#221 Ekleme Tarihi 15/10/2015 12:21:49
08 Mayıs 2012 Salı Saat 21:13
21 Mayıs 1864’te Çerkesya’da ne olduğu yıllarca tartışıldı. Kısa bir süre öncesine kadar bu tartışmanın, kendi içinde farklı tonları da olan başlıca iki tarafı vardı: Birinci “taraf”; Çerkeslerin Çarlık Rusyasına karşı savaşı kaybettikten sonra Osmanlı devletine “hicret” ettiğini; veya göç ettiğini anlatıyordu genç beyinlere. Osmanlı da bizlere kucak açmıştı. “Katil Rusya” ve “Yaşa Paşa Osmanlı”ydı... İkinci “taraf”; savaşı kaybettikten sonra hile ile; din tacirlerinin, köle tüccarlarının, Osmanlı’nın ajanlarının aldatmacalarının etkisi ile “Çerkeslerin anavatanlarını terketmeye ve Osmanlı’ya göç etmeye özendirildikleri”ni... Rusya iyi birşey yapmamıştı; ama Osmanlı ve diğer “alçaklar” da en az Rusya kadar suçluydu. ( O zamanlar henüz tespit edilemediğinden! Gürcüstan’ın adı “suçlular listesi”nde görülmüyordu ).
Her iki grup içerisinde “keşke savaşmasaydık”, “büyük devletlerin ve ajanlarının oyununa geldik”, “Rusya itti, Osmanlı çekti”, “büyük acılar yaşadık”, “trajediydi”, “soykırımdı”, “sürgündü”, “göçtü”... diyenler de vardı; ama bunlar politik söylem düzeyinde değillerdi.
Zamanla savaşın öyle “namuslu” bir savaş olmadığı; yaşananların da sıradan suçlar kapsamında ele alınamayacağı çıktı ortaya. Çerkesler, savaşta yenilmiş; ama soykırıma uğramış, sürgün edilmişlerdi. Bu söylem gittikçe güçlendi. Ortaya çıkan belgelerle desteklendi. Sonunda Gürcüstan Parlamentosu’nun kararı ile de resmileşti.
Soykırım gerçeğini dile getirenlerden “yaşa paşa Osmanlı”cılar artık “padişahım çok yaşa” demiyorlar, ama Rusya’nın yokoluncaya kadar sanık sandalyesinden inmesini de istemiyor; Çerkes Soykırımı’nı Rusya’yı yokoluncaya kadar suçlamanın ve Çerkes halkını Rusya düşmanı, Rusya ile rekabet ve çatışma içerisinde olan güçlerin kullanabileceği bir potansiyel güç haline getirmenin aracı olarak kullanıyorlar.
Ortaya çıkan bütün gerçeklere rağmen hala atalarımızın aslında “göç ettiklerini”; bu “zorla göç”ün olsa olsa “sürgün” olabileceğini; hatta bunu da aslında “gönüllü sürgün” olarak tanımlamak gerektiğini; tekrar anavatanımıza dönmemizin önünde hiçbir engel olmadığı halde “dönmüyor” olmamızın bu “gönüllü kaçkınlık”ın en açık delili olduğunu iddia edenlerin söylemleri ve yalanları da onların bu çabalarına kan pompalıyor.
Son günlerde tekrar atağa kalkıp ( RF’nun bütün elçiliklerine ve “ilgili kurumlar”a, “Çerkes Soykırımı” söylemini bastırmaları talimatı vermiş olmasının bir etkisi var mı bilmiyorum... ) atalarımızın 100 yıldan fazla özgürlük için savaşmış, ama yenilmiş; kadın çocuk demeden katledilmiş, gemilere bindirilmek üzere Karadeniz sahillerine süngü ve dipçik tehditleri ile toplanmış, sürülmüş ve Çerkesya’nın da köy köy yokedilmiş olduğu gerçeğini; hem de belgelere rağmen hala reddeden, bizim “kaçkınlar”ın torunları olduğumuzu iddia eden bu “taraf”ın tek amacı var: Rusya Federasyonu’nu “suçlu” ve “sanık sandalyesi”nden kurtarmak!
Başarabilirler mi? Başaramazlar ve tarih baba şimdiden onlara “hainler” lokantasında bir masa ayırttı; ama vazgeçmeyeceklerdir. Çünkü RF’nu “sanık sandalyesi”ne oturtmamak; Çerkesleri “kendi etti, kendi buldu”, “suçlu”, “çaresiz” ve “yalnız” psikozuna sürüklemek bir “devlet politikası”dır. Nasıl ki, “diğer taraf” yasal ve hukuki yolları reddediyor, demokratik mücadele ile “Çerkes Sorunu”nu çözebileceğimiz ve sonuca ulaşabileceğimiz inancını yoketmek istiyorsa; “bu taraf” da, “Çerkes Sorunu” diye birşeyin olmadığı, sorunun bizde: kendimizde olduğunu iddaa ediyor; insanlarımızı “biz bitmişiz arkadaş”a inandırmaya çalışıyorlar.
Bu nedenle iki taraf da, objektif olarak Çerkeslerin anavatanlarına dönüşlerinin; birleşip uluslaşmalarının ve Çerkesya’nın yeniden inşasının önünde engel durumundalar. Her iki tarafın söylemleri de statükoyu güçlendirmekten; Çerkesleri yaşadıkları topraklara “kopmaz bağlarla bağlamaktan”; umutsuzluk ve çaresizlik tohumları ekemekten ve yalnızlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Son zamanlarda, kimi gerçeklerin ortaya çıkması ve mücadelenin gelişmesi ile yeni şeyler söylüyor gibi görünmeleri sadece bir aldatmacadır. Söylediklerinde yeni hiçbirşey yok; yaptıkları, sadece, ortaya çıkan gerçeklerin “devrimci” dinamiklerini yoketmek; halkımıza umut verebilecek yönlerini törpülemek ve statükoyu devam ettirmektir.
Bunun için bir yandan aslında hiçbir zaman bir politik söylem haline getirmedikleri; “hasbel kader” bir yerlerde yazdıkları veya söyledikleri “gerçekleri”, “biz zaten demiştik” diye böbürlenerek, allandıra pullandıra anlatıyor; böylece statükolarını; halkımızın iyi niyetini süistimal ediyorlar... diğer yandan da “çaktırmadan” kendilerini yeniliyorlar.
Hummalı bir çaba içerisindeler. Köy köy, kasaba kasaba dolaşıyor; derneklerden çıkmıyor; herkesi tek tek ziyaret ediyorlar. Tek yapmaya çalıştıkları, Yurtsever Hareketin önünü kesmek!
Çerkesler, Yurtseverler!
“Su uyur, düşman uyumaz” ve bukalemun gibi kılıktan kılığa girer. Bugüne kadar politikalarımızı yapmış, kurumlarımızı yönetmiş veya bizleri “temsil etmiş” olanların, çoğunun, değiştiklerine inanmayın. Dikkatli olun, uyanık olun!
Bizim 3 yıldır anlattığımız gerçekleri onlar yıllardır biliyorlardı. Ellerinde bu bilgilere ulaşacak bütün olanaklar vardı. Eğer bu gerçekleri dile getirmemişlerse, nedeni, onların bu gerçekleri bilmemeleri değildi.
Onlar “Asker”diler. Şimdi de “Asker”ler, gelecekte de “Asker” olacaklar... Ama halkımızın değil, statükonun “Askerleri”!
“Çerkes Soykırımı ve Sürgünü”nün, “soykırımı”nı satır aralarına saklayıp, Sürgün”ünü büyük harflerle yazanlara sorun: Madem Çerkesler soykırıma uğradı; neden “Soykırımı” da büyük harflerle yazmıyorsunuz diye...
Veya, Çerkeslerin, hukuki ve yasal kazanımlarının önünü açacak, onlara uluslararası platformlarda yeni kazanımlar sunacak “Sürgün”ü neden dile getirmiyor, sadece politik önemi büyük; ama çözümü uzun yıllar alacak “soykırım”da ısrar ediyorsunuz diye...
Daha düne kadar “Kafkas Dernekleri”, “Kafkas Halkı”, “Kafkasya” gibi söylemler sizi rahatsız etmiyordu, diaspora gerçekliği olarak tanıyor ve bütün ilişkilerinizi bu kurumlar eliyle yürütüyordunuz; şimdi ne oldu da “Çerkes Kimliği” ve bu kimlik ekseninde ortaya çıkan örgütlenmelere ilgi duyar oldunuz diye...
Bu direnişe açık açık muhalefet edenlerin de, onun bir parçası gibiymiş gibi görünenlerin de yapmaya çalıştıkları budur.
Çerkes ( Adıge ) örgütlenmelerini Çerkesya vizyonu ve idealinden uzaklaştırıp RF’daki siyasi birimlerimizden biri olan Adıgey eksenli bir “birlik”e dönüştürmek; içini ve özünü boşaltmak, politik içeriğini yoketmek; apolitik bir dernekçiliğe dönüştürmek istiyorlar.
Halbuki, “Çerkes Uluslaşması ve Çerkesya’nın inşası” vizyonundan ve idealinden kopacak; “Çerkes Soykırımı ve Sürgünü” söylemini sulandıracak Çerkes ( Adıge ) örgütlenmelerinin şimdiye kadarki örgütlenmelerimizden bir farkı olmaz ve bu örgütlenmeler, “klasik dernekçlik”ten başka birşey de yapamazlar!
Bu oyuna gelmemeli; “Statükonun Askerleri”nin oyununu bozmalı; söylemlerimizi sulandırmamalı, dik durmalı, dosdoğru yürümeli ve halkımızın umutlarını çarçur etmemeliyiz!
Yurtseverlerin görevi, Çerkesya'nın yeniden inşası ve Çerkes halkının Çerkesya’da uluslaşması idealinden milim sapmayacak bağımsız-demokratik Çerkes ( Adıge ) örgütlenmelerini: Çerkes Derneklerini, Çerkes Dernekleri Federasyonu’nu yaratmak; Çerkes Halk Meclisi’ni örgütlemek ve uluslararası platformlarda temsilimizi sağlamaktır.
Unutmayın: Kurumlarımızı yurtseverleştirmeyen önünde sonunda statükonun kucağına oturtur.
Çerkesya Platformu’nun 21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü için, 20 Mayıs 2012 Günü, saat 15 00’da Taksim’de örgütleyeceği etkinliğe bu bilinçle katılmalı; bütün yakınlarımızı ve arkadaşlarımızı katılmaya çağırmalı; “Çerkesya’nın yeniden inşası talebimizden ve Ulusal hak ve özgürlüklerimizden asla vazgeçmeyeceğimizi” hem “Statükonun Askerleri’ne, hem de bütün dünyaya göstermeliyiz.
Yurtsever Hareket ne kadar güçlü olursa, “Askerler”in korkusu o kadar büyüyecek; ama Çerkesya da o kadar yakınlaşacaktır...
Kahrolsun “statükonun Askerleri”!
Kahrolsun “oportunistler”!
Yaşasın Çerkes Kalma Mücadelemiz!
Yaşasın Çerkesya!