Çerkes halkının geleceğinin vatan Çerkesya’da olduğuna, bir gün diasporada hiç Çerkes kalmayacağına inanıyorum.
Bu nedenle “Dönüşçü”yüm ve “Çerkesyacı”yım.
Vatana “Dönüş”, diaspora Çerkeslerinin kurtuluşu; vatan “Çerkesya” ise Çerkes kimliğinin, birliğinin ve geleceğinin “olmazsa olmaz”ıdır…
Dönüşçü olup, Çerkesyacı olmayanın bir gözü; Çerkesyacı olup dönüşçü olmayanın ise iki gözü kördür. Çünkü her ulusal mücadelenin harcında vatanda birlik vardır; ulusal birlik, ulusal mücadelenin hedefidir. Vatan, yani Çerkesya, ulusal birliğin adresi, ulusun yaşam alanı ve geleceğinin garantisidir. Ve cephedir.
Ulusal mücadele, ulusun yaşam alanı olan vatanda örgütlenir. Mücadelenin araç ve yöntemlerine vatanda karar verilir. Ve bütün ulusal mücadelelerin siyasi merkezi vatan/da/dır. Diaspora, cephe gerisidir. Görevi vatanda örgütlenen mücadeleye destek vermektir.
Diasporada bir şeyleri söylemek, yazmak ve örgütlemek daha kolaydır, daha kolay olabilir, ama vatanı örgütlemek mümkün değildir.
Sıcak bir örnek Filistin’dir. İsrail, 1980’li yıllarda FKÖ liderliğini sürgüne göndererek Filistin ulusal mücadelesine darbe vurmuştu. Çünkü Filistin’de olmayan bir önderliğin, Filistin halkı üzerindeki gücü kırılacaktı. Kırıldı da. Ama Filistin halkı, Filistin’de örgütlenmeye ve mücadele etmeye devam etti. 1987’de İntifada başladı, sonunda Arafat Filistin’e geri döndü.
Karar mekanizmasının veya önderliğin vatanda olmamasının olumsuz sonuçlarına yönelik bir örnek daha var Filistin’de. Batı, Suriye’de iç savaşı başlatınca Suriye’de üstlenmiş Hamas önderliği Batı’dan yana tavır aldı ve üssünü Katar’a taşıdı. Ama Hamas’ın vatan Filistin’deki liderleri, özellikle askeri kanat bu duruma karşı çıktı. Örgüt bölünmek üzereyken, Hamas’ın siyasi liderleri özeleştiri verdiler ve direniş ekseni ile ilişkileri düzelttiler.
Başka bir örnek de Ermenistan’dır. Ermenistan’ı kimin yöneteceğine karar verebilecek kadar güçlü olan Ermeni diasporasının siyasi yanlışları yüzünden Ermenistan bir türlü komşuları ile ilişkilerini düzeltemiyor, ekonomik olarak gelişemiyordu. Hrant Dink bu durumu, Ermeni kimliğini teslim alan “soykırımcı Türkiye” takıntısı olarak tarif etmişti. Paşinyan bu açmazı gördü ve “öncelikle komşularımızla sorunlarımızı çözmeliyiz” dedi. Böylece uluslararası yasalara göre Azarbeycan’ın bir parçası olan tarihi Ermeni toprağı Dağlık Karabağ’dan çekildi. Halkını bir savaştan korudu.
Farklı coğrafyalarda yaşayan ikiz kardeşlerin bile kişilikleri, hayata bakış açıları, duyguları farklı olur, halkların da. Bu nedenle diaspora Çerkesleri ile vatanda yaşayan Çerkesler aynı değildir. Yurtseverlerin görevi bu arayı kapatmaya çalışmaktır. Ama gitmesi veya gelmesi gereken vatan değil; diasporadır. Yani diaspora, ulusal mücadelenin içinde olmalı, önderliğine soyunmamalıdır. Cephe gerisidir, ötesi bir rol oynamaya çalışmak, ulusal mücadele zarar verir.
Ve yurtsever bir Çerkes, “vatanın ve ulusal mücadelemizin çıkarınaysa vazgeçemeyeceğim bir inancım ve alışkanlığım olamaz” diyebilmeli; kendisini vatanın ihtiyaçlarına göre yeniden yaratabilmelidir. “Vatanda öyle, ama bizde böyle” diye uyduruk bir söylem olmaz. Olursa, sonunda vatan diaspora “yükünü” üzerinden atar. Bizde son yıllarda olduğu gibi…
Son olarak, sürgünde yaşayan Arafat bile Filistin ulusal mücadelesine önderlik yapamamıştı, Filistin halkı İntifada yıllarında yeni, içeride bir önderlik yarattı. Bu nedenle kimse diasporaya çıkan üç beş kişiden medet ummasın. Çünkü vatanda karşılığı olmayan bir diasporayı kimse ciddiye almaz.
Bunları ben yaşadım, pratikte gördüm…
Muhittin Bey, biraz değişmiş, ama hala takıntılarından kurtulamadığı için “Vatanda 120 bin Adığe var” diyor, sadece Adığe Cumhuriyeti’nde yaşayan Çerkesleri Adığe kabul ediyor. Bu kadar bilgili ve deneyimli bir insanın, vatanda, yani Adığe Xeku-Çerkesya’da bugün 1 milyon kadar Çerkesin ( Adığenin ) yaşadığını, Kabardey Balkar ve Karaçay Çerkes Cumhuriyetlerinde yaşayan Çerkeslerin “biz Adığeyiz” dediklerini bilmemesi mümkün değil.
Demek ki bile bile çarpıtıyor… Halbuki en azından vatandan bahsederken doğruları anlatmalıdır, öfke buna!
Ama Muhittin Bey yalnız değil. “Kuzey Kafkasya halklarını ve Abhazları Kafkas=Çerkes kimliği altında toplamak” eskilerin, hepsinin bir projesiydi. Bu projeyi onların kulaklarına Çerkesleri asimile etmek isteyen güçler fısıldamıştı…
Bu “fısıltılar” artık çok önemli. Bu nedenle bütün dünya güçlü bir medya ağına sahip olmaya, insanların önce beyinlerini fethetmeye çalışıyor. Bizim ise daha bir internet gazetemiz bile yok. Populizme batmış derneklerimiz kalabalıkları ancak düğünlerle, zeğeslerle toplayabildikleri için gençler de Çerkesliği “eğlence kültürü” olarak algılıyorlar; araştırma yapan, okuyan, yazan, bu yönde çaba gösteren Çerkes genci yok denecek kadar az.
Eğlenerek asimile oluyoruz yani…
2014’te Türkiye’ye döndüğümde, karşılaştığım duruma çok şaşırmıştım. Bir zamanlar eğitim çalışmalarında bize hocalık yapanlar eski bilgileri ile idare ediyorlardı. Gençlerin ise Felsefenin Temel İlkelerinden ve Siyaset Biliminin ABC’sinden bile haberleri yoktu. Çok düşündüm: Kültürel ilişkilerin siyasi ilişkiler karşısında hiçbir şansının olmadığını dahi bilmeyen insanlara ben ne anlatayım, diye.
Bakın, sadece Ukrayna’da yaşanan savaşın veya Gazze’deki çatışmaların ruhumuzda, bilincimizde ve zihin dünyamızda bıraktığı izi ve yaptığı tahribatı bin tane Çerkesçe şarkı veya halk oyunları ekibi ile silemezsiniz. Mutlaka bunları Çerkes halkının çıkarlarına göre anlatacak bir medyaya ihtiyacımız var. Ama yok işte.
Bizim tarihimizi Ruslar ve Türkler yazdı. Tabii ki kendi çıkarlarına göre. Rusya’da Çerkes’e dair hemen herşey toprağa gömülmüştü. Rus-Çerkes savaşı değil, Rus Kafkas savaşı, hatta artık “Kafkas savaşı” diyorlar. Sanki Kafkasyalılar birbirleri ile savaştılar. Sonra SSCB, Çerkesleri “Adığeler, Kabardeyler, Çerkesler, Şapsuğlar” diye böldü. Bu kimlikler üzerinde siyasi kurumlar örgütledi. Çerkes halkını bölmenin tohumlarını attı.
Bir ”B Planı”ydı bu. Çerkes kimliği ve vatan Çerkesya bilinci yeniden güçlenince, dolaşıma sürüldü: bölünmeyi derinleştirecek, kalıcılaştıracak kavramlar fısıldıyorlar kulaklarımıza.
Ve dünün Kafkasyacıları, birden bire “Adığe”ci oldular.
Kabardey Balkar Cumhuriyeti’nde “Kabardey”i büyüttüğünü, Adığe ile Kabardey’i ayrıştırdığını bile bile “Adığe” diyor; “Adığey”i, Adığe Cumhuriyeti anlamında kullanıyorlar. Bunun Adığe Xeku’yu, Adığe Cumhuriyeti ile sınırlamak için uydurulduğunun farkında değiller.
Ne yazık ki, bunlarla ideolojik mücadele edebilecek araçlarımız; okuyan, araştıran, yazan, disiplinli çalışabilen gençlerimiz çok az... Aydınlarımız ise biraz korkak, biraz da popülist. Taraf ve kimseyle kötü olmak istemiyorlar.
Bizimle benzer şeyler anlatan bir büyüğümüze, bir gün, “sen de mi Çerkesyacı oldun” diye sormuşlar. Yemin billah etmiş, Çerkesyacı olmadığına dair. Ne var Çerkesyacı olmakta? Biz öcü müyüz?
Başka biri, son yıllardaki ideolojik politik dönüşümü anlatan bir yazı yazmış. Yazının başlığı “Yarım Kalan İdeal: Çerkesya”. Hala her tarafa mavi boncuk dağıtıyor, kimlik tartışmasının tarafları yokmuş gibi…
Bir insanın Çerkes halkının son 15 yılını Çerkesya Hareketi’nden bahsetmeden anlatabilmesi için sihirbaz olması gerekir! Bu sihirbaz da sanki ideolojik değişim, kendiliğinden oluyor gibi anlatmış.
Eskiyi mahkum etmiyor, eskinin hergün farklı kimliklerle karşımıza çıktığını görmüyor. Halbuki bitmiyorlar, vazgeçmiyorlar; Çerkes halkını zehirlemeye devam ediyor, bunun için zehir gibi çalışıyorlar.
Yüzlerce yıldır “Çerkes”in Adığe ve Çerkes vatanı “Adığe Xeku”nun Çerkesya olduğuna dair binlerce belge var. Ama bunları görmüyor; yetmiyor, kütüphaneler kuruyor, söylemlerini devam ettirecek akademisyenler-yazarlar yetiştiriyorlar.
Çok çalışıyorlarmış, en azından saygı duymalıymışız. Sanki Çerkes halkının geleceğini karartmaya çalışanlar çalışmıyormuş, çalışkan olmak iyi olmaya yetermiş gibi…
İnsan, “neden?”, “bu neyin ihtirası?” diye soramıyor, çünkü alacağı cevaptan korkuyor. Ama, bir insanın bu kadar belgeyi görmemesi ve sadece birkaç kişinin ve informel grupların değil; Çerkesya’daki, hatta Kuzey Kafkasya’daki bütün resmi kurumların 'Çerkes Adığedir' söylemini duymaması için gerçekten "birşey" olması gerekir.
Buna direnmek için daha cesur, daha çalışkan, daha disiplinli ve örgütlü olmalı; Çerkes halkını ideolojik zehirlenmeye karşı koruyacak güçlü basın yayın organları örgütlemeliyiz.
Bu ideolojik mücadele politik zaferi yakınlaştıracaktır…
Ben bir küçük parçayı analiz etmek için önce büyük resme bakarım; önce nasıl bir dünyada yaşadığımızı, dünyada hayatın akışına yön veren büyük güçler arasındaki çelişkileri anlamaya çalışırım.
2007’de Putin’in Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşması, 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi, 2010’da Batı’nın Libya’yı yağmalaması Suriye’de de bir savaşın yaklaştığının göstergesiydi.
Bu nedenle camiamızı uyarmaya çalıştık. Yazılar yazdık, basın açıklamaları ve tek kişilik eylemler örgütledik. Ama Suriye’deki “thamateler”in-büyüklerin yatıştırma tavrının ve “benim Suriye’de akrabalarım var, onlarla hergün konuşuyorum, Suriye’de durum sakin” diyen çok bilmişlerin kamuoyu üzerindeki etkisini kıramadık.
Sanki o akrabaları alim! Koca koca kurumlar Suriye’deki yakınlarından aldıkları bilgilerle politika yaptılar.
Bu nedenle Suriye’deki savaşa hazırlıksız yakalandık. Suriye Çerkesleri için tutarlı bir tavır geliştiremedik, vatanı harekete geçiremedik; Suriye Çerkeslerini vatan Çerkesya’ya yönlendiremedik. Hepsi dünyaya dağıldı ve asimile olacaklar...
Elbette Suriye Çerkeslerini vatana yönlendirmek kolay bir iş değildi. En başta da Rusya engeli vardı. Ama bugün Çerkesya bayrağını elinden düşürmeyen, o günlerde ise bizi mikro milliyetçi olmakla suçlayan, “Yarım Kalan İdeal: Çerkesya” makalesinin yazarının da görmek istemediği! çevreler, resmen bu çalışmayı sabote ettiler.
Bakın Gazze’de direnen Filistinlilere, “vatanınızı terk etmeyin, direnin” diyorlar; bize ama “önce soydaşlarımızın hayatlarını kurtarmalıyız” dediler. Suriye Çerkeslerini, Davutoğlu’nun, müdahale bahanesi olsun diye, Suriye’yi boşaltma planına kurban ettiler.
Sonra “Ukrayna savaşı” gündeme geldi. Daha 2015 yılında, “Dünyayı Ukrayna’dan Tehdit Eden Dünya Savaşı” başlığı altında onlarca sayfa yazı yazdık, camiamızı uyarmaya çalıştık.
Batı ile Rusya arasındaki bu savaşın, bizi de etkileyeceği ayan beyan ortadaydı. “Hazırlıklı olmalıyız” dedik. Ama önyargıları, “popülist” çalışma tarzını ve eğlence kültürünü aşamadık.
Bugün Kaf Fed’de yaşanan sorunların kökeninde bu savaş var.
Değişim, demokrasi, çoğulculuk, şeffaflık vs vs hepsi asıl sorunun üstünü örtmeye yarayan araçlar… Asıl sorun Batı ile Rusya arasında Ukrayna’da süren savaş, bu savaşın depreştirdiği “Rus düşmanlığı” ve “yeniler”in bu savaşta, güçleri oranında-güçlerine uygun alanlarda Rusya karşıtı tavır almak istemeleri.
Barışçıl, demokratik yöntemlerle anlatınca, “Rusya karşıtlığı” iyi bir şey olacakmış gibi, “biz ama barışçıl mücadele ediyoruz” diyorlar.
Gözleri Çerkesyacılarla mücadele etmekten başka bir şey görmeyen “eskiler”, savaşın yaklaştığını, savaşın olası sonuçlarını göremediler. Çünkü üzerinde düşünmediler. Onlar için asıl tehdit Çerkesyacılardı; “yeniler”, “bizim çocuklar”dı. Onlar da “Kafkasyacı” yaa…
Bugünlerde Çerkes camiasını ve kurumlarını Rusya ile ilişkilerine göre ayrıştırıyor, Rus karşıtı damarı örgütlüyorlar. Çünkü Ukrayna’da savaş bitse bile, artık çok kutuplu bir dünya ve soğuk savaş yıllarına benzer bir Rus düşmanlığının olacağını biliyor, kendilerine Batı’nın saflarında bir yer açmaya çalışıyorlar.
Şimdi, 7 Ekim’den sonra başka bir sorun var. Gazze’den dünyayı tehdit eden bölgesel savaş tehdidi. Elbette savaşın tarafları böyle bir savaştan kaçınmaya çalışacaklar, çünkü bölgesel savaşın hızla bir dünya savaşına evrilmesi mümkün.
Bugünlerde çatışmaların yaşandığı ve yaşanması muhtemel olan coğrafyada, binlerce, yüzbinlerce Çerkes yaşıyor. Biz ise yine sadece, sanki bizi ilgilendirmiyormuş gibi, seyrediyoruz. Pardon, birileri poşuları takmış Filistin bayrakları ile yatıp kalkıyorlar.
Yine Çerkes halkını ideolojik olarak zehirliyorlar.
Ünal başkan ve yeni Kaf Fed yönetimi ile kongre öncesi yaptığımız bir online toplantıda, Gazze’deki savaş önceliğimiz olmalı demiştim.
Bakın bütün dünya hazırlık yapıyor, dengeler ve ittifaklar değişiyor. Suudi Arabistan bile ABD’nin etkisinden çıkmaya çalışıyor.
Olası çok kutuplu dünyanın, enerji ve ticaret koridorlarından biri, İMEC, İsrail’den denize açılıyor ve İsrail’e ekonomik getirisi çok büyük olacak bu koridorun inşa edilebilmesi için, Filistin sorununun çözülmesi gerekiyor.
Bastırılması değil, nihai olarak çözülmesi.
Çünkü “Filistin toprakları üzerinde Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin bir arada özgürce yaşayabileceği laik ve demokratik bir Filistin Devleti” kurmak isteyen, Filistin sorununu bütün dünyaya mal eden ve çözümü yakınlaştıran Arafat’tan farklı olarak, İsrail’in Filistin Hareketini bölmek için bir dönem desteklediği Hamas, “Nehirden Denize Kadar Filistin” diyor, İsrail’e ve Yahudilere Filistin’de yaşam hakkı tanımıyor.
Rus karşıtlığının veya düşmanlığının ve “Rusya Çerkesya’dan defol” gibi söylemlerin Çerkes halkını zehirlemesi gibi, Filistin halkını zehirleyen bu söylem, İsrail için bir güvenlik sorunudur.
Ve çözümü zorlaştırıyor.
Sadece İsrail değil, hiçbir devlet kendisini denize dökmek isteyen bir topluluk ile, işgalci de olsa, birlikte yaşayamaz.
Ve birlikte yaşama iradesi olmayanlar, bilmem hangi tarihte, kim, ne kadar haklı diye düşünenler barışamazlar.
Şimdiden Ürdün sınırına çok yakın, 5 km mesafedeki Reyhaniye köyü boşaltıldı. Bölgeden tahliye edilen toplam İsrailli sayısı 280 bin kadar. Ve bunların çoğu, sınırın diğer tarafında, Lübnan’da Hizbullah var olmaya devam ettikçe, evlerine geri dönmek istemiyor. İsrail’deki diğer Çerkes köyü Kfar Kama da Golan’a yakın ve o da çok güvenli bir yerde değil.
İsrail’in Filistinlileri sürgün etmek istediği diğer bir ülke olan Ürdün’de yüzbinden fazla Çerkes yaşıyor, ama Ürdün nüfusunun % 60’ı Filistinli. Ve özellikle 1970’li yıllardaki iç savaşta büyük kayıp veren Filistin halkı Çerkeslerin bu iç savaşta oynadığı rolü unutmadı.
Dünyada Çerkeslerin en rahat yaşadıkları, kimliklerini, dillerini ve kültürlerini en iyi korudukları ülkedir İsrail. Ama bugün yaşananlar, Çerkeslerin Ortadoğu’daki varlıklarını tehdit ediyor.
Bu nedenle, Ünal başkana da söylediğim gibi, Ortadoğu Çerkesleri gündemimizde ilk sırada olmalıdır. Oradan birileri ile telefonla görüşmek yetmez. Kaf Fed yönetimi bölge ülkelerine gitmeli, orada yaşayan Çerkeslerle görüşmeli, vatanda ilgili kurumlara bilgi vermeli, en kötü olasılığa göre hazırlık yapmalı.
Yani Ortadoğu Çerkeslerini gündemimize, gündemimizin ilk sırasına almalı ve kamuoyu çalışması yapmalıyız. Bugün her biri birkaç yüz Filistinli ve Ukraynalı alan Cumhuriyetlerimiz, Ortadoğu Çerkeslerini de alabilir. Rusya’nın ve Cumhuriyetlerimizin gücü buna yeter.
Ama her çalışmadan mutlaka istediğimiz sonucu da alamayabiliriz. Önemli olan bir irade göstermek ve vatan bilincini büyütmektir.
Bu çalışmayı sadece Kaf Fed yapabilir.
Devam edecek…