogunda kaleme aldığı yazısında, bu enformasyon savaşının sonucuna dair de bir öngörüde bulunuyor:
“Rusya propaganda savaşını, en azından Batı’daki her cephede kaybedecek. Kendisine yöneltilen savaş suçu iddialarının doğru olup olmadığına bakılmaksızın, kamuoyu nezdinde yürütülen mahkemelerdeki her ihtilaftan yenik çıkacak. ABD ordusu mağlup edilebilir, ABD doları alt edilebilir, ancak ABD propaganda aygıtı durdurulamaz bir güçtür.”
Avustralyalı gazeteci, bize “hiçbir şey yaratmamış insanlardan nasıl yaratıcı tavsiye almıyorsanız, Irak işgalini desteklemiş insanlardan da Ukrayna Savaşı’na dair tavsiye almayın" da diyor.
ARNETT VE IRAK SAVAŞI
Haksız sayılmaz. Hakikate sansür ve karartmanın uygulandığı, dezenformasyonun da baş tacı edildiği anlatılara I. Körfez Savaşı’nda (1991) yoğun şekilde maruz kaldığımızı tekil örneklerle bile hatırlıyorum: Mesela Bağdat’ın Amiriye bölgesinde yaşayan Iraklıların geceleri hava saldırılarından korunmak için saklandıkları bir sığınağı bir seferinde Amerikan uçakları bombalamış ve 3 m. kalınlığındaki betonu çatısındaki çelikle birlikte delik deşik eden bombalar 400 civarında insanın ölümüne sebep olmuştu.
Binanın bulunduğu noktayı hava saldırısı akabinde ilk gezenlerden biri CNN International’ın tanınmış savaş muhabiri Peter Arnett idi.
Arnett olay yerine intikal ettikten sonra geçtiği görüntülü haberinde, söz konusu sığınağın bombardımanların ilk gününden beri sivillere ev sahipliği yaptığını telaffuz edince, sesi Amerikalılarca “gayrı-vatansever gazetecilik” yaptığı gerekçesiyle önce kısılmış sonra da kendisinden ülkesine dönmesi istenmişti.
Bir daha ekranlarda böyle bir “iş kazası” yaşanmayacaktı.
Arnett, 12 yıl sonra II. Körfez Savaşı sırasında da bu kez NBC tarafından benzer gerekçelerle işten atılıyordu.
Ancak ana akım medya hakikatin peşinde değildi. Irak’ta bütünüyle yalan olduğu yıllar sonra ortaya çıkan “kitle imha silahları” ile ilgili “hikâyeler” peşine düşmüştü. O hikâyelerin peşindeki Batılı yayın kuruluşları, ABD’nin Felluce’deki kirli savaşını da görmezden gelecekti. Irak’ın bu “camiler kenti,” ABD ordusunun Kasım 2004 tarihli yoğun hava saldırıları ve topçu ateşi altında yakılıp yıkılacak, kentte binlerce ev enkaza dönecek, yüz binlerce kişi yaşadıkları bölgelerden kaçarak başka yerlere sığınacaktı. İlerleyen yıllarda Felluceli çocuklarda çok sayıda kanser vakaları görülecek, seyreltilmiş uranyum kullandığı bile ileri sürülen ABD, o çatışmalarda hiç değilse fosfor bombası kullandığını yıllar sonra kabul edecekti.
DEZENFORMASYON SAVAŞININ TEMELLERİ
Amerikan birliklerinin bu şehirde estirdikleri zulmü olağanüstü detaylarıyla aktaran “Fallujah: Shocking and Awful” ya da “Caught in the Crossfire” gibi belgeseller o tarihlerde nasıl görmezden geliniyorsa, bugün de görüyoruz ki, Oliver Stone’un “Ukraine on Fire” başlığını taşıyan 2016 tarihli belgeselinin izlenmesi Youtube tarafından engellenmeye çalışılıyor.
Şimdi o olağan “güçlü” kaynaklar, üzerindeki seri nosundan Ukrayna Ordusu envanterine kayıtlı olduğu ortaya çıkan Toşçka-U taktik füzesiyle gerçekleştirilen kanlı saldırıları bile Rusya’nın gerçekleştiğine inanmamızı istiyorlar.
Dezenformasyon askeri tarih kadar eski bir uygulama ise de, bu uygulamanın Batı’nın güvenlik doktrinleri içindeki yerinin son yıllarda dönüşüm geçirdiğine tanık oluyoruz.
Zira, geçmişin konvansiyonel savaşlarında kara, deniz ve hava unsurlarının muharebe becerilerini içeren güvenlik doktrinleri zamanın seyri içinde esaslı bir dönüşüm geçirdi.
Bugün bu doktrinler, dijital/siber alanlar ile enformasyon/dezenformasyon planlama ve kullanımını da kapsama alanına dahil eden bir boyuta ulaştı.
Ukrayna Savaşı paralelinde Rusya’ya karşı ABD liderliğinde, Avrupa çapında yoğun bir şekilde yürütüldüğüne tanık olduğumuz bu dezenformasyon savaşının temelleri de, NATO’nun 2018 yılında gerçekleştirdiği Brüksel Zirvesi'nde yayınladığı ve “hibrit savaş” konsepti kapsamında düşünülen deklarasyon ile atıldı.
İttifak’ın 2019’daki Londra Zirvesi sonrasında yayımlanan bildirgesinden de görüleceği üzere, zamanla daha ileri bir noktaya da ulaştırıldı.
Ve sonuç: Dünya bugün olgusal hakikatin peşinde olanlar için artık daha güvensiz bir yer!
Kaynak: T24