DEVLET OLMAYAN 'DEVLET' VEYA DEVLETİ OLMAYAN ULUS (3)

#29 Ekleme Tarihi 02/10/2015 12:15:46

DEVLET OLMAYAN "DEVLET" VEYA DEVLETİ OLMAYAN ULUS (3)

25 Şubat 2010 Perşembe Saat 14:01

Bugünlerde cezaevlerindeki tutsakları açlık grevinde olduğu için yine sokaklara dökülmüş olan ETA ve “Birleşik Sol”u diğer Bask milliyetçilerinden ayıran bizim sandığımız gibi ETA’nın bağımsızlık, diğerlerinin de özerklik yanlısı olmaları değildir. Elbette Bask milliyetçileri zaman zaman özerklik taleplerini öne çıkarmışlardır ama Bask milliyetçiliğinin ideolojik temeli hep “ kendi toprakları üzerinde kendi kendini yöneten bir halk olmak” tır. Sağcısı da solcusu da, radikali de ılımlısı da bu temeli ve hedefi en azından teorik olarak sahiplenir. Çünkü bu, Bask olmanın tanımıdır. 

Peki ETA ne istedi veya ne istiyor? Uzun uzun ETA’nın tarihini anlatmak istemiyorum. ETA kısaca, Franko faşizmine; Bask kimliğine ve kültürüne yönelik baskılara, yasaklamalara, teröre ve bunun karşısında dik duramayan PNV’ye karşı Bask Halkının radikal bir yanıtıdır. Yanlışlarıyla, doğrularıyla… Franko döneminde binlerce Basklı öldürülmüş, hapse atılmıştı. Bask’a ait ne varsa yasaktı. Bask dili kaybolmak üzereydi. Yalnızca Bask dilini bilen tek bir Basklı kalmamıştı. Herkes evinde dahi İspanyolca konuşuyordu. Bask halkının temsilcisiveya önderi konumundaki PNV kendine güvenini yitirmiş, cinayetlere dahi tepki gösteremez olmuş ve “İspanya devrimci demokratlarıyla birlikte olursa olur, yoksa mümkün değil” noktasına gelmişti. Bask kimliğiyle hiçbir yasal mücadele araçları kalmamıştı. Ne yapacaklardı, oturup yok olmayı mı bekleseydiler?

Bask halkının bugün hala “yanlış da yapsalar onlar bizim çocuklarımız, bizim gençlerimiz” diyerek sahiplendikleri ETA taraftarları ilk yıllarında kendilerini “Hareket” diye tanımlamışlardı. Dile vurgu yapıyor, “dil ulusal inşanın en önemli anahtarıdır. Bask dili yaşadıkça ülkesi de yaşar” diyorlardı. Ama dile yaptıkları bu vurgu bizimkinden farklıdır. Hedefleri Bask dilini kurumlaştırmak ve yasalarla korumaktı; yani Bask dili Bask ülkesine egemen olmalıydı. 

Birinci Kongresi’ni 1962 Mayıs’ında Kuzey Bask’ta (Fransa sınırları içerisinde kalan parçası) gerçekleştirdi. İdeolojik formasyonun temellerinin atıldığı bu kongrede Bask ülkesininin bağımsızlığı, Avrupa Federalizmi, insan hakları konuları netleştirildi. Militarizm kınanıp ırkçılık reddedildi ve Euskara (Bask Dili) “yegâne ulusal dil” ilan edildi.

Yayın ve propaganda faaliyetleri ile geçen ilk on yılın sonunda, 1968 yılına gelindiğinde ETA ciddi bir güce erişmiş ve kitle desteği yaratmıştı. Bask dilinde trafik levhalarına izin mi verilmiyordu, kendileri yazdılar bunları. Gazete çıkaramıyorlar mıydı, duvar gazeteleri çıkardılar. Yazılamalar yaptılar. Pankartlar astılar. Evlerinde İspanyol gibi yaşayan çocuklar sokaklarda oynarken Bask olduklarını öğrendiler. Bugün bile Bask ülkesinin her köşesinde duvarlar Bask halkının iradesini yansıtan yazılarla, afişlerle kaplıdır.

Yasal olanakları reddetmek kadar, hep yalnızca yasal olanı “doğru olan” zannetmek de yanlıştır. Hukuku veya yasaları anlamamışsınız demektir. Bir ülkede hukuk veya yasalar egemen sistemin bekaası için, devamı için vardır. Eğer egemen olan sizin çıkarlarınızı temsil etmiyor ve sizi kendisi için, çıkarları için tehlikeli görüyorsa yasaklar. Yasalarla izin verdikleri çıkarlarını zedelemeyecek kadar olandır. Bu durumda, yani eğer kendinizi ifade etmenizin, düşüncelerinizi başkalarına aktarmanızın ve örgütlenmenizin yasal yolları yoksa bunları açmak, yasaların değişmesi için mücadele etmek zorundasınızdır.  Bu nedenle yasal olmak veyaolmamak bir tercih sorunu değildir. Önemli olan yapılması gerekenleri tespit etmek ve yasal yollardan bunları yapmaya çalışmaktır. Eğer yasalar izin vermiyorsa boşluklar aranır, yasal sınırlar zorlanır. Yasalar işlevsiz hale getirilir, değişmesi istenir. Kırıp dökmeden sesini duyurmak, hakkını aramak; talep veya itiraz etmek her insanın ve insan topluluğunun en doğal hakkıdır.

Bizim değil ama! Veya biz hala böyle haklarımızın olduğunun farkında değiliz. Federasyon başkanımız geçmiş bir DÇB toplantısında “bizde mevzuat izin vermiyor, siz yapın” diyerek anavatanımızdaki kurumlarımızdan daha aktif olmalarını istemişti. Zawurkan Zolan arkadaşımızın anlattıklarıyla örtüşüyor. Bu arkadaşlarımız Abhazya’ya uygulanan ambar;yu protesto etmek için birşeyler yapmak istiyorlar. Hazırladıkları bildiriyi yaygın bir şekilde dağıtıyorlar ama başta önerileri doğru bulan kurumlarımız bile sonradan “biz böyle siyasal faaliyetlerde bulunamayız” diye geri çekililirlerken, “Kaffed, bildiriyi siyasi bir hareket olduğu için bulundukları statü nedeni ile destekleyemiyor”.

Yani biricik kurumlarımız “yapılması gerekir veya gerekmez” diye değil, “mevzuata uyar mı, uymaz mı” diye tartışıyorlar. Bu durumda bu kurumlarımızın dönüşmelerini ya da yenilerinin kurulmasını istemek yanlış mı? Veya bu kurumlarımıza “yapılması gerekenleri yapamayacaksanız o kurumları niye kurdunuz” veya “bu kurumlar yetersiz ise neden yeterli olanları kurmuyorsunuz“ diye sormak?

Sokaklar bütün toplumsal mücadelelerde önemli, hatta belirleyici olmuştur. Çünkü aynı duyguları, düşünceleri ve inançları paylaşan insanlar böylesi kitlesel eylemlerde tek ses ve tek yürek olurlar. Evlerinde sen-ben veya Ahmet-Mehmet’tirler; ama sokaklarda “biz”, “işçi”, “esnaf”, “demokrat”, “alevi” veya “Çerkes”…Sokaklarda birbirlerini tanırlar, omuzları omuzlarına değer. Haykırdıkları düşünceler ve sloganlar inançlarını büyütür, başkalarını uyarır; habersiz olanları haberdar eder. Sokaklarda hep yüzler asık, dişler sıkılı ve yumruklar havada değildir. Elbette 21 Mayıs’ı dans ederek anamazsınız, ama talepleri ve tepkileri dile getirmenin, sesini duyurmanın binbir türlü yöntemi vardır. Son yıllarda dünyada özellikle etnik gruplar ve uluslar arasında gittikçe yayılan gösteri-eylem biçimi “kendine has olanı kamouoyunda sergilemek”tir. Yüzlerce-binlerce insanın katıldığı; net, anlaşılır ve somut taleplerin veya özlemlerin yazıldığı pankartların altında düzenlenen bu coşkulu ve eğlenceli etkinliklerde insanlara uzun uzun birşeyler anlatmanıza da gerek kalmaz. Sergilenen farklar ve herkesin görebileceği pankartlar/sloganlar zaten ne istediğinizi kamuoyuna duyurur.

Bask halkının mücadelesinde de böylesi etkinlikler önemli bir yer tutar. Yediden yetmişe herkesin milli kıyafetleriyle katılmaya çalıştığı bu ulusal günlerde veya anmalarda siyasal farklar unutulur, Bask olmak ortak paydası yeterlidir. Bizde bu konular hala tabudur. Birazcık kapıyı aralamak istediğinizde “cehennem zebanileri” hemen “silah, kan, gözyaşı veya molotof kokteyli” ve “trajedi” hatırlatmaları yapıp konuyu çarpıtırlar. Yasaları zorlamayı, değiştirmek istemeyi; yani siyasal mücadeleyi illegal mücadele ve hatta silahlı mücadele gibi göstermeye bayılırlar. “Sokaklar provakasyona açık” açık deyip evde oturmayı öğütlerler. Ama dünyada sokaklara çıkmayan bir tane ulusal ve demokratik hareket gösteremezler! Gandi’den Martin Luther King’e kadar hayatları boyunca ellerine bir taş veya sopa dahi almamış bütün pasifistlerin veya “sivil hareket önderleri”nin bile ömürlerinin sokaklarda geçtiğini unuturlar. Legal, illegal ve silahlı mücadele aynı  şeyler değildir. Ama demokratik mücadele ve legal mücadele de yalnızca yasal olan veya “izin verilen” kadarıyla yetinmek değildir. Demokratik mücadele yasal hakları kullanmak, yasakları aşmaya ve ihtiyaç olanı yasallaştırmaya çalışmaktır. Bu anlamıyla demokratik mücadele veya demokrasi mücadelesi siyasi bir mücadeledir ama birilerinin çarpıttığı gibi iktidar mücadelesi veya silahlı mücadele olmak zorunda da değildir. Kurumlarımızın bizim en geri, komformist ve kendiliğindenci yanlarımızı  besleyen “kültür” derneklerinden “halk dernekleri”ne dönüşmelerinin veya kültür derneklerinin yanında siyasal sorunlarımıza yoğunlaşabilecek, adı dernekveya şu-bu olur farketmez, kurumlarımızın veya örgütlenmelerimizin olmasının önemi buradadır. Bu durumda “mevzuata uymuyor” bahaneleri de ortadan kalkacak ve yapılması gerekenler yapılabilecektir. Böyle örgütlenmeler olmadan, sürekli “mevzuata takılan” kültür dernekleri ile siyasi mücadele verilemez. Ve siyasi mücadele ve siyasal kazanımlar olmadan da kültürel-sosyal etkinlikler siyasal/ulusal sorunların çözümüne hizmet etmezler. Artı, ulusal iradeyi ayakta tutan, ezdirmeyen siyasal mücadele “siyasi bilinç”in olmazsa olmazı, kültürel faaliyetlerin “iştah şurubu”dur.  Siyasi mücadeleler yükseldiklerinde, buna paralel sosyal-kültürel faaliyetlerin yükselmesinin nedeni de budur. Bir halkın kendi dilinde eğitim görmesi, örgütlenmesi demokratik bir haksa bunun için mücadele etmek demokratik mücadele demektir. Hangi yol ve yöntemlerin kullanılacağına şartlara göre karar verilir. Eğer bir ülkede demokrasi yoksa veya demokratik mücadelenin önünde engeller ve yasaklar varsa o zaman mücadelenin eksenine bu yasakları aşmak oturur. Yasal sınırlar zorlanır. Demokratik hak ve özgürlüklerin yasallaşması için mücadele edilir. Mesela Çerkes dili ile okul açmak yasadışı olabilir ama Çerkes dili ile okul açılmasını talep etmek bir ulusun veya etnik topluluğun en doğal hakkıdır. Biz ne yazık ki hem bu yasakları kabul etmişiz hem de yasakların kaldırılmasını yasal yollardan dahi talep etmemişiz, etmiyoruz. Bırakın Cumhuriyeti, bir özerk bölgenin bile en doğal hakkı olan ”Başkan”ını seçemeyen Anavatanda da durum üç aşağı beş yukarı aynıdır. Elbette ne yapacağımıza şartlara ve gücümüze göre karar vereceğiz. İlla dağları delmemiz gerekmiyor. Zaman zaman çok küçük bir eylem veya tavır bile bir ulusun iradesini güçlü tutmaya ve moralini yükseltmeye yeter. Bunları  kabullenmek kimlerimiz için kolay değildir, biliyorum. Çünkü bunları kabullendiğimizde, şimdiye kadar yaptıklarımızı  ve hala insanlarımıza anlattıklarımızı, en azından düzeltmek zorunda kalacağız. „Canım kimin evde hangi dili konuştuğuna kimse karışmıyor, biz bilinçli olsak dilimizi yaşatabiliriz“ diyerek sorunu çarpıtamayacağız. Bir dilin veya halkın evlerde yaşatılabileceğini, varlıklarını devam ettirebilenlerin bunu yaptıklarını, zeki, çalışkan ve bilinçli olduklarını; yokolanların veya bizim ise aptal, tembel ve duyarsız olduğumuzu iddaa edemeyeceğiz.  

Geçen ay 50 000 insanı Bilbao’da tutsakları için sokaklara dökebilen, bütün baskılara, yasaklamalara rağmen seçimlerde hala Bask halkından önemli bir destek alan (zaman zaman bu desteğin % 10-18 arasında olması küçümsenir, ama Bask Özerk Bölgesinde yaşayan Basklıların nüfusun sadece % 25’i olduğu unutulur. Bugün Bask ülkesinde bütün siyasi partiler biraraya gelseler bile bağımsızlık veya ‚kendi kaderini tayin hakkı’ karşıtı 50 000 kişiyi biraraya getiremezler, böyle kitlesel bir eylem yapamazlar.)

ETA belki de bir daha tekerrür edemeyecek bir realitedir.  

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks