#159 Ekleme Tarihi 07/10/2015 02:25:07
09 Eylül 2010 Perşembe Saat 09:56
Çerkesya’yı elbetteki biz keşfetmedik. Yüzyıllardır vardı. “Anılarımızda” bir biçimde geçerdi adı. Ama hayal meyal, bir nostalji gibi. Çerkesya’dan bahsedince çoğu zaman bir “masallar ülkesi” gelirdi akla veya tarih sayfalarına sıkışıp kalmış bir coğrafya.
Güzellerin en güzeli Çerkesya’daydı, kahramanların en kahramanı. Ve bunlar masal değil gerçekti, yaşanmıştı; ama yaşanmış da bitmiş, bir daha geri gelmez gibiydi. “Atlantis” gibi…
Biz “Çerkes Sorunu”nu masaya yatırıp bu sorun nasıl çözülür diye kafa yormaya başladığımızda ve “ne yapmalı?” sorusuna yanıt ararken bir kez daha çıktı karşımıza Çerkesya.
Tatlı anılardan, efsanelerden veya hayallerden sıyrılmış “bir toprak parçası”: atalarımızın üzerinde yaşadığı; kültürümüzü, dilimizi, kimliğimizi geliştirdiği; kaybetmemek için ölesiye savaştığı bir “vatan” olarak.
Aslında Çerkesya geçmişte de bir masallar ülkesi değil; atalarımızın canla başla savunmaya çalıştıkları “vatan”ımız; yani varlığımız ve geleceğimizdi. Ama övüyormuş gibi yapıp pratik olarak hiçbir yararı ve geri gelmesi mümkün olmayan “masallar ülkesi”ne dönüştürülmüştü.
“Ulusal sorun ancak uluslaşarak çözülür” sonucuna ulaştığımızda Çerkesya da yeniden gerçek anlamını kazandı bizim için: Çerkesya Çerkeslerin vatanıydı ve yeniden “vatanı”; yani üzerinde uluslaşacağı “toprak parçası” olmalıydı. Bunu bilince çıkarabilmek; yani vatan ile birlikte düşünmek Çerkes halkını uluslaşmaya götürecekti. Uluslaşmak da ilelebet varolmak demekti.
Elbette “ulus” veya “Çerkes Ulusu” diyen başkaları da vardı; ama bunlar “vatan”sız veya “Çerkesya”sız bir ulus tanımı yapıyor, ulusu kültürel-sosyal bir olgu gibi tanımlıyorlardı.
Yani aslında “ulus” tanımları göstermelikti ve “siyasallaşmış” toplumların bu ulus olmanın kazandıracağı dinamiklerden ve koruma duvarından yoksun bu “sosyal-kültürel” toplulukları önünde sonunda yutacaklarını görmüyor, görmek istemiyorlardı.
Bir kısmı “Vatanımız Çerkesya’dır” söylemine açık açık karşı çıkıyor, bunu da şu şekilde temellendiriyorlardı:
“Ulusal varlığı devam ettirebilmek için karşımıza çıkan diasporaya alternatif yer, anavatan, dönüşçüler için Çerkesya değildir. Dönüşçüler için anavatan Adıgey'dir, Abhazya'dır, Kabardey-Balkar'dır, Karaçay Çerkes'tir, Çeçenistan'dır. Muhaceretin yanı sıra nüfusuna en fazla ihtiyacı olan ise Kuzey Batı Kafkasya, yani, Adıgey'dir, Abhazya'dır, Karaçay-Çerkes'tir.
Dönüşçüler “kendi kaderini tayin hakkı” çerçevesinde yapılacak tartışmaları muhaceret de başlatmaya karşılar, onların en önemli talebi “dönüş” hakkının tanınması ve önündeki engellerin kalkmasıdır. Dönülecek ülkenin siyasi yapısı da, anavatan için belirlenecek gelecek de muhaceretteki halkın gündemi değildir.
...İşte bu gün de bu ilke dönüş hareketini Çerkesyacı çizgiden ayırmaktadır...”Çerkeslerin tarihi topraklarına vurgu” yapmak...Dönüş Hareketi'nin gündeminde hiç olmadı olacağını da sanmıyorum.”
Veya, bir tartışma platformunda “Dönüş hareketinin en hızlı savunucusu...nun "Çerkesya" söylemini benimsediği çok oldu. Kraldan çok kralcılık yapmaya gerek yok.” sözleri üzerine, bu “Dönüş Hareketinin en hızlı savunucusu”:
“... ‘Çerkeslerin tarihi topraklarına vurgu’ yapmak... Dönüş Hareketi'nin gündeminde hiç olmadığı” gibi bir dönüşçü olarak benim gündemime de hiç girmemiş ve hiç girmeyecektir. Dolayısı ile Çerkesya terimi tarafımdan, Çerkeslerin gelecekte kuracakları bir ülke...anlamında değil, sürgün öncesi yaşadıkları anavatanları anlamına, kullanılmıştır.” diyordu.
Halbuki bugün anavatanımızdaki siyasi birimlerimizi ve varolan statüyü “vatan” gibi kabullenmek doğru olamazdı. Elbette bir birikimdi, bugünkü siyasi gerçekliğimizdi, geliştirilmeleri ve güçlendirilmeleri gerekiyordu; ama geleceğimiz değildi. Kollektif hafızamıza kazanım olarak değil; “kayıp” olarak kodlanmıştı. Sosyalizmin kazanımları vs diye anlatılanlar kayıpları karşılamazdı. İki verilmiş, beş alınmıştı. Ve bu kaybı sahiplenmek inandırıcı olmaz; halkımızı heyecanlandırmaz, umut vermezdi.
Günümüzdeki politik şartlar nedeniyle Cumhuriyetlerimizin varlığını koruma ve savunma zorunluluğu; vatanımızın Çerkesya; üzerinde yaşadığımız siyasi birimlerimizin de Çerkesya’nın parçaları oldukları gerçeğinin üzerine çıkmamalıydı.
Bu, “ortak geçmişimiz”in ve tarihimizin inkarı; ulus olmanın “olmazsa olmaz”larından birini kendi ellerimizle yoketmek demekti. Artı, “her halkın siyasi örgütlenme hakkı vardır” doğrusunu, “her siyasi birime bir halk yaratma” şeklinde yorumlayanların oyununa gelmiş; halkımızın ve vatanımızın ebediyen bölünmesini kabullenmiş veya onaylamış olurduk. Bu durumda varlığımızı ne kadar koruyabileceğimiz de şüpheliydi.
Elbette birdenbire olmayacaktı hiçbirşey, zaman alacaktı. Bu nedenle kendimizi uzun bir yürüyüşe hazırlamalı; geleğimizi, belki de yüzlerce yıl sonrasını planlamalıydık. Biz bugün yapabileceklerimizi yapmalı; gelecek kuşaklara sahiplenebilecekleri bir miras bırakmalı ve şu veya bu nedenle yapamayacaklarımızı da beşikteki bebelerimize ninnilerle anlatmalı, çocuklarımızın kulaklarına fısıldamalı, xıbzelerle yaymalı; böylece kuşaklararası bir süreklilik sağlamalıydık.
Değişen veya değişecek şartlar ulusal mücadelemizin çerçevesini veya hedefini değiştirememliydi; ideolojik farklar da! Ve iyisiyle kötüsüyle, dindarıyla dinsiziyle, kölesiyle beyiyle bütün “Çerkes ulusu”nu kucaklamalıydık.
İşte “Çerkesya” bunların hepsine yanıt veriyordu. Yani Çerkesya bir uluslaşma iradesiydi, Çerkeslerin vatanlaşması demekti. Fahri Ağabey’in “önce ulusal talep yaratılmalı” diye formule ettiği, nasıl bir çözüm önerimiz olursa olsun, o olmadığında hiçbir şeyin de olmayacağı; ulusal bilincin üzerinde yeşereceği verimli topraktı.
Tarihin tozlu raflarından indirip söylemlerimizin merkezine yerleştirmeye karar verdik…
Gelişmeleri doğru analiz edemeyenler bugün hem diasporada hem de anavatanda ortak bir ideolojik-politik zemin üzerinde gelişen; halkımızı duygu ve düşüncede birleştiren “Çerkesya Hareketi” karşısında önce biraz şaşırdılar. Şimdi kendilerini toparlamış görünüyorlar…
Bir Fahri Ağabey çıktı “acaba bazı şeyleri gözden geçirsek mi?” deme cesaretini gösterebilen. Diğerleri hala “en akıllı” olduklarını ve en doğruyu bildiklerini zannediyorlar. Hemen hiçbir tezleri doğrulanmayanlar bile!
Hatta artık “aaa, görmedim” demiyelim, mutlaka okuyalım ve ezberlerimizi bozalım diye yazılarını “bir hafta daha sabredin” ilanları verdikten sonra ve sanki insanlar “please aydınlat bizi!” diye sokaklara dökülmüşmüş gibi ingilizcesiyle birlikte yazanlar bile var. Birara Gürcüleri de “aynı evin çatısı altında” birlikte örgütlemek istiyorlardı, ama artık Gürcüstan “baş düşman”!, Abhazya da bağımsız devlet oldu. Çeçenistan üzerine konuşmak ise yürek ister.
Kala kala bir Çerkesya kaldı. Ve bunlar şimdi “birleşikçilik” oyununu Çerkesya’da oynamak istiyor; RF’nin bizim kendimizi “Çerkes” diye tanımlamamızdan niçin bu kadar rahatsız olduğunu sorgulama gereği bile duymadan (bkz Window on Eurasia: Moscow Nervous about Circassians Identifying Themselves as Circassians in Upcoming Census, 23.08.2010)
“Çerkesya’da yalnız Adıgeler yaşamıyor” (bunu iddaa eden varmış gibi?); “Adıgeler kendilerine niye Çerkes desinler? Adıge Adıge’dir; vatanları da Adıgeya” gibi şeyler söylüyor; canla başla tarihten, bilinçten ve uluslaşmaktan hiçbirşey anlamadıklarını ispatlamaya çalışıyorlar.
Veya arada sırada yazdıkları yazılarla “diasporaya ayar” verdiklerini sanan, dağılabilecekleri korkusuyla hiç bir konuyu aralarında derinlemesine tartışamayan, eklektizmin ve yüzeyselliğin teorisini yapan bir “yamalı bohça” bizim “hepsi aynı şemsiyenin altında toplanacak” veya “siyam ikizleri” derken ne anlatmaya çalıştığımızı anlamamış ve kurumlarımızın dönüşüme direniyor olmalarından umutlanmış olacak ki, “çok heveslenmeyin, kurumlarımız birleşikçi olarak sizleri hayal kırıklığına uğratabilirler” sözleriyle “yurt seven kardeşleri”ni uyarıyor. Öngörüleriyle herkesi şaşkına çevirecek ya!
Bunların üstlerini kazıyın göreceksiniz “Kuzey Kafkasya” ve “birleşikçilik” sevdası” çıkıyor altından. “Çerkes”ten sonra, şimdi de, bilinçli veya bilinçsiz, Çerkesya’yı şekilsizleştirmek, altını oymak istiyorlar.
Bir kısmı Çerkes=Adıge söyleminin ve Çerkesya Hareketinin RF’nun bir oyunu, mikro milliyetçilik, bölücülük vs olduğunu iddia ediyor. Diger bir kısmı da Amerikan’nın.
Bu hareketin kendi iç dinamikleri ve Çerkeslerin uluslaşma istemi olabileceğine ihtimal dahi vermiyorlar. Alışmışlar başkalarının “şey”i ekseninde düşünmeye ve sormuyorlar kendilerine eğer bu, Rusların bir oyunu ise niye şimdi akıllarına geldi böyle bir oyunu oynamak?
Niye etkili oldukları kurumlarda Çerkes ve Çerkesya alerjisi var? Ve niye “Kuzey Kafkasya” diye örgütlenmiş kurumlarımıza müdahale etmiyor, onları da “mikrocu” yapmıyor? Yapamaz, burnunu oralara sokamaz mı sanıyorlar!?
RF gerçekte hiçbir zaman Çerkeslerin o çok “birleştirici” olduğunu sandıkları “Kuzey Kafkasya” kimliği altında örgütlenmelerine karşı olmamış; tam tersine teşvik etmiş ve desteklemiştir.
Çünkü Kuzey Kafkasyalılık, RF için stratejik öneme sahip Çerkesya’nın tarihsel sahibi Çerkeslerin ulusal kimliğinin erimesine, asimile olmalarına ve RF’nundan Çerkesya üzerinde hak iddaa edebilecek tek halkın; yani biz Çerkeslerin (Adıgelerin) tarih sahnesinden silinmesine neden olmaktadır.
Bu, RF’nin çıkarlarına ters olabilir mi? Bütün “RF dostları”nın Çerkesya söylemine ve sayımlarda insanlarımızın kendilerini “Çerkes” diye yazdırmalarına bile karşı olmalarının nedeni de budur.
O hayal dünyalarından çıkıp ayakları yere basmaya başladığında bunları görebilmek aslında onlar için de o kadar zor değil. Ve bugün yalnız Çerkeslerin (Adıgelerin) değil; kardeş olduklarını iddaa eden tüm Kuzey Kafkasya halklarının görevinin bu oyunu bozan “Çerkesya Hareketi” ni desteklemek, “Çerkes (Adıge)” ve “Çerkesya” bayrağını yükseltmek; Çeçen, Abhaz, Oset ve Dağıstanlı olsalar da “ben Çerkesim”, “ben Adıgeyim” diyebilmek olduğunu!
Bir de daha dün “anavatanda nefes almak bile yeter, isterse ayyaş olsun!” derken, şimdi kendisinden farklı düşünenlere “diasporaya geri dönün, uçak biletleriniz de benden” ; yani “ya sev ya terket” diyen bir “Mc Carthy”miz var.
Sanki dönüş düşüncesinin tapusunu almış, patentini çıkarmış gibi kendisinden farklı şeyler söyleyenlere hakaretler yağdırıyor.
Bugünlerde arşivlere dalmış. “Biz mutlaka bu konuda da doğru birşeyler söylemişizdir” diyerek harıl harıl belge arıyor. Satır aralarında ve bir dönemin önceliğiyle örtüştüğü veya o dönemin çıkarlarına uyduğu için dile getirilen bir iki doğrunun bunlar için mücadele edilmemiş olunmasını unutturacağını sanıyor. Ve hala “okumuyorsunuz, anlamıyorsunuz, kavramıyorsunuz” diye başkalarını azarlamaya devam ediyor.
Birgün “Adıge ulusu” veya “Çerkes” demişlermiş… Eee ne olmuş demişsen, demişseniz veya demişseler? CHP de sosyal adaleti getireceğini, 12 Eylül’le hesaplaşacağını söylüyor, AKP “anti emperyalistim” diyor.
Hatta MHP en demokrat olduğunu iddaa ediyor. Parti programlarına da yazmışlar bunları. İnanalım mı şimdi bunlara? Bir itiraz durumunda “bakın biz neler söylemişiz?” diyerek önümüze programlarını veya bir takım belgeler koyduklarında haklı mı olacaklar? Önemli olan birşeyi demiş veya yazmış olmak mı?
Yıllardır politikalarımızı ve kurumlarımızı önce “Kuzey Kafkasya” sonra da “Adıge-Abhaz” söylemiyle teslim alanlar; Çerkes’in tanımını işlerine geldiği gibi yapanlar ve taşlar yerine otururken seyredenler, hatta engel olmaya çalışanlar uzaylılar mıydı? Teorilerinin özü Yamçı Dergisinde de yayınlanan şu satırlar değil miydi?
“Çerkes kelimesinin kitaplarda geçen anlamıyla siyasi anlamı farklıdır. Bu bakımdan öncelikle yanılgılara yol açan bu iki anlama açıklık kazandırmak gerekmektedir. Bilimsel nitelikteki bir eserde Çerkes kelimesinin kapsamı çok dar tutulmuştur.
Bunun nedenini anlayabilmek için Çerkes kelimesinin kökenini araştırmak ger ekir. Çerkes adı; M.Ö. 6. yüzyılda Batı Kafkasya'da Karadeniz kıyısında oturanlara Yunanlılar tarafından verilmiş olan ''Kerket'' adından doğmuştur.
Bu zamanda Karadeniz kıyısında oturanlar Adıgeler, Wubıhlar ve Abhazlardır. Milattan önce Kafkasya'nın Karadeniz kıyısında ticaret kolonileri kuran Yunanlar, yalnızca Adıgeler, Abhazlar ve Wubıhlarla ticaret yapmışlar ve onlara bu adı vermişlerdir.
Fakat iç kısımlarda oturan diğer Kafkas halklarıyla ilişkileri olmamıştır. Bu yüzden, Çerkeslerden bahseden birçok eserde Çerkes olarak sadece Adıgeler, Abhazlar ve Wubıhlar anılmaktadır.
Halbuki siyasal açıdan Çerkes kelimesi gerçek anlamına sahiptir. Siyasal açıdan Çerkes kelimesi tüm Kuzey Kafkasya halklarını kapsayan bir isim olarak kullanılmaktadır ki, doğrusu da budur.”
Keza “Bir asır boyunca izlenen yanlış…sonucu Çerkesler, kendileri için hayati önemi olan ‚Milli benliği yitirmeme, anavatan Kuzey Kafkasya’da bir araya gelme’ idesinden uzaklaştırılmaya çalışılmış…” şeklindeki yazıların daha mürekkebi kurumadı.
Yani anavatan Kuzey Kafkasya, bütün Kuzey Kafkasya halkları da Çerkes’ti ve bu nedenle kurumlarımız Kuzey Kafkasya Dernekleri/Federasyonu diye örgütlenmişlerdi.
Yine şimdi “…DÇB dünya Adıge Birliği olarak yola çıkmıştır…Nitekim DÇB kurulduğu günden beri antetli kağıdını değiştirmemiştir. (Dunaye Adıge Xase. Mejdunarodnaya Çerkeskoy Assosiatse.)” diye yazıyor; ama 4 yıl önce, “…Çerkes sözcüğünü tüm kuzey Kafkasyalılar olarak tanımlamamıştır. Bu terimin en kapsamlı hali ile Adıge ve Abazaları tanımladığının bilincindedirler… ve DÇB 1991 yılında bir Adıge-Abaza derneği olarak kurulmuştur” diye yazmıştı.
Bu ve bunlar gibi daha bir sürü çelişkili söylemin nedenlerini tahmin etmek zor değil; ama insan hiç olmazsa işine geldiği yerde yine işine geldiği gibi yorumladığı bu söylemlerle beyinlerini dumura uğrattıkları insanlarımıza “Ancak görünen o ki, olayları anlamak için biraz gözünüzü açmadığınız gibi, hemen yanı başınızdaki DÇB’nin neyi ne için yaptığını anlamamak için de gözünüzü kapatıyorsunuz…” diye hakaret etmemeli, azarlamamalı. Ne söylerse söylesin hep doğruyu söylediğini iddaa etmemeli. Bu tavırlarının dışarıdan nasıl algılandığı ve şu sözlerin ne anlama geldiği üzerine biraz düşünmeli:
“Geleneksel Adıge kültüründe insanın kendinden söz etmesi oldukça riskli ve pek tercih edilmeyen bir iştir. Çünkü kendinden söz eden kişinin her zaman ‚kendini övüyor, övünüyor’ gibi görünme tehlikesi vardır. Kendini öven, övünen kişi ise toplumda pek hoş karşılanmaz ve ciddiye alınmaz. Aynı şekilde insanın çocuğunu, malını, hayvanını bile övmesi hoş karşılanmaz. ‚Bırak da başkaları övsün’ derler”.(Fahri Huvaj)
Aslında bizim için bu sözlerin veya çelişkilerin de o kadar önemi yok. Sonuçta hepimiz insanız, yanılabiliriz veya hayat bizim öngöremeyeceğimiz bir yönde akabilir. Bilgi ve birikimimiz de zaten bize kalan miras ve bilimin günün şartlarında cevaplayabilecekleri ile sınırlıdır. Ve kimse kimsenin büyücü veya falcı olmasını istemiyor.
Ama artık “kimin anneannesi kimin kaşeniymiş” veya “kim ne zaman kaç tavuk çalmış” diye insanlarla uğraşmayı bırakıp kendisine yakışanı, kendisinden bekleneni yapması; bugünün sorunları üzerine konuşması gerekmiyor mu?
Mesela sayımlarda Adıge halkının kendilerini Çerkes diye yazdırmaları kampanyası için ne yapılması gerektiğini; Kaf Fedve bünyesindeki derneklerimizin nasıl “Çerkes (Adıge) Kültür Dernekleri”ne dönüştürülebileceklerini veya “önderlerimizin”in artık Başkan diye tanımlanmak istememelerinin ne anlama geldiğini anlatması daha iyi olmaz mı?
Ama o, bunu yapmıyor. Yapamıyor; çünkü teorisinin özü: “Söylenmesi gerekenleri söyledik. Artık görev tek tek insanlarımıza düşüyor. Alsınlar valizlerini, dönsünler anavatana. Ve bunun için örgüte, derneğe falan da gerek yok”tur. Ve bütün örgütlenme çabalarını baltalamaya, başkalarını yıpratmaya çalışmasının nedeni de bu. Çünkü kendisi buna gerek olmadığını düşünüyor. Hatta zararlı olduğunu.
Hayal dünyasında yaşıyor. Fahri Ağabey’in “talep yok” diye formüle ettiği; “ulusal bilincin zayıf olduğu”, vatanın “vatanlaşması” gerektiği gerçeğini görmüyor. Ve kimi doğruları bilmeyi veya dile getirmeyi “bilinçlenme” zannediyor. Halbuki eğer duymak, görmek veya bilmek, “bilinç” demek olsaydı bugün dünyanın güllük gülistanlık olması gerekmez miydi?
Ama bilmek yetmiyor işte ve ne “bilinç” gökten zembille iniyor ne de azarlanan insanlar daha hızlı bilinçleniyorlar.
Bilinçlenme teorik, pratik ve hepsinden önemlisi de tarihsel bir süreçtir. Öyle “çiçeği yapraklarından çekerek uzatabileceğini sanan bahçıvanlar” gibi insanları ite kaka anavatana döndüremezsiniz.
Eğer söylediği kadar kolaylaştığı halde insanlar yine de dönmüyorlarsa bir yerlerde yanlış yapılmış, birşeyler eksik kalmış demektir. Ama o, bunun ne veya neler olduğunu sorgulayacağına, önüne gelene sayıp söğüyor. Sorgulamıyor, çünkü “nerede hata yapıldı diye sorguladığında kendisini de sorgulamak zorunda kalacak. Bunu bildiği için de “okumuyorlar, anlamıyorlar, kavramıyorlar…” demeyi tercih ediyor. Ve işine geldiği yerde işine gelen belgeyi piyasaya sürmeyi!
“Biz dönüş yapanların, bu şansı yakalayamamışlardan, salt daha ulusalcı olduğumuz için dönüş yapabildiğimizi hiçbir ortamda ileri sürmedim. Kendimizin bilinç düzeyi, azmi yanında ondan daha önemli olarak uluslar arası konjonktürün, amacımızı gerçekleştirmedeki katkısını önemsiyorum.”u da bizimle dalga geçmek için söylüyor olsa gerek. Öyle ya, neredeyse bütün yazılarında başkalarına ( artık dönüş yaptığı halde dönüşçü olamayanlara!da ) “ulusumsu”, “yurtseverimsi”, “çerkesimsi”,” bilmem neyimsi” diye hakaret eden, aşağılayan; hatta ne geçmiş ne de gelecek bırakan birinin bu sözleri ciddi olabilir mi? Bu yöntemin ideolojik-politik mücadeleyle bir alakası var mı?
“Çerkesya Hareketi”e inanan insanlarımız daha net, daha kararlı; daha ısrarlı olmalı; kurumlarımızı ulusal kimliğimizle örgütleme, siyasallaşma ve uluslaşma çabalarını arttırmalı, kurumlarımızın yönetimlerine talip olmalılar.
Çünkü tüm bu kafa karışıklıklarının ve önümüze bakamamanın; geleceğimizi görememenin asıl sorumlusu Kuzey Kafkasyacılık oynamaya devam eden Kaf Fed ve bünyesindeki derneklerimizdir. Ankara’dır, Bursa’dır, Bandırma’dır, Adana’dır, İstanbul’dur, Berlin’dir, Kayseri’dir, Samsun’dur, Reyhanlı’dır, Avrupa’daki Federasyondur…Bu kurumların Başkanları, yöneticileri ve bu duruma sessiz kalan üyeleridir.
Kuzey Kafkasya Derneklerinin yerine Çerkes (Adıge) Derneklerinin kurulması bir tabela değişikliği değil; gücümüzün, enerjimizin, dikkatimizin Çerkesya ve Çerkes Sorunu üzerinde yoğunlaşmasıdır. Sosyal, kültürel, politik faaliyetlerimizde eşgüdümdür; bu faaliyetlerle halkımıza aynı mesajı ve bilinci vermektir. Geleceğimizi inşa etmektir.
Daha fazla vakit kaybetmeden önce kendimizi “yurtseverler” olarak ve kurumlarımızı ulusal kimliklerimizle örgütlemeli, sonra da “Türkiye Çerkesleri Halk Kongresi”ni, “Avrupa Çerkesleri Halk Kongresi”ni…vs toplayabilmeliyiz.
Kongre, hangi düşünceye sahip olurlarsa olsunlar Çerkeslerin (Adıgelerin) bir çatı altında toplanması demek olacak, insanlarımızın karar alma süreçlerine doğrudan katılmalarını mümkün kılacak, toplumumuzu demokratikleştirecektir. Bunun nasıl işleyeceğini belirlemek o kadar zor değil…
Evet, şimdilik emekleyerek de olsa “Çerkesya Yürüyüşümüz” devam ediyor. İnançla, umutla ve Çerkesya türküleri mırıldanarak.
Başaracağımıza yürekten inanıyorum, ama eğer biz başaramayacaksak bile gelecek kuşaklara üzerinde yürüyebilecekleri bir yol, “ulusumuz”u kucaklayacak bir politik miras bırakacağımızdan kuşku duymuyorum.
Not: Bir Ramazan Bayramı daha geldi çattı. Bu vesileyle aileme, başta Cahit dayım tüm yakınlarıma, arkadaşlarıma; bütün Çerkes (Adıge); Kafkas ve insanlık alemine sağlık ve mutluluklar diliyorum.