#220 Ekleme Tarihi 15/10/2015 12:10:46
16 Nisan 2012 Pazartesi Saat 17:45
Heraklitus’un "aynı suda iki kere yıkanılmaz" deyişini sanırım herkes bilir ve zaman zaman da kullanır. Yaşamın dinamik ve değişken karakterini anlatan bir deyiştir ve Gaarder’in "Sofi’nin Dünyası" kitabında, bir roman diliyle çok güzel anlatılır...
Bugünlerde sık sık kullanılan "zamanın ruhu" sözü de herhalde Heraklitus’un anlatmak istediğine, en azından bir boyutuna işaret ediyor: Yaşamın; toplumların, insanların ve herşeyin değiştiğine!
Fiziksel olarak ele alındığında, hakikaten de, insanlar ve toplumlar dahil hiçbir şey, zamanın en küçük birimi sonrasında dahi "eskisi" gibi değildir. Gözle görülmese veya bizim teknik olanaklarımız henüz farkı görmemizi sağlamaya yetmese de bir değişim vardır.
Yani hiçbir insanın veya toplumun tespit edebileceğimiz bir anı, bir önceki ile aynı değildir. En azından gören gözler veya duyan kulaklar onlara birşeyler katmışlardır.
Geniş bir zaman diliminde düşündüğünüzde, mesela, öğrencilik yıllarınızın "ben"i ile, iş güç sahibi "ben" arasında önemli farklar olacaktır. Ama okunan bir kitap veya bir makale sonrasında dahi o "ben" biraz değişir. Artan bilgi "bakış açısı"na birşeyler katar. Başlangıçta gözle görülmese dahi...
Bunları bilmenin bana yaşamımda büyük yararı oldu. Kimsenin olduğu gibi kalmayacağına, ikna edilebileceğine ve değişebileceğine veya birlikler, dostluklar ve arkadaşlıklar kadar ayrılıkların da geçici olabileceği inancımı bu bilgiye borçluyum mesela!
Ve sanırım bunu bildiğim için, büyük değişiklikler: kayıplar ve kazanımlar sonrasında dahi, yaşam çizgimi, inancımı ve umudumu koruyabildim. Kimseyi ve hiçbir şeyi bir kalemde silip atmadım, ama kimseye ve hiçbir şeye de "ölesiye" bağlanmadım...
En "kutsal" birliklerde veya birlikteliklerde dahi "kendine özgü bir alan" olduğunu düşündüm hep. Dışarıdan alınanların işlenip, bünyeye uyanların hazmedildiği; uymayanların da gerisin geriye dışarıya atıldığı bir "alan".
İşte insanın yaşamda en yalnız olduğu yer burasıdır! Burada sadece "ben" vardır. Buraya giremez ve hiçbir aletle de ayar veremezsiniz. Sadece "ben" karar verir herşeye... Yapabileceğiniz tek şey "ben"in sizi görmesini veya algılamasını sağlamaktır.
Bu "alan" nedeniyle her insan aslında "yalnız"dır. Ve ne kadar özgürse, bu "alan" o kadar geniş; insan da o kadar yalnız olur. Birey çıkar ortaya...
Bu, elbette "yalnızlık" anlamına gelmiyor. Söylemek istediğim, her insanın içinde "yalnız" olduğu bir "alan"ın veya "an"ın olması ve bütün veya her tür birlikteliğinde bu yalnızlığın, nedenleri ve sonuçları değişse de, varlığını devam ettirmesi.
Bu nedenle, biz insanlar, hep "çoğul yalnızlıklar" içerisinde yaşamaya mahkumuz herhalde.
Kötü mü, bence değil. Çünkü özgürlük veya değişimin ve gelişimin; direnmenin veya boyun eğmemenin, merakın, umudun ve bilimin dinamiği bu "yalnız alan"da gizli.
Kötü olan bunun farkında olmamak...Çünkü eğer bunun farkında değilsek; o küçük "yalnız alan" hep diğerlerinden "farklı" olduğumuzu düşünmemize neden olur. Başkaları ile birlikte ol(-a)mamanın veya zaaflarımızın nedenleri olarak çıkar karşımıza ve içimizdeki "narsizm"i büyütür.
Öyleyse, hiçbir birliktelik veya birlik, farklılıkların yokolması veya aynı olmak anlamına gelmez. Bu, hiçbir şekilde mümkün değildir. En dar örgütlenmelerde bile...
Bu nedenle örgütlenmelerde ( parti, platform, cephe vs ) birlik; aynı olmak değil; aynı hedefe ( stratejik veya taktik; geçici veya uzun vadeli ) birlikte yürümek demektir. Hatta yoldaşlık bile aslında böyle bir birliktir. Tek fark, yoldaşlar arasında ortak paydaların ve güvenin daha çok olması.
Toplumsal süreçlere müdahale etmek ve birşeyleri değiştirmek isteyen samimi insanların bunları bilmesi gerekir. Yoksa ne birliktelik olur, ne de birlik. Ve eğer "yalnız alan" benliğimizi teslim alır da birliktelik ve birlik sağlanamazsa, hiçbirşeyi değiştirmek mümkün değildir. Çünkü, her bireyde bir "yalnız alan" vardır ve "alanlar" bizleri tek tek insanlar olarak bölünmeye kadar götürür. Tek tek bireyler olarak toplumsal olaylara müdahale edebilmemiz ve birşeyleri değiştirebilmemiz ise mümkün değildir.
Bunları bildiğimiz için, Çerkes halkının birliğine büyük önem veriyor, "atalarımızın birlik arayışını ve özlemi"ni miras aldık diyoruz.
Çünkü atalarımız da, Çarlık Rusyasına karşı özgürlük savaşının henüz başında birlik arayışına girmiş, "Büyük Birlik Meclisi"ni örgütlemişlerdi. Savaş ve özgürlük tutkusu onlara birlik olmayı dayatmış; Çerkes halkının birliği sağlanmadan zafer mümkün değil sonucuna götürmüştü.
Bugün de "Birlik", Çerkes halkının zafere yürüyebilmesi için bir "olmazsa olmaz"dır. Bunu birkez daha sınamak gerekmiyor!
Bu nedenle bizleri birlik adımları atmaktan alıkoyacak o "yalnız alan"larımızı, zaaflarımızı ve narsizmlerimizi yenmeye kararlılıyız.
Şunu herkes bilsin: Biz Yurtseverlerin Çerkes halkının çıkarına olup da vazgeçemeyeceğimiz hiçbir alışkanlığımız ve ezemeyeceğimiz hiçbir zaafımız olmayacak. Bu yönde atılacak adımları da "verilecek tavizler" olarak görmüyoruz.
Önümüzde hala zaman var: 21 Mayıs’ta Taksim’de Çerkes halkı olarak, birlik olarak dünya kmuoyunun karşısına çıkabilir; "tek ses tek yürek" olabiliriz.
"Taksim’de Birlik Komitesi" ve birlik için kimsenin kimseye bir önşart getirmemesi veya herhangi bir dayatmada bulunmaması ile bunu başarmamız mümkün.
Eğer bunu başaramazsak, Çerkes halkı, "Atalarımızdan Bizlere Miras Kalan 200 Yıllık Birlik Özlemi"mizi sahiplenecek; telafisi uzun zaman alacak bir "ayrılık hançeri"ni kalbimize saplamaya çalışanları ve yine 200 yıllık "Çerkesleri böl, ayrıştır ve başkaları için savaştır" politikalarına hizmet edenleri mutlaka cezalandıracaktır.
Bundan da kuşku duymuyorum!