#954 Ekleme Tarihi 26/05/2016 09:42:05
88 SAAT...
Geçen sene 21 Mayıs’ta Çerkesya’ya gitmek kolaydı. Çünkü RF ile Türkiye arasındaki ilişkiler bugünkü kadar gergin değildi ve vize almak gerekmiyordu.
Bu sene daha zor oldu.
İlk zorluk, etkinliği örgütlemeye çok geç başlamamızdan kaynaklandı. Pasaportları çıkarmak, vizeleri almak, otobüs tutmak, maddi kaynak bulmak için resmen zamanla yarıştık.
Geciktik, çünkü etkinliği bu sene Federasyonumuzun öncülüğünde örgütlemek istiyorduk. Geçen sene biz ilk adımı atmış, ama etkinliği sahiplenince, biz de Federasyonumuzun arkasında saf tutmuştuk. Bu sene, böyle bir ikilik olmasın diye Federasyonumuzun karar almasını bekledik.
Kaf Fed ile ilk görüşmeyi 6 Kasım tarihinde yaptık. Bize etkinliği bu sene de örgütlemek istediklerini söylediler. Yeni yönetim kurulunun ilk toplantısında konuyu ele alacak ve bir komisyon kuracaklardı. Günler günleri kovaladı, vize uygulamasına geçildi, vatana gidip gelmek, oturumu olanlar için bile zorlaştı.
Arada “ne oluyor?” diye sorduğumuzda, hep “örgütleyeceğiz” cevabını aldık.
Güvendik!
Ve “21 Mayıs’ta Karadeniz’in İki Yakasındayız” ilanını görünce sevindik...
Ama Mart ayının sonunda Eskişehir’de yapılan Başkanlar Kurulu toplantısından bir gün önce Kaf Fed'in bu sene 21 Mayıs’ta vatana kitlesel olarak olarak değil; temsilciler düzeyinde, “kurumsal olarak” gitme kararı aldığını öğrendik.
“Uçağın düşürülmesi”, vizeler, geçen sene karşılaşılan bazı zorluklar... bunlar elbetteki yalan değil; ama herşeye rağmen, böyle bir karar almadan önce bize bilgi vermeleri gerekiyordu. Çünkü, 21 Mayıs’ta Çerkesya’ya gitme konusunda kararlı olduğumuzu biliyorlardı. Ve 21 Mayıs’ta Çerkesya’ya gitmek, bizim için, stratejik bir etkinlikti! Sürgün yolunu, vatana dönüş yoluna çevirmekti.
Bazıları için 21 Mayıs bir yas günü. Ama Çerkes Soykırımı ve Sürgünü’nü niye unutmak ve unutturmak istemiyorlar, talepleri nedir bilmiyoruz.
Bir grup, “Rusya’nın Çerkesya’dan defolması” taleplerinin bir gerekçesi olarak diline doladı 21 Mayıs’ı.
Biz ise diaspora Çerkeslerinin vatanlarına dönüşlerinin önünü açacağı ve Çerkes halkının Çerkesya’da birliğini sağlayacağı için Çerkes Soykırım ve Sürgünü’nün tanınmasını istiyoruz. Sürgün ile dönüş arasında bir neden-sonuç ilişkisi olduğuna inanıyoruz.
Ve vatana dönüşü, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü’nün somut bir talebi olarak örgütlemek; vatana Çerkes kimliğimizle girmek veya dönmek için gidiyoruz 21 Mayıs’larda Çerkesya’ya.
Eğer ısrarlı olursak ve “21 Mayıs’ta Çerkesya’dayız” etkinliği süreklilik kazanıp kitleselleşirse; Çerkes kimliğinin hukuki ve siyasi statüsü ile birlikte Çerkes halkının vatana dönüşü gündeme gelecektir.
Bu sene, malum nedenlerle, katılımın fazla olmayacağını biliyorduk. Bu nedenle sadece bir otobüs tuttuk, sınırda bekletilme olasılığı nedeniyle katılımı 32-34 kişi ile sınırladık. Ve etkinliği anlattığımız hiçbir yerde, kimseye “katılım” çağrısı yapmadık, sadece bizim neden gitmek istediğimizi anlattık.
Bu nedenle “diasporanın tek ve yegane temsilcileri”nin “vize alamazlar”, “Trabzon’dan öteye geçemezler”, “deport edilir bir daha vatana giremezler” gibi söylentiler yaymalarına, insanların kafalarını karıştırmalarına gerek yoktu.
Vize başvurularımızı Antalya’da yaptık. Çünkü yine Antalya’da “vatana dönüş başvurusu” yapmıştık. Bir hukukumuz vardı.
İlk görüşmeler olumluydu. Bir kaç günde vizelerimizi alabileceğimizi söylediler.
Ama sonra hava değişti.
Günlerce gittik geldik, hep bir sonraki güne ertelendi. “Ne oluyor” diye sorduğumuzda,“Nalçık’tan gelmenizi istemiyorlar” dediler.
Eğer Natpress’te çıkan haberler doğruysa, ki şimdiye kadar tekzip edilmedi, Konsolosluk bize yalan söylememiş, DÇB gelmemizi istememiş. Hatta Kaf Fed’e bu yönde bir talepte bulunmuş. Kaf Fed de kimsenin gitmeyeceğini söylemiş. Bunların yazılı mı sözlü mü yapıldığının hiçbir önemi yok.
Geçen sene etkinliğin olumlu sonuçlarını gören Federasyonumuz, bu sene de kalabalık bir şekilde 21 Mayıs’ta vatana gitmek istiyordu. Ama sonra birşeyler oldu ve vazgeçti. Veya politik duruşu nedeniyle, bu sene kalabalık bir şekilde gitmenin doğru olmadığına karar verdi.
Sorun, sanırım, DÇB’nin “kraldan çok kralcı olması”, “durumdan vazife çıkarması” ve/veya statükoyu zorlayacak adımlar atmaktan çekinmesive Kaf Fed’in bunu değiştirecek gücünün olmaması.
Burada “Kaf Fed ne yapmalı/ydı?” diye bir soru sorulabilir.
Kaf Fed bir kurum ve kurumsal ilişkiler kuruyor. Bunun gereklerini yerine getiriyor. Sonuçta statükonun bir parçası. Bu nedenle statükonun çizdiği sınırlar içerisinde kalıyor. Böyle bir köprünün olması aslında kötü bir şey değil. Ama bu, aynı zamanda Kaf Fed’in ve/veya Kaf Fed içerisinde ulusal mücadeleyi örgütlemek isteyen samimi unsurların bir handikapıdır.
Çünkü, ya sınırların değişmesi veya zorlanması, hak ve özgürlük mücadelesi verilmesi gerekiyorsa ne olacak?
Düzenle ve statüko ile kurulan ilişkiler buna izin vermeyeceği için, sisteme maddi-hukuki bağlarla bağlı ve sistemden nemalanan kurumlar bu adımları atamazlar. Hatta kendileri bu adımları atamadıkları gibi militanca hak ve özgürlük mücadelesi vermek, statükoyu ve sınırları zorlamak-değiştirmek, yeni alanlar açmak isteyen unsurlarını ve bileşenlerini de frenlerler.
Eğer kendileri bu mücadeleyi örgütlemek isterlerse, ( ki bu, pekala mümkün. Ama bu durumda “sivil toplum örgütü” olmaktan çıkar, “demokratik kitle örgütü”ne evrilirler ) o zaman da sistem-statüko içinde bir kurum olarak oynadıkları-oynayabilecekleri rolü oynayamazlar.
Kaf Fed’in karar vermesi: ya Çerkes ulusal mücadelesinin önderliğine soyunması, bu durumda Çerkeslere artık dar gelen statükonun gömleğini yırtıp atması, ya da oynayacağı-oynayabileceği rolü bilmesi ve hem kendisi ile veya oynadığı-oynayabileceği rol ile, hem de statükoyu zorlayan unsurlarla barışması ve ilişkilerini ihtiyaçlara göre yeniden düzenlemesi gerekiyor.
İki koltukta birden oturamaz!
Açığa çıktığında büyük bir maddi güç olacağını uzun zamandır anlattığımız kimlik ve vatan konusunda adım atmakta zorlandıkları, değişmedikleri ve değişime direndikleri için “hızlı tren”i kaçırdılar. Politik arenada bir boşluk doğdu ve bu boşluğu Çer Fed doldurmaya çalışıyor. Eğer, direnmeye devam ederlerse, sanırım “kara tren”i de kaçıracaklar.
Son gün, 17 Mayıs günü, sabah saat 10:00’da Antalya konsolosluğuna gittik, “ya bugün vizelerimizi verirsiniz, ya da artık vermenize gerek kalmaz. Biz de hukuki yollardan hakkımızı ararız” dedik ve akşama kadar konsolosluğun önünde oturduk. Sonunda saat 20:00’da vizelerimizi aldık.
Rus basınında çıkan, DÇB’nin de ima ettiği “belgeleri eksikti” söylemi doğru değil. Belgelerimiz eksik olsa vize vermezlerdi. Ama biz herşeye rağmen, sınırdan geçişte bizden istenebilecek bütün belgeleri hazırlamış, gerek vize veren firmaya ve gerekse Konsolosluğa “başka bir şey gerekiyor mu?” diye defalarca kere sormuş, “hayır, yok” cevabını almıştık.
Zaten vizelerin hepsini Antalya’dan almadık. İki tanesini İstanbul’dan aldık ve burada da bizden Antalya’da istenen belgelerden başka birşey istenmedi.
18 Mayıs günü sabah Ankara Çerkes Derneği’nin önünden yola çıktık. Ve 32 saat sonra, 19 Mayıs akşamı saat 19:00’da Lars sınır kapısına ulaştık. Fazla bekletmeden pasaport kontrolüne aldılar.
Normal bir pasaport kontrolü değildi. Pasaportlara bakıyor, ama pasaportu geri vermiyor, “bekle” diyorlardı. Bütün pasaportları kontrol ettikten sonra sivil polisler doldu odaya, bizi bekledikleri belliydi. Herkesi tek tek sorguya aldılar.
O an, “işte muhattabım ile karşı karşıyayım” diye düşünüyorsun. Arada duvar yok, kapı yok, sınır yok. Dışarıda sağda solda kaleşnikoflu askerler... Odada bazan 3, hatta 5 kişiler. Onlar Rusya devletini, sen bir sürgün Çerkesi temsil ediyorsun. Yalnızsın... yorgun, bitkin veya korkmuş görünmemeye, sorulara mantıklı cevaplar vermeye çalışıyorsun.
İlk sorguya alınan Mahmut’tu. Bir ara beni de odaya çağırdılar. Mahmut, ısrarla “ben Çerkesim, burası benim vatanım” diyor, Çerkes tercümana Ruslara yardım ettiği için kızıyordu. Bekleme odasının hemen yanındaki odada sorgulandığı için, her cümlesinin sonunda tercümana sorduğu “kıbrıguağa” sorusunu hepimiz duyuyor, gülümsüyor, onun bu cesur ve inatçı tavrından mutlu oluyorduk.
Polisler özel olarak bizi ezmeye çalışmadılar. Sigara içmek istediğimizde üçer üçer çıkmamıza izin verdiler. Su istedik, bardak bardak; oturmak için sandalye istedik iki tabure getirdiler. Bayan arkadaşların yorgun olduklarını, otobüste dinlenmelerine ve uyumalarına izin verilmesini isteyince itiraz etmediler...
En son ben girdim sorguya. Otobüste, “Çerkesim, vatanıma geldim, etkinliği Antalya Çerkes Derneği organize etti” deme kararı almıştık. Ben de sorulara böyle cevap verdim. “Ne yapacaksınız Nalçık’ta?” diye sordular. “21 Mayıs yürüyüşüne katılacağız, diğer 2 gün Nalçık’ı, çarşı pazarı gezeceğiz. Vakit bulursak Mavi Göl’e veya Elbruz’a gideceğiz” dedim.
Polislerden biri “belgeleriniz eksik” deyince itiraz ettim. “Konsolosluğun istediği bütün belgeler var. Bunlar olmadan vize vermiyorlar” dedim. “Antalya Konsolosluğu hata yapmış” dedi. “İki arkadaşımız vizelerini İstanbul’dan aldılar. İstanbul konsolosu da mı hata yaptı? Eğer bütün temsilcilikleriniz hata yapıyorsa, o zaman devletin işleyişinde bir hata var” dedim...
Aslında onlar da biliyorlardı eksik bir belgenin olmadığını. Bu yüzden biri “finansal garanti belgeniz yok” dedi, diğeri “grup gezi-tur programınız”... Biri, “davetiyeniz nerede” diye sordu, başkası “reservasyonlarınızın aslı”? Tam bir tiyatroydu yani. Ve söylediklerine kendileri de inanmıyorlardı.
İşin aslı, 21 Mayıs için kimseyi veya bizi içeri almamaya karar vermişlerdi. Almadılar! “25 Mayıs’ta gelin girin” demeleri de bunun bir kanıtı.
Gerisi bilgi kirliliği...
Mesela sosyal medyadan, beraberimizde getirdiğimiz bayrak ve pankartların sorun olduğunu öğrendik. Ama geçen sene de yanımızda bayrak ve pankart vardı. Hem de bu senekinden daha fazla. Hatta Kaf Fed’in bazı kitaplarına ve haritalara el koymuş, geri vermemiş, ama vizeleri iptal etmemişlerdi.
Sonra, pankart ve bayrakları, vizelerimizi iptal ettikten sonra, otobüsten indirdiler ve fotoğraflarını çekip geri verdiler. Yasak olsa geri verirler miydi?
Vezir Savrum’un bugün sosyal medyada dağılan “Spekülasyon” başlıklı yazısındaki iddialar da uyduruk. Sanırım “bilgi”leri, Yaşar Aslankaya’dan almış ve kesin doğruymuş gibi aktarmış. Bize doğrulatma ihtiyacı hissetmeden.
İddiaya göre, otobüsümüzün belgeleri tam değilmiş ve bunu, bizden bazıları biliyormuş. Yalan! Daha Türkiye’den çıkmamıştık ki, bu konu gündeme geldi. Bunun üzerine şoförlerimiz firmayı aradılar ve ellerindeki belgelerin tamam ve yeterli olduğunu teyit ettiler. Buna istinaden Gürcistan sınırından rahatça geçtik ve RF-Lars sınır kapısında yapılan kontrollerde otobüsün-şoförlerin belgelerinde hiçbir eksik çıkmadı. Çıksaydı, zaten başka bir bahane aramadan, otobüsünüzün belgeleri eksik der, bizi geri çevirirlerdi. Bir şoförümüze sorulan “Tur Programı”nın ise otobüsün belgeleri ile alakası yoktu.
Suçluluğun telaşı içinde olanlar “temize çıkmak” için bilgi kirliliği yapıyor, bunun için kendileri geri planda kalıp, başkalarını kullanıyorlar. Bu defa Vezir’i feda ettiler. Ama Vezir arkadaşımız da kendisine bu masalları anlatanların neden kamuoyunda bunları dile getirmediklerini düşünebilirdi. Veya bize de sorabilirdi. Ve biz, gerekli görürsek, ses kayıtlarını bile yayınlardık!
GerekDÇB’nin ve gerekse Kaf Fed’in “belgeleri eksikti” yalanını yaymalarının nedeni, bizim eksik belgelerle, bu durumda provakasyon amacıyla Nalçık’a gittiğimizi iddia etmek, böylece Nalçık’a gidemememizin gerçek nedenlerini gizlemek ve bizi itibarsızlaştırmak.
Keza bugün Ajans Kafkas’ta yayınlanan tekzip de bilgi kirliliği ve kamuoyunu yanıltma operasyonlarının bir devamıdır. Bu „tekzip“te Sayın Aslankaya, sanki 21 Mayıs için Nalçık’a giden „bir grup“ varmış gibi, „Nalçık havaalanına inen grup sorunsuz girdi Nalçık’a“ diyor, ama biz giremeyenlerin olduğunu biliyoruz. Daha da önemlisi, bu açıklama ile, Kaf Fed, bizleri „provakatör“ ilan eden Hauti ile aynı dili kullanıyor, „iyiler girdi, kötüler giremedi“ demeye getiriyor.
Ben şaşırmadım bu açıklamaya. Çünkü Kaf Fed bizim 21 Mayıs’larda neden vatana gitmek istediğimizi anlamadı ve yapısı bu misyonu taşımaya uygun değil.
Tekrar edeyim:
Mesele ne pahasına olursa olsun Nalçık’a, Maikop’a veya Soçi’ye gitmek değil. Mesele Çerkes kimliği ile, ben Çerkesim, vatanıma geldim, diyerek gitmek. Keyfilikleri aşmak. Bunu yaptığımızda, RF’na diasporada inkar ettiği Çerkes soydaşları olduğunu hatırlatır, „Çerkes“e siyasi ve hukuki statü kazandırmaya çalışmış oluruz. Ve „sürgün Çerkesler“ konusu gündeme gelir.
Çerkesya’ya herhangi bir günde veya kimliğimizi gizleyerek değil, 21 Mayıs’ta ve „ben Çerkesim, vatanıma geldim“ diyerek gitmenin önemi burada.
Bu nedenle, „ o grup“ belki sorunsuz Nalçık’a gitti, ama, hukuki olarak o gün Nalçık’a giden bir Afrikalı‘dan, Amerikalı’dan, Türk’ten veya Rus’tan farkları yoktu ve Çerkes kimliğine veya sürgün Çerkesleri konusunun gündeme getirilmesine hiçbir katkıları olmadı.
Yoksa biz de biliyoruz şortlarla, İtalyan marka güneş gözlükleriyle ve polislere „hello, how are you?“ diyerek Nalçık’a daha kolay girebileceğimizi.
Ama bunu yapmayacak, her sene topluca Çerkesya’ya gidecek, keyfi uygulamaları aşmaya çalışacak, sürgün Çerkesleri konusunu kamuoyunun gündemine taşıyacağız...
Çerkes kimliğine hukuki ve siyasi bir statü kazandırıncaya, vatanımıza dönüşümüzün önündeki engelleri kaldırıncaya kadar! Bu nedenle bizler için 21 Mayıs sadece bir yas günü değil; coşkulu bir mücadele günüdür.
Kim ne derse desin, çizgimizden sapmayacak, kimseden icazet almayacağız
Bu sene etkinliğimize katılan herkesi tek tek kutluyor, maddi manevi destek verenlere, Merzifonlu ve Çorumlu arkadaşlara, teşekkür ediyoruz. Seneye daha kalabalık, daha kararlı bir şekilde gidecek, etkinliğe dünyanın her yerinden Çerkesin katılmasını sağlayacağız.