#32 Ekleme Tarihi 02/10/2015 12:30:37
29 Mart 2010 Pazartesi Saat 09:25
Diaspora ve Anavatanda olaylar artık o kadar hızlı gelişiyor ki, kimilerimiz bunları takip etmekte bile zorlanıyorlar. Daha zor olanını başarabilen; yani gelişmeleri izleyip doğru bir şekilde yorumlayabilen, sonuçlar çıkarabilen ve bu sonuçlar ışığında politikalarını yenileyebilen „kurum“ ve aydın sayımız hala çok az. Ama kurumlarımızın ideolojik hegemonyasından kendini kurtarabilen, bağımsız düşünebilen insanlarımızın sayısı da her geçen gün artıyor. Ve değişimi zorlayan bu „dipten gelen dalga“ statükocuları korkuturken; bizlere umut veriyor!
Bazı önyargıları kırmanın kolay olmayacağını ve zaman alacağını biliyoruz. Kendimizi buna göre hazırladık. Ama sonunda halkımızın doğruların etrafında toplanıp birleşeceğinden de kuşku duymuyoruz.
Son tartışmaları izliyorsunuzdur. Nerede ne oldu veya kim ne söyledi gibi ayrıntıları anlatmaya gerek yok, ilgilenenler izlemişlerdir. Son süreci bizimle ilgili olan boyutuyla kısaca özetlemek gerekirse:
Gürcüler Abhazya’nın ve Osetya’nın bağımsızlıklarını kazanmış olmalarını hala hazmedemiyor, yeniden işgal etme hayalleri kuruyor ve RF’nu köşeye sıkıştırmak için „Kafkasya“ ve „Çerkes (Adige) kartını“ oynamak istiyorlar. Bu oyunda kendilerini destekleyen ABD’nin planı ise daha büyük. Onlar RF’nu „kontrollü destabilize etme“ye ve mümkünse parçalamaya oynuyorlar. Kuzey Kafkasya da koparmak istedikleri parçalardan biri.
Bunları görebilmek için kahin olmak veya „herşeyi bilmek“ gerekmiyor.
Bir kısım ABD’li ve Gürcü bu planı daha da olgunlaştırmak için geçen ay düğmeye bastı. Gürcistan’da bir konferans toplandı ve toplantıyı düzenleyenler „nazlarını geçirebildikleri“ni bu toplantıya davet ettiler. Katılmayanlar, daveti reddedenler olduğu gibi, katılanlar da vardı.
Çerkesler (Adigeler) de davet edilmişlerdi konferansa. Gidenler oldu. „Çerkes sorunu“, tam bizim istediğimiz çerçevede olmasa da tartışıldı ve toplantının sonunda Gürcü Parlementosuna „Çerkes Soykırımı“nı tanıması için bir öneri yapılması kararlaştırıldı.
Bundan sonra ne olacağını yüzde yüz bir kesinlikle bilebilmek mümkün değil. Ama bugünkü güçler dengesi bozulmadıkça ne ABD’nin ne de Gürcistan’ın niyetlerinden vazgeçmeyeceklerini ve „Kafkas“ veya „Çerkes“ kartını kendi çıkarları için kullanmak isteyeceklerini biliyoruz. Eğer RF’den istedikleri tavizleri koparabilirlerse ABD’nin de Gürcistan’ın da ne Kafkafya, ne de Çerkesler için kendilerini riske atmayacaklarını; bugün güven vermeye çalıştıkları insanları yarı yolda bırakabileceklerini de…
Bunları bilmek için de „politolog“ olmak gerekmiyor!
İçerisinde yaşadığımız dünyanın gerçekliği budur. Özel mülkiyet oldukça rekabet, rekabet oldukça da çatışma ve savaş tehlikesi olacaktır. Dünyanın bütün ülkeleri bu rekabet ve çatışma ortamının bir parçasıdır. Herkes gücü oranında masada yerini alır ve gücünün yettiğine müdahale eder. Kim ne kadar güçlüyse, eli de o kadar uzundur.
İnsanlık zorlu süreçlerden geçerek bugünlere geldi. Kölecilik, sömürgecilik; yerel, bölgesel ve dünya savaşları yaşadı. Bugün dünyada „günahsız“ bir devlet yoktur. ABD’den Almanya’ya, Fransa’dan Japonya’ya; RF’den Türkiye’ye, Çin’e kadar aklınıza gelebilecek her ülkenin geçmişinde „lekeler“, ellerinde kan vardır. Ama buna rağmen bir dünya düzeni, ittifaklar, ekonomik-siyasi ilişkiler veya „dostluklar“ da vardır ve bunlar, dengelerin veya güçlerin değişmesine paralel değişeceklerse de, gelecekte de olmaya devam edecekler.
Dünyada „ananızdan emdiğiniz süt kadar beyaz ve lekesiz“ bir ülke veya devlet aramayın, bulamazsınız. İnsanlığın ve toplumların gelişiminin kaçınılmaz sonuçlarıydı yaşananlar. Devletler bunu bilirler ve hemen her devletin geçmişinde bugünkü bilincimizle „suç“ kabul edeceğimiz olaylar yaşandığı için aralarında „kimse kimsenin geçmişini karıştırmasın“ şeklinde formule ettikleri, ama aslında „kurulu dengeleri korumayı esas alan“ bir konsensüs vardır. Sonsuza dek yaşayamayacak, „eşitsiz gelişim yasası“ nedeniyle bir süre sonra bozulacak ve yerine yeni güçler dengesinin gerektirdiği, hatta dayattığı yenisinin kurulacağı bir „konsensüs“.
- Yüzyıla „eskinin yerine yeninin kurulmaya çalışıldığı“ yüzyıl demek yanlış olmaz herhalde. Yani bir „geçiş yüzyılı“. Ve her geçiş dönemi gibi sancılı. Yeninin kendini ve değişimi zorladığı; eskinin de statüyü korumaya çalıştığı yüzyıl.