DÇB Başkanı Hauti'yi Ne Yapalım? Hatko Schamis

#7574 Ekleme Tarihi 23/10/2021 08:01:56

İki gün önce Kaf Fed'e bağlı dernek başkanlarının toplantısı vardı. Gündem, "DÇB ile ilişkiler"di. Federasyonumuzun toplantı ile ilgili yaptığı açıklamaya baktığımızda, "DÇB'nin içinde kalarak mücadeleye devam etme" kararı alınmış. Daha doğrusu, Başkanlar Kurulu'nun karar alma yetkisi olmadığı için, "tavsiye kararı" alınmış. Şimdi Kaf Fed YK, başkanların bu tavsiye kararına göre nihai bir karar alacak.

Başka alternatifler var mıydı? Vardı: Mesela sorun çözülene kadar DÇB'deki görevler askıya alınabilirdi veya oturumlarına katılmama kararı alınabilirdi...

Yani, DÇB'den çıkmadan da tepkimizi göstermenin yolları vardı. Ki doğrusu bence de DÇB'nin içinde mücadeleyi yükseltmektir. 

Ama önce DÇB ve misyonu üzerine biraz daha net olmak gerekiyor. 

Başkanlar kurulu toplantısında söz alan başkanların anlattıklarından benim çıkardığım sonuç, başkanlarımız DÇB'nin misyonunun Dünya Çerkeslerinin sorunlarını çözmek olduğunu sanıyor. 

Elbette DÇB Çerkes halkına düşman bir örgüt değil; ama DÇB'nin misyonunu "dünya Çerkeslerinin sorunlarını çözmek" olarak tanımlamak doğru değil ve/veya eksik. 

Belki resmi olarak 1991 yılında kuruldu, ama DÇB gibi bir örgüte daha Sovyetler Birliği döneminde ihtiyaç duyulmuştu ve çalışmalar da 1960'lı yıllarda başladı. 

"Soğuk savaş" yıllarıydı, Türkiye ve ABD Çerkesler konusuna ilgi duymaya başladılar. İlk dernek İstanbul'da 1951 yılında kuruldu, ikinci dernek 1952 yılında ABD'de-New Jersey'de ve üçüncü dernek yine 1952 yılında İstanbul'da ( bugünkü İKKD ) kuruldu. 

SSCB, "BATI"nın Çerkeslere böyle alan açmasına cevap vermekte gecikmedi. Moskova'da, geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Rosita Beck'in "Perşembe Akşamları" radyo yayını başladı. Rodina'nın çalışmaları Çerkesleri de kapsayacak şekilde genişletildi. 

Rodina Türkiye'ye, Suriye'ye ve Ürdün'e delegeler gönderdi, saha çalışması yaptı. Ve özellikle 70'li ve 80'li yıllarda bu ülkelerden beşerli, altışarlı grupları SSCB'ye ( Adığey'e, Kabardey Balkar'a... ) davet etti, bu gruplar ile yakın ilişkiler kurdu... 

Bu davetlerde neler konuşuldu, bunlar sadece tanışma gezileri miydi bilmiyorum, ama iki şey dikkat çekiyor: Birincisi, 1990'lı yıllarda "merkezi örgütlerimiz"de öne çıkan bir çok büyüğümüz ile bu yıllarda tanışmışlar. İkincisi, 2018 yılında Bursa'da bir konferansa katılan Rus akademisyen Veronka Tsibenko'nun söyledikleri. 

Mealen şöyle diyor Tsibenko: 

"Rodina'nın çalışmaları başarılı oldu. Çerkesler arasında SSCB'ye düşman olmayan büyük bir kitle yaratıldı"... 

Yani Rodina'nın "başarı" kriteri, Çerkes ulusal bilincinin büyümesi ve vatana dönüş değil ( ki, tam yılını hatırlamıyorum, ama Suriye'den giden bir delege grubu kendilerine oturum verilmemesini protesto ederek geziyi yarıda kesmiş, Suriye'ye geri dönmüşlerdi ) SSCB'ye düşman olmayan Çerkeslerin sayısının artmış olmasıydı.

Çerkes halkının ve Çerkes ulusal mücadelesinin sonraki yıllarını, hatta Çerkes insanının ruh halini şekillendirecek, ilkesel bir öneme sahip olacak bu bakış açısı o yıllarda şekillendi işte: 

Sadece "SSCB'ye dost olmak, en azından düşman olmamak" değil bu ilke. O gün SSCB vardı, Türkiye vardı, Suriye vardı... Bu ülkelerin kendi politik sistemleri vardı. 

İlke; "içinde yaşadığımız ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmak, siyasi sistemlerine karışmamak" şeklinde formüle edildi. 

Elbette bunun için "mantıklı" nedenleri vardı. İlişkilerin gerilmesi durumunda hem yaşadığımız ülkelerde üzerimizdeki baskıların artması, demokratik hak ve özgürlüklerimizin ( ve kazanımlarımızın ) hem de anavatanla ilişkilerin sıkıntıya girmesi gibi, mesela. 

Eğer bu ilke, "vatana dönüş"ün önünü açacak olsaydı, belki bir süre dişimizi sıkar, gelecek güzel günler için sıkıntılara katlanırdık. Ama "vatana dönüş"ün önü açılmadığı gibi ( SSCB'nin çöktüğü 1990'lı yıllar hariç ), Çerkes halkında, zihninde ve ruhunda büyük bir delik açıldı: Korku, kendine güvensizlik, devletçilik, demokratik mücadeleye inançsızlık... gibi duygular büyüdü. 

Bugün hala üzerimizden atamadığımız duygulardır bunlar. Halbuki, bunca yıl sonra şunları artık çok net görebiliyor olmamız lazım: 

Demokratik olmayan bir Rusya, Çerkeslerin ulusal bir topluluk olmasını istemiyor-istemeyecek. Ekim devrimi ve SSCB'nin dağılması sonrası ilk yıllar, Rus devlet geleneğinde "istisnai" ve "daha demokratik" yıllardır. Bizim, benzer istisnai yıllar için ideolojik-politik ve ruhsal olarak hazır ve demokratik mücadele içinde olmamız gerekiyor. Çünkü demokratik kültür ve demokrasi-bilinci Çerkes ulusal sorunun çözülmesi için şartları da olgunlaştırıyor. 

DÇB'ye geri döneyim... 

Bu ideolojik-politik ve psikolojik ilişkiler içinde kurulan DÇB, bir sivil toplum veya demokratik kitle örgütü ve misyonu, "Çerkes halkının demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele etmek" değildir. 

Bu tanım yanıltıcıdır. Çünkü hem lehinde hem de aleyhinde bir çok örnek vardır. Ve nereden bakarsanız onu görürsünüz. 

Çerkes soykırımını BM'e taşıyan da, Çerkes kimliğinin doğru tanımını yapıp Çerkes halkının birliğini-vatana dönüşü savunan da DÇB'dir. Ama 90'lı yıllardaki kazanımların bir bir yok edilmesine ve Rusya'nın üniter bir devlete dönüşmesine ve bazı kirli komplolara sessiz kalan, hatta onay veren de. 

O zaman DÇB kimdir veya nasıl bir örgüttür?

DÇB, ne hainler yuvasıdır, ne de yurtseverdir. DÇB, bir devlet kurumudur, devletçidir. Devlet ile, devletlerle iyi ilişkiler içinde olmanın, Çerkes halkının çıkarına olduğuna, demokratik mücadelenin bir getirisinin olmayacağına, hatta zarar vereceğine inanır. Ve Çerkes halkını da buna inandırmaya çalışır. 

Hauti'nin Ankara'da-Nart sitesinde "eğer politika yapmayı bilmiyorsanız, yapmayın; yoksa Çerkes halkına zarar verirsiniz" mealindeki sözlerinin altında yatan budur: "Bizi devletle karşı karşıya getirecek bir şey söylemeyin, yazmayın, talep etmeyin" dedi Hauti.

Peki devlet bizim kazanımlarımızı yok ediyor, gelişmemizi istemiyorsa, "devletin izin verdiği ile yapabileceklerinizin en iyisini yapın" diyor. DÇB'nin misyonu ve görevi budur. 

Elbette kişiler ve/veya kişilikler politikaların hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynuyor, ama bugün DÇB'yi kim yönetirse yönetsin, bu çerçevenin dışına çıkamaz, çıkarsa, DÇB'yi yönetmesine izin verilmez. 

Hauti "kraldan çok kralcılık", bazı kişisel kariyer-maddi kazanç hesapları yapıyor olabilir mi, evet olabilir. 1991-1992 yıllarında Kabardey Balkar'da kitle eylemlerini "elde silah" bastırmaya çalışanlar arasında olduğu veya birileri için, "bir gün boynu kırılır, bir yol kenarında bulunur" dediği de söyleniyor.     

Biraz "Murtazalık" olabilir yani. Ve "devletle iyi ilişkiler içinde olmanın lehimize olacağı"nı düşünmesi değil, onun bu karakteri sorun. Çünkü "devletle iyi ilişkiler içinde olmamız çıkarımızadır" diye düşünmek de bir düşüncedir ve herkesin böyle düşünme hakkı var. 

Ama kimsenin, "devletçi" veya "devletle iyi ilişkiler içinde olmadığı" için herhangi bir şekilde suçlanması, düşünce-ifade-örgütlenme hakkının elinden alınması, baskı veya şiddet görmesi doğru değildir. 

Rusya Federasyonu Anayasası'nnın 29. Maddesine göre her Rus vatandaşının Düşünce ve İfade Özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Ve yine Rusya Federasyonu Anayasası'nın 26. Maddesine göre; 

1- Herkes kendi milli kökenini belirleme ve bildirme hakkına sahiptir. Hiç kimse kendi milli kökenini belirlemeye veya bildirmeye zorlanamaz. 2. Herkes ana dilini kullanma, iletişim, eğitim, öğrenim ve yaratıcılık dilini serbestçe seçme hakkına sahiptir.

Bu durumda, birincisi, Tüm Rusya Nüfus Sayımı'nda herkesin kendini Çerkes, Çerkes ( Adığe ) veya istediği bir şekilde yazdırma, bunun çalışmasını yapma hakkı ve özgürlüğü vardır. Bu hakkı ve özgürlüğü Anayasa ile güvence altına alınmıştır. İkincisi, hiç kimse; ne "Kabardeyler" ne "Adığeler" ne de "Şapsıghlar" etnik kimliklerini belirledikleri için bir hak kaybına uğramazlar. Çünkü "milli kökenini belirleme ve bildirme hakkı", anayasal güvence altına alınmıştır. 

Ki yalnız tarihi vatanımız Çerkesya'da değil; Rusya'nın hemen hemen bütün bölgelerinde ulusal-etnik topluluklar nüfus sayımında kendilerini ulusal-etnik kimlikleri ile yazdırma çalışması yapıyorlar. 

Böylece hem ulusal kimliklerini-birliklerini güçlendirmeye çalışıyor hem de sayısal olarak büyüyen toplulukları için daha ileri siyasi ve hukuki haklar talep etmeye hazırlanıyorlar. 

Hauti, bir ay önceki Kongre görüşmelerinde DÇB yönetimine ve/veya DÇB bileşenlerine danışmadan kendi kafasına göre bir açıklama yapmayacağına ve demokratik ilkeler çerçevesinde çalışacağına söz vermişti. Ama bu sözünü tutmadı. Tutamaz! 

Hauti, devlet kendisinden ne isterse onu yapar. Çünkü devletin istediğinin bizim çıkarımıza olduğuna inanıyor. 

Ama eğer dernekler veya başkanlar "gücümüz yok, elimiz kolumuz bağlı" diye düşünüyorlarsa, üzücü. Ve yanlış. 

Çünkü DÇB'nin bize ihtiyacı var. Diaspora örgütleri olmadan, DÇB de olmaz. Diaspora örgütleri biraz seslerini yükselttiklerinde veya tavır aldıklarına paniklemelerinin nedeni de budur.  

Bu gücümüzün farkında olmalıyız. 

Sonra, mesele sadece Hauti'nin bir kadına hakaret etmiş ve nüfus sayımında Kabardey Balkar Çerkeslerine kendilerini "Kabardey" olarak yazdırmaya çağırmış olması değildir. 

Kabardey Balkar Cumhuriyeti "Kamu Odası Konseyi", Hauti'nin de katıldığı ve bu kararı aldığı toplantıda, 90'lı yılları hatırlattıktan sonra "KABARDEY BALKAR CUMHURİYETİ'NDEKİ SOSYAL-SİYASİ DURUMU SARSMAYA YÖNELİK HER TÜRLÜ GİRİŞİMİ KESİNLİKLE BASTIRACAĞIZ!" kararı almıştır. 

Bu "bastırma" yöntemlerini hepimiz, İbrahim Yağan'ların, Ruslan Kesh'lerin kemiklerinin kırılmalarından, karanlık cinayetlerden biliyoruz. Veya yakın tarihte Martin'e kurulan komplodan. 

Dernek başkanlarımız adında "Çerkes" ve "Dünya" yazdığı için "yıpratmayalım" dedikleri bu örgütün böyle hatırlatmalar yapmasını veya "bastıracağız" gibi sözlerini sessizce geçiştirmemelidir. 

DÇB'den çıkmanın veya ilişkileri dondurmanın dışında yöntemler de var. Ki ben de DÇB'den çıkılması taraftarı değilim. Ama hem üzerinde çokça konuşulan yanlışları hem de kendilerinden farklı düşünceleri olan insanlara yaklaşımları nedeniyle DÇB'ye ve yöneticilerine doğru, uyarıcı, düzeltici mesajlar vermeliler. 

Mesela dernekler ayrı ayrı Ve/veya topluca Hauti'yi, DÇB'yi ve Konsey'i kınama açıklamaları yapabilir, tekzip talep edebilirler. Vatanımızda Nüfus Sayımı'nda Çerkesleri "Çerkes ve/veya Çerkes ( Adığe" olarak yazdırma çalışması yapanlara daha güçlü destek verebilirler. Hauti'den ve DÇB'den cevap alıncaya kadar toplantılara katılmama kararı alabilirler. Veya sembolik olarak DÇB yönetiminde görev alan bir veya bir kaç arkadaşımız bu görevlerinden istifa edebilirler... Bir çok yöntemi var tepki göstermenin. 

İsteyen kendisini "Kabardey", "Şapsıgh", "Adığe"... hatta isterse "Jane" diye yazdırır. Bu onların hakkı. Ama sadece onların değil, bizim de hakkımız. Ve kimsenin kimseyi "Çerkes" kimliğini yazdırmak istediği için suçlamaya, tehdit etmeye hakkı yoktur. 

İşte buna mutlaka tavır alınmalı. Çünkü bu iklimde siyaset yapamayız, yaptırmazlar, hatta ciddiye de almazlar.

Ve eleştirmek veya tavır almak, bir kurumu yıpratmaz. Artık 15-16 yaşlarındaki gençler bile bu ayrımı biliyor ve sokak röportajlarında kendilerine "devleti eleştirmeyin" diyen yaşlılara "abi devlet ve AKP aynı şey değildir, biz AKP'yi eleştiriyoruz, devleti değil" diye cevaplar veriyorlar. Yanlışı yapan ve kurum aynı şey değildir. Yanlışı yapanın kurumu kendisine kalkan yapmasına izin vermemeliyiz.

Bu, yıkıcılık vs değil; demokratik mücadeledir!

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks