'21 Mayıs'tan önce Maraş-Hatay depremi vardı. Ve önümüzde seçimler var. Bunlar bizi derinden etkiledi, etkileyecek. Ama içimden bu konularda kalem oynatmak gelmedi. Sadece izledim.
Depremden sonra Hatay'a, Maraş'a, Antep'e, Göksun'a gittim. Görmek için. "Keşke görmeseydim" diyerek döndüm.
Gerçekten büyük bir felaket yaşadık. Ve büyük bir dayanışma... Herkes depremden zarar görenlere yardım etmek için seferber oldu.
Ama birileri, çoğunlukla "yardımı örgütlemeye çalışanlar", bu seferberlikten siyasi kazanım elde etme telaşındaydı; iyilik ve yardım, siyasallaştı. Çirkindi. O kadar çirkin ki, bunları da yazamadım. İçimden gelmedi...
Seçimler, hem Türkiye hem de bizim için kritik öneme sahip. Şu veya bu partiden, bazılarını tanıdığımız, bazılarını tanımadığımız arkadaşlarımız ve Kayseri'den bağımsız aday olan Mutlu Akkaya var.
Ben, daha demokratik, insan hak ve özgürlüklerine; hak ve hukuka saygılı bir Türkiye istiyorum. Ancak böyle bir Türkiye'nin, Çerkes halkı için de olumlu adımlar atabileceğine inanıyorum.
Bu nedenle, başka hesaplarla ve/veya önyargılarla Türkiye'nin demokratikleşmesine katkısı olmayacak yerlerde boy gösterenlere destek vermiyorum, vermeyeceğim.
İnsanların iyi, iyi bir Çerkes olmaları yetmez. Çünkü parti, "bağlayıcı bir örgüt"tür. Siz isteseniz de, partinin programına uymayan işler yapamazsınız, yaptırmazlar. Bazılarının yıllardır Meclis'te oldukları halde Çerkesler için hiç bir şey yapamamalarının nedeni budur.
Bir kez daha denemeye ve yanılmaya gerek yok.
"Kadınlar dayak yiyorsa, bir nedeni vardır. İstanbul Sözleşmesine hayır" diyen bir Çerkes, Meclis'te olacağına hiç olmasın daha iyi...
Çıkışından mutlu olduğum ve desteklediğim Mutlu'nun da, diğerlerinin de seçilme şansları fazla değil. Seçilirlerse benim için sürpriz olur.
Yeşil Sol Parti'den, Ankara 3. Bölge 1. Sıra adayı Metin Kılıç arkadaşımızı anlatmaya gerek yok. Ne kadar düzeyli, çalışkan ve fedakar olduğunu bilmeyen yok. Eğer seçilirse bizi Meclis'te çok iyi temsil edecektir. Ama ona da haksızlık yapıldığına inanıyorum ben.
Metin, kesin olarak seçilebileceği bir yerden aday gösterilmeli, böyle bir yarışa sokulmamalıydı. Hele hele yıllardır "Çerkesleri Meclise taşıyacağız" sözleri verenler tarafından.
Metin'in aday olduğu bölgede, İttifak'ın başka bir bileşeninin, hem de güçlü bir aday göstermiş olması, büyük bir "talihsizlik". Ama bu "talihsizlik"in öncelikli sorumlusu Yeşil Sol Parti'dir, TİP değil.
Bu nedenle, o çok imzalı bildiri, bildirinin dili ve sorunu ele alış şekli doğru değil bence. Yeşil Sol Parti, verdiği sözleri tutup Metin'i kesin olarak seçilebileceği bir yerden ve bölgeden aday göstermeliydi.
"Biz çalışmalıyız" anlayışı da doğru değil. Çerkesler sürgünden sonra koca coğrafyaya küçük gruplar halinde dağıtıldı; asimile edildi, beyinleri dumura uğratıldı.
Çerkes halkı, "rehabilite" edilmelidir. Bu, yukarıdan aşağıya doğru, pozitif ayrımcılıkla işleyecek bir süreçtir. Eşitlik ve sadece yasal haklar vermek veya alan açmak yetmez!
Diğer konu, 21 Mayıs. Kurumlarımız hazırlıklara başladılar. Umarım, etkinlikler doğru adreslerde, doğru sloganlar ile örgütlenir ve kamuoyuna sorunun çözümüne hizmet edecek mesajlar verilir.
Son yıllarda iyi bir mesafe kat ettik. 21 Mayıs ile ilgili bilgilerimiz çoğaldıkça, söylemlerimiz ve sloganlarımız "Muhacir"den, "sürgün"e ve "soykırım"a; "Kafkas"tan "Çerkes"e evrildi. Taşlar yerine oturdu.
Artık biliyoruz ki, Rus Çerkes savaşları Çerkesya'nın yok edilmesi, Çerkes halkının % 95'inin tarihi vatanı Çerkesya'dan Osmanlı'ya sürgün edilmesi ile sonuçlandı.
Çerkeslerin nereye yerleştirileceğine, geri dönmek isteyenlere nasıl tavır alınacağına varıncaya kadar ayrıntılı düşünülmüş, planlı, hesaplı, Osmanlı Devleti ile anlaşmalı ve acımasız bir sürgünle...
Elbette, Çerkeslerin sürgünü kabul etmesini kolaylaştıracak ideolojik propaganda yapıldı, yanılgılar ve önyargılar vardı. Ama Çarlık Rusyasının Çerkesya'yı "fethetme" veya "yok etme" planı olmasaydı, sadece propaganda etkili olmaz,
Çerkes halkı asla 100 yıl ölümüne savunduğu vatanını böyle kitlesel terk etmezdi.
Bu nedenle, "21 Mayıs 1864" tarihi ile sembolleşen gün, bir "Çerkes Soykırımı ve Sürgünü Günü"dür. Yüzbinlerce Çerkes, zorla tarihi vatanı Çerkesya'dan sürülmüş ve bir daha toparlanamaması için Osmanlı coğrafyasında dağınık bir şekilde yerleştirilmiştir.
Hatta aynı uygulama vatanda kalanlara da yapılmış, özellikle Karadeniz kıyılarında yaşayan Çerkesler iç ve yaşamak için elverişli olmayan bölgelere sürülmüş, bu da yetmemiş; nüfusun "seyreltilmesi" veya daha da azaltılması için 1900'lü yıllara kadar baskılar devam etmiş ve Osmanlı'ya göçler teşvik edilmiştir.
Artık elimizde yeterince bilgi ve belge var: Bu, uluslararası tanımlara uyan gerçek bir soykırımdır. Ve sorumlusu, dönemin başka büyük devletlerinin de payı olsa da, Rusya İmparatorluğu'dur.
Son yıllarda bu konudaki bilincimiz ve adalet talebimiz büyüyor. Bu, Rusya Federasyonu'nu rahatsız ediyor. Dışarıdan yapılacak herhangi bir yaptırımı tanımayacak gücü olsa da, soykırım ile suçlanmak istemiyor. Belki de "Ya bir gün devran dönerse?" diye düşünüyor.
Bu nedenle, 21 Mayıs'ların "Çerkes Soykırımı ve Sürgünü" olarak, "Soykırım ve Sürgün"ün sorumlularını işaret ederek ve dünyanın duyacağı-göreceği yerlerde örgütlenmesi çok önemli.
Rusya Federasyonu'nun, 21 Mayısların konsolosluklar önünde anılmasından rahatsız olduğunu biliyorum. Biraz da bu nedenle Kefken'e taşınmıştı 21 Mayıs anmaları.
Ama artık bu yanlıştan da döndük diyelim...
Bir süredir Rus akademisyen ve bilim insanlarının Çerkes Sorunu üzerine makalelerini Türkçeye tercüme ediyor, yayınlıyoruz.
Bunlardan biri, Veronika V. Tsibenko'nun; "ÇERKES SORUNU: İÇERİK VE ALGI DÖNÜŞÜMÜ" başlıklı sunumu veya makalesi. Tsibenko, Çerkes Sorunu'nun algı ve içerik dönüşümünü 3 evreye ayırıyor:
Birinci evrede, 1914-15'li yıllarda, Çerkes Sorunu, Osmanlı'nın kontrolünde, bağımsız bir devlet kurma sorunu olarak algılandı. İkinci evrede, soğuk savaş yıllarında, ABD ve SSCB tarafından yönlendirilmeye çalışıldı. Ama üçüncü evrede, yani günümüzde:
"Bu aşamada, Çerkes Ulusal Hareketinin aktivistlerinin çabalarının bir sonucu olarak, Çerkes Sorunu üç talebe indirgendi:
* Soykırımın tanınması,
* Anavatandaki Çerkes topraklarının birleştirilmesi [63] ve,
* Sürgün edilen Çerkeslerin vatanlarına geri dönmesi [64 ]." diyor.
Bu, ideolojik bir başarıdır. Kendimize ve gücümüze güvenmemiz gerektiğinin bir kanıtıdır. Çerkes sorunu "dış güçlerin etkisinden kurtulmuş" ve artık ulusal bir karakter kazanmıştır.
Şimdi bunu derinleştirmek, Çerkes halkını bu temelde bilinçlendirmek ve sesimizi dünyaya duyurmak gerekiyor.
Geçen sene, ham hayaller kuran ve geçmişin yanlışlarından, önyargılarından kurtulamayan birileri 21 Mayıs'ı, Rusya-Ukrayna savaşının da etkisiyle, tabiri caizse, "Rus Zulmünün Mağdurlarını Anma Günü"ne çevirmeye çalıştılar. Hatta bunu daha sonra Tüzük değişikliği yaparak yasallaştırmak istediler.
Böyle bir yanlış, son yılların kazanımlarını çöpe atmak ve Çerkes Sorunu'nu çözümsüzlüğe mahkum etmek anlamına gelir.
Bütün sorunları "bir altın vuruş" ile çözmeye çalışmak, belki alanlara daha çok insan toplar; ama sorunu karmaşıklaştırır.
21 Mayıs, Çerkes Sorunu'nun çözümüne hizmet edecek anlatımlarla, sloganlarla örgütlenmeli, populizm yapılmamalıdır.
Ve 21 Mayıs'ta bayrak, flama, pankart yarışı olmamalı; Çerkes halkını kucaklayacak sloganlar atılmalı, birlik olunmalıdır.
Vatandaki gibi!
Hatko Schamis
3 Mayıs 2023