"Batı ittifakı Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması halinde Kremlin’i “eşi görülmemiş” yaptırımlarla tehdit ediyor. Ancak Ukrayna krizi geri dönülmez bir noktaya yaklaşırken Batı’nın Moskova’yı tecrit ve cezalandırma çabaları Rusya’ya Çin’in desteğine takılacak gibi görünüyor."
"Rusya ve Çin’in tehlikeli yeni dünya düzeni planı" başlıklı makalesinde Financial Times’ın uluslararası politika baş yazarı Gideon Rachman, “Ukrayna krizi gelecekteki dünya düzenine ilişkin bir çatışma” diyor. “Vekalet savaşları aracılığıyla emellerine ulaşabileceklerini düşünüyorlar. Putin Ukrayna’yı işgal etmeyi başarırsa Şi’nin Tayvan iştahı da artacak”
Gazete Oksijen'in okurlarıyla paylaştığı makale, son dönemde küresel "büyük oyun"daki olaslılıkları şöyle analiz ediyor:
"Batı ittifakı Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması halinde Kremlin’i “eşi görülmemiş” yaptırımlarla tehdit ediyor. Ancak Ukrayna krizi geri dönülmez bir noktaya yaklaşırken Batı’nın Moskova’yı tecrit ve cezalandırma çabaları Rusya’ya Çin’in desteğine takılacak gibi görünüyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 4 Şubat’ta Kış Olimpiyatları’nın açılış töreni için Pekin’e gittiğinde, en önemli müttefiki haline gelen Çin lideri Şi Cinping’le bir araya gelecek. Aralık ayında Putin ile telefonla görüşen Şi, Ukrayna’nın asla NATO’ya katılmaması için Rusya’dan gelen talebi desteklemişti. On yıl önce böyle bir ilişki uzak görünüyordu: Çin ile Rusya ortak olduğu kadar rakipti. Ancak her iki ülkenin de ABD ile devamlı anlaşmazlığa düştüğü dönemin ardından Şi’nin Putin’e verdiği destek, Moskova ile Pekin’in çıkarları ve dünya görüşlerinin giderek aynılaştığının kanıtı. Çin medyasına göre Şi Putin’e “Belli uluslararası güçler demokrasi ve insan hakları bahanesiyle Çin ve Rusya’nın içişlerine keyfi müdahalede bulunuyor” demişti.
Bu sözlerin açıkça gösterdiği üzere, iki ülkenin liderleri aynı kanaatte: ABD’nin kendi hükümetlerinin altının oymak ve devirmek için komplo kurduğunu düşünüyorlar. Komünizmin parıltılı günlerinde Rusya ve Çin dünyanın geri kalanındaki devrimci güçlere destek sağlıyordu. Bugün ise karşı-devrim söylemini benimsemiş durumdalar. Geçtiğimiz günlerde Kazakistan’da yaşanan çalkantı üzerine Putin ABD’yi hem Rusya’ya hem de Çin’e sınır komşusu olan bir ülkede “renkli devrim sponsorluğuna kalkışmakla suçladı. Çin’in önde gelen bakanları da aynı tespiti yineledi.
Gizli ABD Eli
Rusya ve Çin’in gözünden bakınca Kazakistan’daki ayaklanma belli bir modelin örneğiydi. Kremlin 2013-2014’te Ukrayna’da yaşanan ve Rus yanlısı lideri iktidarından eden Yevromaydan kalkışmasının arkasında ABD’nin gizli eli olduğunu uzun süredir iddia ediyor. Çin de 2019’da Hong Kong’da gerçekleşen ve Pekin’in baskısıyla sona eren protestoların arkasında dış güçlerin, mesela ABD’nin olduğunda ısrarcı.
Putin ile Şi’nin paylaştıkları bir kanaat daha var: Amerika’nın nihai hedefi Rus ve Çin hükümetlerini devirmek; demokrasi yanlısı yerel güçler ise Amerika’nın Truva atı işlevi görüyor.
1917 yılında ABD Başkanı Woodrow Wilson “dünyayı demokrasi için güvenli hale getirmekten” bahsetmişti. 2022 yılındayız ve Putin ile Şi dünyayı otokrasi için güvenli hale getirmeye kararlı.
Ancak Rusya ve Çin’in emelleri sadece savunmaya yönelik olmaktan uzak. İkisinin lideri de “renkli devrimlere” hassasiyetlerinin mevcut dünya düzenindeki temel kusurlardan kaynaklandığına inanıyor. Rusya ile Çin çıkarlarına daha uygun, yeni bir dünya düzeni kurma konusunda aynı kararlılığı paylaşıyor.
Tek Kutuplu Dünyaya İtiraz
Rusya ve Çin’in mevcut dünya düzeninin iki özelliğine sık sık itiraz ediyor: “Tek kutupluluk” ve “evrensellik”. Daha basit bir ifadeyle, mevcut sistemin Amerika’ya aşırı güç sağladığına inanıyorlar.
“Tek kutupluluk” Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra dünyada sadece bir tek süper gücün, yani ABD’nin kalması anlamında kullanılıyor. Başkan Putin’e yakın bir isim olan Rus dış politikası uzmanı Fyodor Lukyanov’a göre tek-kutupluluk “ABD’ye dünya sahnesinde uygun gördüğü her şeyi yapma kabiliyeti ve imkanı verdi”. Lukyanov yeni Amerikan hegemonyası çağının 1991’deki Körfez Savaşı’yla başladığını iddia ediyor.
Ardından bütün dünyada ABD önderliğinde bir dizi askeri müdahale geldi, aralarında 1990’larda Bosna ve Kosova’da olanlar da vardı. 1999 yılında Sırbistan’ın başkenti Belgrad NATO tarafından bombalandı. NATO bombalarının aynı zamanda Belgrad’daki Çin büyükelçiliğine de isabet etmiş olması Pekin tarafından hiç unutulmadı.
New York ve Washington’a yapılan 11 Eylül terör saldırıları sonrasında NATO karşılıklı savunmaya ilişkin 5. Madde’yi gerekçe göstererek Afganistan’ı işgal etti. Lukyanov’a göre Amerika “dünyayı cebren dönüştürme” hevesini bir kez daha göstermişti.
Kabil’in Düşüşü
Ancak Amerika’nın Afganistan’daki yenilgisi ve bunun en belirgin ifadesi olarak 2021 yazında Kabil’den kaotik çekilme süreci, Ruslarda ABD önderliğindeki dünya düzeninin parçalanmaya başladığı umudunu uyandırdı. Lukyanov Kabil’in düşüşünü ve Taliban’ın eline geçmesini “en az Berlin Duvarı’nın yıkılması kadar tarihi ve sembolik” bir olay olarak görüyor.
Çin’in nüfuzlu akademisyenleri de benzer görüşte. Pekin’de bulunan ve Şi’nin de mezunu olduğu Tsinghua Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler bölümü dekanı Yan Xuetong’a göre, “Çin büyük güç statüsüne yükselişiyle birlikte dünya meselelerinde yeni bir rol üstlenmeye hak kazandığına inanıyor ancak bu ABD’nin sorgusuz hakimiyetiyle uzlaşabilecek bir rol değil.”
Yan “ABD liderliğindeki dünya düzeninin gücünü kaybettiğine” ve “onun yerine çok-kutuplu bir düzenin geleceğine” inanıyor. Devlet Başkanı Şi sık sık tekrarladığı iddiasıyla bu görüşü daha da doğrudan ifade ediyor: “Doğu yükseliyor, Batı çöküyor.”
Rusya ve Çin’e göre yeni bir dünya düzeni kurmak sadece kaba kuvvet meselesi değil, aynı zamanda bir fikir savaşı. Batılı liberal gelenek evrensel insan hakları fikrini ön plana çıkarırken Rus ve Çinli düşünürler farklı kültürel geleneklerin ve “medeniyetlerin” farklı şekilde gelişmesine izin verilmesi gerektiğini iddia ediyor.
Bir zamanlar Putin’in etkili danışmanlarından olan Vladislav Surkov, Rusya’nın “Batı medeniyetinin parçası olmak için sürekli yinelediği sonuçsuz çabalardan” şikayetçi. Surkov’a göre Rusya’nın bunun yerine “hem Doğu’yu hem Batı’yı içine aldığı” ve “melez bir zihniyete” sahip olduğu fikrini benimsemesi gerekiyor. Benzer şekilde Pekin’deki hükümet yanlısı düşünürler de Konfüçyüsçülük ve komünizmin birleşimi olması sebebiyle Çin’in her zaman bireysel haklardan ziyade kolektif olana vurgu yapan bir ülke olacağını iddia ediyor. Çin’in Covid-19’u dizginlemekteki başarısının ülkede kolektif eyleme ve toplu haklara yapılan vurgunun üstünlüğünü yansıttığını savunuyorlar.
Pekin ve Moskova mevcut dünya düzeninin Amerika’nın demokrasi ve insan haklarına dair Batılı fikirlerini gerekirse askeri müdahale yoluyla başka ülkelere dayatmasıyla şekillendiğini iddia ediyor. Halbuki Rusya ve Çin’in talep ettiği yeni dünya düzeni birbirinden ayrı etki alanlarına dayanacak. ABD kendi bölgelerinde Rusya ve Çin’in hakimiyetini kabul edecek ve gerek demokrasiye gerekse Putin ve Şi’nin rejimlerini tehdit edebilecek renkli devrimlere destek vermekten vazgeçecek.
Ukrayna krizi gelecekteki dünya düzenine ilişkin bir çatışma çünkü tam da bu mevzular üzerinden dönüyor. Putin’e sorarsanız Ukrayna kültürel ve siyasi olarak Rusya’nın etki alanının bir parçası. Yani ülkesinin güvenlik ihtiyaçları Rusya’ya Ukrayna’nın bir Batı ittifakı olan NATO’ya katılmasını veto etme hakkı vermeli. Moskova ayrıca Rusça konuşan Ukrayna halkının koruyucusu olarak hareket etmeyi talep ediyor. ABD’ye göre ise bu talepler mevcut dünya düzeninin temel ilkelerini ihlal ediyor.
Çin ve Rusya Arasındaki Fark
Ukrayna krizinin “dünya düzeni” ile ilgili olmasının bir sebebi de küresel sonuçları. ABD Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve kendi “etki alanını” tesis etmesi halinde Çin için örnek teşkil edeceğini biliyor. Çin Şi döneminde Güney Çin Denizi’ndeki ihtilaflı bölgelerin tamamında askeri üsler kurdu. Pekin’in özerk bir demokratik ada olan ama Çin’in asi bir vilayet olarak gördüğü Tayvan’ı işgal etme tehditleri de hem sıklaştı hem de belirginleşti. Putin Ukrayna’yı işgal etmeyi başarırsa Şi’nin Tayvan iştahı da artacak; üstelik Amerika’nın devrinin bittiğini hisseden heyecanlı milliyetçiler bu konuda Çin liderine daha fazla baskı yapacak.
Rusya ve Çin’in mevcut dünya düzeni konusunda benzer şikayetleri olduğu açık. Öte yandan Moskova ile Pekin’in yaklaşımları arasında önemli farklar da var. Rusya şu anda askeri riskler alma konusunda Çin’den daha hevesli. Ama nihai hedefleri daha mütevazı olabilir. Ruslar için Suriye, Ukrayna veya başka yerlerde askeri güç kullanmanın bir amacı da eski ABD Başkanı Barack Obama’dan gelen, Rusya’nın artık ancak bölgesel bir güç olabileceği yönündeki iddiayı boşa çıkarmak. Moskova’daki Carnegie Center’dan Dmitri Trenin, “Ülkeyi yönetenlerin gözünde Rusya büyük güç olmazsa hiçbir şey demektir” diyor.
Ancak Rusya dünyanın büyük güçlerinden biri olma peşindeyken, Çin ABD’yi yerinden edip dünyanın zirvesine kurulmaya bakıyor.
Çin ve Rusya’nın emellerinin ölçeğinin bu kadar farklı olması, ekonomik potansiyelleri arasındaki farkın bir yansıması. Şu anda Rus ekonomisi aşağı yukarı İtalya’ya denk. Moskova küresel liderliğe talip olacak zenginlikten yoksun. Buna karşın Çin bazı açılardan dünyanın en büyük ekonomisi durumunda. Dünyanın en büyük üreticisi ve ihracatçısı. Rusya’nın yaklaşık on katı büyüklüğünde 1.4 milyar nüfusu var. Kısacası, dünyadaki en güçlü ülke olmak Çin için gerçekçi bir hedef.
Rusya ile Çin’in ekonomik potansiyelindeki farklılıklar iki liderin tavrını da belirliyor. Şi uzun vadede Putin’den daha iddialıyken kısa vadede daha temkinli. Putin’in Avrupa’daki güç dengesini değiştirmek için askeri güç kullanma hevesinin arkasında bir kumarbazın çaresizliği ve pervasızlığı var. Trenin’e göre Putin, Ukrayna’yı “son kale” olarak görüyor.
Buna karşın Pekin’de zamanın ve tarihin Çin’in tarafında olduğu yönünde güçlü bir hissiyat mevcut. Çinliler ayrıca nüfuzlarını yaymak için Rusya’nın elinde bulunmayan birçok ekonomik araca sahip. Şi döneminin imza projelerinden olan Bir Kuşak Bir Yol, Çin’in finanse ettiği ve Orta Asya, Afrika, Avrupa ve Amerika’ya uzanan çok geniş kapsamlı bir uluslararası program.
Amerika daha korumacı hale geldikçe Çin de küresel nüfuzunu genişletmek adına ticari gücünü kullanıyor. Bu ay yürürlüğe giren Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık, Asya-Pasifik’te büyük bir serbest ticaret bölgesini kapsıyor. Ortaklığın içinde Çin’in yanı sıra Japonya ve Avustralya gibi ABD’nin stratejik müttefikleri var ama kendisi yok.
Savaş mı İstiyorlar?
Peki aşama aşama bir geçiş işe yarayacak mı? Yoksa Rusya ve Çin’in arzuladıkları yeni dünya düzenini kurmak için özel bir olaya mı ihtiyaçları var?
Tarih dünyadaki yeni yönetim sistemlerinin genellikle büyük bir savaş gibi, deprem etkisi yaratan bir siyasi vakadan sonra ortaya çıktığını gösteriyor.
Bugünkü dünya düzeninin güvenlik ve kurumsal yapısı büyük ölçüde II. Dünya Savaşı’nın sonlarında ve sonrasında BM, Dünya Bankası ve IMF’nin kurulup merkezlerinin ABD’de yer almasıyla şekillendi. 1948 yılında Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) imzalandı. 1949’da NATO kuruldu. ABD-Japonya Barış Antlaşması 1951’de geldi. AB’nin öncülü olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu da aynı yıl kuruldu. Soğuk Savaş bittikten sonra Varşova Paktı gibi Sovyetlerin desteklediği rakip kurumlar çöktü ve NATO ile AB, Rusya sınırına kadar uzandı. Çin 2001’de GATT’ın halefi olan Dünya Ticaret Örgütü’ne katıldı.
Şimdiki soru şu: Rusya ve Çin “yeni dünya düzeni” hayallerinin gerçekleşmesi için savaşa ihtiyaç duyar mı? Nükleer çağda ABD ile doğrudan çatışmaya girmek fazla tehlikeli olur ve tüm taraflar korkunç yanlışlar yapmadığı sürece (gerçi bu ihtimal hep var) gerçekleşmez.
Ne var ki Rusya ve Çin vekalet savaşları aracılığıyla emellerine ulaşabileceğini düşünüyor. Rusya’nın Ukrayna’da alacağı bir zafer Avrupa’da fiili bir Rus “etki alanını” da içine alan yeni bir güvenlik düzeninin doğuşunu haber verebilir. Çin’in olası başarılı Tayvan işgali Amerika’nın Pasifik’teki hakimiyet devrinin kapandığı şeklinde yorumlanacaktır. Bu noktada Japonya ve Güney Kore gibi birçok bölge ülkesi, Çin’in hakimiyetindeki yeni düzene yanaşmayı seçebilir.
Öte yandan yeni dünya düzeni Washington’ın örtük rızası ile de ortaya çıkabilir. Ukrayna konusunda ABD’den son dakikada ani bir ödün gelmezse, Biden iktidarında bu ihtimal düşük görünüyor. Ancak 2024’te Donald Trump Beyaz Saray’a dönebilir. En azından söylemde Rus-Çin dünya görüşünün belli boyutlarına olumlu yaklaştığı biliniyor.
Trump NATO’yu çekiştiriyor ve Amerika’nın Asya’daki müttefiklerinin asalak olduğunu iddia ediyordu. “Önce Amerika” felsefesi Amerika’nın bütün dünyada özgürlüğü destekleyeceği konusundaki geleneksel söylemden uzaktı. Şi ve de Putin’e duyduğu hayranlığı samimi bir şekilde ifade etti. Kendini iş bitirici olarak sunmayı seven Trump, etki alanı fikrine de olumlu bakıyor.
Ancak Rusya ve Çin oturup Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesini bekleyecek gibi görünmüyor. Trump’ın Cumhuriyetçi partisinde bile hem Rusya hem de Çin ile karşı karşıya gelmeye niyetli çok sayıda şahin bulunduğunu biliyorlar. Her halükarda 2024 Kasım’ındaki başkanlık seçimine kadar çok şey olabilir.
Rusya’nın sabırsızlığı Putin’in Ukrayna’da kriz çıkması için şevkle bastırmasından belli. Rusya’ya daha uygun yeni bir dünya düzeninin gerçekleşme olasılığı Ukrayna kumarının tutup tutmayacağına bağlı olabilir. Ama Putin Ukrayna’da umduğunu bulamasa bile, ABD liderliğindeki dünya düzenine yönelik tehdit bitmeyecek. Hırslı Başkan Şi’nin yönetiminde yükselen Çin o işin icabına bakacaktır.
Kaynak: TürkRus