Yarın "Dünya Anadil Günü". Veya anadilleri: anadillerin önemini, binlercesinin kaybolduğunu, onu yaşatma irademizi önce kendimize sonra dünyaya hatırlama ve hatırlatma günü.
Bu konuda yeterince kaynak ve araştırma var. Anadiller yok oluyorlar, yok olma tehdidi altındalar.
Hepsi değil; siyasallaşamamış veya devletleşememiş olanlar.
Yani, elbette ki bir dili konuşanların sayısı önemli; ama daha da önemli olan, dilin yaşama: ekonomiye, siyasete, edebiyata, bilime... açılan bir kapı olması; dilin bir yaşam alanının olması.
Devlet, veya siyasal kurumsallık, dile bu yaşam alanını örgütlediği için, devletleşmiş-kurumsallaşmış diller "kurtuluyorlar"...
Yani eğer bir devlet, sınırları içerisinde yaşayan halkların, kültürlerin, dillerin varlığını siyasi-hukuki olarak tanır; onlara siyasal-toplumsal yaşam içerisinde "gerekli-zorunlu" statüsü verirse, diller yaşayabilir!
Bu, "çok uluslu, çok kültürlü, çok dilli demokratik devlet" demektir.
Öyleyse bir dilin yaşayabilmesi için, öncelikle o dile siyasi-hukuki bir statü ve/veya garanti vermek, bunun için mücadele etmek gerekir.
Bu, "anadili" ve/veya "anadilde" eğitim; devlet kurumlarında ve yaşamın her alanında söz konusu dilli kullanma hakkı demektir.
Demokratik olmayan, "tekçi-üniter" devletler, anadilleri korumanın başka bir yolu olmadığını bildikleri halde buna izin vermezler. Bunun bölücülük, ayrılıkçılık vs olduğunu söylerler.
Gerçek, bunun tam tersidir: Kimlikleri, dilleri, kültürleri garanti altında olanlar değil; varlığı tehdit altında olan halklar veya uluslar kendi siyasal kurumlarını örgütlemek istiyorlar.
Ama anadilin yaşatılabilmesi için, vizyon ile birlikte, bu mücadeleyi örgütleyecek olan güçlerin-dinamiklerin tanımını da doğru yapmak gerekir.
"Bir dil, onu bilmeyenler yüzünden değil; bilip de konuşmayanlar yüzünden kaybolur" sözünü herkes duymuştur. Kulağa hoş gelir. Çok yanlış da değil; ama eksik! Eksik olduğu için de yanlış...
Dili koruma, öğretme, geliştirme... çalışmalarını dil bilmeyenler yapamaz. Bu, kurumların ve dil bilenlerin görevidir.
Dil bilenlerin, dil bilmeyenlere, "öğrenmelerini tavsiye etmeleri" boş laftır, sorumluluktan kaçmaktır.
Kurumlar ve dil bilenler, dili öğrenmek için ulusal bilinç ve motivasyon geliştirmekle, dile prestij kazandırmakla, dili öğrenmek için gerekli materyalleri hazırlamakla yükümlüdürler.
Sadece dili konuşabiliyor olmaları yeterli değildir. Bir de dili öğretmek; dili yaşatmak için çalışmak gibi bir görevleri vardır. Değilse, görevlerini yapmıyor, ulusal bilinçleri zayıf demektir.
Dili bilmek, evde veya sağda solda konuşmak dili yaşatmaya yetmez. Yetseydi, tekçi-demokratik olmayan devletlerde dil kamusal alanda yasaklanırken; evlerde ve özel yaşamda serbest olmazdı.
Dili kamusal alana taşıyacak, onun öğretilmesi için çalışacak olanlar ulusal bilinci olanlar ve dili bilenlerdir.
Bu nedenle ben, eğer Çerkesçe "tehdit" altında ise; bunun sorumlularının, bulunduğumuz aşamada, artık, Çerkesçe'yi bilip de, onu yaşatmak için çalışmayanlar olduklarını düşünüyorum.
Oturdukları yerden, "öğrenin" demekten fazlasını yapmak zorundalar! Yoksa, samimiyetlerine inanmak zor!
Ben Çerkesçe'nin kesinlikle yok olmayacağına inanıyorum. Çünkü, Çerkes ulusal bilinci yok olmayacak, hatta günden güne büyüyecek.
Ve dünya Çerkeslerle, Çerkesçe ile, Çerkes kültürü ile daha güzel olacak!
Bütün kimliklerin, dillerin ve kültürlerin kendilerini ve geleceklerini güvende hissettikleri bir dünya dileğiyle...
Hatko Schamis
20 Şubat 2021