19 Şubat 2010 Cuma Saat 23:33
Selamlar, Bilenler biliyor, geçen haftaya kadar CC’de haftalık yazılar yazıyordum…
Artık CC ile bir ilişkim kalmadı. Helalleştik ayrıldık!
Cherkessia’yı kuran arkadaşların bazılarıyla da bir süre CC’de birlikte olmuştuk ve hala görüşüyorduk. Çünkü her ayrılığın arkadaşlığı veya dostluğu da bitirmesi gerekmiyor. Ayrıldıklarında onlara kızmıştık.
Çünkü ben „ulusal“ bir platformun bugün bizim gerçekliğimize daha uygun olduğunu, ihtiyaca daha çok cevap verdiğini düşünüyordum / düşünüyorum. CC’de de bunun olmasını istedim. Ama istemekle olmuyor işte. Belki de daha çok insanın bunu istemesi gerekiyordu veya daha çok inDevlet Olmayan “Devlet” veya Devl
sanın bunun için gerekli siyasal bilince sahip olması. İşin dedikodu kısmı pek önemli değil, ama izleyicilerin bilmesi açısından şunları söylemek istiyorum: CC şimdiye kadar birçok olumluluğa imza attı ama bunu daha ileriye götürebilecek dönüşümü yapamadı. Bundan sonra yapar mı bilmiyorum, ama ben yapamayacağını düşünmeye başladığım için ısrar etmenin gereksiz olduğuna inandım. Bugün hem politik hem de kurumlaşma anlamında netleşmenin her şeyden önemli olduğunu düşünüyorum. “Ben elma diyorum ama sen armut anla” dönemi kapanmalı. Her şey neyse o olmalı ve gerçeklerle yüzleşebilmeliyiz. Bu netleşmenin doğru arayışların önünü açacağına inanıyorum. Yazılarımın ekseni budur Elbette yılların birikimi var ve bunları değiştirmek o kadar kolay değil. Bu nedenle kimi yazılara üzülenler, kızanlar veya alınanlar olacak. Ama bunu engelleyebilmek de mümkün değil. Söylenmesi gerekenleri söylemeye veya inandıklarımı anlatmaya devam edeceğim…
Bugünden sonra Cherkessia’da ve umarım hep Çerkesya’da…
Herkese tekrar “Merhaba”!
Devlet Olmayan “Devlet” veya Devleti Olmayan Ulus ( 1 )
“Katalan, Bask ve Galiçya dillerinin de resmi dil kabul edildiği İspanya’da bölgesel milliyetçilik nedeniyle İspanyolca’nın engellendiği ileri sürülüyor.” ( Hürriyet, 5 Mayıs 2008 ) haberini okuyanlar eminim çok şaşırmışlardır. İspanya’da İspanyolca engelleniyor, olacak iş mi? Devamı da şöyleydi haberin:
“KATALANCA, Baskça ve Galiçyacanın da bölgesel resmi dil olarak kabul edildiği İspanya’da lisan savaşı başladı. İspanyolca konuşan halk, Katalonya, Bask eyaleti ve Galiçya’da… Anadillerini kullanma haklarının gaspedildiğini öne sürüyor… İspanyol diktatör Franco’nun 1975’teki ölümünün ardından başlayan "dilsel normalleşme" süreci çerçevesinde, ülke dahilindeki özerk bölgelere, 1939’dan beri baskı altında tutulan anadillerini konuşma hakkı verilmişti. Bu dillerin 30 yılı aşkın bir süredir milyonlarca dolar harcanarak devlet ve anayasa desteğiyle diriltilmeye çalışılmasının ardından, bu kez İspanyolca konuşanlar "Anadilimiz… azınlık dillerinin baskısı altında" diye şikayete başladı. Katalan, Bask ve Galiçya bölgelerindeki okullarda öğrencilere sadece yerel dillerin öğretildiği, çocukların İspanyolca’yı iyi öğrenemediği bildiriliyor… İspanyolca okullar bölgesel hükümetten destek almadıkları için zor durumdalar... Bask bölgesinde üç şekilde eğitim veriliyor: İspanyolca, Bask dilinde ve her iki dilde birden. Ancak ilkokullarda sadece İspanyol dilinde eğitim velilerin yüzde 5’i tarafından tercih edildiği için Bask yönetimi talep olmadığı gerekçesiyle bu alandaki müfredata son verdi...”
Bask Ülkesi üç bölgeye ayrılıyor. Bunlardan biri Fransa sınırları içerisinde kalıyor, diğer ikisi ise İspanya. Baskların ataları „Vascon“lar ve Basklar bugün kendilerini “Euskaldunak” diye adlandırıyorlar. Çoğumuz “Euskadi”nin Bask ülkesi anlamına geldiğini sanırız. Halbuki Basklar ülkeleri için “Euskal Herria” derler ve bununla anlatmak istedikleri tarihsel topraklarıdır. Bu vatan tanımını sağcısıyla solcusuyla bütün Bask halkı benimser. Euskadi, İspanya’daki Bask Özerk Bölgesi’ne verilen addır. Basklar, Nafarroa (Navarra) ile birlikte İspanya içerisinde kalan topraklara “He;alde”, Fransa tarafında kalana ise “İparralde” diyorlar. Her bölgenin kendi bayrağı ve yasal statüleri gereği işlevleri biraz farklılaşsa da kendi meclisi var. Sıradan bir Basklı bile vatan deyince size bunları anlatır. En azından Sabino de Arana’dan ve 1895’te kurulan, bugün de Bask ülkesinde önemli bir siyasi güç olan Milliyetçi Bask Partisi (PNV)den beri böyledir bu. Bask ülkesi, yüzölçümü 20 bin kilometrekareyi biraz geçen küçük bir ülke. Toplam nüfusu da 3 milyon civarında. Ülke üçe bölünmüş durumda. Fransa sınırları içerisinde kalan bölüm, ülke coğrafyasının yüzde 14'ünü kapsıyor ve nüfusu 250 bin civarında. Geriye kalan % 86'yı oluşturan “Güney Bask”ta ise Navarra ve Bask olarak iki özerk bölge bulunuyor. Daha zengin bölge olan Navarra'nın nüfusu 600 bin civarında ve sadece % 10’u Basklı. Kendi içinde üç bölgeye ayrılan Bask Özerk Bölgesinde ise 2 milyon 150 bin civarında insan yaşıyor. Bunun da yaklaşık 550 000’i, yani % 25’i Basklı. Bunlar 2006 yılının verileri. Günümüzde Bask ülkesi denildiğinde esasen son bölge anlaşılıyor. Burası da Bizkaya, Guipuzcao ve Alava denilen üç bölüme veya eyalete ayrılıyor. Her eyaletin 51 kişilik kendi parlamentosu var… Bask özerk bölgesinin kendi bayrağı ve polisi var. Bölgesindeki doğrudan vergileri kendisi topluyor ve küçük bir kısmını Madrid'e yani genel hükümete gönderdikten sonra, kalan para eğitime, sağlığa ve benzeri ihtiyaçlara harcanıyor. Dış politika ve savunma haricindeki politikaları yerel hükümet belirliyor. Yani eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, tarım, ziraat, balıkçılık, turizm, imar, kültür, telekomünikasyon, emniyet, adalet, sanayi, sosyal güvenlik ve kamu hizmetleri Madrid’e değil Bask’a ait. Bask ülkesi İspanya devleti sınırları içerisinde kişi başı gelir düzeyi Katalonya ile birlikte en yüksek olduğu bölge. Aynı zamanda işsizliğin de en düşük olduğu. İspanya genelindeki işsizlik oranı yüzde 10 iken, Basklıların sadece yüzde 4’ü işsiz. (2006 verileri) Oysa İspanya İç Savaşı’ndan sonra en yoksul bölge burasıydı. Demokrasi ve özgürlük ile zenginleşme de başlamış. Ama zenginleşme Bask milliyetçiliğini bitirmemiş. Basklılar devlet olmadan da bir ulusu var eden araçları geliştirmeyi esas alıyorlar. Yüzlerce bağımsız kurum ve dernekleri var. Son yıllarda baskıların artmasının, onlarca dernek, yayın organı ve örgütün yasaklanmasının nedeni bu “devlet olmayan devlet” hareketinin büyümesi ve İspanyol devletinin bağımsız bir Bask devletinden artık ciddi ciddi korkmaya başlaması. Merkezi hükümet sivil toplumun daha fazla güçlenmesinin ve olası bir bağımsız Bask devletinin önüne geçmek için kapsamlı bir “ illegalleştirme politikası” uyguluyor. Bask dili Bask ülkesinde resmi dil ve “Bask Modeli”nin belki de en önemli başarılarından biri Baskça’nın yaygınlaştırılmasıdır. Bask yönetimi bugüne kadar ailelere eğitim konusunda üç seçenek sunuyordu: 1- Bu seçenekte eğitim-öğretim dili İspanyolca. İngilizce ve Bask dili ikinci, üçüncü diller. 2- Bu modelde İspanyolca ve Bask dili eşit ağırlıklı olarak kullanılıyor. 3- Bu seçenekte ise eğitim-öğretim dili olarak Bask dili kullanılırken, İngilizce ve İspanyolca ilave dil olarak okutuluyor. Bunlardan birincisinde sadece İspanyolca kullanılıyor. İkincisinde ise derslerin yarısı Baskça öğretiliyor. Üçüncü modelde ise sadece Baskça var ve İspanyolca “yabancı dil” olarak veriliyor. Bugün 3-17 yaş aralığındaki Bask dilini kullanım oranı Bask modeli sayesinde 35-44 yaş aralığının üzerine çıktı. Dağılım yaklaşık olarak şöyle: Halkın 3-17 yaş grubunun % 27’si Baskça konuşuyor. Bu rakam 35-44 aralığında % 21. 3-17 yaş grubunun % 34’ü Baskça’yı bir parça anlıyor. Bu rakam 35-44 aralığında % 12. 3-17 yaş grubunun % 40’ı sadece İspanyolca anlıyor ve konuşuyor. Bu rakam 35-44 aralığında % 68. (2006 verileri) Yani Franko faşizminin 1978’de yıkılması ve demokrasiye geçilerek Bask’a özerklik verilmesi sonrasında geçen 30 yılda dil bilenlerin oranı yaklaşık olarak % 10 artarken, sadece İspanyolca konuşanların oranı % 30 azalmış. Bu eğilim daha da derinleşerek devam ediyor. Geçen yıl yalnızca İspanyolca eğitim verilen müfredata son verilince artık Bask ülkesinde iki model kaldı. Buna ;re Basklı öğrenciler ya Baskça ya da Baskça ve İspanyolca eğitim verilen okullarda öğrenim görüyorlar. Eğer aksi yönde bir müdahale olmazsa yakın bir tarihte İspanyolca’nın yalnızca “ikinci dil” olarak öğretileceği bir sır değil. Çünkü Baskça verilen eğitim o kadar kaliteli bir duruma getirildi ki, şamata yapan küçük bir grup dışında aslında Basklı olmayan aileler de çocuklarını gönüllü olarak Bask dili ile eğitim verilen veya çok dilli okullara gönderiyorlar.
Bizde zaman zaman Rusça’nın veya Türkçe’nin gelişmişliğinden ve eğitim öğretim için bu dillerin gerekliliğinden bahsedilir ya, doğru değildir bunlar. Yalnız bask ülkesinde değil, Katalanya’da, Galiçya’da, İrlanda ve Galler’de; hatta Afrika’nın eski sömürge ülkelerinde de ulusal diller gelişmekte, eğitim öğretimdeki ağırlıkları artmakta ve günlük yaşama hakim olmaktalar. Hatta ve hatta Baltık ülkelerinde hala önemli bir nüfusa sahip olan Rus aileler bile artık çocuklarını Baltık dillerinde eğitim yapılan okullara göndermeye başladılar. Çünkü bu dillerde verilen eğitimin kalitesi hayli yüksek ve yasalarla alınan önlemler sayesinde iyi bir meslek sahibi olabilmek için bu dilleri bilmek gerekiyor.
Bask dilini ve Katalanca’yı bilmiyorsanız artık bu ülkelerde işiniz çok zor. Resmi kurumlarda, postada çalışmanız veya devlet hastanelerinde doktorluk dahil birçok mesleği icra etmeniz mümkün değildir. Önce bir dil sınavına giriyorsunuz. Ve yerel dili yeterince bilmiyorsanız, mesleğe alınmıyorsunuz. “Ben İspanyolum, burası da İspanya değil mi?” deme hakkınız yok. Cevabı hazır: “ Burası Katalonya veya Bask ülkesi. Burada yaşamak ve çalışmak istiyorsan dilimizi bilmek zorundasın. Yoksa git özel işini kur, büronu veya muayenehaneni aç”. Bu nedenle İspanya’nın başka bölgelerinden Katalonya’ya veya Bask Ülkesine gelenlerin çoğu artık neredeyse “gecekondu” denebilecek bölgelerde yaşıyor, vasıfsız işçilik yapıyorlar. Katalonlar bu konuda daha tutucu, kendilerine “İspanyol” denilmesinden bile hoşlanmıyorlar. Hatta bir turizm şirketi aracılığıyla bu ülkeye gezmeye giderseniz, rehberiniz sizi daha havaalanından otele giderken uyarır: “ Katalonlar kendilerine İspanyol denilmesinden hoşlanmazlar ve kendileriyle Katalanca konuşmanızı isterler” diye. Schamis, 12.02.2010 Not: Bu bölüm CC’de yayınlanmıştı. Arkadaşlar yazıyı kaldırmışlar. Takip etmeyenler işin bir kez de burada yayınlanmasında yarar var.
Devlet Olmayan “Devlet” veya Devleti Olmayan Ulus ( 2 )
Baskların bölgedeki tarihi, bilinen en eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Bir süre Roma’nın hâkimiyeti altına girmiş, kavimler göçü ile birlikte Germen kavimleri ve Vizi;tlarla mücadele etmek zorunda kalmışlar. İspanya’nın önemli bir bölümünün Emeviler tarafından ele geçirilmesiyle Vizi;t baskısından kurtulunca, 9. yüzyılda Navarra Krallığı adıyla kendi bağımsız devletlerini kurdular. Topraklarının bir kısmı 13. ve 14. yüzyıllarda Kastilya Krallığı tarafından işgal edilmesine rağmen Navarra Krallığı, 16. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür. Baskların tarihteki bu tek devletleri Navarra Krallığı 1515’te Kastilya ve Ara;n krallıklarının birleşerek oluşturdukları İspanya ile Fransa tarafından işgal edilerek paylaşılır ama Basklar, Fransa ve İspanya kralları arasında yapılan bir anlaşmayla İspanya sınırları içerisinde “Fuero” adı verilen bir yerel yönetim sistemine sahip olurlar.
Toprak, hukuk, yasama ve yürütme alanlarında özerklik ile gümrük, vergi ve askerlik konularında muafiyet esasına dayanan bir yönetim yapısıydı „Fuero“. Fransa tarafında kalan Bask bölgesi bir Lord, İspanya’da kalan kısım ise yerel meclisler tarafından yönetiliyordu. Bu yerel meclisler, yılda bir defa bir araya gelerek Bask Millî Meclisi’ni oluşturuyor ve “Fuero ” düzenlemelerine ilişkin kararlar alıyorlardı. Baskların, ileri derecede özerk yönetim ve bu yönetimin siyasî-hukukî altyapısı, böyle bir tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkmıştır.
Zamanla, Kastilya dediğimiz İspanya Krallığı yani daha sonra İspanya adını alan ve başkenti Madrid olan krallık diğer dilleri yavaş yavaş yasaklamaya başladı. Bunun için Krallık kararları çıkarıldı. Bask ve Katalanca’nın resmi düzeyde kullanımını yasaklandı. Ve Bask dilindeki erime de daha bu yıllarda başladı.
Çünkü yasaklanan diller prestij kaybına uğrarlar. Resmi dairelerde, eğitimde, devletin resmi kararlarında veya kurumlarında kullanılmayan bir dili halk da yavaş yavaş kullanmamaya başlar ve dil geriler.
Bask dili de geriledi. Yani Bask dili, bizim dilimizden çok çok önce kaybolmaya başladı.
- yüzyıldan itibaren İspanya denizaşırı büyümeye ve genişlemeye başlayınca, Bask toplumu da bundan etkilendi. İmparatorluğun nimetlerinden yararlanan Bask denizcileri ve tüccarlarının Madrid’le ilişkilerin geliştirilmesinden çıkarları vardı, ama hızlı sanayileşme sonucu ortaya çıkan burjuvazi ile işçi sınıfı ve Avrupa’da yükselen milliyetçi hareketler, kurulan ulus devletler Baskları da etkiliyordu. Bunun sonucu olarak Bask toplumu Madrit’le ilişkileri ve özerk yönetimi korumak isteyenler ile bağımsızlık talep edenler diye ikiye bölündü.
1833-40 ve 1873-76 yılları arasında iç savaşların yaşanmasına yol açan bu bölünmede milliyetçiler, merkezî devlet örgütlenmesi ve bir ulus-devletin inşa edilmesi talebini dile getirdiler. Gelişen burjuvazi milliyetçileri destekliyordu ama halkın çoğunluğu krallığa bağlı kalma ve “Fuero” düzenini koruma yanlısıydı. İç savaş Bask halkının İspanya’da özerkliklerini kaybetmeleriyle sonuçlandı. Fransa sınırlarında kalan Bask bölgesinin özerkliği de Fransız İhtilâli’nden sonra kaldırılmıştı. İşte 20. yüzyıla girilirken ortaya çıkan Bask Milliyetçi Hareketi bu mirasın üzerinde yükselmiştir. Bu tarihten sonraki ilk Milliyetçi gruplar sanayileşme nedeniyle büyüyen işçi yığınları arasından, işçi hareketleri olarak ortaya çıktılar ve antikapitalist söylemleri nedeniyle sosyalist hareketlerin de desteğini alarak kısa sürede Bask bölgesinin en güçlü siyasi hareketi konumuna yükseldiler.
Teorisyenliğini ve önderliğini Sabino de Arana’nın yaptığı bu „yeni milliyetçi hareket“ 1895’te Millîyetçi Bask Partisi PNV (Partido Nacionalista Vasco) ni örgütledi. Sonra da kendi işçi sendikaları ELA-SOV sendikasını. Aynı zamanda millî kültürü kurma veya „yeniden Basklaşma“ çalışmalarını da başlattılar. Bask dili, tarihi, kültürü ve folkloruna vurgu yapıyor, yedi Bask bölgesinin birleştirilerek yeniden bağımsız yahut ileri derecede özerk Bask devletinin kurulmasını istiyorlardı.
Demokratik mücadele yöntemlerini benimsemişlerdi. 1923’te başlayan Rivera diktatörlüğüne kadar ılımlı bir siyaset anlayışına sahip oldular. Söylemleri milliyetçi, hatta zaman zaman ırkçı; yol ve yöntemleri ile kullandıkları araçlar ise yasal ve demokratikti. Diktatörlükle birlikte ama yeraltına çekilmek zorunda kaldılar. 1931’de İspanya’da yeniden Cumhuriyet ilan edilmiş, Katalanya’ya özerklik verilmişti. Bu durum PNV’yi ve Bask milliyetçiliğini yeniden harekete geçirdi. Bu dönemde öncelikleri özerkliği yeniden kazanmak ve „tarihsel hakları“ olarak gördükleri “Fuero” sistemini kurmaktı. 1932’de Bask bölgesinde yapılan bir referandumda, özerklik talebi halktan yüzde 82 oranında destek bulmuş ve İspanya Parlamentosu, Bask bölgesine özerklik veren kanunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Ama Falanjistlerin Bask Bölgesi’nin özerkliğini şiddetle ret etmeleri, bunun sonucu olarak Bask dilinin konuşulması da dahil ard arda gelen kültürel yasaklar nedeniyle Basklılar giderek radikalleşme sürecine girdiler. Ve kazanılan özerklik daha hayata geçirilemeden 1936-39 İspanya iç savaşı patlak verdi. Bask milliyetçiliğinin merkezi olan PNV bu savaşta özerklik statüsünün devamını taahhüt eden cumhuriyetçilerin saflarına katıldı. İç savaşın sonuçları Bask milliyetçiliği açısından ağır oldu. Savaş sırasında binlerce Basklı katledilmiş, Alman savaş uçaklarının bombaladığı Baskların tarihî Guernika şehrinde iki bin kadar sivil hayatını kaybetmiş, yüz binin üzerinde Basklı da, başta Fransa olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine mülteci olarak sığınmak zorunda kalmıştı, ama Basklıların Faşizme karşı direnişi yalnız İspanya’da değil; tüm dünyada da bir sempati yaratmış, Bask halkının kendine güvenini arttırmıştı. Picasso’nun “Guernika” isimli tablosuyla ölümsüzleşen bu direniş ve Bask halkı bir direniş sembolu olarak insanlığın zihnine kazınmıştır. Haziran 1937’de Bask kuvvetleri teslim oldu. PNV Paris’e kaçtı. İki yıl kadar sonra da İspanya genelindeki bütün cumhuriyet kuvvetleri Franko’ya teslim oldu, Cumhuriyet yıkıldı ve uzun sürecek bir faşist diktatörlük dönemi başladı. Ülke yönetimini ele geçiren Franko yalnız Cumhuriyetçileri ve solcuları değil, etnik grupları da baskı altına almıştı ve bu baskılardan en fazla pay alanlar Basklar oldu. Yaklaşık 22 bin Bask milliyetçisi idam edildi. Binlercesi hapsedildi, işkence gördü. Bask bölgesine verilecek bir özerkliği merkezî yönetim açısından en büyük tehdit olarak algılayan Franko, bu sebeple Bask milliyetçiliğine ve kültürüne dair ne varsa her şeye savaş açtı. Amaç iç savaşta kendisine karşı direnen Basklıları cezalandırmak ve özerklik talebini bastırmaktı. Çünkü Bask bölgesine tanınacak herhangi bir hakkın, domino etkisiyle ülkenin Katalanya ve Galiçya bölgeleri başta olmak üzere diğer bölgelerine de yayılacak olmasından korkuyordu. Bu baskılar, kamusal alanda Bask dilinin kullanımının yasaklanmasına kadar varmıştır. Milliyetçi Bask önderleri ya idam edilmiş ya hapse atılmış ya da ülke dışına kaçmışlardı. Bu nedenle Franko’nun ilk yıllarında ülke içinde herhangi bir Bask direnişi örgütlenememiştir. Ama Fransa’ya kaçan bir kısım Milliyetçi Bask Partisi (PNV) mensubu, burada bir “Sürgünde Bask Hükümeti” kurarak mücadeleye devam ettiler. Sürgündeki İspanya Cumhuriyet Hükümeti’ni de destekleyen bu PNV’liler, müttefiklerin galibiyetiyle faşist Franko rejiminin yıkılacağı ve tekrar kurulacak cumhuriyet rejimiyle Bask bölgesinin yeniden özerkliğine kavuşacağı düşüncesinden hareketle Almanya’ya karşı müttefiklerin saflarında yer aldılar. Fakat beklenen olmadı ve Sovyet/sosyalizm tehdidine karşı Franko’yla ABD’nin anlaşması üzerine Bask milliyetçilerinin umutları suya düştü. Franko’nun uygulamaları bize tanıdıktır. Hedefi „İspanya Ulus“nu yaratmaktı. Devlet içinde farklı etnik kökene sahip insanların bulunması onu rahatsız etmiyordu, ama bir şartla; İspanyol’dan daha çok İspanyollaşmaları, kendi dillerini ve kültürel kodlarını tamamen unutmaları kaydıyla… Bu nedenle Bask’a ve Basklıya ait ne varsa yasakladı. Bu yıllarda daha çok Bask kültürünün güçlendirilmesi üzerinde duran PNV, büyük güç ve kadro kaybı nedeniyle siyasî açıdan nispeten pasif kalmış, Franko karşıtı İspanyol gruplarla işbirliği içerisine girmişti. Parti, Bask bağımsızlığına demokratik yollardan ulaşılacağını öngörüyor, bunun için de öncelikle İspanya’da demokrasinin yeniden tesis edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Sokak etkinlikleri PNV’nin gençlik kolu EGİ’nin işiydi. Ancak partinin strateji ve yöntemlerini tasvip etmeyen, pasiflikle suçlayan “biz yalnız Franko’ya değil, İspanya’ya karşıyız” diyen bir grup, 1952’de partiden ayrılarak “Ekin” (Baskça’da “başlamak” veya “başlangıç” anlamına geliyor) adlı yeni bir oluşuma gittiler. 1959 yılında ise daha radikal bir grup, ulusal bağımsızlık için silâhlı mücadeleden başka yol olmadığı iddiasıyla Ekin’den ayrılarak ETA örgütünü kurdu.
3. Devlet Olmayan "Devlet" veya Devleti Olmayan Ulus (3)
25 Şubat 2010 Perşembe Saat 14:01
Bugünlerde cezaevlerindeki tutsakları açlık grevinde olduğu için yine sokaklara dökülmüş olan ETA ve “Birleşik Sol”u diğer Bask milliyetçilerinden ayıran bizim sandığımız gibi ETA’nın bağımsızlık, diğerlerinin de özerklik yanlısı olmaları değildir. Elbette Bask milliyetçileri zaman zaman özerklik taleplerini öne çıkarmışlardır ama Bask milliyetçiliğinin ideolojik temeli hep “ kendi toprakları üzerinde kendi kendini yöneten bir halk olmak” tır. Sağcısı da solcusu da, radikali de ılımlısı da bu temeli ve hedefi en azından teorik olarak sahiplenir. Çünkü bu, Bask olmanın tanımıdır.
Peki ETA ne istedi veya ne istiyor? Uzun uzun ETA’nın tarihini anlatmak istemiyorum. ETA kısaca, Franko faşizmine; Bask kimliğine ve kültürüne yönelik baskılara, yasaklamalara, teröre ve bunun karşısında dik duramayan PNV’ye karşı Bask Halkının radikal bir yanıtıdır. Yanlışlarıyla, doğrularıyla… Franko döneminde binlerce Basklı öldürülmüş, hapse atılmıştı. Bask’a ait ne varsa yasaktı. Bask dili kaybolmak üzereydi. Yalnızca Bask dilini bilen tek bir Basklı kalmamıştı. Herkes evinde dahi İspanyolca konuşuyordu. Bask halkının temsilcisiveya önderi konumundaki PNV kendine güvenini yitirmiş, cinayetlere dahi tepki gösteremez olmuş ve “İspanya devrimci demokratlarıyla birlikte olursa olur, yoksa mümkün değil” noktasına gelmişti. Bask kimliğiyle hiçbir yasal mücadele araçları kalmamıştı. Ne yapacaklardı, oturup yok olmayı mı bekleseydiler?
Bask halkının bugün hala “yanlış da yapsalar onlar bizim çocuklarımız, bizim gençlerimiz” diyerek sahiplendikleri ETA taraftarları ilk yıllarında kendilerini “Hareket” diye tanımlamışlardı. Dile vurgu yapıyor, “dil ulusal inşanın en önemli anahtarıdır. Bask dili yaşadıkça ülkesi de yaşar” diyorlardı. Ama dile yaptıkları bu vurgu bizimkinden farklıdır. Hedefleri Bask dilini kurumlaştırmak ve yasalarla korumaktı; yani Bask dili Bask ülkesine egemen olmalıydı.
Birinci Kongresi’ni 1962 Mayıs’ında Kuzey Bask’ta (Fransa sınırları içerisinde kalan parçası) gerçekleştirdi. İdeolojik formasyonun temellerinin atıldığı bu kongrede Bask ülkesininin bağımsızlığı, Avrupa Federalizmi, insan hakları konuları netleştirildi. Militarizm kınanıp ırkçılık reddedildi ve Euskara (Bask Dili) “yegâne ulusal dil” ilan edildi. Yayın ve propaganda faaliyetleri ile geçen ilk on yılın sonunda, 1968 yılına gelindiğinde ETA ciddi bir güce erişmiş ve kitle desteği yaratmıştı. Bask dilinde trafik levhalarına izin mi verilmiyordu, kendileri yazdılar bunları. Gazete çıkaramıyorlar mıydı, duvar gazeteleri çıkardılar. Yazılamalar yaptılar. Pankartlar astılar. Evlerinde İspanyol gibi yaşayan çocuklar sokaklarda oynarken Bask olduklarını öğrendiler. Bugün bile Bask ülkesinin her köşesinde duvarlar Bask halkının iradesini yansıtan yazılarla, afişlerle kaplıdır.
Yasal olanakları reddetmek kadar, hep yalnızca yasal olanı “doğru olan” zannetmek de yanlıştır. Hukuku veya yasaları anlamamışsınız demektir. Bir ülkede hukuk veya yasalar egemen sistemin bekaası için, devamı için vardır. Eğer egemen olan sizin çıkarlarınızı temsil etmiyor ve sizi kendisi için, çıkarları için tehlikeli görüyorsa yasaklar. Yasalarla izin verdikleri çıkarlarını zedelemeyecek kadar olandır. Bu durumda, yani eğer kendinizi ifade etmenizin, düşüncelerinizi başkalarına aktarmanızın ve örgütlenmenizin yasal yolları yoksa bunları açmak, yasaların değişmesi için mücadele etmek zorundasınızdır. Bu nedenle yasal olmak veyaolmamak bir tercih sorunu değildir. Önemli olan yapılması gerekenleri tespit etmek ve yasal yollardan bunları yapmaya çalışmaktır. Eğer yasalar izin vermiyorsa boşluklar aranır, yasal sınırlar zorlanır. Yasalar işlevsiz hale getirilir, değişmesi istenir. Kırıp dökmeden sesini duyurmak, hakkını aramak; talep veya itiraz etmek her insanın ve insan topluluğunun en doğal hakkıdır.
Bizim değil ama! Veya biz hala böyle haklarımızın olduğunun farkında değiliz. Federasyon başkanımız geçmiş bir DÇB toplantısında “bizde mevzuat izin vermiyor, siz yapın” diyerek anavatanımızdaki kurumlarımızdan daha aktif olmalarını istemişti. Zawurkan Zolan arkadaşımızın anlattıklarıyla örtüşüyor. Bu arkadaşlarımız Abhazya’ya uygulanan ambar;yu protesto etmek için birşeyler yapmak istiyorlar. Hazırladıkları bildiriyi yaygın bir şekilde dağıtıyorlar ama başta önerileri doğru bulan kurumlarımız bile sonradan “biz böyle siyasal faaliyetlerde bulunamayız” diye geri çekililirlerken, “Kaffed, bildiriyi siyasi bir hareket olduğu için bulundukları statü nedeni ile destekleyemiyor”.
Yani biricik kurumlarımız “yapılması gerekir veya gerekmez” diye değil, “mevzuata uyar mı, uymaz mı” diye tartışıyorlar. Bu durumda bu kurumlarımızın dönüşmelerini ya da yenilerinin kurulmasını istemek yanlış mı? Veya bu kurumlarımıza “yapılması gerekenleri yapamayacaksanız o kurumları niye kurdunuz” veya “bu kurumlar yetersiz ise neden yeterli olanları kurmuyorsunuz“ diye sormak?
Sokaklar bütün toplumsal mücadelelerde önemli, hatta belirleyici olmuştur. Çünkü aynı duyguları, düşünceleri ve inançları paylaşan insanlar böylesi kitlesel eylemlerde tek ses ve tek yürek olurlar. Evlerinde sen-ben veya Ahmet-Mehmet’tirler; ama sokaklarda “biz”, “işçi”, “esnaf”, “demokrat”, “alevi” veya “Çerkes”…Sokaklarda birbirlerini tanırlar, omuzları omuzlarına değer. Haykırdıkları düşünceler ve sloganlar inançlarını büyütür, başkalarını uyarır; habersiz olanları haberdar eder. Sokaklarda hep yüzler asık, dişler sıkılı ve yumruklar havada değildir. Elbette 21 Mayıs’ı dans ederek anamazsınız, ama talepleri ve tepkileri dile getirmenin, sesini duyurmanın binbir türlü yöntemi vardır. Son yıllarda dünyada özellikle etnik gruplar ve uluslar arasında gittikçe yayılan gösteri-eylem biçimi “kendine has olanı kamouoyunda sergilemek”tir. Yüzlerce-binlerce insanın katıldığı; net, anlaşılır ve somut taleplerin veya özlemlerin yazıldığı pankartların altında düzenlenen bu coşkulu ve eğlenceli etkinliklerde insanlara uzun uzun birşeyler anlatmanıza da gerek kalmaz. Sergilenen farklar ve herkesin görebileceği pankartlar/sloganlar zaten ne istediğinizi kamuoyuna duyurur.
Bask halkının mücadelesinde de böylesi etkinlikler önemli bir yer tutar. Yediden yetmişe herkesin milli kıyafetleriyle katılmaya çalıştığı bu ulusal günlerde veya anmalarda siyasal farklar unutulur, Bask olmak ortak paydası yeterlidir. Bizde bu konular hala tabudur. Birazcık kapıyı aralamak istediğinizde “cehennem zebanileri” hemen “silah, kan, gözyaşı veya molotof kokteyli” ve “trajedi” hatırlatmaları yapıp konuyu çarpıtırlar. Yasaları zorlamayı, değiştirmek istemeyi; yani siyasal mücadeleyi illegal mücadele ve hatta silahlı mücadele gibi göstermeye bayılırlar. “Sokaklar provakasyona açık” açık deyip evde oturmayı öğütlerler. Ama dünyada sokaklara çıkmayan bir tane ulusal ve demokratik hareket gösteremezler! Gandi’den Martin Luther King’e kadar hayatları boyunca ellerine bir taş veya sopa dahi almamış bütün pasifistlerin veya “sivil hareket önderleri”nin bile ömürlerinin sokaklarda geçtiğini unuturlar. Legal, illegal ve silahlı mücadele aynı şeyler değildir. Ama demokratik mücadele ve legal mücadele de yalnızca yasal olan veya “izin verilen” kadarıyla yetinmek değildir. Demokratik mücadele yasal hakları kullanmak, yasakları aşmaya ve ihtiyaç olanı yasallaştırmaya çalışmaktır. Bu anlamıyla demokratik mücadele veya demokrasi mücadelesi siyasi bir mücadeledir ama birilerinin çarpıttığı gibi iktidar mücadelesi veya silahlı mücadele olmak zorunda da değildir. Kurumlarımızın bizim en geri, komformist ve kendiliğindenci yanlarımızı besleyen “kültür” derneklerinden “halk dernekleri”ne dönüşmelerinin veya kültür derneklerinin yanında siyasal sorunlarımıza yoğunlaşabilecek, adı dernekveya şu-bu olur farketmez, kurumlarımızın veya örgütlenmelerimizin olmasının önemi buradadır. Bu durumda “mevzuata uymuyor” bahaneleri de ortadan kalkacak ve yapılması gerekenler yapılabilecektir. Böyle örgütlenmeler olmadan, sürekli “mevzuata takılan” kültür dernekleri ile siyasi mücadele verilemez. Ve siyasi mücadele ve siyasal kazanımlar olmadan da kültürel-sosyal etkinlikler siyasal/ulusal sorunların çözümüne hizmet etmezler. Artı, ulusal iradeyi ayakta tutan, ezdirmeyen siyasal mücadele “siyasi bilinç”in olmazsa olmazı, kültürel faaliyetlerin “iştah şurubu”dur. Siyasi mücadeleler yükseldiklerinde, buna paralel sosyal-kültürel faaliyetlerin yükselmesinin nedeni de budur. Bir halkın kendi dilinde eğitim görmesi, örgütlenmesi demokratik bir haksa bunun için mücadele etmek demokratik mücadele demektir. Hangi yol ve yöntemlerin kullanılacağına şartlara göre karar verilir. Eğer bir ülkede demokrasi yoksa veya demokratik mücadelenin önünde engeller ve yasaklar varsa o zaman mücadelenin eksenine bu yasakları aşmak oturur. Yasal sınırlar zorlanır. Demokratik hak ve özgürlüklerin yasallaşması için mücadele edilir. Mesela Çerkes dili ile okul açmak yasadışı olabilir ama Çerkes dili ile okul açılmasını talep etmek bir ulusun veya etnik topluluğun en doğal hakkıdır. Biz ne yazık ki hem bu yasakları kabul etmişiz hem de yasakların kaldırılmasını yasal yollardan dahi talep etmemişiz, etmiyoruz. Bırakın Cumhuriyeti, bir özerk bölgenin bile en doğal hakkı olan ”Başkan”ını seçemeyen Anavatanda da durum üç aşağı beş yukarı aynıdır. Elbette ne yapacağımıza şartlara ve gücümüze göre karar vereceğiz. İlla dağları delmemiz gerekmiyor. Zaman zaman çok küçük bir eylem veya tavır bile bir ulusun iradesini güçlü tutmaya ve moralini yükseltmeye yeter. Bunları kabullenmek kimlerimiz için kolay değildir, biliyorum. Çünkü bunları kabullendiğimizde, şimdiye kadar yaptıklarımızı ve hala insanlarımıza anlattıklarımızı, en azından düzeltmek zorunda kalacağız. „Canım kimin evde hangi dili konuştuğuna kimse karışmıyor, biz bilinçli olsak dilimizi yaşatabiliriz“ diyerek sorunu çarpıtamayacağız. Bir dilin veya halkın evlerde yaşatılabileceğini, varlıklarını devam ettirebilenlerin bunu yaptıklarını, zeki, çalışkan ve bilinçli olduklarını; yokolanların veya bizim ise aptal, tembel ve duyarsız olduğumuzu iddaa edemeyeceğiz.
Geçen ay 50 000 insanı Bilbao’da tutsakları için sokaklara dökebilen, bütün baskılara, yasaklamalara rağmen seçimlerde hala Bask halkından önemli bir destek alan (zaman zaman bu desteğin % 10-18 arasında olması küçümsenir, ama Bask Özerk Bölgesinde yaşayan Basklıların nüfusun sadece % 25’i olduğu unutulur. Bugün Bask ülkesinde bütün siyasi partiler biraraya gelseler bile bağımsızlık veya ‚kendi kaderini tayin hakkı’ karşıtı 50 000 kişiyi biraraya getiremezler, böyle kitlesel bir eylem yapamazlar.)
ETA belki de bir daha tekerrür edemeyecek bir realitedir.