#606 Ekleme Tarihi 11/10/2013 05:55:33
11 Ekim 2013
Hasta Mahmud'un adını ve başından geçenleri sık sık duyardım ama kendisini henüz görmemiştim. Düzce'de tek arabacılık ve eşya nakliyeciliği yaptığını duyuyordum.
Babam Mahmud'un `1906- 1974` Düzce'de bir nalbant dükkanı vardı. Babam askerde nalbant çavuşu olmuştu, şimdi de kardeşi Rıfat ile birlikte çalışıyordu. Düzce'de en çok müşterisi olan ve tutulan nalbant da babamdı. Babam askerlikte nalbantlık ve baytarlık kurslarına gönderilmiş, baytar çavuşu da olmuştu.
Askerlikten sonra polis olmak için başvurmuş ama dilekçe altyazısına "Müracaatçının Çerkes olduğu, Çerkeslerin de vatan haini olarak bilindiği, bu nedenle polis yapılmasının sakıncalı olacağı" yazılmıştı. Bunu da bu duruma üzülen karakolun polis komiserinin, "Bir Müslüman bir Müslüman'a bunu yapar mı” diyerek, dilekçe alt yazısını babama göstererek okumuş olmasından öğrenmişti. Komiser duruma çok üzüldüğünü ama elinden birşey gelmediğini söylemişti.
Babam kursta hayvan hastalıkları, yaraların tedavisi, ilaçlar, insan ve hayvan aşıları üzerine eğitilmişti, mesleki kitaplarını saklar, gerektiğinde onlardan da yararlanarak hasta hayvanları tedavi eder, iyileştirirdi, insanlara da iğne yapar ama para almazdı. Ayrıca bir atçılık uzmanıydı da. İngiliz ve Arap atları yetiştirir, yarışlara katardı.
Besleneyce lehçeside dahil Adıgece'nin Düzce’de konuşulan lehçelerinden anlar, dahası bilir ve ayrıca iyi derecede Abazaca bilirdi. Annesi ile birlikte sık sık Düzce'nin Saz Köyüne gider, yazları uzun süre orada, dayılarının yanında kalırdı, Abazacayı da orada öğrenmişti.
Bir duyduğunu ya da gördüğünü kolay kolay unutmayan aktif ve sevilen biriydi. İyi mızıka çalar, oynar ve Adıgece şarkı ve ilâhiler bilir, söylerdi.
Herkes ona Mahmud derdi ama ölen ağabeyinin nüfus kâğıdı kendisine verildiğinden nüfusta Yusuf olarak adı geçerdi. Kendisi yazı ve imzalarında Yusuf Mahmud, Y. Mahmud adını kullanırdı. Eski ve yeni yazıyı, Adıgece mevlidi okurdu, Türkçe ve Adıgece eski yazıyı, her ikisini de bana öğreten odur. Sigara ve içki içmez, beş vakit namazını kılardı ama yobaz değildi. Üzerine güneşin doğmuşluğunu görmüşlüğüm olmadı. Çocuklarını okuttuğu için, "Çocuklarını gavur mektebine gönderiyor, köydeki iki Cehennemlikten biri de o" derdi anne annem. Köydeki diğer Cehennemlik de, rahmetli büyük eniştemin babası Hamtıv (Хьамтыу) Uzun Cemal Doğan idi ve onun da çocuğu okumuş, subay/ yarbay olmuştu.
***
Bir gün babam ve amcam dükkanı bana bırakıp Cuma namazına camiye gitmişlerdi. Bir ara babam yaşında bir adam dükkâna geldi, suratı perşembe pazarı gibi çirkin, ağzından ve burnundan sigara dumanı fışkırıyor ve soluğan at gibi göğsünü parçalarcasına öksürüyordu. Gülümseyerek:
- Ben Mahmud, babanın adaşı ve asker arkadaşıyım, çok maceralarım oldu senin babanla benim, ama ben baban gibi tıfıl oğlan değildim, tuttuğunu koparan biriydim. Beni yüzbaşılar bile askerde talime çıkaramadılar, diye uzun uzadıya bir şeyler anlatmaya başlamıştı, müptezel kadınlarla olan ilişkilerini de anlatırken uzaktan namazdan dönmekte olan babam göründü.
O zamanlar ben on, on bir yaşlarında olmalıydım, ilkokula gidiyordum. Babam hemen uzaktan Hasta Mahmud'a seslendi:
- Çekil çocuğun yanından, kim bilir, utanmadan çocuğa ne yalanlar uyduruyor, anlatıyorsundur! diye onu yanımdan kovdu. Hasta Mahmud, durumu ciddiye almamış gibi gülüyor, daha doğrusu sırıtıyordu. Birazdan babamın benim için ayırdığı, satın aldığı boducu havaya kaldırıp su içti Hasta Mahmud. Babam boducu alıp sakladı ve bana "Sakın bu boduçtan su içme. Bakarsın bu adam sana hastalık bulaştırabilir. Bu gibi ahlaksız kişilerden de uzak dur" dedi bana.
Bu arada amcam da geldi, Hasta Mahmud'un atını nallayıp gönderdi. Babam da birçok kez anlatmış olduğu Hasta Mahmud ile ilgili anılarından birini anlatmaya başladı:
HASTA MAHMUD TAVUK KARASI...
Hasta Mahmud talime çıkmamak için hasta numaraları yapıyordu. Güpe gündüz tuvalete kendini yuvarlayıp bayılma numarası yapıyor, tavuk karası olduğunu, gözlerinin görmediğini söylüyordu. Bolu'da hastaneye götürmüştüm, bahçede, yılan gibi eğri büğrü yollarda dolaşıyor ama çiçeklere basmıyordu, basması halinde sopa yiyeceğini biliyordu.
Babasına hasta olduğu haberi verildi. Yaşlı adam Düzce'den kalkıp Bolu'ya hastaneye geldi. O zamanlar doğru dürüst bir vasıta da yoktu.
- Татэ, чэшынэ нэшъоу сыхъугъ, зи слъэгъужшъурэп, сыунэхъугъ гуш! (Baba, tavuk karası oldum, hiçbir şeyi göremiyorum, mahvoldum!), dedi.
- Арэу хъугъэу къыч1эк1ьын, махь мы дышъитфыр (Öyle olmalı, al bu beş lirayı) diyerek ayrıldı babası. Oğlunun numara yaptığını anlamıştı.
Parayı aldıktan sonra Hasta Mahmud kendine gelmişti.
***
Yine soğuk bir kış günü talime çıkmamak için bayılma numarası yaptı.
Yüzbaşının emriyle onu güçlü kuvvetli bir askerin sırtına yükleyip revire, doktora götürdüm. Doktor gözümün önünde Hasta Mahmud'u sıkı bir muayeneden geçirdi ve sonra bana dönerek:
- Çavuş, bunun sadece sopaya ihtiyacı var. Senden ve benden daha sağlam. Buna okkalı bir sopa lâzım! dedi.
Bunun üzerine Hasta Mahmud:
- Е сыунохъуи, e сяук1ьыпэни гуш ! (Yandım, şimdi beni öldürürler!) diye yüksek sesle sızıldandı. Doktor da:
- Мыр адыга? (Adıge mi bu?) dedi. Ben de "Ары"(Evet) dedim.
- Шъыдэ нэпэш1ой мыр! (Ne de yüzkarası bir kişiymiş bu!) dedi ve bir günlük istirahat yazdı.
Şans, Hasta Mahmud’dan yana olmuştu.
HASTA MAHMUD MALATYA'DA
Birliğinde bıkkınlık yaratan Hasta Mahmud, sonunda, dağıtımda Malatya'ya postalandı. Bir gün "paket, paket" diye Malatya çarşısında sigara satarken yüzbaşısına yakalandı. Meğer sigara içmeyen askerlerin sigara tayınlarını toplayıp çarşıda satıyor, yolunu buluyormuş. Ancak bu kez sert bir kayaya çarpmıştı. Gerisini Sarayyeri köyünden müteveffa Hapi Servet Acaroğlu’ndan aktarayım:
Yüzbaşı Mahmud'u bölüğe götürmüş, çadır sopasını eline almış ve "paket, paket" diye diye sopayı Hasta Mahmud’un sırtına indirmeye başlamış. Derken sopa Mahmud'un sırtında paralanmış. Ardından yüzbaşı, "Bu sopa beş lira, bul buluştur ve yeni bir sopa al, akşama kadar sana izin, yoksa seni kimse elimden kurtaramaz" demiş.
"Bir gün jandarma karakolundaydım. Uzaklardan Çerkesçe bağırma sesleri işittim. Adamın biri hamut gibi eğilmiş, eli sırtında "Я уай, ситх зепяутыгъ, я уай ситх зепяутыгъ!" (Ah anam, sırtım paralandı, ah anam sırtım paralandı!) diye bağıra bağıra karakola doğru geliyor, millet de toplanmış, ne olduğunu ve ne dediğini anlayamadan asker elbiseli bu adama bakıp izliyordu.
"Hasta Mahmud'u hemen tanıdım ve karşıladım, karakola alıp "Ne oldu, Mahmud? (Шъыд хъугъэ, Махьмуд?)" diye sordum.
- O мадж, сыунэхъугъ, джыгарэ счэе пэтэ юзбашым сы1эч1эфагъ, "пакэт, пакэт", ы1о къысаое пэтэ шэтыр бэшыр ситхыц1э шызэпиутыгъ,пчэхьашъхьэ нэсфэ дышъитф згъотэу шэтыр бэшыр фэсымхьымэ юзбашым сиук1ьыпэшт, о мадж Сэрыот, о нэмыч1 сыздэк1он, сызек1ун ц1ыф шы1эп, къыси1уагъ (Ah anasını, mahvoldum, çarşıda sigara satarken yüzbaşıma yakalandım, "paket, paket" diye çadır sopasını sırtıma indirirken sopa sırtımda parçalandı, akşama kadar beş lira bulup çadır sopasını yerine koymazsam, yüzbaşı beni yaşatmaz, aman Servet, ocağına düştüm, senden başka gidecek kimsem yok, dedi).
- Çıkarıp beş lira verip gönderdim Hasta Mahmud'u, dedi eski jandarma çavuşu ve akrabam (vınekoşum) Hapi Servet Acaroğlu.
Şans, yine Hasta Mahmud’dan yana mı olmuştu, ne?
Yazan: Hapi Cevdet Yıldız
Kültür-Edebiyat
Diğer Haberler