#156 Ekleme Tarihi 06/10/2015 11:50:25
03 Ağustos 2010 Salı Saat 09:53
Bir süredir biraz “ön hazırlık” gerektiren konularda yazıyordum. Not alıp bir kenara attığım defterlerin tozunu aldım. Bilgilerimi tazeledim. Fena da olmadı aslında; ama bu iş “serbest” yazmaktan daha yorucu.
Dün kendime bir gün ayırdım. Dertsiz tasasız yemeğe çıktım. Oturduğum yere yakın bir İspanyol lokantası var. Vaktim olunca buraya giderim. Yemekleri lezzetli ve pahalı değil.
Dün de öyle yaptım. “Paella”, yanında da buzlu “Kalimotxo”. Bu içecek Yu;slavya taraflarında da yaygın ama Bask ülkesinde neredeyse milli içki. Hangi Bar’a gitseniz bulursunuz. Tadı güzel ve rahat içiliyor.
Sonra internette biraz “gezindim”. “Nerede ne olmuş, kim ne demiş?”. Not alma, bir yazıya hazırlık yapma derdi olmadan.
Bir iki haber gözüme çarptı:
Biri, Maraş Kafkas Kültür Derneği’nin festivali. Ankara Derneğinin etkinliğinde sahnenin arkasına dev bir Türk bayrağı ve Atatürk posteri asılmış, bu görüntü Cherkessia.net’te eleştirilmiş ve eleştirilerden rahatsız olanlar da bir arkadaşımızı arayıp “o bayrak ile Atatürk posteri sahnede hep durur, biz asmadık” diye bir açıklama (!) yapmışlardı.
Yaptıkları açıklamaya inanan inanır, ben inanmadım. Çünkü Atatürk posterlerini veya Türk bayraklarını astıkları, daha doğrusu böyle abarttıkları ilk etkinlik değil bu. Ve işte Maraş’taki başka bir etkinlikte aynı şey tekrarlandı. Hatta sanki inat olsun diye daha da abartılarak.
Maraş’ta binanın girişine ortaya Atatürk posteri; posterin sağına ve soluna da iki dev Türk bayrağı asmışlar. Sahnenin arkasına 5 veya 6 tane; girişin önündeki alana da ben deyim 50, siz deyin 100 mini. İnanın abartmıyorum. Gidenlere sorabilir veya fotoğraflarda görebilirsiniz.
Maraş’taki binayı inşa eden Müteahit, “bayrakları indirirseniz, binayı yerle bir ederim” dememişse eğer; bu abartılı “Türk bayrağı şovları”nın tek anlamı var: Halkımızı bu ülkeye ve onun kuruluş ideolojisine “kopmaz bağlarla bağlamak” ve bugün demokratikleşmeye direnip kendilerine “ulusal” diyen; gerçekte faşist, ırkçı, Türkçü çevrelere “biz de sizdeniz” mesajı vermek.
Yapsınlar ne yapacaklarsa da; ama hiç olmazsa dev Türk bayraklarının yanına bizim “mendil kadar”cık bayrağımızı asmasınlar. Çünkü diplomatik dilde bir ülkenin ulusal simgelerini diğerinden küçük, arkada veya aşağıda sergilemek bu ülkeyi/halkı aşağılamak anlamına gelir.
Bir de kendilerini hazırlasınlar (mesela yanlarında hep sakinleştirici ilaçlar olsun): Çünkü biz düzenleyeceğimiz veya katılacağımız her etkinliğe onlarca, yüzlerce bayrağımızla geleceğiz…21 Mayıs Taksim mitingi bir sadece bir başlangıçtı.
Sonra Facebook’da “ulusal demokratik” platform diye birşey gözüme çarptı, “dönüş sorunları”nı tartışacaklarmış. Bunlardan bazıları sağda solda “ bu ikisi yanyana gelmez” gibi şeyler söyledikleri için şaşırdım doğrusu.
Ama hemen günahlarını da almayayım: bu bahsettikleri “ulus”, bildiğimiz “millet” olmayabilir. Veya Çerkes=Adıge deyince “millet” ve bunu diyenler “milliyetçi”; Çerkes=Herkes deyince “ulus” ve bunu diyenler de “ulusal” oluyorlar. Belki de aradaki fark yanına iliştirilen sihirli “demokratik” sözcüğüdür, bilemiyorum?
Fakat başkalarının kafaları karışmadan şu “ergenekoncu” veya “avrasyacı” ulusalcılarla, kendi “ulusalcılık”ları; etkinliklerindeki Türk bayraklı ve Atatürk posterli görüntülerle “Cumhuriyet mitingleri”nin görüntüleri arasındaki farkları anlatırlarsa hiç de fena olmaz. Yoksa millet yanlış anlayacak?
Bir de Kuban Terek’de birşey gözüme çarptı. Yukarıdakilerle ilintili, paralel bir şey. Bu yazışma grubunda Şamil Jane imzalı bir yazıda 12 Eylül’de yapılacak referandumda neden “Hayır” oyu verilmesi gerektiği anlatılıp, sonunda “bilinçli demokratlar” bu referandumda “hayır” oyu vermeli deniyor.
“Aslan sosyal demokratlar” ve “ulusal demokratlar”dan sonra şimdi de “bilinçli demokratlar”! Politika sözlüklerine baktım, “bilinçli demokrat” veya “bilinçsiz demokrat” kime denir, nasıl olur diye. Ben bulamadım.
Belki de “Atatürkçülük” gibi birşey ve demokrat sözcüğünün arkasına sığınarak her söylediğini yutturmaya çalışanlara…
Veya Türkiye’nin bütünlüğünü savunup, türkçü ideolojiyi yaşatmaya çalışan “ulusalcılar”a…
Ekonomik gelişmelerin emperyalistlerin siyasi tercihlerinde oynamalara neden olduğunu göremeyip “soğuk savaş”ın söylemlerini, günahlarını tekrar edip duranlara...
Rusya’nın neyi var deyip, “Amerika’nın şeyi”ni “Şer”in ekseni zannedenlere…( Geçen ay ABD’de yakalanan ajanların da hiçbir kötü niyetleri yoktu zaten. Taa Amerikalara kaşen aramaya gitmişlerdi! )
Toplam nüfusun % 10’u oldukları halde ana dilleri “harbiden” resmi dil olan; 3 yaşından itibaren ana-ilk öğretim okullarında ve üniversitelerde öğretilen, gelecek korkusu olmayan Maorileri ( Yeni Zelanda ) veya dün “20 iken” bugün sayıları 120 000’i bulan, Maorileri örnek alıp kendi eğitim kurumlarını yaratma işine girişen, ABD’nin göbeğinde bağımsızlık ilan ettiği halde başına bombalar yağdırılmayan; tam tersine özür dilenip tazminat konusunda pazarlık yapılan ( ABD hükümeti son olarak 850 milyon tutarında bir tazminat ödemeyi kabul etmişti ), küllerinden yeniden doğmak üzere olan Lakotha yerlilerini göremeyenlere…”bilinçli demokrat” deniliyordur, bilmiyorum?
Şimdi asıl konuya geleyim: Referandumda “evet” mi, “hayır” mı?
Şimdiye kadar “liberal demokratlar” AKP’nin Türkiye’yi yavaş da olsa demokratikleştirdiğini söylüyorlardı. Eminim onlar referandumda “evet” diyeceklerdir. Milli olmayan “ulusalcılar”, “ulusal demokratlar” ve “bilinçli demokratlar” da “hayır”.
Ben, “bilinçsiz bir demokrat” olarak “benim yarama merhem olmayacak değişikliklerden “Çerkes olarak” bir çıkarımız yok diye düşünüyorum. Ve anayasada yapılacak değişikliklerde “doğrudan” bizim durumumuzu iyileştirmeye yönelik bir madde yok.
Keza Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül’ün “mağdurları”nı diline dolayıp yine “Takiyye” yaptığını, timsah gözyaşları döktüğünü de biliyorum.
Ama “bilinçli demokratlar”ın “yargı yürütmenin denetimine girecek” söylemlerinin demo;ji olduğunu; bugünkü yargı sisteminin, hakimleri ve savcılarının 12 Eylül’ün çocukları olduğunu, işkence dahil bütün anti demokratik uygulamaların onların gözetiminde yapıldığını, hepsinin altında imzalarının olduğunu, onayladıklarını, hatta bizzat işkencelere katıldıklarını ve hiçbir hükümetin denetiminin bundan daha kötü olamayacağını da!
Doğrusu “Demokratik bir Halk Anayasası”dır. Türkiye’de demokrasiden çıkarı olan bütün halkların ve toplumsal grupların katkıda bulunacakları bir Anayasa. Bizim de yalnızca gidip sandıkta oy kullanmadığımız, öncesinde taleplerimizi dile getirebildiğimiz ve kabul ettirebildiğimiz bir anayasa.
“Gerçek Demokratlar” ( modaya uyup ben de bir kavram ürettim ) hükümetlerin çıkarları için şimdiye kadar 18 kere ve 194 maddesinden 80’i değiştirilmiş, 3 maddesi yürürlükten kaldırılmış ama özü korunduğu için yaraya merhem olmamış 12Eylil Anayasasının yerine “Demokratik bir Halk Anayasası” talep etmeliler. 1978’de İspanya’da olduğu gibi?
Ama insan herhangi bir iyileştirmeye de nasıl karşı olur?
Ben, “bilinçsiz bir demokrat” olarak, eğer oy kullanabilseydim “EVET” derdim…