#386 Ekleme Tarihi 04/02/2013 07:48:38
04 Şubat 2013
"Struma" yazarı Halit Kakınç'ın "Çerkes Aşkı" (Adıge Şuleğu)" adlı yeni romanı dizgide. Romanın renkli kapağı ve romana yazdığım önsözün tamamı ilişiktedir.
Çerkes Aşkı (Adıge Şuleğu) Üzerine
Halit Kakınç, Struma romanı yazarı. Struma, ekranlara da aktarıldığı gibi bir facia. Sayın yazar olayı yıllarca süren bir araştırma sonucu aydınlatmış, belgesel romana dönüştürmüştü.
Halit Kakınç, başarılı Struma belgesel romanından sonra, şimdi de ‘Çerkes Aşkı’ romanı ile yeni bir adım atmış bulunuyor.
Anladığım kadarıyla Halit Kakınç, sıradan, bilinen olaylara eğilmiyor, insanın yüreğini dağlayan ve kimselerin üzerinde durmadığı konuları ele alıyor. Sadece ele almakla yetinmiyor, olayların kökenine iniyor, nedenleri araştırıyor, soruşturuyor, böylece sorunu açıklığa kavuşturuyor. Tabii bütün bunları roman diliyle ortaya koyuyor, ama tarihsel gerçeklere de bağlı kalıyor.
Bu başarısı nedeniyle de kendisini kutluyorum. Dilerim bu tempo, bundan sonraki çalışmalarında da aynen ve gelişerek sürer.
Roman iki Çerkes gencinin aşkını ele alıyor. Başka kahramanlar, figürler de var. Olaylar, roman başkahramanı Elbruz ile bağlantılı olarak günümüz ABD, Meksika, Nazi Almanyası/ Avusturya, 1860’lı yılların Çerkesyası ve 21. yüzyılın İstanbul’unda geçiyor.
Yıl 1860’lı yıllar, Rusya İmparatorluğu’nun, Çar’ın acımasız orduları, özgür yaşama dileği dışında bir suçu olmayan küçücük Çerkesya’yı çepeçevre kuşatmış durumda. Çar, Çerkeslere, ‘Çerkesya’yı terk edeceksiniz, bu bir emirdir, topraklarınıza Rusları yerleştireceğiz. Hepiniz Osmanlı topraklarına göç edeceksiniz, isteyenleriniz olursa, onlara yerleşmeleri için Rusya’da yer göstereceğiz’, diyor.
Roman kahramanları Elbruz ile Blena (Blâne/ Ceylan) iki sevgili, her ikisi de lider karakterli ve iki ayrı Çerkes beyinin çocukları. Yazar bizi, romanında kadim Çerkes örf ve adetleriyle de tanıştırıyor.
Bu iki sevgili, savaşın, daha doğrusu Davut’un ;lyat’a direnişini çağrıştıran Çerkes sivil savunmasının önderleri arasında.
Yıl 1864. Çerkesya ateş içinde, her tarafta dumanlar tütüyor, Çerkes direnişi sona ermiş… Rus askerleri Çerkes köylerini bir bir yakıyor, önlerine çıkanı ya öldürüyor ya da sürüp Türkiye’ye giden gemilere dolduruyorlar.
Elbruz ile Blena’yı 21. yüzyılda, daha başka bir mekânda, İstanbul’da yeniden karşı karşıya gelmiş olarak görüyoruz. Ancak, Çerkesçe Blena adı, Türkçeleşiyor, Ceylan oluyor. Sanırım işin burasında totaliter yönetimlere, asimilasyona ince bir dokundurma da var.
Ya da bu karşılaşma, Elbruz’un rüyalarına giren geçmişin bir çağrısı, bir reenkarnasyon (ruh göçü) olayı olabilir mi?..Elbruz, rüyalarında sık sık kendisini 1864 yılı öncesinin Çerkesyası’nda buluyor, Blena ile buluşuyor ve bu buluşmaya bir anlam veremiyor.
İçi içine sığmıyor, izin alıp ABD Stanford Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılıyor, köklerini aramak üzere, Çerkes olan babasının yanına, İstanbul’a dönüyor.
21. yüzyıldaki Ceylan ile 19. yüzyıldaki Blena (Ceylan) arasında bir bağlantı olabilir mi? Reenkarnasyon (ruh göçü) denen şey nedir? 21. yüzyıldaki akademisyen Elbruz ile 150 yıl önceki özgürlük savaşçısı Elbruz, reenkarnasyon yoluyla buluşmuş olabilir mi? Roman bunlara da değiniyor.
Bu nedenle uzman yönetiminde ruh çağırma seansları düzenlemek gerekmez mi? Ruh çağırma seansı bizi, 1944’lere, Nazi zulmüne götürüyor. Peki, Çerkeslere yapılan Rus zulmü ile Nazi zulmü arasında bir bağlantı, bir ilişki ya da bir koşutluk olabilir mi?..
Bütün bu soruların yanıtları, sanırım romanın içinde bulunuyor...
Cevdet Yıldız
Kültür-Edebiyat
Diğer Haberler