BİR “TURİSTİK GEZİ”NİN HİKAYESİ... “GİTMEYİN! GELMEYİN!...” - 3 -

#308 Ekleme Tarihi 17/10/2015 09:46:43

12 Haziran 2015 Cuma

Bir 'Turistik Geni'nin Hikayesi... Gitmeyin Gelmeyin 3 yazı içi

Etkinliği örgütlemeye 29 Aralık 2014'te kesin olarak karar verdik ve 4 Ocak 2015'ten itibaren kamuoyuna duyurmaya başladık. Kamuoyuna yaptığımız ilk açıklama şöyleydi: „Biz, bu sene, 21 Mayıs'ta, Kefken'de, Kartal'da... herhangi bir konsolosluk önünde değil; Nalçık'ta, Maykop'ta, Çerkessk'te veya Soçi'de, ama mutlaka vatan Çerkesya'dayız. Soykırımı ve Sürgünü vatanda, atalarımızla ve vatanseverlerimizle birlikte anmaya, geçmişle gelecek arasında köprü olmaya gidiyoruz. Eğer mümkün olursa, vatanımızda yaşama irademizi göstermek için oturum başvurularımızı da yapacak ve vatanımızda “bir avuç toprak” alacağız. Program henüz son halini almadı, ama 18-25 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek bu etkinliğe katılmak isteyen herkes en geç 1 Mart 2015 tarihine kadar aşağıdaki mail adresinden ve telefon numaralarından bize ulaşabilirler. Yaşasın Çerkesya! Yaşasın Çerkes Kalma Mücadelemiz!” Açıklamadan da görülebileceği gibi, biz sadece 21 Mayıs'ta ne yapmak istediğimizi duyurduk kamuoyuna. Kimseyi veya herhangi bir etkinliği eleştirmeden. Sevinenler, Bülent Atçı veya Vezir Savrum gibi, daha ilk günden, “çok doğru bir karar. Elimden gelen desteği vermeye hazırım” diyenler olduğu gibi, eleştirenler ve giderek eleştirilerinin dozunu arttıranlar da oldu. İlk eleştirenler, tahmin ettiğimiz gibi, diasporadan, başta Murat Özden ve Recep Güler olmak üzere “Özgür Çerkes” çevresi; anavatandan da Adnan Khuade, Şövgen Burhan ve Necdet Hatam oldular. Bunlara ilaveten, “iz bırakmadan at sürdüklerini” sanan, etkinliğimize katılmak isteyenlere “özelden” olumsuz propaganda yapan birileri daha oldu. Ama onlara şimdilik “torpil” geçiyor, isimlerini deşifre etmiyorum. Umarım hatalarını anlarlar!  Özgür Çerkes çevresi “gitmeyin”, dönüşçüler ise “gelmeyin” diyorlardı. “Gitmeyin” diyenler, anavatanda Rus iradesi altında 21 Mayıs'a katılmanın doğru olmadığını söylüyor ve bizim “mümkün olursa...” diyerek duyurduğumuz “vatanda bir avuç toprak alma” düşüncemizi eleştiriyorlardı.  Bu “özgürlük savaşçıları”na göre, “özgür vatanda” yaşamak onurlu olmak; “özgür olmayan vatanda” yaşamak, bunun için vatanında işgalciden “bir avuç toprak” satın almak ise onursuzluk demekti. Kendilerine şunu dedik: “Velev ki işgal edilmiş vatan toraklarında işgalciden bir avuç toprak satın almak onursuzluk; bu durumda 'onurlu özgür Çerkes'in vatanına gidip, bir avuç toprağı işgal etmesi, üzerine bir kulube inşa edip direnmesi gerekmez mi?    O yanyana gelmekten onur duyup, bayrağını gururla taşıdığınız Kırım'lıların, mesela Türkiye'nin de yardımıyla, önce işgal edilmiş vatanlarında toprak satın aldıklarını, evler, apartmanlar diktiklerini, başka bazı Kırımlıların vatanlarında  bir avuç toprak işgal edip, üzerine kulubeler diktiklerini bilmiyor musunuz?” “Gitmeyin” çağrısının altını doldurmak için, hamaset yapıyor, ajitasyon çekiyordu Murat Abimiz: Atalarımız esaret altında yaşamamak için vatanlarını terkettiler” diyordu mesela. Böylece bir taşla iki kuş vurmaya; hem “21 Mayıs'ta Çerkesya'dayız” etkinliğimizi karalamaya, hem de kendisinin vatanına dönmeyişine, vatanında “özgürlük için savaşma”yışına meşru bir kılıf bulmaya çalışıyordu. Ama bu söyledikleri de doğru değildi. Tarihi çarpıyordu. Evet atalarımız “özgür bir vatan için savaşmışlardı”, ama uzayda değil; vatan topraklarında savaşmış ve savaşı kazanma umutlarını yitirdiklerinde, herşeye rağmen vatanlarında kalmak istemiş, vatanlarında yaşamalarına izin verilmesi karşılığında Çarlık Rusyasını tanımaya hazır olduklarını ve esaret altında da olsa vatanlarında kalmak istediklerini dile getirmişlerdi. Buna izin verilmedi ve atalarımız “Özgür Çerkes”in uydurduğu gibi “esaret altında yaşamak istemedikleri için” vatanlarını terketmediler; ne pahasına olursa olsun üzerinde yaşamak istedikleri vatanlarından zorla sürüldüler. Her fırsatta vatanlarına geri dönmek istediler. Özgür Çerkes bu gerçeği çarpıtıyor veya atalarımızın ve dedelerimizin geri dönmek istedikleri vatanlarının işgal altında olduğunu bilmediklerini sanıyordu. Bize göre, yurtseverlik vatan ve halk sevgisi ve ne pahasına olursa olsun vatanda yaşama istemidir. Ait olduğun kimliği ve kültürü yaşatma, geleceğini vatanda örgütleme özlemi veya iradesidir. Ve “vatana dönüş” de, bu özlem ve iradenin en billur, en güçlü ifadesidir. Yani mesele “esir düşmek değil, teslim olmamak”tır, umutlarını yitirmemektir... Daha da önemlisi, sürgünde veya diasporada yaşayan bir halkın, en belirgin, en ayırdedici özelliği, tekrar vatanına dönmek; vatanında yaşamak istemesidir. Bu istem onun diasporada kimliğine ve kültürüne sahip çıkmasına, ulusal-etnik dinamiklerini canlı tutmasına yarar. Eğer vatanlarından şu veya bu nedenle kopmuş, koparılmış insan topluluğunda vatan özlemi biterse, vatanda yaşama talebi olmazsa, bu insan topluluğunun kimliğine aidiyeti de biter. İtiraf edemeseler de, artık asimile olmuşlardır. Böyle insan topluluklarına “diaspora” denmemesinin nedeni budur. Bu nedenle, ne zaman “özgürleşeceği” bilinmeyen bir vatana döneceklerini söyleyenler, bilinçli veya bilinçsiz, Çerkes halkının üzerinde yaşadığı ülkelere kök salmalarına neden oluyor, diaspora olma özelliklerini törpülüyorlar. Bu koroya daha sonra Erdoğan Boz katıldı. Ve “Gitmeyin” diyenlerin zirvesine yürüdü... İyi de oldu. Çünkü, şimdiye kadar hep muhalif olmuş, kimsenin itiraz edemeyeceği yanlışları eleştirme üzerine kurduğu propaganda mekanizması ile kendi politik duruşunu gizlemeyi başarmıştı. İlk kez gerçek politik kimliği bu kadar açık bir şekilde kamuoyu tarafından da görüldü. Amerika'dan dünyaya yayılan, yeni politika yapma tarzıdır bu. Ne istediğini değil; neye karşı olduğunu anlatma esasına dayanır. Bu nedenle, karşı olunan eleştirilerle sürekli yıpratılırken, kimsenin ne istediğini bilmeyen muhalifler destek bulur, “doğruları” dile getirdikleri için el üstünde tutulurlar.  Bir yanlış, bütün doğruları götürür mü? Götürür. Çünkü bu “bir” yanlış, gerçek politik çizgidir, duruştur. Doğrular, makyaj... İsterseniz, kim olduklarına bakmadan, Ukrayna'da, hatta Suriye'de muhaliflerin ( Ukrayna'da artık iktidar oldular ) söylediklerine, eleştirilerine bakın. İtiraz edebileceğiniz bir şey var mı? Bir de ne istediklerine veya ne yaptıklarına bakın, kabul edebileceğiniz bir şey var mı? “Açık Toplum” dedikleri bu işte. Eleştir, ama ne istediğini söyleme... Erdoğan Boz'a göre “21 Mayıs Etkinliği” bir “Soykırım Turizmi” idi. Guşips'te yazdığı bu yazı sonrası, “ herkes aynı düşüncede olmak zorunda değil” demiş, ama birbiriyle ve bizim etkinliğimiz ile ilgili olmayan fotoğrafları yanyana koyarak yaptığının bir “algı operasyonu” olduğunu söylemiştik. Daha sonra yüzyüze de görüştüğümüz Erdoğan Boz'a, yaptığının doğru olmadığını, sadece “21 Mayıs'ta Çerkesya'dayız!” başlığının bile yeterince politik olduğunu söylediğimizde, bize, “ben böyle görüyorum” dedi. Herkes “ben böyle görüyorum” diyerek, aklına ve ağzına geleni yazarsa ne olacak peki? Ne yazık ki ne dediğimizi ve 21 Mayıs'ta Çerkes Soykırımı ve Sürgünü'nü anmak için vatanına giden, gidilmesi gerektiğini düşünen herkese hakaret ettiğini anlamadı. Bu insanları “turistler” olarak damgaladığını, aşağıladığını farketmedi. Ve 21 Mayıs etkinliğimizi karalamaya, itibarsızlaştırmaya devam etti. “Nazının geçtiği insanları” bu yönde teşvik etti. Halbuki Erdoğan ve arkadaşları, 4 yıldır Türkiye'nin en büyük derneklerinden biri olan Ankara Çerkes Derneği'nin yöneticileri durumundalar. Birçok olanağa sahipler. Yapmaları gereken, başka bir etkinliği itibarsızlaştırmaya çalışmak veya 21 Mayıs'ı geçiştirmek değil; kendileri 21 Mayıs'ta bir etkinlik veya etkinlikler örgütlemekti. Ama daha önceki senelerde olduğu gibi, bu sene de Kaf Fed'i ve bizi eleştirmek, “hep seçimlere hazırlanmak, bunun için kulis yapmak” dışında hiçbir hazırlık yapıldığını duymuyorduk. Erdoğan Boz, bu tavrını etkinlik sonrasında da devam ettirdi. Ajans Kafkas'ın “Aslankaya Çerkesya söylemini kınadı” yalanının üstüne atladı ve “hımm, özür diliyorum, bu bir turistik gezi değilmiş, daha ulvi amaçları varmış” diyerek etkinliğimizi karalamaya devam etti. Haber doğru değildi. Kaf Fed, belgeleri ile haberi tekzip etti. Buna rağmen, Erdoğan Boz'un aklına özür dilemek gelmedi. Zaten etkinlik boyunca ve etkinlikle ilgili tartışmalarda söylediği veya Jinal Kozok ile birlikte söyledikleri hiçbirşey ya doğru değildi, ya da yalan haber “kaynak”ları doğru kabul edilerek söylenmişti. Çarpıtılmıştı. Öyle ki, Ajans Kafkas'ın yalan haberinin üzerine atlayıp yaptığı yorum üzerine yazdığım: “... aynı şeyi biz yapsaydık, aynı ruh haline girmiş olsaydık, mesela kendisi havalanında 3 gün tutulduğunda neler yazardık neler. En temizi, kendisinin MİT'e çalıştığı için RF'na alınmadığı idi. Bunun için yeterince "kaynak" da vardı. Ama bu, tam da RF'nun oyununa gelmek, Çerkes halkı için çalıştığını, yanlışları olsa da, düşündüğümüz bir insanın karalanmasına hizmet etmek demek olurdu. Bu nedenle, dedikodulara rağmen, kendisinin havaalanında tutuluyor olmasını kınadık, sahip çıktık mesajından bir cümleyi çekip aldı ve kendisini ajanlıkla itham ettiğim yalanını atarak, “alçaklar, hainler” demeye başladı, hırçınlaştı ve işi fiziki saldırganlığa vardırdı. Çerkes toplumunda şiddetin kapısını açtığında, bu kapıdan neyin gireceğini bilmiyor olamazdı. Doğrusu, ağzından çıkanı kulağının duyması ve siyasi ahlak kurallarına uymaktı. Ama sanırım Erdoğan Boz, “ben böyle görüyorum” diyerek istediğini söyleme ve yazma özgürlüğü ve bunun karşısında herkesin el pençe durmasını istiyor, hot zot ile herkesi susturacağını veya sindireceğini sanıyordu. Ya insanlar sinmez ve aynı şekilde karşılık verirlerse ne olacaktı? Daha da komiği, “ekürisi”nin, bir arkadaşımıza söyledikleri: “Aslında bu etkinliği biz doğru buluyorduk, destekleyebilirdik de. Ama Kaf Fed dahil olduktan sonra bu mümkün değildi...Kaf Fed'i kurtardınız” sözleri idi. Etkinlik doğru ise, bunu neden daha önce dile getirmedin? Ve neden “turistik bir gezi” olduğunu iddaa etmeye başladın? Arada Kaf Fed'in etkinliği sahiplenmesinden başka ne değişti? Ve Kaf Fed'in “kurtulması” seni neden rahatsız ediyor? Halbuki bizimle hiçbir şey konuşmamışlardı, etkinliğin içeriği veya programı konusunda hiçbir şey bilmiyorlardı? Şimdi nasıl olur da, Kaf Fed'in etkinliğin içini boşaltacağını düşünürlerdi? Düşünürlerdi, çünkü “Kaf Fed dahil olursa, DÇB de dahil olur, herşey bozulur. Ve Allah göstermesin! Eğer iyi bir iş çıkarsa, o zaman da Kaf Fed prestij kazanır, kurtulur” gibi önyargıları vardı. Bu, onların “21 Mayıs Etkinliği”nin uzun vadeli vizyonu ve kısa vadede getirecekleri konusunda hiçbir şey bilmediklerini, önyargılarının esiri olduklarını, Kaf Fed ile ilişkilerinin “düşmanlık”a dönüşmeye başladığını gösteriyordu. Birlik ve bütünlüğü önemsemiyor, hizip gibi çalışıyorlardı. Arada “Tarık Topçu mu, Hatko Schamis mi” diyerek akıllarınca ismim üzerinde spekülasyon yapmaya veya benim önceki yazılarımda dile getirdiğim Kaf Fed'e yönelik eleştirilerimi paslayıp “değiştiğim/iz” algısı yaratmaya çalıştılar. Ama demek ki, bizim yazdıklarımızdan ve eleştirilerimizden hiçbir şey anlamamışlar. Halbuki ben, ismimle cismimle, ailemle herşeyimle ortadayım. İki değil; 32 ismim olsa ne değişir? Ve şimdiye kadar yazdığım/yazdığımız her kelimenin arkasındayım. Kaf Fed'in yanlışlarını eleştirmeye de devam edeceğim. Ama: “Kaf Fed Çerkes halkının 40 yıllık birikimidir. Eleştireceğiz, Çerkesleştireceğiz, demokratikleştireceğiz, ama bu birikime sahip çıkacağız. Yurtseverler, derneklerimizi ve kurumlarımızı terketmeyin. Alternatif örgütlenmeler kurmaya çalışmayın. Sizi kapıdan kovsalar, bacadan girin...” gibi sözlerim/izin de arkasındayım. Bu şu demektir, ki Kaf Fed'e yönelik eleştirilerimizin de başında geliyordu: Derneklerimizde farklı düşüncelerin kendilerini ifade etme, örgütlenme ve yönetim organlarına gelme hakları olmalıdır. Her farklı düşünene bir kulp takılmamalı, statükodan farklı düşünenler dışlanmamalıdır. Bu, kurumlarımızın en dinamik unsurlarını tasfiye etmesi ve kendi ayağına sıkması demek olur. Ve biz bu düşüncelerimizde samimiydik. Erdoğan'ın yaptığı gibi, hizip kurma veya kurumlarımızın altını oyma özgürlüğü değil; herkese demokrasi vefakat birlik istiyorduk. İletişimin böylesine geliştiği bir çağda, kurumlarımızı geleneksel yöntemlerle yönetmek mümkün değildi. Demokrasi, açıklık ve çoğulculuk artık demokratik kitle örgütlenmelerinde “olmazsa olmaz”dı. Biz birlik ve kurumlarımızın demokratikleşmesi konusuna hep özel bir önem verdik. Komsomol örgütlenme modellerine ve kurumlarımızı politik olarak homojenleştirme çabalarına hep karşı çıktık. Bunun, farklı düşünenlerin kendilerini kurumlarımızda rahat hissetmemelerine neden olacağını ve bu insanların dışlanacaklarını veya kendi kendilerine ayrılacaklarını söyledik. Bu nedenle bir Demokratik Kitle Örgütü öncelikle kendisi demokratik olmalı, çoğulculuğu benimsemelidir. Birlik, keza, yine olmazsa olmzlarımızdan biridir. Bunu derken, herkesin aynı şeyi düşünmesi değil kastetttiğimiz. Bu zaten mümkün de değil. Önemli olan farklı düşünenlerin gerekli olduğu zaman biraraya gelebilmeleri, “taviz”i hep başkalarından beklememeleri, gerektiğinde kendilerinin geri adım atabilmeleridir. Bu nedenle 21 Mayıslarda hep birlik çağrısı yaptık. “Ben yapıyorum gel” çağrısının doğru olmadığını; herkesi kucaklayacak bir çerçevenin sunulması gerektiğini anlattık. Ve bu 21 Mayıs'ta bu konudaki samimiyetimizi gösterdik. Mümkün olan heryere ve herkese ulaşmaya çalıştık. Bu etkinliğe katılmak isteyen kimseye kapımızı kapamadık. Bu çerçevede Kaf Fed ile de görüştük. Başta Yaşar Aslankaya olmak üzere, görüştüğümüz arkadaşlar etkinliğin doğru olduğunu söylediler, öneriler yaptılar. Bu durumda bizim Kaf fed'e “gelin katılın” dememiz doğru olmazdı. Çünkü bizler Kaf Fed'e bağlı derneklerin üyeleriydik. Hatta bazı arkadaşlarımız bu derneklerde yöneticilik yapıyorlardı. Bu nedenle, “sizin dahil olduğunuz bir etkinlikte bizim 'thamatelik' yapmamız doğru olmaz”, dedik. “Biz, bu aşamaya kadar getirdik, ama bundan sonra, eğer siz dahil olacak ve etkinliği örgütleyecekseniz, biz 'söz hakkımızın olması'nı yeterli görüyoruz” dedik. Komisyon kuruldu ve biz de bu komisyona katıldık. Bizim için önemli olan etkinliğin örgütlenmesi ve uzun vadeli kazanımlarıydı. Bu etkinlik üzerinden “prim yapma” gibi küçük hesaplar peşinde değildik. Kaf Fed bu etkinliği örgütlerse ne olurdu? Birilerinin iddia ettiği gibi, içi nasıl boşalırdı? Bunu düşünenler, herhalde bizim oraya savaşmaya gideceğimizi sandılar. Veya “Taksim”i, Çerkesya'ya taşıyacağımızı... Ama bizim bundan önceki yazımda anlattığımın dışında bir niyetimiz veya gizli gündemimiz yoktu. Bu konuda samimiyetimizi gören Kaf Fed'in etkinliğe sahip çıkmasından, bizim de Kaf Fed'in örgütleyeceği, doğru bulduğumuz bu etkinliğe katılmamızdan daha doğal bir şey yoktu. “Etkinliğin içinin boşalacağını” iddaa edenler, Kaf Fed'e karşı önyargılı olanlar ve etkinliğimizin içeriği, programı ve uzun vadeli hedefi hakkında hiçbir fikri olmayanlardı. Dahası, 21 Mayıs'larda Çerkesya'da ne olduğunu, 21 Mayıs'ların Çerkesya'da nasıl örgütlendiğini de bilmiyorlardı. Elbette bizim başka bir çok konudaki politik söylemlerimizle, Kaf Fed'in söylemleri aynı değildi. Ama kimse diğerinden her konuda “aynılaşma” beklentisi içinde olmadı. Zaten birlik, başka türlü nasıl olacaktı? Ama her etkinliğe “ben örgütlüyorum, gel katıl” veya “bir kelimesini bile değiştirmeyiz” diyenlerin, hep önderlik yapma veya etkinliğe kendi damgasını vurma derdi olanların, bu nedenle ulusal günlerimizde bile birlik olamamamızın, ulusal çıkarlarımızı grup çıkarlarına feda edenlerin anlamaları mümkün değildi.     “Kaf Fed tarihinde ilk defa bir informel grubun etkinliğini sahipleniyor” diyerek Kaf Fed'i bize; “etkinliğin içeriği boşaltılacak” diyerek de, Yurtseverleri Kaf Fed'e karşı kışkırtmaya çalıştılar. Ama başamadılar... Peki bu “Gitmeyin Cephesi”nin asıl derdi neydi? Asıl dertleri, Çerkes halkının vatanı ile ilişki kuracak veya kurulu ilişkileri geliştirecek olmasıydı. Bu, “büyü”nün bozulması demekti. Öyle ya, yıllardır “anavatanda yaşamak zor, mücadele etmek imkansız” diyor, Türkiye'yi Çerkes Ulusal Mücadelesinin merkezi ve Çerkeslerin hamisi yapmak istiyorlardı. “Çerkesya'ya Dönüş Hareketi”, vatan ile ilişki kurmak ve diyalog... bu düşüncenin önündeki bir engeldi. Çünkü insanların gidip geldikleri, yerleştikleri bir yere “gitmeyin”, “yıkılsın”, “defolsun” diyemezlerdi. Çerkesya, politik olarak, “işgal edilmiş”, hiçbir söz hakkı olmayan... Ekonomik olarak, Türkiye'nin 50 yıl, Avrupa'nın 100 yıl gerisinde... Sosyal olarak, çürümüş, yozlaşmış... Kültürel olarak bitmiş! Eşkiyaların kol gezdiği bir coğrafya ve yaşanılmaz bir yer olarak yerleşmeliydi zihinlere. Elbette herşeyi düzeltmek mümkündü. Bunun için önce Rus işgalciler kovulmalıydı. Sonra akın akın vatanımıza dönecektik. Tek çözüm buydu. Herşeyi kendilerinin bulduklarını, kendilerinin başlattıklarını sanan bu arkadaşlar, Cumhuriyetlerimizin politik olarak fırsatı yakaladıkları anda, daha 1990'larda “Çerkes Soykırım ve Sürgünü”nü resmi olarak tanıdıklarını ve tanınması için Duma'ya başvurduklarını, Çerkesya'da yaşayan Çerkeslerin, bilincine ve ruhuna kazınmış yurtseverliği bilmiyor, 21 Mayıs'ları diaspora Çerkeslerinin RF konsoloslukları önünde yaptıkları eylemlerin formatında örgülemiyor olmalarının başka nedenleri olabileceğini düşünmek istemiyorlardı. 21 Mayıs'ta Çerkesya'dayız etkinliğini insanlara anlatırken bu kaynakların ürettiği öylesine laflarla ve dedikodularla karşılaşmıştık ki, şaşırıp kalmıştık. “Sınırdan sokmazlar sizi içeri. Atarlar valizinize bir şey, al başına bela” diyenler vardı mesela. Sanki RF, bir muz Cumhuriyeti, eşkıya devleti! Havaalanında, sınırdan geçişte veya orada karşılaşılan bazı sorunları abartıyor, bire bin katıyor, kimsenin gerçek nedenini tam olarak bilmediği “vakıalar”ın genel bir uygulama olduğu önyargısını yayıyorlardı. “Orası çok geri. Oteller eski püskü. Sıcak su akmaz, yatağa yatmak istesen, yatağın yayları sırtına batar. AVM, market yok. Olanı da boş. Tuvaletlerinde duvar yok, kapı yok. Hacetini yaparken, yanındaki ile sohpet edersin. Hatta tuvalet kağıdı bile yok. Olanı da zımpara kağıdı gibi. Kullanınca şeyin kanlar içinde kalır...” diyenler bile oldu. Tuvalete değil, hızara oturuyorsun sanki? Veya bazıları “Rusça bilmiyorsan, kimseyle iletişim kurman mümkün değil. Artık orada Çerkesçe konuşan kalmadı” dediler. Böylesine bir kara propaganda yapılıyordu vatanımız hakkında. Ve ben, bu kara progandanın bu kadar yaygın olduğuna, bu etkinliği örgütlemeseydim, inanmazdım. Daha da kötüsü, vatandan da bu kara propagandayı besleyen, diasporaya yalan yanlış bilgiler aktaranlar vardı. Bunlardan bazıları, etkinliğimize katılacak olan arkadaşlara mesajlar atıp, “niye geliyorsun? Burada ne bulacağını sanıyorsun? Hayatın burada ne kadar pahalı olduğunu biliyor musun?” diyor, arkadaşlarımızı etkinliğe katılmaktan vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Ama bu söylemlerin hepsinin yalan olduğunu kendi gözlemizle gördük ve mutlu olduk! Burada Khuade Adnan'a özel bir başlık açmak gerekiyor. Etkinlik ile ilgili hemen hemen bütün yalanların kaynağı idi. Facebook sayfalarında ve özel yazışmalarında insanların etkinliğe katılmaması için özel bir çaba sarfetti. Zaten 21 Mayıs etkinliğimizi kamuoyuna duyurduğumuzda ilk olumsuz tepki ondan gelmişti. “Bizim ne içtiğimizi” soruyordu bir mesajında. Sonra, kara propagandaya devam etti. Çerkesya'da Çerkes Soykırımı anması mı yapılıyor dedi. Resmi söylemleri, Çerkesya'yı temsil ediyor gibi yaydı. Olmadı, “henüz tartışılan ve yabancıların RF'nda eylemlere katılmaması ile ilgili bir yasa”yı paslayıp, “boşuna geliyorsunuz, burada eylemlere katılmanız mümkün değil” demeye getirdi. İnsanları yıldırmaya, vazgeçirmeye çalıştı.  Öyle ki, anavatanımızdaki yurtsever arkadaşların da katıldıkları bir platformda bir arkadaş ( Muhamed Berhamov ) şöyle bir uyarı yapmak zorunda kaldı: “БРАТЬЯ ИЗ МАЙКОПА --КУАД АДНАН (И УНЭЦ1ЭР ПЭЖМИ СШ1ЭРКЪЫМ )--ЗЫХУЭВГЪАЗИ ТК1ИУЭ ВГЪЭСЫС -ТЫРКУМ КЪИК1 АДЫГЭХЭМ ЗЭРАН ХУЭМЫХЪУНУ БЫДЭУ ЖЕФ1Э . ПЦ1Ы ИУПСЫНУЩИ ФЕМЫДА1УЭ -ИП1Э ИВГЪЭТ1ЫСХЬЭЖ...“ Yani, “ Maykoptaki kardeşlerim... Kuad Adnan'ı ( soyadı doğruysa da bilmiyorum ) karşınıza alın ve biraz sallayın onu- Türkiye'den gelenAdığelere zarar vermemesini sıkıca tembih edin. Yalanda söyleyebilir, dinlemeyin. Yerine oturtun...“ Kendisini hala Çerkesya Yurtseveri olarak lanse eden, Çerkesya Yurtseverliğini diaspora merkezli düşünenlerin kucağına oturtmaya çalışan Adnan, gerçekte, 12 Haziran 2013 tarihinde, “... Meclise başvurumdur. Çerkesya Yurtseverleri Çerkesya temsilciliği görevinden istifa ediyorum. Gerekenin yapılmasını arz ederim“ mesajı ile Çerkesya Temsilciliği görevinden, yaptığı “yeniden yapılanma önerisi”nin mecliste reddedilmesi sonrasında da, aramızdan ayrılmıştı. Asıl derdi, Çerkesya Yurtseverleri Meclisi'ni zaafa uğratmak, dağıtmaktı. Çünkü demokratik bir ortamda istediği herşeyi yapamıyor, Hareketi istediği gibi yönlendiremiyordu. Mecliste istediği desteği bulamayınca o güne kadar sitemizin yönetim işini üstelenmiş, şifreleri elinde tutan, ama 29 Eylül 2013 tarihinde “ben bundan sonraki süreçte bu yapılanmada yer ve görev almak istemediğimi belirtiyor, yeni süreçte görev alacak arkadaşlara başarılar diliyorum” diyerek aramızdan ayrılan Jade Wumar'ı da yanına alarak siteye el koydu. Daha önce aramızdan ayrılmış veya ihraç edilmiş birkaç kişiyi yanına alarak “bir zaaflılar koalisyonu” kurdu ve “asıl Çerkesya Yurtseverleri biziz” demeye başladı. Hem görevlerinden ve Meclisten ayrılıyor, hem de “asıl Yurtseverler” olduklarını iddaa ediyorlardı. Yeniden yapılanma önerilerini oybirliği ile reddeden bu kadar insan aptal, bir tek kendileri akıllıydı. Geldikleri noktayı herkes görüyor: Bizim şimdiye kadar Çerkesya Yurtseverleri olarak kamuoyuna anlattığımız herşeyin içini boşaltıyor ve Çerkesya Yurtseverliğini diaspora merkezli bir çizgiye oturtmaya çalışıyorlar. RF ve Kaf Fed düşmanlığı yapanların da hoşuna gidiyor bu durum. Çünkü, Çerkesya Yurtseverleri varoldukça, bu çevreler amaçlarına ulaşamayacak, diaspora ile Çerkesya arasındaki bağları koparamayacaklar. Bu nedenle, hem örgütsel hem de teorik olarak Çerkesya Yurtseverliği ile ilişkisi kalmamış bu grubu korumaya aldılar, kullandılar. Doğrusunun, etik olanın, bu grubun Çerkesya Yurtseverleri ismini kullanmaması gerektiğini bildikleri halde. Çerkesya Yurtseverleri, ilk günden beri “Çerkes Ulusal Mücadelesinin siyasi merkezi Çerkesya'dır” dediler. Diasporanın ideolojik ve politik olarak Çerkesya'nın ihtiyaçlarına göre yeniden formatlanması ve örgütlenmesi gerektiğini anlattılar. Bu, bizim “amentümüz”dü. Bırakın aramızdan ayrılmış olmalarını, bu politik söylemlerimizi açıktan veya örtülü bir şekilde reddeden kimse Çerkesya Yurtseveri olamaz, Çerkesya Yurtseverlerini temsil edemez! Özetle, gerçekten vatanda yaşama, Çerkesya'yı “kurtarma” değil; inşa etme, bunun için mücadele etme imkanı varsa ve gidip gelmek mümkünse kendilerinin hala diasporada ne yaptıklarını kimseye anlatamaz, samimi olmadıkları çıkardı ortaya. Bu nedenle “gitmeyin” dediler. Peki “Gelmeyin” diyenler neden anavatana gelmemizi istemiyorlardı?      Devam edecek...                   
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks