Windowoneurasia'da yayınlanan Rusya Bilimler Akademisi üyesi Stanislav İvanov’un tespitlerini ve “tavsiyeleri”ni tartışmaya devam edeyim…
Windowoneurasia şöyle aktarmış İvanov’un yaklaşımını:
“And ‘…having created a virtual image of a single state of Circassia’ as well as claiming Circassian as their ethnonym even though most use the term Adyg, ‘the ideologues of Circassian nationalism have inserted into the minds of Adyg youth the image of Russia, as the heir of the Russian Empire, as an enemy…’”
Bu konu vatanda pek tartışılmadı, çünkü orada “Adığelerin ‘Çerkes’ ve tarihi vatanımızın da ‘Çerkesya’ olduğu” konusunda bir şüphe yok. Hatta inanın birileri "Moskova'nın gazabı"ndan korktukları için ve/veya sistemden nemalandıkları için "Kabardey ulusu" falan gibi şeyler uyduruyorlar. Çünkü daha dün, "Çerkesiz-Adığeyiz" kararını alanlar ve Çerkes dünyasına bu kararlara uymaları çağrısı yapanlar yine onlardı.
Diasporada hala konuyu sağa sola çekmeye, insanları manipule etmeye ve "Kuzey Kafkasya"cılığı hortlatmaya çalışanlar var, ama nafile. Ölüyü diriltemezler! Sadece makyaj yaparlar...
Bilgisayar teknolojisi, internet ve sosyal ağlar henüz bu kadar gelişmemişken, genelde Kuzey Kafkasya, özelde tarihi vatanımız Çerkesya hakkında geçmişe ve bugüne dair bilgileri "bilgi tekeli"ni elinde tutan, Rusya ve Türkiye için "güvenilir" ve/veya "sakıncalı olmayan" isimlerden ve kurumlardan alıyorduk.
İçerisinde yaşadığımız ülkelerin yetkilileri, bürokratları, aydınları, sanatçıları, gazetecileri ile onlar ilişki kuruyor, televizyonlara onlar çıkıyor, gazetelerde ve dergilerde onlar yazıyor... etkinliklerimizde sadece onlar konuşuyor ve kurumlarımızda hemen hemen bütün kararları onlar alıyorlardı.
Bugün geriye doğru baktığımızda daha iyi görüyoruz ki, bunların anlattıkları, yazdıkları birçok şey ve aldıkları kararlar, “tesadüfen”, içerisinde yaşadığımız ülkelerin ve Rusya’nın çıkarlarına uygundu.
Neydi Rusya’nın ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun olan?
“Çerkes” kimliğinin ve “Çerkesya”nın unutturulması; diaspora Çerkeslerinin diasporada, vatanda yaşayanların vatanda, ama Sovyetler Birliği tarafından çizilen sınırlar içerisinde ve “Shapsugh, Adığe, Çerkes ve Kabardey” kimlikleriyle yaşamaya devam etmeleri; aralarında sosyal kültürel ilişkiler olacaksa da, politikleşmelerine, vatana organize-kitlesel olarak dönmelerine ve tarihi vatanlarında birlik olmalarına izin verilmemesiydi.
Osmanlı devleti ile Çarlık Rusyası daha 1800’lü yılların başlarında “Çerkes Sorunu”nu ve “Çerkesya”yı görüşmeye başlamışlardı.
1850’li yıllarda, özellikle “Kırım Savaşı”ndan sonra somutlaştırdılar “Çerkeslere ne yapacakları”nı: Çarlık Rusyası, sorunu toptan çözmeye: Çerkesya’yı “Çerkessizleştirme”ye karar verdi. Osmanlı Devleti de, Müslüman Çerkesleri topraklarına almaya…
Bu plan uygulandı.
Çerkesler, Rusya ile Osmanlı İmparatorlukları arasında yapılan yazılı ve sözlü anlaşmalar gereği Rusya sınırlarından en az 500 km kadar uzak diyarlara yerleştirildiler. Balkan Harbi’nden sonra görece daha kalabalık oldukları Balkanlardan, daha güneye, Ürdün’e ve Suriye’ye sürgün edildiler.
Anlaşmaya uyulması için Rusya, Osmanlı Devletine baskı yaptı…
Yani; Rusya İmparatorluğu Çerkesleri Osmanlı devletine sürerken Osmanlı devleti de Çerkesleri kendisi için o yıllarda stratejik olan bölgelere dağınık olarak yerleştirdi. Onlardan hem asker hem de ülkesindeki Müslüman nüfusu çoğaltmak için yararlandı.
Hem Rusya ( ve SSCB ), hem de Osmanlı İmparatorluğu ( ve Türkiye Cumhuriyeti ) tekrar vatana dönmek isteyen Çerkeslere dönüş izni vermediler. Bu konuyu gündeme dahi getirmediler.
Rusya ( ve SSCB ) önce Çerkesya’nın demografik yapısını değiştirdi, sonra böldü, parçaladı. Aynı dili konuşan, tarihi, kültürü ve gelenek görenekleri aynı olan Çerkeslerin ( Adığelerin ); Shapsugh’uyla, ‘Adığe’siyle, ‘Çerkes’iyle, ‘Ubıh’yla ve ‘Kabardey’iyle... tek bir halk olduğunu Rusya İmparatorluğunun siyasetçilerinin, bürokratlarının ve bilim insanlarının bilmediği sanmak saflık değilse, aptallıktır.
Biliyorlardı ve bile bile Çerkes halkını dünyaya açılabileceği Karadeniz kıyılarında neredeyse tamamen yok ederken, içeride ayrı Cumhuriyetlere böldüler, Karaçay Balkarlarla birlikte yaşamaya zorladılar, yetmedi buralarda Rus ve ortodoks nüfusu çoğalttılar.
Yeteri kadar bir süre geçtikten sonra, kitaplarda, gazetelerde, okullarda, sanatta, edebiyatta ve günlük hayatta ağızlarına almadıkları “Çerkes” ve “Çerkesya”nın unutulacağını; Özerk Bölge ve/veya Cumhuriyet olarak örgütledikleri kimliklerin ( Shapsugh, Adığe, Çerkes, Kabardey ) konsolide olacağını ve Çerkes halkının bir daha birleşemeyecek kadar ayrışacağını düşünüyorlardı.
Tarihi ve toplumsal hafızayı silemeyeceklerini, SSCB'nin bir gün çökebileceğini ve internet denen şeyin bulunabileceğini unuttular…
Osmanlı İmparatorluğu’nun son ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılları diaspora Çerkesleri için “sonun başlangıcı”dır. Çünkü o yıllarda Anadolu coğrafyasında ( bugünkü Türkiye ) veya Misak’ı Milli sınırları içerisinde bir “Müslüman Türk” devleti kurulmasına karar verildi. “Gayri Müslimler” ve Türk olmayan etnik-ulusal topluluklar üzerindeki baskılar arttı, Çerkes dernekleri, gazeteleri ve okulları kapatıldı. “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyaları ile Türkçe dışında bir dil konuşanlar baskı altına alındı. Çerkes halkına, hem Rusya'nın hem Türkiye'nin işine gelen “Kafkasyalılık” şırınga edildi.
Bunları anlattığımızda, bize Kuzey Kafkas halklarının doğal bir süreç içerisinde birlik ve ulus olduklarını, bütün Kuzey Kafkas halklarının “Çerkes kimliği altında” toplandıklarını söylediler ve kimi kaynaklar gösterdiler. İlginçtir, bu kaynakların hemen hepsi özel olarak seçilmiş ve bazılarını kendileri kaleme almış ya da yayınlamışlardı.
Yani referans olarak okunan kitaplar, gazeteler, dergiler onların elinden çıkmış; onlar da "proje"lerine uygun masallar anlatmışlardı.
Ama 1990’larda duvar yıkıldıktan ve internet günlük yaşamımıza girdikten sonra, bize anlatılan masalların doğru olmadığını gördük.
Resmen çarpıtmışlardı tarihimizi.
Elbette “Kafkasyalılık”ın maddi temeli vardı. Toplumsal hafızamıza kazınmış bir coğrafi-kültürel kimlikti. Rusya İmparatorluğunun zulmüne uğramış, tarihin kimi dönemlerinde kader birliği yapmış, sosyal kültürel ilişkileri, ortak ve/veya benzer gelenek görenekleri olan halkların birlikte, yan yana yaşadıkları bir coğrafyaydı Kafkasya.
Yüzyıllarca Kafkasya'da birlikte veya yan yana yaşadık. Bu nedenle "Kafkasyalılık"ı benimsememiz zor olmayacaktı, olmadı da.
Fakat bu “Kafkas kimliği” veya “Kafkasyalılık”; “Avrupalılık”, “Orta Doğululuk”, “Afrikalılık”… gibi değil; ulusal bir kimlik olarak sunuldu bize. Coğrafya eksenli diğer kültürel kimlikler, etnik-ulusal kimliğin yerine ikame edilmezlerken, mesela, “Avrupalılık” hiçbir zaman bir Alman, Fransız, İngiliz… ulusal kimliklerinin üzerine çıkmazken, bizde “Kafkasyalılık” ulusal kimliğin yerini aldı.
Türkiye’de Çerkes kimliği ile bir kulübe kurmamıza dahi izin verilmezken, Kafkas kimliği ile dernekler kurmamız teşvik edildi. Etkinliklere katıldık, televizyonlara çıktık. Kafkas halkları arasında sosyal ilişkiler, aileler kuruldu. Aralarında anlaşmak için içerisinde yaşadıkları ülkelerin dillerini ( Arapça, Türkçe gibi ) kullanmak zorunda olan halklar birbirlerini asimile ettiler.
Çerkes halkının binlerce yıl içerisinde ürettiği destanlar, eserler ve değerler önce diğer kuzey Kafkas halkları tarafından da kullanıldı; sonra onlara da ait olduğu iddia edildi. Daha da kötüsü, buna karşı etnik-ulusal kimliğimizi savunacak bir güç örgütlenmedi, tam tersine "Kafkasyalılık" sahiplenildi; Çerkes kimliği prestij kaybetti.
Arada sırada pohpohlanmaktan başka hiçbir kazanımımızın olmadığı; kimliğimizi, dilimizi, gelenek göreneklerimi korumamız için gerekli hak ve özgürlüklerden mahrum bırakıldığımız ülkelerin “kurucu unsuru” olduğumuz masalı anlatıldı, bu masallara inandık.
O günlerde kurumlarımızı örgütleyip “Çerkes halkına yol göstericilik yapanlar”... bize “Kurtuluş savaşı”nı ve bu savaşta hayatını kaybeden Çerkesleri anlattılar sürekli. “Kurucu unsur”uz, “burası bizim ikinci vatanımız” diyerek Çerkes halkının Türkiye’ye aidiyetini büyüttüler.
Bütün ulusal hak ve özgürlüklerinden yoksun bir halkın, bu ülkenin “kurucu unsuru” olduğuna nasıl inandığına, inandırıldığına umarım ileride bilim insanları bir açıklama getirirler.
Ama bu yalanlara ortak olanları, direnmeyenleri, Çerkes halkı için hiçbir hak talep etmeyenleri tarih affetmeyecektir, bundan eminim!
“O günlerdeki bilgimiz ancak bu kadarına yetiyordu” veya “başka bir şey söyleyen mi vardı?" gibi laflar saçmadır. Elbette başka şeyler söyleyenler de vardı. Tarih kitapları vardı. Topluma önderlik edenler bunları araştırmak, bilmek, dinlemek zorundaydılar.
Ama bugün, artık herşey ayan beyan ortadayken, bazılarının hala gerçekleri kabul etmemeleri; hala bizim çıkarlarımızı temsil etmeyen, işe yaramayan söylemlerde ısrar etmeleri, bunları yeni duruma uydurmaya çalışmaları, gerçek sorunun bilmemek olmadığının, o “lanet proje”nin kölesi olduklarının bir göstergesidir.
Ki, Çerkes kimliği ile örgütlenmemize, dernekler kurmamıza izin verildikten; vatanda Çerkesin Adığe olduğuna ve Çarlık Rusyasının Çerkeslere soykırım uyguladığına dair kararlar alındıktan sonra bile, onlar daha uzun yıllar “Kafkas” kimliğinde ısrar ettiler, “Çerkes Soykırımı” yerine “Kafkas Sürgünü” demeye devam ettiler.
Topluma önderlik etmek yerine, gerçekleri gizlemeye ve gerçekleri dile getirenleri izole etmeye çalıştılar.
Bugün de bazıları, gerçeklerin ortaya çıkması ve toplumun baskısı nedeniyle bazı “yeni” gerçekleri kabul etmek zorunda kalıyor; ama bunları statükonun kabul edebileceği formata sokmaya çalışıyorlar.
Birden bire bizim “Adığe” olduğumuzun keşfedilmesi… bu çabaların bir ürünüdür. Bilim insanlarının, Çerkes toplumsal örgütlerinin, hatta siyasi kurumlarının onlarca kez aldıkları kararlar onları bağlamıyor.
İvanov da yeni nesillerin, özellikle gençlerin niye 'Adığe'ye karşı olduklarını soruyor ve Çerkes kimliğine sahip çıkmalarından, Çerkes halkının birliği ve Çerkesya’nın yeniden inşası için mücadele etmelerinden, yani Çerkes milliyetçiliğinden rahatsız oluyor?
Ama daha ilginç olan, yıllardır "Biz Kafkasız! Nart olalım, herhangi bir şey olalım, ama 'Çerkes' olmayalım", "Çerkes halkı diye bir şey ve Çerkesçe diye bir dil yoktur" diyenlerin, Kafkas Halkı!nı böldüğümüz iddiası ile bizi bölücü, mikro milliyetçi olmakla suçlayanların bugün mikro milliyetçiliğin daniskasını yapanlara tek laf etmemeleridir.
Bizi emperyalistlerin "böl ve yönet" politikasına hizmet etmekle suçlayanlar, bugün Rus ideologları ile aynı saflardalar. Ve biz bu söylemlerin kaynağının kurumlarımız veya “aydınlarımız” olmadığını, bu “teoriler”in başka mutfaklarda pişirildiğini biliyoruz.
Diyelim ki, Çerkes halkının geçmişi ile bağlarını koparmaya, toplumsal hafızasını sıfırlamaya, tarihten gelen hak ve özgürlüklerini yok etmeye yarayan bu söylemler bir süre daha işe yaradı…
Diyelim ki, bu "yeni" projeyi yazdıkları kitaplarda, çıkardıkları dergilerde, gazetelerde, televizyon programlarında anlatmaya devam ettiler ve bir kesimi “Çerkes"in ve “Çerkesya"nın öcü olduğuna inandırdılar...
Ben Oxford, Britannica, Göthe dahil, bizimle ilgili yayınları, belgeleri, arşivleri 3,5 dilde takip ediyorum. Bütün bu kaynaklar Adığe’nin Çerkes ve Çerkesya’nın da tarihi vatanımız olduğunu anlatıyorlar.
Yalanlarıyla, tarih çarpıtıcılıkları ile bir kesimin hafızalarını silseler bile; dünya halklarının hafızalarını ve bu belgeleri nasıl silecekler?
"Çerkes Sorunu"nun tek çözüm yolu var:
Gerçekleri kabul etmek, “Çerkes Sorunu”na, Çerkes halkının tarihi vatanı Çerkesya'da birlik olmasını ve gelecekten kaygı duymadan yaşamasını mümkün kılacak bir düzen kurmak!
İvanov bile bunu anladı, bizimkiler hala anlamadı!