1970’lerin sonu ile 1980’lerin ilk yıllarında ETA’nın da içerisinde olduğu Birleşik Sol hem yeni anayasaya ve hem de bu anayasanın sonuçlarına karşı mücadeleyi yükselttiler. Bask halkından da büyük destek aldılar.
Bunun üzerine İspanyol devleti ETA’ya karşı hukuk dışı özel örgütlenmeler ( GAL ) kurup, parti kapatmalarını, hatta yasaklamalarını, faili meçhulleri, adam kaçırmaları gündeme getirdi. Ama devletin böyle hukuk dışı yollarla Bask Yurtseverlerinin üzerine gitmesi gerilimi arttırmaktan ve ETA’nın da buna şiddetle karşılık vermesinden başka bir işe yaramadı.
Bask Ulusal Hareketi otonominin verdiği sınırlı imkânları yeterli görmeyip, egemenlik hakkında ve sorunun Bask halkınca çözüleceğinde ısrar ediyor. ETA, bağımsız ve sosyalist bir Bask ülkesi isterken, bugün Bask ülkesindeki en güçlü parti konumundaki geleneksel Bask Milliyetçi Partisi PNV sosyalizmi reddediyor; ama Bask halkının bağımsızlık hakkı saklı olmak üzere kendi kaderini tayin hakkını savunuyor.
Yani sağıyla soluyla Bask Yurtseverleri “kendi kaderini tayin hakkı”nda ısrar ediyorlar.
Zaten Bask halkının "kendi kendini yönetme hakkı”nı savunmayan bir siyasi hareketin Bask halkından destek bulması da mümkün değildir. Çünkü Bask milliyetçileri mücadelelerinin ideolojik-politik çerçevesini çizerken sanki “bin yıllık geleneği almış ve bin yıl sonrasını planlamış” gibidirler.
“Kendinin olanı korumak ve kendisi olarak yaşamak” diye formule ediyorlar bu “zaman ve mekandan bağımsız” politik çizgilerini. Franko’ya karşı mücadele ettikleri yıllarda “İspanyol olan herşeyi reddetmek ve Bask olan herşeyi korumak”tı öncelikleri. Daha sonra kendi kendini yönetmek şeklinde gelişti bu söylem.
"Kap kacak" edebiyatı yapmıyor; "İspanyol üst kimliği" altında toplanmayı reddediyorlar. Bırakın kurumlarını, ben Baskların orada yaşadığım bir yıl boyunca hiç bir eylemlerinde Bask bayrağından, kendilerini temsil eden flamalardan başka bir bayrak, flama veya benzeri bir şey taşıdıklarını görmedim.
Evrensel yasalar sorunların çözümünde yol göstericidirler. Her ülkenin koşullarının farklı olması çözümlerinin de farklı olacağı sonucunu getirdiği gibi başka ülkelerin deneyimlerinden yararlanmak, bu deneyleri ülkenin özgül koşullarına uygulamak da evrensel olarak kabul gören bir gerçektir.
Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar yurtseverlerin de Bask Halkının mücadelesinden çıkarabilecekleri dersler olduğunu; “Bin yıllık geleneği almış ve bin yıl sonrasını planlamış” olmalarının, “kendinin olanı korumak ve kendisi olarak yaşamak” ilkesinin, “zaman ve mekandan bağımsız” politik çizgileri ile “kendilerine güvenleri”nin hepimize ışık tuttuğunu düşünüyorum.
Bask Siyasi Hareketleri başarılarını konjonktüre endekslemezler. Reel-politikanın da kendilerine nelere mal olduğunu biliyorlar. Bu bakımdan Bask ulusal sorununun Bask ülkesinin sorunu olduğunu ve Bask halkınca çözüleceğini temel koşul olarak kabul eder, kabul edilmesini de şart koşarlar. Bask halkının bu tavrı onları diğer ulusal hareketlerden ayırır.
Tarihsel olarak Bask halkının kendi kendini yönetme geleneği olduğuna ve egemenlik hakkının tarihsel bir hak olduğuna vurgu yapmaları ve bu hakkın “yasalar” vs denilerek içinin boşaltılmasına, konjonktüre ve hakim siyasetlerin, iktidarların veya hükümetlerin inisiyatifine bırakılmasına karşı çıkmaları hem kendilerine olan güvenin göstergesi hem de “kırmızı çizgileri”.
Basklar, egemenliklerinin tarihsel kökenini, Bask halkının yasalara dayanan kendi kendini yönetme yeteneğini sürekli vurgularlar. Bu tarihsel köken egemenlik taleplerinin de en önemli dayanaklarıdır. “Kendi topraklarımızda 1876’ya kadar hep egemen olduk. Kanıtımız ‘Los Fueros’larımız: ‘kendi öz yasalarımız’ veya ‚anayasamız’dır” derler. Yani “Fuero”lar hem Baskların toprakları üzerindeki egemenliklerini ifade etmekte hem de anayasaları olmaktadır.
Bizim xabzelerimiz bugün sosyal ve kültürel yaşamı düzenleyen kurallar veya yasalar şeklinde formüle edilirler. Ama yüzlerce yıl önce anlamları yalnızca bu değildi ve “fuero”lar gibi halkımızın toprakları ve toplumsal yaşamları üzerindeki egemenliğini ifade ediyordu.
Bugün “sosyal yaşamı düzenleyen kurallar” olarak formüle edilerek anlamsızlaştırılıyor ve “egemenlik” hakkını kapsamadığı için de günlük yaşama uygulanamıyor. Çünkü kendi toprakları üzerinde yaşamayan ve kendi kendini yönetemeyen bir halkın “xabzeleri”ni koruyabilmeleri, "xabzeleri"ne göre yaşamaları imkansızdır. Siyasal egemenlik ve kendi kendinizi yönetme hakkınız olmadan; yani siz “yasa koyucu” olmadan toplumsal yaşamı düzenleyemezsiniz. Basklar bunu bizden çok önce gördüler.
Basklıların, Tarihsel Bask Toprakları ( Euskal Herria ) üzerindeki egemenlikleri 765’den itibaren başlar. ‘Asırların eseri’ olarak niteledikleri geleneksel yasaları, yani Fueroları ile yine asırlardır kendi toprakları üzerinde yaşadıklarını söylerler. Bu egemenlik, bir ayrıcalık değil; hak’tır. Basklıların tarihsel topraklarında tarihsel hakları için mücadeleleri esas olarak buna dayanır.
Bask Milliyetçi Hareketi, 1895 yılında Eusko Alderdi Jeltzalea (EAJ) -Milliyetçi Bask Partisi (PNV)- ile siyasi arenaya çıkmıştı. Ama PNV, Bask Halkının tek örgütü değildir. Parti ve ulusal bilinç geliştikçe kültürel ve sosyal alanlarda da başka ulusal kurumlar ortaya çıktı. Bask Ulusal Basını, Bask Gençlik Hareketi, daha sonra ‘Bask Dil Akademisi’ne dönüşecek olan ‘Bask Araştırmaları Kurumu’ gibi… Bu oluşumlar Bask Ulusal Hareketi’ne büyük bir ivme kazandırırlar.
Böyle yaygın kitle ve meslek örgütlenmelerinin ortaya çıkmasında Bask ülkesinin özellikle 19.Yüzyılın sonlarına doğru hızla sanayileşmesinin, yalnız kırdan kente değil; ama İspanya’nın başka bölgelerinden Bask ülkesine doğru göçün ve şehirleşmenin de etkisi büyük olmuştur.
Bugün artık Bask ülkesinde onlarca, hatta yüzlerce örgütlenmenin olduğunu söyleyebilirim.
Ama Bask Ulusal Hareketi’nde ayırdedici olan legal veya illegal, silahlı veya silahsız her dönemde önceliğin siyasal örgütlenme olmasıdır.
Aslında kendilerini ve mücadelelerini tanımlayışlarından yola çıkarsanız başka türlü olması da mümkün değildir.
Basklı kendisini “Bask ülkesinden” anlamına gelecek şekilde “Euskaldunak” diye tanımlar. Bize uyarlarsanız, karşılığı “Çerkesyalı”dır. Gelenekleri “Fuero”lar gibi kimlikleri de yaşadıkları topraklar üzerindeki egemenliği, sahiplenmeyi anlatır. Bu nedenledir ki mücadelelerinin ekseni ve ilk talepleri hep “egemenlik” olmuş ve bunu kültür dernekleri ile talep etmeleri mümkün olmadığı için de her dönemde önce siyasi örgütlülüklerini yaratmaya çalışmışlar.
Bask Ulusal Hareketinin tarihsel önderi Sabino de Arana’nın “dil ve milli kültür” eksenli faaliyetleri kimilerince sosyal ve kültürel faaliyetler gibi yorumlanır. Ama bu yanlış bir değerlendirmedir. Arana, dil ve kültür ulusal kimliği ve üzerinde yaşanılan topraklar üzerindeki egemenliği ifade ettiği için “Bask ülkesi Basklarındır ve Bask dili konuşulmalıdır” der. Burada anlatılan Baskların, Bask dili ve kültürünün Bask ülkesinde egemen olması gerektiğidir. Ki bu miras bugüne kadar taşınmış ve Bask Ulusal Hareketine ruhunu vermiştir.
Bu, bizim formüle edişimizden farklıdır. Evet biz de “dilsiz ulus ölüdür” veya “dilimizi yaşatamazsak ulusumuzu da yaşatamayız” diyoruz ama hemen ardından sorumluluğu anne-babalara yükleyen ve dili günlük yaşamda kullanmaya indirgeyen bir açılım yapıyoruz.
Elbette dilin yaşatılması için yapılacak hiçbir çabayı küçümsememek gerekir, hepsi; bireysel olanlar da önemlidir. Ama bir dil, ancak o dili konuşanların yaşadığı coğrafyada hakim dil olursa, eğitimden bilime, sanata, devlete kadar bütün kurumlarında kullanılırsa yaşatılabilir.
Dile bu çerçevede sahip çıkılırsa uluslaşmaya hizmet eder. Uluslaşmaya hizmet edecek bir tarzda formüle edilirse yaşatılabilir.
Uluslaşmak da belli bir coğrafya üzerinde (vatan) yaşayan halkın toplumsal yaşama egemen veya hakim olması demektir. Devleti olmayan “uluslar”ın yapmaya çalıştıkları budur. Ve bu, uluslararası topluluklarca tanınan sınırların değişmesini zorunlu kılmadığı için hem meşru hem de yasaldır. Demokratik ülkeler de artık insan topluluklarının bu haklarını tanımakta ve desteklemekteler.
Bunun bir ön koşulu var:
Eğer topraklarınıza; ekonomik, siyasi ve kültürel yaşamınıza dilinizi ve kimliğinizi hakim kılmak istiyorsanız tepeden tırnağa siyasallaşmak, bunun kurumlarını yaratmak zorundasınız.
Siyaset bilimine katkı yapmak! gibi bir derdiniz yoksa eğer; kural: "önce siyasi örgütlenmeler ve siyasi mücadele; sonra sosyal ve kültürel faaliyetler"dir. Ve bu kural, evrenseldir.
Son yıllarda özellikle bazı yerli "küçük" halklar mücadelelerini "politikleşmiş kültürel faaliyet" diye de tanımlıyor, kültürel faaliyetlerde siyasi mesajlar veriyorlar. Ama bu da aynı kapıya çıkıyor bence.
Bunun için, siyasi mücadeleyi örgütleyenler “çok”un, “kalabalık”ın, “herkes”in büyüsüne kapılmamalılar. "Çok", güç olmak anlamına gelmez. Güç ideolojidir. İdeolojide netliktir...
Tanımı yapılmamış, hedefi netleştirilmemiş, çok olsun diye herkese: her renge ve her zevke hitap etmeye çalışan ve herkesin içerisinde bir şeyler bulabileceği yapılar veya platformlar bir kez oluştuktan sonra değişime direnir, hatta zamanla onu örgütleyenleri bile teslim alırlar.
Sonuçta, tanımı şimdikilerden farklı olan, belki de “yurtsever” veya “Çerkesyalı”; ama yine kültürel-sosyal faaliyetlere hapsolan; değiştirme-dönüştürme gücü olmayan gruplar, kurumlar çıkar ortaya.
İnsan toplumsal ilişkilerinde hem öznedir, hem de nesne. Verirken alır. Değiştirirken değişir. Çoğu zaman bu değişim o kadar yavaş olur ki, değiştiğinizin siz farkına bile varmazsınız. Farkına vardığınızda iş işten geçmiştir.
Çevrenize bir bakın, birkaç yıl öncesine kadar “dağları delmek”ten bahseden; ama şimdi anıları ve rakılarıyla teselli bulmaya çalışan, internet üzerinden sosyalleşen yüzlerce insan göreceksiniz.
Yurtseverler, eğer aynı yolun yolcusu olmak istemiyorlarsa, şurada burada çoğunluk olmayı değil; “toplumumuzun kanını değiştirmeyi” hedeflemeliler. Mutlaka iktidar olmaya değil; düşüncelerini iktidara taşımaya çalışmalılar.
Bunun için net olmalı, söylemlerinde süreklilik sağlayabilmeli ve yeni gelenekler-değerler yaratabilmeliler.
Toplumsal mücadelelerde kendiliğinden yaratılmış gelenekler yoktur. Bunun için büyük bir emek sarfetmek ve sabırlı olmak gerekiyor. Çünkü mücadele uzun bir yolculuktur; adım adım yürünecek, ilmek ilmek örülecek ve olağanüstü bir gelişme olmazsa halkımız bu mücadeleye birer ikişer kazanılacaktır.
Her toplumsal mücadelede birbirinden kesin çizgilerle ayrılamayacak, içiçe geçmiş üç aşama vardır:
Aydınların sorunu tartıştıkları ve ideolojiyi netleştirdikleri birince aşama. Bu ideolojiyi benimseyen kadroların ortaya çıktığı ikinci aşama. Ve bu kadroların ideolojiyi ve politikaları kitlelere taşıdıkları üçüncü aşama.
Biz henüz birinci aşamadayız. Sorunu tartışıyor, netleşmeye çalışıyor; ulusal mücadelenin ideolojik-politik çizgisini yaratmaya çalışıyoruz. Ama aynı zamanda ikinci aşamaya doğru da evriliyoruz. Yani doğrularımızı benimseyen insanlara ulaşma ve bunlardan kadrolar yaratma aşamasına.
Bu süreçte doğrulardan şaşmamalı, açık politik kimliğimizi ortaya koymalı ve bu doğruları benimseyen insanları örgütlemeye çalışmalıyız.
İdeolojik politik formasyonu olmayan, söylediklerimizi benimsemeyen “parlak beyinleri” biraraya getiren platformlardan veya “beyin fırtınaları”ndan bir sonuç çıkmaz. Şimdiye kadar çıkmadı, bundan sonra da çıkmayacaktır.
Çünkü mücadele beyin kadar, yürek işidir. Emek ister; sabır, fedakarlık ve cesaret ister. Bunlar ise mücadele içerisinde yavaş yavaş kazanılır.
Herşeyden önemlisi, mücadele bir yaşam biçimi haline gelmeli, yaşamımızı belirleyebilmelidir. Hangi sorumlulukları aldığımızın bir önemi yoktur; çünkü mücadelede küçük-büyük veya önemli-önemsiz sorumluluk olmaz.
Bizim geliştirmemiz gereken ilişkiler bunlardır ve bu başarılmadan hiçbir teorinin başarıya ulaşması mümkün değildir. Çünkü kendisini “en akıllı zanneden”, yine kendisi gibi “kendini en akıllı zanneden insanlar” yetiştirir.
Bunlar arasında da örgütlü bir ilişki olmaz.
Yurtseverler işe; şimdiye kadar dile getirilen doğruları benimseyen insanları biraraya getirmek ve bu insanları örgütlemekle başlamalı; kitleleri değil, kitleleri örgütleyecek kadroları biraraya getirmeye çalışmalılar. Karınca gibi çalışmalı ve örümcek gibi örmeliyiz ağımızı…
Unutmayın: Bask halkının talihini ve tarihini değiştiren "bu iş böyle gitmez" diyerek EKİN'i kuran o 5 üniversiteli gençti!