BİR KEZ DAHA, ÖRGÜTLENME ÜZERİNE...

#243 Ekleme Tarihi 15/10/2015 11:32:51
05 Kasım 2014 Çarşamba   “Camide cemaatle namaz kılarken arka saflarda yaramazlık yapan, gülen çocuk sesleri yoksa, gelecek nesiller adına korkun...”   Ortadoğu'da, özelde Kobane'de, herşey şaşırtıcı bir hızla gelişiyor. Kürtler direndiler, büyük fedakarlıklar yaptılar; bütün dünyaya varlıklarını devam ettirme gücüne-dinamiklerine sahip olduklarını gösterdiler ve yolun sonu göründü: Artık 100 yıl önce çizilen yapay sınırların bir işlevi yok ve yeni çizilecek haritada Kürtlerin de bir/veya birkaç siyasi örgütlenmesi olacak. Amerika'nın “Türkiye'ye rağmen” silah yardımı yapıp PYD ile PKK'yi meşrulaştırma hamlesini Türkiye'ye bu gerçeği kabul ettirme ve Türkiye'yi Kürt sorununu çözmeye zorlama hamlesi olarak görmek gerekiyor. Türkiye zaten Kürt sorununu çözmeye çalışmıyor muydu? Hayır, çalışmıyordu. Asıl niyeti Kürt silahlı güçlerini ve olası siyasi örgütlenmelerini savunmasız hale düşürmek, tasfiye etmekti. Ki “PYD ve PKK terör örgütüdür” diyen bir kafa Kürt sorununu çözemez. PKK ile Kürt halkı arasına duvar örüp, PKK'nın Kürt halkı demek olmadığını veya Kürt halkını temsil etmediğini söyleyenler halt ediyorlar. Bir halkı onun hak ve özgürlüklerini savunan, direnen güçleri temsil ederler. Çünkü onlara rağmen “çözüm” mümkün değildir. Bu nedenle bir ulusal sorunu gerçekten çözmek isteyenlerin, sevmeseler de, ulusal mücadele veren örgütleri ve önderlerini muhattap almaları gerekir. Biçimi tartışılır... Bu gerçeği Arapların, Türkiye'nin, bazı Arap milliyetçisi-islami ( daha doğrusu islami maskeli ) örgütlenmelerin hazmetmesi biraz zaman alabilir; ama “Kürt realitesi”ni önünde sonunda herkes kabul edecek. Biz hariç... Tabii “siyaset” biraz da “oyun içinde oyun”dur ve herşey daha bir kaç kez el/yer değiştirecektir; ama Kürtlerin hedefe kilitlenmiş, fedakarlık yapmaya hazır güçlerinin zafere yürüyeceklerinden kuşku duymuyorum ve Kürtler adına seviniyorum. Çünkü, ezilen-direnen bütün halklar gibi Kürtleri de seviyorum. Resmi ağızlardan yapılan “kart-kurt”, “kro”, “hain”, “dış güçlerin maşası”, “katil” gibi çirkin propagandalar beni hiçbir zaman etkilemedi. Elbette her yaptıklarını onaylamadım/onaylamıyorum, ama soğukkanlılığımı yitirmedim. Özünde haklı olduklarını biliyorum. Asimilasyona direniyorlar. Geleceklerini garanti altına almak ve kendi kendilerini yönetmek istiyorlar. Bu, Kürtlerin en doğal hakkı. Soğuk savaş yıllarında o zamanki dengeler nedeniyle, daha sol/sosyalist bir politik söylemleri vardı. Sol-sosyalist devletler-örgütler ulusal kurtuluş hareketlerinin “doğal müttefiki” idiler. Bugün bütün toplumu kucaklamaya çalışıyor, global ilişkilere giriyorlar. Kobane'de de, o topraklar üzerinde yaşayan bütün halklar, Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, Araplar; bazı aşiretler birlikte örgütleniyor, birlikte direniyorlar. Çeçenlerin de sanırım 200 savaşçıdan oluşan bir taburları var. Eşbaşkanlık koltuğunda bir Kürt bayan ile bir Arap aşiret lideri yanyana oturuyor ve kadınlar Kürtlerin toplumsal örgütlenmelerinin hepsinde, her düzeyde sorumluluklar almışlar. Şu tarihte, şurada veya burada neler yaptıkları, kimi yanlışları benim için “belirleyici” değil. Çünkü politik mücadele düz bir çizgide ilerlemez. Tarafların hamleleri/karşı hamleleri, provokasyonlar falan hep olur. Hatta kendi saflarınızdan da böylesi provakatörler çıkabilir. Bir de her anlatılana inanmamak lazım. Çünkü herşey göründüğü gibi değildir ve gerçek çoğu zaman ayrıntıda/satır aralarında gizlidir. Veya “devlet sırrı”... Mesela, “sınırları muhtaç olan herkese açma, 2 milyon Suriye'liyi misafir etme” politikasının altında, gerçekte, o toprakları insansızlaştırma ve bu “misafirler”in  terkettikleri veya yerleştirildikleri bölgelerdeki demografik yapıyı değiştirme niyetleri yatabilir? Vs vs... Bunları bilmeyenimiz ne yazık ki çok. Bir nedeni, elbetteki resmi söylemler. Bu söylemlerin neden olduğu önyargılar. Ama en önemlisi, bizim “iktidar aşkı”mız! Uzun bir geçmişi var bu aşkın. Osmanlı devletinin paşaları/beyleri Çerkeslerdi.  Teşkilatı Mahsusa bizden sorulurdu. Ve biz bununla, hatta Osmanlı devletinin “Yeşil'i”, Anadolu'nun “gayri müslimler”den temizlenmesi sürecinde bir sürü kirli işe karışmış/yönetmiş Ethem ile övündük/övünüyoruz! Paşa/bey, “temizlikçi” silahşör olmak bir marifetmiş gibi. Sonra Misak-ı Milli ve Kuvva-i Milliye kutsalımız oldu. “Kurucu unsur” olduk, olduğumuza inandırıldık. Ve “Kurtuluş Savaşı” ile kurtulduğumuzu sandık. Hala anadilde eğitim veya anadili eğitimi talebimizi bile, “kurtuluş savaşında o kadar fedakarlık yaptık” diyerek formule etmiyor muyuz? Sanki daha çok fedakarlık yapana daha çok hak verilmesi gerekiyormuş gibi... Dikkat edin: “gizli bir el” Çerkesler devletin ekseninden çıkmasın diye didinip duruyor; bulup buluşturuyor. Çünkü iktidarın kafası ile düşünen bir Çerkesin, Çerkes halkına da yararının olmayacağını, bu ruh halinin asimilasyondan önceki son durak, yani devşirmelik olduğunu biliyor. Halbuki şöven-demokratik olmayan ülkelerde ulusal hareketlerin ve örgütlerin yeri “muhalefet”tir. Çünkü ezen de, asimile eden de iktidardır. Ve şövenizim bazı “kötü niyetli”lerin tesadüfi tercihleri değildir. Bizim de muhalif olmamız, demokrasi mücadelesinin bir parçası olmamız gerekir/di. Olmadık! Olmadığımız için demokrasi bilinci geliştiremedik, demokratik örgütler kuramadık veya örgütlerimizi demokratikleştiremedik ve toplumsal yaşamımızın gerici ögelerini tasfiye edemedik. Yani bizim sorunumuz kimliğimizin, dilimizin, gelenek-göreneklerimizin yokolması değil; bunların yokolmaması için gerekli tavrı alamamış olmamızdır. Yokolmak, bir sonuçtur! Toplumsal yaşamımızın, bazı gelenek göreneklerimizin modern/demokratik toplumsal örgütlenmeler yaratamamamızda etkileri oluyor. Ama kanımızda veya genlerimizde bir bozukluk yok. İstersek, politik mücadelenin önemini kavrarsak ve örgütlenirsek taşların yerine oturmaması için hiçbir neden yok. Örgütlenmek “binalar dikmek”, dernek üstüne dernek açmak değildir. Güzel bir binası olan hastanenin doktorlarının da iyi olacakları anlamına gelmemesi gibi. Örgütlenmek/kurumsallaşmak, herşeyden önce mücadeleyi örgütleyecek, taşıyacak ruh hali, moral, coşku, cesaret ve cüret demektir. Bilgi ve birikimdir. Yoldaşlık, fedakarlık ve mücadelenin ihtiyaç hissettiği insanları yetiştirmektir. Bunun için evler, derme çatma kulubeler, hatta mağaralar bile yeterli olabilir. Önce sorunu tanımlamak veya hastalığı teşhis etmek gerekiyor. Biz, Çerkesya Yurtseverleri, “Çerkes Sorunu”nu; Çerkes halkının vatanında ve diasporada dağınık bir halde yaşıyor olmaları diye formule ediyoruz. Çünkü bu dağınıklık nedeniyle ulusal birlik mümkün olamamış, Çerkes halkını asimile olmaktan koruyacak; kimliğin, dilin, gelenek göreneklerin yaşatılması ve toplumsal yaşam içerisinde yeniden üretilmesi için gerekli kurumlar yaratılamamıştır. Ve Çerkes Sorunu, Çerkesya'da birleşerek, birlik/ulus olarak çözülecektir. Bu nedenle, vatana dönüş Çerkesya Yurtseverleri için stratejik öneme sahiptir. Ama vatana dönmek, tek başına, yeterli olmayacaktır. Çünkü ulusal birlik ve bunun siyasal örgütlenmeleri veya kurumları yaratılamazsa, Çerkes halkı vatanında da toprak ve mevzi kaybetmeye devam edecektir. Hatta bu kurumlar olmazsa, vatana dönüşü örgütlemek bile mümkün değildir. Bu nedenle Çerkesya Yurtseverleri için “vatana dönüş” ve vatanda geleceğin garantisi olacak kurumların yaratılması, bir bütünün birbirini tamamlayan iki yarısıdır ve her ikisi de stratejik öneme sahiptir. İkincisini birinciden koparıp; sadece vatana, hem de bize sunulan şartlarda dönmeye çalıştığımızda, böyle bir dönüşün mümkün olmadığının, fırsatların kaçırılacağının en güzel örneği Suriye Çerkesleri'dir. Eksikleri, fazlaları veya hataları bir kez daha dile getirmek ve bir tartışma açmak istemiyorum: Ama eğer Suriye'deki kurumlarımız  ve “thamatelerimiz” vatana dönüş konusunda kararlı olabilselerdi; aynı şekilde anavatandaki kurumlarımız, mevzuat veya yasalar bunu mümkün kılsaydı çok daha fazla Suriye Çerkesinin Çerkesya'ya dönmüş olacağından da kuşku duymuyorum. Bu nedenle, Çerkesya Yurtseverleri için Çerkes Sorunu'nun çözümü: kayıtsız şartsız Çerkesya'ya dönmek, orada diaspora Çerkeslerinin vatana dönüşlerini örgütleyecek kurumları yaratmak, bunun hukuki-yasal altyapısını hazırlamak ve Çerkes halkının vatanında ulusal-siyasal birliği için çalışmaktır. Bunların hepsi birbirini tamamlamaktadır... Bu, Çerkes Ulusal Mücadelesinin siyasi merkezinin Çerkesya olması demektir. Çünkü Çerkes Sorunu vatanda çözülecektir. Yani biz diasporada canavar gibi örgütlensek de, eğer vatanda bu irade; güç ve maddi-hukuki altyapı yoksa, Çerkes halkının vatana dönüşü mümkün olmayacak; dönüş, tek tek bireylerin tercihleri olmaktan öteye gidemeyecektir. Bugün vatana dönenden çok Çerkesin ekonomik-siyasi nedenlerle Çerkesya'yı terkettiğini düşünce böyle bireysel dönüşlerin anlamı da tartışılır. Öyleyse diaspora Çerkeslerinin görevi, herhangi bir önşart uydurmadan ve bilinmez bir tarihe ertelemeden “Vatana Dönüş”ü ve vatanda Çerkes halkının birliğini sağlayacak, geleceğini garanti altına alacak kurumları örgütlemektir. Diasporadaki bütün çalışmalarımız vatana dönüşün ve vatanın ihtiyaçlarına göre şekillenmelidir. Eğer kafamız bu konuda net olmazsa, hata üstüne hata yapmaktan kurtulamayız. Herşeyin stratejik olana göre şekillenmesi demek; bütün politik-ekonomik-sosyal-kültürel faaliyetlerin stratejik hedefi bilince çıkarma, güçlendirme, bunun kurumlarını yaratma perspektifinin olması demektir. Mesela tiyatro veya halk oyunları faaliyetlerinde, estetik-sanatsal kaygılar da olmakla birlikte, Çerkes halkına, hatta tüm dünyaya Çerkes Ulusal Sorunu'nu ve çözümünü anlatma, politik mücadeleyi güçlendirme, bunun için gerekli psikolojiyi ve ruh halini yaratma kaygısının olması demektir. Değer yargılarının, hatta gelenek göreneklerin buna göre değişmesi ve yeniden üretilmesi demektir. Nart Sitesi değil, Mafehable/ler kurmayı öncelemektir... Burada “stratejik öneme sahip” ve “mücadelenin siyasi merkezi” derken ne anlaşılması gerektiğine de değinmek gerekiyor. Çünkü bilinmiyor. Bilinmediği için sağ elle yapılan, sol elle yıkılıyor; birbiriyle çelişen söylemler ve tavırlar geliştiriliyor. “Katil Putin, bize Çerkesya'nın kapılarını aç!” gibi... Politik mücadelede “taktik” ve “stratejik” evreler, adımlar veya kararlar vardır. Stratejik olan, bir sürecin başından sonuna kadar örgütlenmeyi, mücadeleyi, yol ve yöntemleri belirleyendir. Herşey bu stratejik olana göre şekillenir. Taktik ise, bir stratejik sürecin belli evrelerine damgasını vuran, görece kısa; ama stratejik sürece zarar vermeyecek karar veya adımlardır. “Güncel”dir ve şartlara veya değişen güçler dengesine göre değişebilir. Fakat uzun vadede stratejik hedefe zarar verecek bir karakteri olmamalıdır. “Mücadelenin siyasi merkezi” ise, nihai sonucun alınacağı “saha”dır. Elbette sahada mücadele eden güçler arasındaki çelişkiler derinleşebilir, baskılar artıp demokratik-yasal mücadele olanakları darabilir. Bu durumda örgütlenme kendini ve kadrolarını korumak, mücadelenin sürekliliğini garanti altına alabilmek için taktik olarak ve “kısmen” geri çekilebilir. Ama ne olursa olsun siyasi merkez değişmez, oraya buraya kaymaz. Bunu yapanlar, gerçek niyetlerini “baskılar-şartlar” gibi bahanelerin ardına gizliyor; ya Çerkes Ulusal Mücadelesi'nin iradesini başkalarının müdahale edebilme-yönlendirme imkanlarının daha uygun olduğu bir alana taşımak ya da diasporik bir hareket, hatta diasporada bir gelecek örgütlemek istiyorlar. Bu söylediklerimizden Çerkesya Yurtseverleri “Dönüşçü”dür sonucu çıkar mı? Hem evet, hem de hayır. Evet, çünkü Çerkesya Yurtseverleri dönüşçü gelenekten gelmektedirler ve vatana dönüş Çerkesya Yurtseverleri için stratejiktir, olmazsa olmazdır. Hayır, çünkü bilinen “Dönüş”, ( her ne kadar kendileri bu grubu siyasal bir örgütlenmeymiş, hareketmiş gibi anlatıyorlarsa da ) bir siyasi örgütlenme veya hareket değil; sosyal-kültürel bir topluluktur. Toplulukta tutarlı bir ideolojik-politik çizgi de, ideolojik-politik birlik de yoktur. Kendini bu topluluğa ait hissedenler neredeyse, “vatana dönmek gerekir”den başka hiçbir konuda aynı şeyi düşünmüyor, ideolojik-politik birliği sağlamanın mücadelesini vermiyor veya veremiyorlar. Kendilerini başkalarının yanlışlarını eleştirmeye adamış gibiler. Belki de başkaları “itibarsız” olunca, “dönüş”ten başka bir alternatif kalmayacağını ve herkesin kendiliğinden dönüşçü olacağını sanıyorlar. AKP'nin günahlarını anlatarak CHP'nin güçleneceğini sanan “aslan sosyal demokratlar” gibi... Bilemiyorum? Bu “dönüş”, soykırım-sürgün travmasını üzerinden atamayan, özgüveni zayıf-devletçi gelenekten kopamamış, her örgütlenmenin olmazsa olmaz yatay-dikey mekanizmalarını yaratamadığı için “yönlendirmeye” açık olmuştur. Vatana dönüşü siyasal bir eylem olarak değil, bireysel bir tercih, basit bir seyahat gibi formule ettiği için de önündeki siyasi-hukuki engelleri, insan unsurunun ve politik bilincin-iradenin önemini küçümsemiştir. “Çerkes insanının karakteri” vs gibi gerekçeler doğru değildir. Hiçbir halk savaşçı veya köle ruhlu olarak doğmaz. Mücadele içerisinde değişebilecek bu karakteri sonradan kazanır veya kaybeder. Siyasal mücadele bunun için vardır. Halbuki “vatana dönüş”, siz ona hiçbir politik misyon yüklemeseniz, öncesinde ve sonrasında hiçbir politik süreç öngörmeseniz de, kendisi politik bir karardır. Avrupa'ya iş aramaya gitmeye benzemez. Bu nedenle bir politik bilinç, bu bilinci geliştirebilecek politik mücadele gerekir. Bu nedenledir ki, mesela, etliye-sütlüye karışmayan ve ekonomik durumları daha iyi olanlar ( Belçika'da yaşayanlar gibi ) değil, ulusal mücadeleye aktif destek veren Basklar Bask ülkesine daha duyarlı olmuş, vatanlarına geri dönmüşlerdir. Bu bir tesadüf değildir… “Dönüşçü” arkadaşlar, Rusya Federasyonu ile ( öncesinde Sovyetler Birliği ) ve Rusya Federasyonu ile diaspora Çerkeslerinin yaşadıkları ülkeler arasındaki “iyi ilişkiler”e de gerektiğinden fazla bir misyon, “iyi ilişkiler”e de statükoyu kabul etmek gibi bir anlam yüklemişlerdi. Halbuki bu devletler için “en iyi Çerkes, vatan, hak-hukuk gibi dertleri olmayan asimile olmuş Çerkestir”. Bu tavırla nasıl barışık olalım? O zaman biz neyin mücadelesini vereceğiz? Daha da önemlisi, statükoyu reddetmek veya demokratik hak ve özgürlükleri talep etmek, düşmanlık, darbecilik, paralellik anlamına gelmez. Demokratik mücadeleyi ancak “faşist”ler, diktatörler böyle algılarlar. Çerkes halkı yaşadığı her ülkede, demokratik güçlerle ve halklarla “iyi ilişkiler” kurmalı, derdini öncelikle bunlara anlatmalıdır. Çünkü, bu güçlerin ulusal hareketlerin doğal müttefikleri olmaları bir yana, ancak bu güçlerin iktidarda oldukları ülkelerde Çerkes Sorunu'nun çözümü için adımlar atılabilir. Keza bu “iyi ilişkiler teorisi”, Çerkesleri iktidarların koltukları altında çözümler aramaya itmiş, şekilsiz-omurgasız bir politik kimlik yaratmış, Çerkes halkını iktidarların politik karakterlerine göre gruplara ayırmış, bölmüştür. Hani zaman zaman “izm”lere karşı olduklarını söylerler ya, gerçekte her biri bir “izm” olan iktidarlarla “iyi ilişkiler” kurmanın doğal sonucu, bu “izm”lere yakın olmak, bu “izm”ler ekseninde kümeleşmektir. Mesela dün Sovyetler Birliği vardı ve “iyi ilişkiler” kurabilmek için biraz “sol-sosyalist” olmak; en azından sol veya sosyalizm karşıtı olmamak gerekiyordu. Ama bu çizgi bütün Çerkesleri kucaklamıyordu. Bu nedenle mesela sağcı-dindar Çerkesler kurumlarımızda kendilerini rahat hissetmediler. Yani, iktidara yakın olmanın, iktidarlarla “iyi ilişkiler” içerisinde olmanın doğal sonucu, iktidar-muhalefet düzleminde bölünmektir. Muhalif olmanın da aynı sonucu olmayacak mı? Eğer muhalif güçlerden birinin bileşeni olursanız, elbette olur. Bu nedenle biz Çerkesya Yurtseverleri olarak kendi bağımsız örgütlerimizle demokratik hak ve özgürlüklerimiz için mücadele etmeliyiz diyoruz. Bu hatayı ( tersten ) başkaları da yapıyor. Yani Çerkes halkına ve mücadelesine uluslar arası ilişkilerde çok fazla misyonlar biçiyor, bazı işler sanki bizsiz olmaz zannediyorlar. Bu nedenle ayakları yere değmiyor, uçuk sloganlarla kendilerini kandırıyor, hayata geçirilmesi mümkün olmayan “polikalar” üretiyorlar. Elbetteki uluslar arası ilişkiler ve platformlar önemlidir. Siyasi bir güç olmak gerekli ve önemlidir. Bu platformlarda Çerkes Sorunu'nun tanımlanmasının, hukuki çerçevesinin çizilmesinin bize büyük yararı olacaktır. Ama Çerkes Sorunu bu platformlarda değil; RF'nda çözülecektir. Muhattap RF'dur. Zaman zaman ekonomik güç olmamız veya lobicilik yapmamız gerektiğini söyleyenler de oluyor. Eğer birileri kulaklarına fısıldamıyorsa, saf-iyiniyetli; ama ekonomik-politik ilişkilerden bir haber yaklaşımlardır bunlar. Lobi çalışması yapmak için ekonomik veya politik bir güç olmak gerekir. Yani gücü olmayanın lobisi olmaz, gücü olmayanı kimse muhattap almaz. Bu nedenle işe lobi yaparak başlayıp, buradan ekonomik-politik güç olacaklarını veya başkalarının insafa geleceklerini sananlar sadece hayal kuruyorlar. İnsanların enerjilerini, heyecanlarını, umutlarını törpüleyecek bir hayal. Ekonomik güç olma “modeli”nin de ayakları yere basmıyor. “Sermayenin dini imanı yoktur” derler ama, sermayenin de sermaye sahibinin de dini-imanı ve kimliği vardır. Paradır ve parayı kazanabileceği yerdir/yerdedir. Eğer ulusal pazarımız yoksa, eğer Çerkes kimliği para getirmiyorsa, “Çerkes sermayesi” olmasını istemek hayal ötesi bir fantazidir. Ki bugün de “Çerkes işadamları” yok mu? Var elbette. Ama Çerkeslik para etmediği için, bunlar sadece “işadamı”dırlar. Yardım ederler, destek verirler; ama ulusal mücadeleyi örgütleyemez, ulusal mücadeleye önderlik yapamazlar. Hatta, eğer para kazanacakları bir ortam yoksa vatana dönmez, vatanda yatırım yapmazlar. Bu durumda işe ekonomik güç yaratmak ( veya lobi çalışmaları ) ile başlamak, atı arabanın arkasına koşmak demektir. Yapılması gereken, siyasal örgütlenme yaratmak, çekim merkezi olmak ve Çerkes kimliğine prestij kazandırmaktır. Bunu yapacak olan ise, doğası gereği daha atak, daha cesur ve içerisinde yaşadığımız ülkelerle bağlarını koparmaya, politik mücadelenin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillenmeye en yatkın olan Çerkes gençliğidir. Çerkesya Yurtseverleri'nin “Dönüşçü” topluluktan veya gelenekten ayrıldıkları başka bir konu da “vatanın tanımı”dır. Dönüşçüler, hedeflerini, “en kısa zamanda en çok insanın vatana dönmesini sağlamak” olarak formule etmişlerdi. Vatanın siyasi statüsünü tartışmak doğru değil diyor, vatanı tarif etmiyorlardı. Ve vatan kah Kafkasya oluyordu, kah bir Cumhuriyet... Halbuki eğer bir ulusal hareket örgütlemek istiyorsanız, ilk yapılması gereken ulusal kimliğin ve vatanın tanımlanması; kimliğin vatanı ile buluşmasıdır. Çünkü “sorun” ve “çözümü”, izlenecek yol ve yöntemler, yapılacak propaganda ancak bu ikisi tanımlandıktan sonra doğru bir şekilde ortaya konabilir. Bunu yapmamanın sakıncaları saymakla bitmez. Mesela herhangi bir Cumhuriyet vatanınız olursa, o zaman da tarihsel-yasal haklılığınız, bunun meşru zemini yokolur. Statükoya destek çıkmış olursunuz. Yok eğer vatan Kafkasya olursa ve bütün Kafkas halkları Çerkes, o zaman da Kafkasya'nın herhangi bir köşesindeki soruna koşmak zorunda kalırsınız. Gündeminiz bu halkların gündemlerine göre şekillenir, düşmanlarını düşman; dostlarını dost beller, en azından etkilenirsiniz. Bizleri hep diğer Kuzey Kafkas halkları ile, en azından bir kaçı ile ilişkilendirmelerinin nedeni budur. “Birleşik Kafkasya” geleneğinden gelenleri anlamak zor değil. Bağımsız bir Kafkasya hayali kuruyor, ulusal mücadeleyi bu eksende örgütlemek istiyorlar. Ve RF'nun, bugünün şartlarında Kafkasya'nın veya herhangi bir Cumhuriyetin bağımsızlığına rıza göstermeyeceğini, böyle talepleri kendisine bir düşmanlık ve savaş ilanı olarak gördüğünü bildikleri için, ajitasyon ve propagandalarını cepheyi geniş tutmak anlamına gelen “Kafkas” kimliği üzerine yapıyorlar. Yani, “Kafkas kimliği” üzerinde inşa edilmek istenen ulusal mücadelenin, daha baştan bir düşmanlık, nefret ve savaş psikolojisi hazırlama misyonu vardır. Rus veya Rusya düşmanlığı yapan bütün devletlerin/güçlerin; mesela Osmanlı devletinin, “Kafkas” kimliğini öne çıkarmalarının ve bu gelenekten gelen arkadaşların her fırsatta Putin'e, RF'na nefret gösterileri örgütlemelerinin altında yatan nedenlerden biri de budur. Eskiden daha açık dile getirirlerdi bu hayallerini. Soğuk savaş ortamı buna uygun bir atmosfer sunuyordu. Şimdi ya RF'nun önünde sonunda yıkılacağı tezini işliyorlar, ya da barışçıl bir mücadele ile bağımsızlığı kazanacaklarını iddaa ediyorlar. Şiddete karşı olduklarını da her fırsatta dile getirerek... Bu arkadaşların da zaman zaman “anavatan”, “vatan”, “Çerkesya” vs demeleri bazılarını yanıltıyor veya kafa karıştırıyor olabilir. Çerkesya Yurtseverlerinin “Çerkesya”sı ile bu arkadaşların “Çerkesya”sı birbirine benzemez. Ayrıntıları ileride ele alacağım, şimdilik şu kadarını söyleyeyim: Çerkesya Yurtseverlerinin Çerkesyası, kurtarılacak değil, inşa edilecek bir vatandır. Elbette her Çerkesya Yurtseverinin bağımsız bir Çerkesya hayali vardır. Şartlar olgunlaştığında buna hayır demez. Ama Çerkesya'nın inşası, bizim için bir demokrasi sorunudur, bağımsızlık değil. RF'nun yıkılmasını gerektirmez. Çünkü RF anayasası, uluslar arası yasalar, “hak-hukuk” vs... Çerkes halkının vatanında, tek bir siyasi birimde yaşaması hakkını tanır. “Bağımsız Çerkesya” ise, sınırların değişmesini demek olduğu için; daha baştan “yasadışı” mevzilenmek-örgütlenmek zorundadır ve ideolojik mücadelesinin merkezine “birlikte yaşamak” değil; “ayrılmak” oturacaktır. Herşey, toplumsal psikolojimiz ve ruh halimiz dahil, ayrılma istemini güçlendirecek tarzda formule edilecektir. Bu halet-i ruhiye sahibi Çerkeslerin vatana dönüş gibi bir dertlerinin olmayacağını bilmek içinse kahin olmak gerekmiyor! İşte “stratejik olan”ın ve “siyasi merkez”in, bunları bilmenin önemi buradadır. Özetle, bu arkadaşların “dönüş” dedikleri zaman kastettikleri ya “vatanı kurtarmak için” ya da “vatan kurtulduktan sonra”dır... Ama RF, bir muz cumhuriyeti olmadığı, sınırlarının değişmesini eli kolu bağlı seyretmeyeceği için; böyle formule edilen bir “vatana dönüş” veya “Çerkesya”, ne kadar şiddete karşı olursanız olun, hatta elinizde güller de olsa, bir savaş çağrısıdır. Politik mücadele, sadece steril doğrular ve hak-hukuk ekseninde örgütlenmez. Burnunun dikine gitmez. Karşı tarafın göstereceği tepkileri hesaba katarak bir yol haritası çıkarır. “Uygulanabilir” politikalar üretmenin başka bir yolu yoktur. Son yıllarda Ortadoğu'da ve dünyanın başka yerlerinde yaşananlara “alıcı gözle” bakan herkes bu gerçeği görebilir... Çerkesya Yurtseverleri, vatana dönüşü herhangi bir tarihe ertelemeden ve RF'nun yıkılmasına veya parçalanmasına endekslemeden örgütlemek istiyor; RF'nun, ülkenin yıkılmasını veya parçalanmasını isteyen “düşman” unsurlara kapılarını açmayacağını biliyorlar. Ama 150 yıldır diasporada yaşayan, ulusal bilinci ve direnci körelmiş, ciddi bir örgütlülükten yoksun Çerkeslerin, vatanın kapıları sonuna kadar açılsa da, kitlesel olarak dönmeyeceklerini, bireysel dönüşlerin yeterli olmadığını biliyor, bu nedenle statükonun değişmesi, yeniden tanımlanması gerektiğini söylüyorlar. Vatana dönüşün yasal-hukuki çerçevesi çizilmeli ve dönüş, maddi-manevi desteklenmelidir. Bunun bizim için bir “hak”, RF için de bir “görev” veya sorumluluk olabilmesi için, siyasi statümüzün belirlenmesi gerekiyor. Çerkes kimliğinin, Çerkesya'nın ve Soykırım-sürgün gerçeğinin gündemde tutulması, RF'nunda ve uluslar arası platformlarda tanınması bunun bir aracıdır. Bir “rövanş” mantığı ile değil, tarihsel bir yanlışın düzeltilmesi için, Çerkes sorununun çözülmesi için... Yani “Çerkesya”nın Çerkeslerin vatanı olduğu gerçeği siyasi statümüzün tanımlanması, hukuki-yasal çerçevenin doğru bir şekilde çizilmesi, taleplerimizin doğru bir şekilde formule edilebilmesi için gereklidir. Ve “Çerkesya”, hem tarihi topraklarımız üzerinde hak iddaa etmemizin ve buradan yola çıkarak yeniden vatana dönüş talebimizin, hem de geleceğimizi garanti edecek ulusal birliğimizin maddi zemini, yasal güvencesidir. Ki ulusal mücadele, vatan mücadelesidir, ulusal kimliğin vatanı ile buluşmasıdır. Vatansız ulusal kimlik de, ulusal bilinç de olmaz. Ulusal bilinç olmazsa, ulusal mücadele ve vatana dönüş olmaz... Çünkü vatana dönüş, ekonomik veya insani değil; politik bir tercihtir. Her “vatan-millet” diyende bu bilinç yoktur. İstemek yeterli değildir. Politik bilinç, bedeli göze almayı gerektirir. Bedel göze alınmışsa vardır. Öyleyse bedel ödemeye değer bir hedefiniz olmalıdır. Bunun RF'nu kızdıracağını, “dönüş hareketi”ne zarar vereceğini düşünenler biraz “saf”lar. Herhalde Çerkesya'da demografik yapının Çerkeslerin lehine değişmesinin gerek bugün, gerekse gelecekte ne anlama geleceğini RF'nun bilmediğini sanıyor, “saman altından su yürütmek” istiyorlar. Çerkes Sorunu, RF'na rağmen de, saman altından su yürüterek de çözülmez. Sorunu ve çözümü açıkça tanımlamak ve RF'na bunu kabul ettirmek gerekir. Bu süreç, RF'nun demokratikleşmesi, ama aynı zamanda ulusal bilincin gelişmesi süreci olacaktır. Çerkes Sorunu'nun çözümü böyle mümkün olur. Son olarak; Çerkesya sınırların yeniden çizilmesi projesi değildir. Büyüğü küçüğü, hatta bir sınırı yoktur. Çerkesya, Çerkes kimliğinin ve vatanının tanımlanması, bu tanım üzerinde tarihsel-yasal haklarına kavuşması, ulusal birliği ve geleceğini garanti altına alması demektir. Halen Çerkesya'da yaşayan bütün halkların kimliklerine, hak ve özgürlüklerine saygı ve birlikte yaşama istemidir. Çerkes kimliği bu anlamda önemlidir. Ve bu nedenle Çerkesya'sız Çerkes, Çerkessiz Çerkesya olmaz. Veya Çerkesya'sız bir Çerkes kimliği, kültürel bir kimlik, bir “zenginlik” olarak kalmaya mahkumdur. Bunu bildikleri için Çerkesya'yı bir kaç siyasi birime böldüler ve bize bu bölünmüşlüğe denk düşen kimlikleri veya Çerkes kimliğini-Çerkesya'yı bulanıklaştıracak “Kafkas”, “Adıge-Abhaz” gibi şeyleri benimsettimeye çalışıyorlar. Çerkesya Yurtseverleri öncelikle Çerkes ( Adige ) halkı diyor, Çerkes halkının ulusal mücadelesini örgütlemek istiyorlar. Eğer Kafkas halkları için var olduklarını söyleyenler varsa, saygı duyarız ve yeri-zamanı geldiğinde yardımlaşmaktan, dayanışmaktan kaçınmayız. Ama diğer bütün halklar gibi, kendi ulusal örgütlenmelerini yaratmak, kendi ulusal sorunlarına yoğunlaşmak Çerkes halkının en doğal hakkıdır. Ve taşlar yerine oturduğunda, bir Çeçen'in veya Abhaz'ın da Çerkes halkının ulusal mücadelesine destek vereceğinden kuşku duymuyoruz. Son 5 yılda bunları anlatmaya çalıştık. Bu düşünceler etrafında örgütlenmek istedik. Eksikler, fazlalar, yanlışlar ve doğrular vardı bu süreçte. Önümüzdeki günlerde süreci yeniden gözden geçirmek istiyorum. Daha soğukkanlı ve polemiklerden arındırarak. Sanırım yolumuza devam edebilmek için gerekli bu...
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks