#232 Ekleme Tarihi 15/10/2015 06:47:38
21 Ocak 2013 Pazartesi Saat 01:31
“Varoş” sanırım Macarca bir sözcük. Kalenin etrafına kurulu yerleşim birimlerini ifade ediyor. Türkiye’de veya Türkçe’de kullanımı da buna benzer. Şehirlerin etrafına kurulmuş “gecekondular”a “varoşlar” denir yaygın olarak.
Varoşların oluşmasının birincil nedeni ekonomiktir. Sanayinin gelişmesi için işgücüne ihtiyaç vardır, ama bu “işgücü” kırsal alanlarda yaşamaktadır. Bu nedenle tarımdan geçinmek mümkün olmaktan çıkarılır, insanlar iş-geçim derdiyle sanayinin geliştiği, gelişmeye başladığı merkezlere akar ve sanayi için “basit” veya “ucuz” işgücü olurlar. Köyden kente göç olgusu da budur.
Gelenler beraberlerinde belli bir kültür getirirler elbette, ama köy ile kent arasına sıkışmış “varoşlar”ın zamanla kendine özgü bir kültürleri olur.
Varoşlular ne “oralı”dır, ne de “buralı”. Hem oradan, hem de buradan birşeyler alır; ama bunlardan kendilerine özgü bir sentez yaratırlar. Bir geçiş kültürü de denilebilir buna. Kendisini bir yere ait hissetmeyen, uçlarda ifade etmeye yatkın bir geçiş kültürü.
Oradan tam kopamamıştır, hem insan ilişkileri hem de kültürel anlamda ve orada kendisine bir gelecek olmadığını düşünür. Ama buraya da ait değildir. Çünkü burada “en alttaki” durumundadır ve bu durum zoruna gider.
Arada kalmıştır, sıkışmıştır; öfkeli ve tepkilidir. Bu nedenle duyguları hep uçlarda dolaşır ve bu uçların birinden diğerine geçişi hızlı olur. Bir bakarsınız “öfke kirizi” içerisinde “oraya da buraya da” küfürler yağdırır, bir bakarsınız “orası”nı veya “burası”nı över. Nereye koyacağınızı şaşırırsınız!
Bu çelişkiyi hemen bütün davranışlarında görmek mümkündür “varoşlular”ın. Sokakta yürürken yola bir avuç büyüklüğünde tükürür mesela, hem de balgamlısından; ama ele ele tutuşmuş iki gençten rahatsız olur! Yaşadığı sıkıntılar nedeniyle hükümete küfreder; ama kendisi gibi sıkıntı içerisinde yaşayan bir grup işçinin grevi veya bir yol kesme eylemi de batar kendisine…
Uzatmayayım, varoş kültürü, gelirken getirilen kapalı kültür ve şehir kültürü arasında bir git gel demektir ve daha uzun bir zaman öyle kalır.
Bazıları girdikleri sosyal-politik ilişkiler nedeniyle sonunda biryerlere ait olup “kurtulsalar” da, genel olarak “varoş insanları”nın sevgileri de, özlemleri de, nefretleri de güçlüdür; ama tutarsızdır. İstikrarsızdır.
“Proleter sabrı” veya “aydın karakteri” yoktur bu insanlarda. Biraz maymun iştahlı olurlar. Veya hep arayış içerisinde... Güzeli de çirkini de abartırlar. Bu nedenle ilişkileri uzun vadeli olmaz. Ya çabuk “doyar”lar, ya da çabuk hayal kırıklığı içerisine girerler.
Hızla sınıf atlama hayalleri kurarlar. Ne pahasına olursa olsun! Bu nedenle politik-ahlaki normları ve değerleri gevşektir. “Satmaya yatkın” bir kişilikleri olur.
Kollektif yaşamdan anladıkları yanyana durmaktır, doyuncaya, bıkıncaya veya artık ihtiyaç duymayıncaya kadar.
Kendisini bir yere ait hissetmediğinden “kollektivizm” adına dizginler vurulmasına tahammül edemez. Kollektif ilişkileri, sorumlulukları “dizgin” olarak algılar. Bu nedenle “ben” dokunulmazdır onun kollektif yaşamında.
Zaten “biz” dediğinde bile bu “biz”in içinde gizli bir “ben” vardır. Öylesine bencil bir “ben”dir ki bu, olumlulukları anlatırken büyük harfle yazar; olumsuzlukları ise “biz”in içinde eritmeye; yoketmeye; gizlemeye çalışır. “Biz adam olmayız” dediğinde bilin ki asıl olarak “ben adam olmam” demekte, ama kendisine toz kondurmak istemediği için “biz”i tercih etmektedir.
Başkalarının başarıları karşısındaki tavrı da aynı olur genellikle. “Onlar başarmış, ama biz başaramamışız”dır. Halbuki “onlar”ın başarısı, tek tek “ben”lerinin başarısıdır. Ama bunu sorgulamak ve görmek işine gelmez.
Bu geçiş dönemi bir gün bitecek ve evli evine; köylü de köyüne gidecek. Yani Çerkesya varoşları bir gün tercih yapmak zorunda kalacak: ya Çerkes aydınları ve proleterleri arasına katılacaklar ya da varoşların karanlık sokaklarında yokolacaklar.
Onlar suçu istedikleri kadar başkasında arasınlar. Tarih herkese hakkını vermekte ustadır...