Eskiden daha çok insanın dünyayı değiştirme düşü, umudu ve iddiası vardı. "Başkaları başardı, biz neden başaramayalım" diye düşünür, her şeye rağmen, umutlarını yitirmezlerdi.
İnsanların kurdukları hayallerinin; romanlarının, şiirlerinin, aşklarının ekseni adaletti, eşitlikti, kardeşlik ve barıştı. En güzel ve en çok okunan romanlar ve şiirler bu güzellikleri anlatırdı insana.
Umut, hayalleri ve inançları besler; hayal kuran umutlu insanlar da hayallerini gerçekleştirmek için yollara düşer; dünyayı değiştirmeye çalışır, değiştirirken değişir veya "değiştirmek için değişir"lerdi.
"Güzel İnsan"lar böyle çoğaldılar dünyada. Ve atalarımız bu nedenle "umudu biten at, koşmaz" demişler sanırım.
Bir kaç gün önce Kabardey Balkar'dan bir aile geldi Türkiye'ye. Sanırım "inancı"nı özgürce yaşayamadığını düşünüyor Nalchık'ta. Bu kaçıncı bilmiyorum. Vatanda demografi sorunumuz olduğu halde!
Elbette vatanı son 30 yılda terk eden 150 bin kadar Çerkes'in tek sorunu ve göçlerin tek nedeni bu değil. Ama RF de bu "göçler"den rahatsız değil. Tam tersine alt yapısını hazırlıyor, teşvik ediyor...
Dün gece Viyana'da yini bir saldırı oldu. "Öfkeli gençler", Viyana'nın birkaç yerinde, belki de yaşama dair güzel hayalleri olan onlarca insanı kurşunladılar. Ölü ve yaralı sayısı hala belli değil. Ama asıl ironi, bazı ülkelerin ve güçlerin suçluluğun telaşı içinde olmaları!
"Asıl suçlular" diyorum, çünkü dünyanın başına bela olan bu sorunun kendiliğinden ortaya çıktığına ve böyle eylemleri bir kaç "öfkeli genç"in örgütleyebileceğine inanmıyorum ben. Ve bu hikaye Suriye'de; Tunus'ta, Irak'ta veya Afganistan'da da başlamadı.
Daha eskilere gitmek... En azından İngiliz düşünür ve politikacı Halford Mackinder'e bakmak lazım derim. Daha 1904 yılında, "dünyaya hakim olmak isteyen, Doğu Sibirya ile Volga havzası arasında uzanan ve Orta Asya'yı da içine alan 'dünya adası'nı ( heartland )'ı denetlemeli" diye yazan Mackinder'e.
Mackinder'in bu sözleri, daha sonra, Spykman'ın, "iç hilal Avrasya'yı, Avrasya da dünyayı denetler" diyen, SSCB'nin kuşatılmasını öngören "kenar kuşak" teorisine temel olmuştur.
ABD 1950'lerden sonra, dünya politikasını bu eksende örgütlemiş, Türkiye, İran, Irak, Suriye, Hindistan, Çin, Pakistan, Afganistan, Kore ve Doğu Sibirya'dan oluşan "İç Hilal"i kontrol etmeye odaklanmıştır.
Brzezinski'nin "...Amerika'nın küresel üstünlüğü, doğrudan doğruya, Avrasya kıtasındaki hakimiyetini ne kadar süre ve ne kadar etkili sürdüreceğine bağlıdır..." sözleri bu politikanın özetidir.
1970'lerde, özellikle SSCB'nin Afganistan'ı işgal etmesinden sonra, ABD islamı keşfetti ve "kızıl tehlikeye karşı yeşil panzehir" dediği "Yeşil Kuşak" projesini devreye soktu.
Amaç "heartland'ı kontrol etmek", SSCB'ni ( sonrasında Rusya'yı" ) çevrelemek ve dünya hakimiyetini devam ettirmekti.
Bu dönemde "cihadçı söylem"in yükselişine tanık olduk. Kimilerinin "islamın yükselişi" sandığı bu gelişmenin altında, gerçekte, devlerin savaşı ve islam dininin bu savaşın bir aracı olması yatıyordu.
ABD, islamcı-cihadçı söylem ile, bu verimli bahçede savaşçı yetiştirmeye başladı. Çünkü SSCB yıkıldıktan sonra uygulamaya koyduğu, Avrasya enerji kaynaklarına sorunsuz erişim politikası, RF'nun 1993'te uygulamaya koyduğu "yakın çevre" doktrini ve Çin'in ekonomik olarak büyümesine paralel bölgede siyasi gücünü arttırması nedeniyle başarılı olmamıştı.
Bu nedenle "Güvenlik" eksenli yeni bir askeri bir politika geliştirdi.
11 Eylül 2001'de "Afganistan kahramanı", CİA ajanı ( veya piyonu ) Bin Ladin'a "İkiz Kuleler"in vurdurulması ile bu politika için gerekli politik-ruhsal zemin yaratıldı.
Bundan sonra tanık olduğumuz "islamcı-cihatçı terör"ün yayılması ve ABD'nin terörle mücadele bahanesiyle "heartland"da askeri üsler kurmasıdır. Öyle ki, ABD sadece son 15 yıl içerisinde 20'den fazla ülkeye asker göndermiş, üsler kurmuştur. Hep aynı bahaneyle!
Ki eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı J.D. Crouch'un, "Orta Asya devletleri ile askeri ilişkilerinin 11 Eylül öncesine göre hayal edilemeyecek ölçüde geliştiği"ni söylemesi bir itiraftır aslında.
Uzatmayayım; eğer bir yerde "terör" varsa, orada, tabii ki açlık, yoksulluk, mutsuzluk ve umutsuzluk; ama terörü besleyenlerin ve kullananların parmağı vardır diye düşünürüm ben. Bir kaç "öfkeli genç" organize edemez bu saldırıları...
Ve kimse vatanını isteyerek terk etmez!
Biz "demokratik, daha yaşanılır bir dünya istiyoruz" diyoruz. Süs olsun diye değil, sadece başkaları için değil; tam tersine bizim için.
Çünkü baskının ve terörün olmadığı; daha yaşanılır bir dünyada vatanımızı terk etmemiz için bir neden olmayacak, kimliğimizi, dilimizi ve kültürümüzü yaşatabilmemiz için gerekli hak ve özgürlüklerimize kavuşacak, Çerkes kalabilecek ve daha mutlu olacağız.
Hani özgürlük isteyen bir Afrikalı kadına sormuşlar ya, "açsın, özgürlük karnını doyurur mu?" diye. Afrikalı kadın da, bilgece, "özgürlüğüm olmadan aç olduğumu nasıl anlatabilirim" demiş...
Çerkes Sorunu'nun çözülmesi için vatanımızda, yaşadığımız ülkelerde ve tüm dünyada demokrasi, özgürlük ve barış olmalıdır. Demokrasi "lüks" değil, tali değil; Çerkes Sorunu'nun çözülmesi için de bir "olmazsa olmaz"dır, zorunluluktur.
Devletlerin, toplumların ve insanların birbirlerinden nefret ettikleri; birbirlerine düşman oldukları bir dünyada devletlerin, toplumların ve insanların kendilerini güvende hissetmeleri mümkün değildir.
Kendilerini güvende hissetmeyenler ise öncelikle "güvenlik" arayacak, demokratik olmasa da, bu güvenliği garanti edecek güçlere ve politikalara destek vereceklerdir.
Eğer Çerkes kalmak, Çerkesya'yı inşa etmek; bunun için yaşadığımız ülkelerde ve RF'da demokratik hak ve özgürlüklere sahip olmak, RF tarafından bir "tehdit" olarak algılanmamak istiyorsak:
Daha güvenli, demokratik ve barışçıl bir dünya istemeli, bunları isteyen güçlerle birlikte olmalıyız. Nefret ve düşmanlık tohumları eken düşüncelerden ve söylemlerden uzak durmalıyız.
Şurada burada masum insanların öldürülmesine, özgürlüklerin yok edilmesine bile gerekçe uydurabilecek kadar insanlıktan çıkmış olanların "Çerkesliğe" hiçbir katkıları olmayacaktır.
Hem böylelerinden hem de onları böyle insanlıktan çıkaran bütün düşüncelerden uzak durmak en iyisi...
Çerkes kalmak istiyorsak tabii!
Hatko Schamis