Özet
Türkiye’de daha çok “Çerkes” olarak adlandırılan Kuzey Kafkasya halkları, ortak tarih ve kültür birikimine sahiptirler. Ruslar’la yapılan savaşları kaybeden Çerkesler (Adıge), diğer Kuzey Kafkas halkları ile birlikte anavatanları olan Kafkasya’dan sürgün edilmişlerdir.
Büyük bir bölümü özellikle 1864 yılından itibaren Osmanlı Devleti’ne sığınmak zorunda kalmışlardır. Çerkesler’e kucak açan Osmanlı Devleti onları ülkenin çeşitli bölgelerine yerleştirmiştir.
Osmanlı topraklarına ulaşabilenler, burada kendi kültürlerini yaşatmaya çalışmışlardır. Çerkes toplumunun en temel özelliği kapalı bir toplum olmayışıdır. Kadın- erkek ilişkisinin temelinde kadını sosyal yaşamdan dışlamayan bir anlayış vardır.
Aile yaşamını, toplumun temel özelliklerinin titizlikle korunmasına dayanan gelenekler (xabze) şekillendirmiştir.
Biz bu çalışmamızda kırsal alandaki Çerkes evlerinin özelliklerini ortaya koyarak yerleşim ve konut düzenlemelerinin Çerkes toplumunun gündelik ve sosyal yaşama olan etkilerini irdelemek amacındayız.
Giriş
Anavatanları olan Kuzey Kafkasya’dan diğer pekçok kavimle birlikte Ruslar tarafından sürgüne tabi tutulan Çerkes (Adıge)’ler, Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmiş, bu devletin Birinci Dünya Savaşı sonunda yıkılmasından sonra da bölgede varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Sürgün ile birlikte Çerkesler dünyanın dört bir tarafına savrulmuşlardır. Gelen Çerkesler, Osmanlı yöneticileri tarafından gösterilen bölgelere yerleşmeye başlamışlar, buralarda Kafkasya’daki gibi evlerini, köylerini kurmuşlardır. Bu köyler ya tamamen Çerkesler tarafından kurulan köyler ya da Türkler’le birlikte oturdukları köylerdi.
Geldikleri dönemde halkın bir kısmının Kafkasya’ya geri dönmek gibi bir arzuları olduğu anlaşılıyorsa da, barınma sorunu dolayısıyla kısa sürede kalıcı konutlar, evler yapmaya başlamışlardır.
Luce Giard’a göre bir kültürün karşılaştığı maddi koşullardaki ya da politik düzendeki bir değişim, farklı işlerin hiyerarşisini dönüştürebileceği gibi, gündelik işleri tasarlama ve paylaştırma biçimini de değiştirebilir.(1)
Sürgün ile başlayan süreçte Türkiye’de yaşayan Çerkesler’in kültürel değişim ve dönüşüme maruz kaldıkları apaçık ortadadır.
Kafkasya’dan Türkiye’ye gelen Çerkesler’in kurdukları köylerde inşa etmiş oldukları evlerin artık ortadan kalktığının; ya doğal nedenlerle ya da insan eliyle yıkıldıklarının fark edilmesi ve buna dikkat çekilmek istenmesi çalışmanın öncelikli amacıdır.
Bu evlerin bir kısmı terkedildikleri için harabeye dönmüş durumdadırlar. İçinde yaşanılan evler ise çeşitli müdahaleler ve eklemelerle değiştirildiğinden ilk yapıldıklarından daha farklı bir görünüme sahiptirler.
Diğer yandan Çerkes evlerinin özelliklerini gözler önüne sererek mimarideki “Türk evi” kavramına benzer klasik bir “Çerkes evi” prototipinin olup olmadığını ortaya koymak, ayrıca Çerkes evlerinin ve yaşama biçiminin kültüre olan etkilerini irdelemek ise diğer amaçlar arasındadır.
Bu çalışma herhangi bir saha araştırması şeklinde olmayıp, özellikle Batı Anadolu’da Çanakkale ve Balıkesir civarındaki Çerkes köylerindeki en az otuz yıllık gözlem ve izlenimlere dayanmaktadır.
Türkiye’de Çerkes evleri ve yerleşimi hakkında yazılı literatürde neredeyse hiçbir kaynağın olmayışı bu konuda karşılaşılan en büyük zorluk olmuştur. Yabancı literatürün de çok zayıf olduğu, Çerkesler hakkında en fazla siyasi tarih, ardından da kültürel araştırmaların yapıldığı fakat bunların da belli konular etrafında yoğunlaştığı (Çerkes yemekleri, Çerkes dansları) görülmüştür.
Sözünü etmiş olduğumuz zorluklardan kaynaklanan eksikliklerin, bu konuda yapılacak diğer çalışmalara başlangıç teşkil etmesi en büyük temennimiz olacaktır.
1. Ev- Geleneksel Ev
İnsanoğlunun var oluşundan günümüze kadar başta barınma olmak üzere pek çok gereksinimini karşıladığı fiziksel bir yapı olan ev, fiziki çevre koşullarına, kültürel etkenlere ve çağın teknolojisine bağlı olarak değişik yapısal özellikler göstermektedir. (2)
Bir ev planlanırken, o toplumda yaşayan bireylerin kültürel değerleri, doğal çevre koşulları ve ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır.
Doğduğu andan itibaren toplum ve çevre ile iç içe olan insan, içinde yaşayacağı mekânı oluştururken geleneksel verilerden faydalanmalıdır. Bu davranışın sonucu olarak; geleneksel konut mimarisinde (3) önemli yeri olan Türk toplumunun kültürel değerlerini yansıtan ve yüzyıllar boyunca yaşatılarak günümüze kadar ulaşmış olan “Türk Evi” (4) kavramı ortaya çıkmıştır. (5)
Geleneksel Türk evleri mimarisi, taş ve ahşap işçiliği yanında kalem işleri, kapı; kapılardaki madeni unsular açısından da dikkat çekicidir. (6) Türk konut mimarisi Orta Asya’da başlayan gelişimini Anadolu’ya da taşıyarak zamanla senteze uğramıştır. Kentler içerisinde yer alan konut örnekleri bulundukları coğrafya, iklim koşulları, ait oldukları kültür özellikleri gibi etkenlerle farklı üsluplar izlenerek inşa edilmişlerdir.
Geleneksel anlamda Anadolu kültürünü ve sosyal hayatını barındıran konutların günümüze ulaşabilmiş en erken örnekleri XVII. yüzyıldan öteye gitmez. Bu durumun oluşmasında inşa malzemelerinin dayanıksızlığı, doğal afetler ve insanlarının bilinçsizliği söz konusudur.
Barınma gereksinimiyle inşa edilen evler sadece bu amaca hizmet etmekle kalmamış aynı zamanda Anadolu insanının sosyal yaşam kültürünü yansıtan çok işlevli yapılar olarak da değerlendirilmiştir.(7)
Bu yüzden tarihi çevrenin yok olması veya zarar görmesi mimari ve estetik kaygının yanı sıra, kültürel ve tarihi değerlerin sürdürülebilirliğinin ortadan kalkması yönüyle de tehlikelidir. Tarihi dokunun korunması gerekliliği, taşıdığı kültürel ve görsel özellikleri, fiziki mekân ve yapılı çevre açısından belirginleşen bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. ( 8 )
2. Çerkes Tarihi Hakkında
Tarihin bilinen en eski devirlerinden beri çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Kafkasya, önemini hiçbir dönemde kaybetmemiştir. Bunda, Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki bölgenin, kuzey- güney ve doğu- batı yollarının birleştiği çok önemli bir kavşak hüviyetinde olması etkili olmuştur. (9)
Türkiye’de çoğunlukla Çerkes olarak bilinen Kuzey Kafkasya halklarından Adigeler’in (Şapsığ, Bjeduğ, Natukhaç, Kabardey, Besleney, Vubıh, Hatkoy, Abzah vb.) (10) tarihinde Ruslar’la mücadele daha doğrusu vatan savunması önemli bir safhayı teşkil etmiştir. Bu mücadeleyi çeşitli nedenlerle (11) kaybeden Kuzey Kafkas halkları Ruslar tarafından sürgün edilmişlerdir.
Ruslar’ın “Kafkasya’yı Kafkasyasızlaştırma” politikası gereği 1864’te en sert biçimde uyguladıkları göçe zorlama hareketi, sistematik biçimde devam ettirilmiş, II. Dünya Savaşı yıllarında da gerçekleştirilmiştir.
Çağımızın önemli sorunlarından biri olan ve her gün gözümüzün önünde cereyan eden Suriyeli göçmenlerin maruz kaldıkları insani dramı 150 yıl önce yaşayan Kafkas milletlerinin dramını “göç” kavramı ile açıklamak mümkün müdür?
Özkiraz ve Çetin, göç, zorunlu göç, sürgün ve soykırım kavramlarını irdeledikleri çalışmalarında Çerkes halklarının 1864 yılında yaşadığı olayın “soykırım” kavramı içine girdiğini belirtmişlerdir.
1850’lerden sonraki süreçte, dönemin şartları gereği Osmanlı Devleti Kafkas göçmenlerine kucak açmıştır. Osmanlı’nın asker ihtiyacı, ekonomik nedenler, Anadolu’da tampon bölgeler oluşturarak asayişi sağlamak, geliştirilmeye çalışılan Panislamizm politikası ve Çerkeslerin Müslüman oluşu, Osmanlı Devleti’nin Çerkesleri kabul etme nedenleri olarak sayılabilmektedir.” (12) Gökhan Bolat’a göre, “… ‘zorlama’ ve ‘cezalandırma’ gibi durumları içerse de ‘sürgün’ kavramı da Çerkesler’in 19. Yüzyılın ortalarında yaşadıklarını tanımlamakta yetersiz kalan bir ifadedir. (13)
Cahit Aslan’a göre de Ruslar’ın yayılmacı politikası durmak bilmeyecek ve göç, yerini sürgüne, kısa bir müddet sonra da “soykırım”a bırakacaktı. (14)
Kafkasya’yı Kafkasyasızlaştırmak politikasının uygulanması çerçevesinde gerek yukarıda gösterilen gerekse bunların dışındaki çeşitli araştırmalarda 1,5 milyon civarındaki Kuzey Kafkasyalı’nın anavatanından çıkarıldığı durumu göç kavramı ile açıklamak yetersiz kalmaktadır.
Söz konusu olan vakıanın zorunlu göç ya da başka bir deyişle sürgün, o dönem Kuzey Kafkasya nüfusu dikkate alındığında ise soykırım olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Kafkas göçmenleri sorununun önemine işaret eden İngiliz Konsolos Stevens, 17 Şubat 1864’te Trabzon’dan gönderdiği raporunda 3.000 civarında göçmenin Trabzon limanına geldiğini, 40.000 civarındaki Kafkasyalı’nın ülkelerini terk etmeye hazırlandıklarını, Trabzon Valisi Emin Paşa’nın göçmenler konusunda elinden geleni yaptığını fakat alınan önlemlerin yeterli olmadığını, biçare göçmenlerin başta tifo olmak üzere salgın hastalıklardan ve diğer kötü koşullardan hayatlarını kaybettiklerini bildirmiştir.
Şubat ortalarından Mayıs sonlarına doğru Kafkasya’dan göçe zorlananlar ve sayıları hakkında verilen ayrıntılı bilgilerden yaşanan dram açıkça anlaşılmaktadır. (15)
Ruslar’ın özellikle yönlendirdiği, Kuzey Kafkasyalılar’ın da Müslüman toprakları olması dolayısıyla tercih ettiği Osmanlı Devleti bu büyük göç dalgası karşısında zor durumda kalmışsa da göçmenlerin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmış ve onları büyük oranda rızaları dâhilinde Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde iskân etmeye çaba göstermiştir.
Devletin bu faaliyetleri ile birlikte yerel halk da muhacirler için gerekli yardımı yapmayı esirgememiştir. (16)
Paul B. Henze’e göre Kafkas halkları arasında kuzeydeki Dev’e karşı direniş ruhu ve ayaklanma yaşayan bir anı olarak devam etmektedir.
"Bu insanların inatçılığını belirleyen sadece biyolojik boyutları değildir. Bu insanların din (17) ve kültürel geleneklerine kuvvetle bağlılıklarını gösteren birçok kanıt mevcuttur. 19. yüzyıl direniş hareketinin öneminin sürekli tartışılması, direnişin bu halkların yaşayan bir mirası, benliklerinin anlamlı bir yönü olduğunu gösterir. (18)
1920- 21 Dağıstan ve Çeçenistan ayaklanmasının kaynakları da, XIX. yüzyılda Rus işgaline karşı yüz yıl süren direniş kadar eskidir. (19)
Bugün Rusya sınırları dışında 3 milyon civarında Çerkes (Adıge) yaşamaktadır; Türkiye'de yaklaşık 2,5 milyon, Suriye'de 80 bin, Ürdün'de 50‐60 bin, Mısır'da 5 bin, Almanya'da 20 bin, ABD’de 6 bin, İsrail'de 3 bin kişi. Ayrıca Avustralya, Kanada, Fransa, Hollanda, Lübnan v.b. ülkelerde de Çerkesler bulunmaktadırlar. (20)
Efsanevi Kafdağı’nın özgür savaşçıları, savaşlar, göçler ve sürgünlerle anavatanlarından, yemyeşil Kafkas dağlarından koparılan Çerkesler’in bir kısmı da Ürdün’ün çöllerini (21), kurak vadilerini mekân tuttu. Ülkede nüfusu ile karşılaştırılamayacak düzeyde etkinlik kazandılar. (22)
3. Çerkes Kültürüne ve Değişime Dair
Yazılı olmayan toplumsal yaptırım; hukuk; düzen; anayasa sayılabilecek pratikler olarak “gelenek” (xabze-habze), dünya üzerindeki tüm Çerkesler’in yaşadıkları coğrafya veya ülke koşullarına rağmen Çerkes olarak kalabilmelerini sağlayan en önemli etkenlerden biri olarak sayılabilir.
Çerkes toplumlarında xabze, ancak dil ile birlikte icra edilebildiği ölçüde etkin, hayatı kuşatıcı, düzenleyici halde ve canlı olagelmiştir.
Bunun yanı sıra konuşulan Çerkesce (Adıgabze) ile pratik hayatın öznesi olmayı korumuştur.
Öyle ki; tarihsel süreç içerisinde hemen her coğrafyada xabze, geçerli resmi kültürel olguya rağmen kendini yeniden üreterek Çerkesler’in bulundukları ülkenin şartlarına göre yaşam düzenlerini yeniden şekillendirmelerini, bunun yanı sıra dil ve kültürel aktarım ile devamlılığı da sağlamıştır denilebilir.
Örneğin; Rusya’da sosyalizm, Osmanlı ve bakiyesi ülkelerde din (İslam), Avrupa, ABD ve diğer Batılı ülkelerde ise kapitalizm karşısında Çerkesler’in, etnik aidiyet ve kültürel var olma çabasını günün koşullarına uygun revize ederek yeniden ürettikleri xabze üst bilinci ile var edebildikleri iddia edilebilir. (23)
Tüm Kafkas halklarının gelenekleri incelendiğinde hayatta güçlü ahlâk kurallarının hâkim kılınmak istendiği ve bu prensiplerin her çeşit saldırıdan korunması için büyük çaba harcandığı anlaşılır. (24)
Çerkesler demokratik insanlardır. Tarihin en eski dönemlerinden beri kabileler halinde yaşayan ve her kabilenin başında en köklü ve saygın aileden gelen ve bilgelik, ileri görüşlülük ve cömertliğine güvenilen yönetici, toplumu ilgilendiren herhangi bir kararı tek başına alamazdı. (25)
Toplumun temelini teşkil eden aile Çerkesler’de adeta bir hayat okulu niteliğindedir. Çerkes aile hayatında resmiyet esastır. Gerek evde gerekse toplum içinde laubaliliğe, nezaketsizliğe ve saygısızlığa asla göz yumulmaz. Saygı ve nezaketi fazla gibi görünen bu resmiyet ailede ne soğuk bir hava ne de esaret oluşturur.
Bu resmi aile düzeni içinde saygılı bir bağlılıkla büyüyen çocuklar için aile hayatı adeta bir fazilet mektebi gibidir. (26)
Kadın, Çerkesler arasında en yüksek statüye ulaşmıştır. Kendisine saygı duyulur; sosyal hayatta öğütleri ve liderliği önem verilir. (27)
Kadına layık görülen yüksek ve mümtaz mevki ona duyulan saygının göstergesidir. Kızlar, evlenmeden önce daha serbest hareket ederler. Bu serbesti belki Avrupa’nın çeşitli milletlerinden daha fazla olmasına rağmen hiçbir zaman genel ahlâk kurallarının bozulmasına değil aksine yükselmesine neden olmuştur.
Kafkasya’daki kadının statüsüne dikkat çeken bir İngiliz bu konuda şunları belirtmiştir: ‘Eğer milletin medeniyet derecesi kadına olan hürmet ve riayeti ile ölçmek lazım gelse herhalde Çerkesler dünyanın en medeni insanlarıdır. Çünkü kadın Çerkezistan’da gördüğü saygıyı hiçbir yerde görmemektedir.’ (28)
Kafkas toplumları sosyal yaşam bakımından diğer toplumlarda rastlanmayan bazı özelliklere sahiptir. Toplum terbiyesinin son derece yüksek ve mükemmel olmasının nedenleri arasında; ailede verilen terbiyenin ağırbaşlılık ve ciddiyet içermesi, ailenin kadın ve erkek bireylere, şahsi şeref duygusunu tam olarak vererek toplum için kıymetli ve seçkin bir fert olarak yetiştirmesi sayılabilir. Kafkas toplumunda aile hayatı çocuğa toplumsal ilişkiler için gerekli ahlâki terbiyeyi eksiksiz verir. Aile içinde en ince ayrıntısıyla sıkı bir şekilde nezaket, ağırbaşlılık, ciddiyet, saygı ve görgü kurallarına alışan ve onur sahibi olarak yetişen çocuk, herhangi bir topluluk içine girdiğinde bocalamaz. Mükemmel aile eğitimin eserleri tüm hareketlerinde tabii biçimde görülür. (29)
Kafkas halkları çocukların eğitiminde mümkün olduğunca şidddetli yöntemlerden uzak kalarak çocuğun dimağını ve seciyesini oluşturmak üzere daima onun izzetinefsine, güzel ve yüksek hislerine başvururlar. Çocuğun kendi ayakları üzerinde durabilen, girişimci yetişmesi için gereken maddi ve manevi terbiye verilir.
Bu yüzden Çerkes terbiyesi insanı hem fertçi hem de sosyal bir kişilik olmak üzere yetiştirir. (30)
“Çerkesler’in erkek evlat terbiyesindeki başarı ve üstünlükleri sebebiyle civar yerlerde oturan Kalmuk, Nogay prensleri ile Kırım Han ve Mirzalarının erkek çocuklarını terbiye için Çerkesya’ya verdiklerini bu terbiyenin tesirlerinin Kazaklar’ın reislerinde hatta Güney Rusya’daki Alman kolonilerinde bile görüldüğünü ‘Hober de Hıll’ seyahatnamesinde önemle kaydediyor.”
Özellikle kız çocuklarının terbiyesinde Batılılar’ın aşırıya varan serbestliği ile Doğulu milletlerin sıkıcı ve sürekli baskısı arasında mutedil bir yol izlenmektedir. (31)
1918’de bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kafkas Cumhuriyeti’nin ikinci devlet başkanı olan Pşimaho Kosok, Kuzey Kafkas halklarının temel özelliklerini kısa ve öz biçimde anlatır.
Ona göre, Kuzey Kafkas halkları barış zamanlarında çalışkan emekçiler, savaşta ise tecrübeli savaşçılardır. Bu milletlerin bütün iç hayat tarzları, yaşama biçimleri, dış görünüşleri herkes için ortak olan adet ve geleneğe (xabze) dayanır.
Temel prensipler kısaca şunlardır: Büyüğe tereddütsüz saygı ve itaat, kadınlara hürmet, söze ve namusa sadakat ve ahde vefa. Hangi şart içinde olunursa olunsun misafirperverlikten (32) asla vazgeçilmez. (33)
Çerkesler her ne kadar gelenek (xabze) etrafında özelliklerini korumayı başarabilseler de bulundukları ülkelerin sosyal, siyasal ve kültürel yapısından etkilenmemeleri söz konusu değildir. Türkiye’de de özellikle 1950’li yıllara kadar kültürel kimliklerine sıkı sıkıya bağlı olan (34) ve geleneklerini büyük ölçüde koruyabilen Çerkesler, ülkede yaşanan göç olgusu başta olmak üzere diğer ekonomik, sosyal ve siyasal etkenlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Köyden kente göç diğer kültürlerle etkileşimi daha açık hale getirmiştir. Bir kültürün varlığının en önemli dayanağının dili olduğu düşünüldüğünde Çerkesçe’nin yeni nesillere aktarılamaması Çerkes kültürünün devamı açısından ciddi bir tehlike olarak karşımızda durmaktadır.
Çerkes kültürüne dair araştırmaların çok yetersiz olduğu ülkemizde, bu yönüyle ele alındığında, 1993 yılında Kayseri Uzunyayla yöresinde bulunan Çerkesler’in yaşamakta olduğu 7 köyde 160 kişi ile yapılan anket çalışması ve görüşme yoluyla elde edildiği belirtilen bulgular Çerkes kültürü ve yaşam tarzına dair önemli doneler sunmaktadır.
Buna göre; Geniş aile yapısına sahip köy topluklarında aile reisi, ailenin en yaşlı olanıdır. Bu kişi, yaşıyorsa büyükbabadır. Büyükbabanın yaşamadığı yerde büyükannedir. Bazı köylerde kadın hane reisi oranının daha yüksek olduğu görülmüştür. Çoğunlukla çiftçilik ve hayvancılık yapılmaktadır. Tarımda çoğunlukla modern araçlardan yararlanılmaktadır.
Köylerden kentlere göç üçte bir oranındadır. Aile üyelerinin neredeyse tamamı Çerkesçe konuşmaktadırlar. “Köyde yaşayan bir kişinin Çerkesçe dışında bir dille konuşması durumu onun yadırganmasına neden olabileceği gibi, dilini konuşamıyor olması da kınanması için önemli bir gerekçedir. Bu oto kontrol dilin devamında kalıcı bir etkiye sahiptir.” (35)
Aile reislerinin çoğunluğu, çocuklarının evliliklerin uyumlu olması ve kültürün devamı için Çerkesler ile evlenmesini tercih etmektedir.
Çerkes geleneklerinden olan kız ve erkeklerin birarada bulundukları toplantıların (zexes-zehes), gençlerin kaynaşmasını ve birbirlerini tanımalarını kolaylaştırdığını belirtmektedirler. Genç kız ve erkeklerin toplantılarda (zexes-zehes) tanışıp birbirlerini beğenerek başlattıkları kaşenlik (genç kız ve erkek arasındaki arkadaşlık, flört), çoğu zaman evlilikle sonuçlanmaktadır. Bu gelenek hâlâ Çerkes gençlerinin birbirini tanıması ve seçmesine katkıda bulunan bir gelenek olarak devam etmektedir.
Boşanma olayına az rastlanmaktadır. Boşanmaların çoğunun da Çerkesler’in dışındaki kültürlerin mensuplarıyla yapılan evliliklerde olduğu ve bir müddet sonra bozulduğu belirtilmiştir.
Çerkesler’deki en eski geleneklerden biri olan aile içi evliliğin yasaklanması, büyük ölçüde devam ettirilmektedir. Kadının köyde ev içi işlerle ilgilendiği, dışarıdaki işlere karışmadığı anlaşılmaktadır. (36)
Çerkes geleneğinin (xabze) bir parçası olan gelinin ailenin yaşlılarıyla konuşmaması geleneği saygı- disiplin gereği olarak görülmekte ve çoğunlukla uygulanmaktadır. Fakat önceleri yıllarca sürdürülen bu geleneğin uygulanmasının bir-iki aya indiği anlaşılmaktadır. (37)
Maddi kültür unsurlarından sayılabilecek unsurlarından yamçı- eyer, elbise, kama vb. sahip olanların sayısının çok az olduğu dolayısıyla Çerkes kültürünün simgeleri olarak kabul edilen pekçok eşya ve malzemenin kaybolduğu görülmektedir. (38)
Uzunyayla yöresinde yaşayan Çerkesler, kültürün devamı için en başta geleneğin (xabze) korunması gerektiğini düşünmektedirler.
Bu konudaki en önemli unsur olan dilin konuşulması ve yazılmasının elzem olduğunu, sosyal ilişkiler ve dayanışma, nikâh ve düğün törenleri, Çerkesler ile evlilik, yaşlılara saygı ve sevginin korunması konusunda bilinçli oldukları anlaşılmaktadır. (39)
Bu araştırmada Uzunyayla yöresinde 1990’lı yılların başlarında Çerkes kültürünün görünen, maddi kısmının (eşya vb.) daha hızlı bir biçimde kaybolduğu, uygulamaya ve davranışlara yönelik geleneklerin ise daha fazla korunmuş olduğu anlaşılabilecekse de günümüzde bu durumun daha farklı bir yapıya büründüğü ihtimalini düşünmek gerekeceği kanısındayız.
Çünkü 1990’lı yıllarda Türkiye’nin Batı bölgelerinde Çerkesler’in çoğunlukla yaşadıkları köylerde, büyük ölçüde devam ettirilen geleneklerin günümüzde ortadan kalktığı gözlemlenmektedir.
Zehes ve kaşenlik buna örnek olarak gösterilebilir. Köylerde yaşayan Çerkes gençleri zehes yerine çoğunlukla sosyal medyayı tercih etmektedirler....
Devam edecek...