DEĞER Mİ?

#185 Ekleme Tarihi 13/10/2015 04:31:17
02 Şubat 2011 Çarşamba Saat 19:55   Herhalde herkesin çok şeye merak saldığı, biraz da “maymun iştahı” ile bir çok alanda başarılı  olmak istediği dönemler olmuştur yaşamında. Benim lise yıllarım böyleydi. Resme, spora ( jimnastik ), tiyatroya, siyasete... hatta bilime ve tarihe bile merak salmıştım. İllüzyon tabii. Bunların hepsini hakkını vererek yapabilmek mümkün mü? Neyse ki, hayranlık mı duyduğuma; aşık mı olduğuma hala karar veremediğim duygular beslediğim, bir “abla” elimden tutup çıkardı beni bu illüzyondan. Onun yardımıyla siyasetle uğraşmanın benim karakterime daha uygun olduğuna karar verdim. Ve diğer ilgi alanları yavaş yavaş çıktılar yaşamımdan. Şimdi artık, kahvemi bile aynı düşünceleri paylaştığım insanlarla içiyor, sıradan ilişkilere fazla girmiyorum. Ben mütevazi yaşarım. Bir oda yetiyorsa yaşamak için, maddi imkanım olsa bile iki odalı bir eve geçmem. Kariyer yapıp ekonomik-sosyal yükümlülükler altına girmek istemem. Arkadaşlık ilişkilerimde de seçiciyim. Elbette çok odalı ev sahibi olmak veya kariyer vs yanlış değil; ama benim kendimle ilgili yaptığım planlara, gelecek vizyonuma uymazlar. Reel değil, ideal politika yapmamın önüne engel olarak çıkabilirler. Zaten bu tür yükümlülükleri olanların tam “özgür” karar veremeyeceklerine, ne kadar “ideal” düşünürlerse düşünsünler bu yükümlülüklerin onları bir yerde frenleyeceklerine inanırım. Ama toplumsallık iddaası olanların bazan “gün olur alır başımı giderim” demeleri gerekebilir. Lise ikinci sınıftı sanırım. Bayram tatili için eve gelmiştim ( liseyi yatılı okudum ). O güne kadar her bayramda önce bayram namazını kılar, sonra da mezarlığa giderdim. Ama artık bunu yapmamaya karar vermiştim. Annem sabah beni uyandırdığında gitmek istemediğimi söyledim. İnanmamış olacaktı ki, ısrar etti; uyku sersemliği ile böyle konuştuğumu sandı. Kalktım ve “artık camiye gitmek istemiyorum” dedim. Ailem bu kararıma önce üzüldü, hatta küstü; sonra alıştılar... Ama yaşam böyle sadece bir alışkanlığı kırmakla bitmiyor. Biri kırılıyor, diğeri çıkıyor karşınıza. Taa ki siz yoruluncaya veya teslim oluncaya kadar. Çoğunlukla “hayat” kazanıyor, ama bu bir kural değil ve hayata karşı kazananlar da var. Hala hergün farklı farklı biçimlerde karşıma çıkar bu sorun ve hala karar vermekte ilk günlerdeki kadar zorlanırım. Sanırım mezara kadar da devam edecek bu durum. Arkadaşlarımın, yakınlarımın “değer mi?”  sorusunu yüzlerce kez yanıtlamak zorunda kaldım ve hep “evet, değer!” dedim. Elbette çok şeyi değiştiremedim, ama yine de “değdi”. O “abla” ile 30 yıl önce tanışmıştım. Düştüm, kalktım; çok hata yaptım, ama ben Sartre’nin sadık bir öğrencisiyim: “Bir hataya takılıp kalma, hayatta yapacak daha çok hata var” dedim hep kendi kendime. Ve hala yürüyorum işte... Yüzümde bir tebessüm, içimi gıcıklayan bir gurur ile. Ne eş  dost, ne mapus; yani “hayat”  durduramadı yürüyüşümü. Hala mütevazi şartlarda yaşıyor, önceliği kendimi siyasal ve sosyal olarak geliştirmeye veriyorum. İlk günkü  kadar meraklıyım ve gezip görmekten büyük bir haz alıyorum. Ve her an yeni bir maceraya yelken açabilecek kadar özgürüm. Vezgeçemeyecek hiçbir şeyimin olmamasının huzuru içindeyim. Hayallerimin örtüştüğü bir insanla tanışmak beni acayip heyecanlandırıyor. Onu daha çok sevdiğimi hissediyorum. Ve onunla daha cesur, daha cüretkar oluyorum. Değer mi? Değdi mi? Bir gün obür dünyada bile bu soruyla karşılaşabileceğimi düşündüğüm için, kendimi de cevaplarımı  da hazırladım. Evet o gün, huzura çıktığımda yani, annem, babam, akrabalarım, eşim-dostum, arkadaşlarım, yoldaşlarım, patronum, iş arkadaşlarım, polisler, politikacılar, doktorlar, uğursuzlar... kısaca tüm hayatım da kesin orada olacaktır. Ve yüzlerce kez karşılaştığım, aklımdan hiç çıkmayacak o gözlerle “sana demiştik, değer mi, diye? İşte sen de aynı huzura geldin” diye soracaklardır yine. Ve ben: “Bütün yaşamım boyunca altımı oymaya çalıştınız, baskı ve terör uyguladınız. Kandırmaya, aklımı çelmeye çalıştınız. Kah güzel bir kadın olarak çıktınız karşıma, kah bir şişe şarap. Vaatler, paralar, kariyerler saçtınız önüme; bazan da korkutmak istediniz. Ama başaramadınız. Beni yenemediniz!” demenin hazırlığını yapıyorum. Allah o günü görmeyi nasib eder inşallah. Değdi mi? Evet, değdi... Yanında nefes almakta bile zorlandığım, “seni seviyorum” derken nabzımın 180 attığı kaşenimi bir daha göremediğim halde değdi. Çünkü ben hala başka bir dünya mümkün diyorum, hala hayal kurabiliyorum, hala herşeyi değiştirebileceğimize inanıyorum... Zincirsiz, kelepçesiz, tarif edilemez bir duygu bu! Kimini kapıdan içeri bile sokmadım, kimini elimin tersiyle ittim. Kimi beni itti, kimini kaybettiğimde gerçekten üzüldüm. Hakimin “yaptın da eline geçti, birşeyi değiştirebildin mi?” sorusuna, “değiştiremediysem ben yapılması gerekenleri yaptığım için değil; siz yapmanız gerekenleri yapmadığınız için” dediğimdeki yüz halini... Ellerim kelepçeli bir şekilde tuvalete gitmemi isteyen, “bu insani değil, çözün kelepçeleri yoksa buraya yaparız şeyimizi” dediğimizde, “ben de o zaman sizi paspas yaparım” diyen “komutan”ın biz salona iş...kenki o çaresiz bakışlarını... Veya Almanya’da bir üniversite işgalini örgütlediğim için, bana burs veren profesörün  “zor durumda kaldım” sözlerine “haklısınız! O zaman bursunuz da, üniversiteniz de sizin olsun”  deyip odadan çıkarkanki şaşkınlığını hiçbir zaman unutmayacağım. Bu ve bunun gibi günler aklıma geldiğinde hala bir tebessüm belirir yüzümde. Biraz da gururlu... Değdi mi? Değdi elbette! Ama bunu herkes anlayamaz. Anlayanlara selam olsun...
  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks