Bask ulusal mücadelesinde “gelenekten kopulan” iki dönem vardır: Birincisi Sabino de Arana’nın Milliyetçi Bask Partisi PNV’ni kurduğu 1890’lar, ikincisi de PNV’nin umutsuzluğa düştüğü, yıldığı 1950’ler.
1950’lerdeki “kopuş”u örgütleyen beş gençtir. Önce EKİN’i kurdular. 10 yıldan uzun bir süre ajitasyon ve propaganda çalışmaları yaptılar. Ama propaganda yalnızca yazıp çizmek veya konuşmak değil; siyasal faaliyetler örgütlemek, talep etmek-tepki göstermek, bunlar eliyle insanları duyarlı kılmak, eğitmek ve toplumun ruhsal yapısını değiştirmektir.
Bizler de artık siyasi mücadelenin barışçıl ve demokratik her yolunu deneyerek siyasal sorunlara tepki veren ve talep eden bir hareket yaratmalı, Çerkes halkını ilgilendiren her konuya dikkat çekmeli ve bunu yaparken insani ilişkileri “örgütlü ilişkiler”e dönüştürmeliyiz.
21 Mayıs’larda veya 13 Haziran’larda Çerkeslerin yaşadığı her yerde görünmeli, sesimizi duyurmalıyız mesela. Veya "Bayrak Günü”nde her eve, her köyün girişine bir Çerkes bayrağı asmalı, "Anavatana Dönüş Günü"nde Çerkesya’yı anlatmalı, Anadil Günü’nde Çerkesçe'yi kamuoyunda görünüz kılmalıyız.
100 köyde, aynı günlerde dalgalandırılacak 100 bayrağın toplumu politize etme, değiştirme ve dönüştürme gücü 100 kitapla anlatabileceklerinizden fazladır. Veya ana akım medyada bir kaç dakika Çerkesçe konuşmanın etkisi...
Bunlar için büyük paralar, “parlak beyinler” falan gerekmiyor…
Unutmayalım ki “Çerkes olmak”, Çerkes Ulusal Mücadelesi vermek için yeterli değildir. Çünkü Çerkesler de, diğer bütün halklar gibi içerisinde her türden insanı barındırır.
Kimilerinin, Çerkes halkını, kimliğini, kültürünü sevseler ve Çerkes olmaktan gurur duysalar da bunun mücadelesini verme istekleri ve güçleri olmayabilir. Bu nedenle bizim bütün “Çerkeslere” değil; Çerkes kalma derdi olan Çerkeslere ulaşmamız, en geride duranlara değil; Çerkes kalma derdi olanlara göre politikalar yapmamız gerekir. Ve topluma önce ulusal bilinç: ulus ve vatan bilinci vermemiz. Çünkü ulus ve vatan bilinci olmadan hiçbir “ulusal siyaset” başarılı olmaz.
Çerkes Ulusal mücadelesi anavatan ve diaspora ayrımı yapmaksızın “Çerkes kimliği” ve “vatan Çerkesya” ekseninde yükselmelidir. Çünkü Çerkesya’nın ve Çerkes halkının varlığının ve var olma hakkının bilince çıkarılması bunun sonrasındaki kazanımların önünü açacak “Bab-ı Ali”dir.
“Nereden başlamalı?” sorusunun yanıtı da buradadır:
Uluslaşmak isteyen halklar mücadelelerinin merkezlerine “vatan ve kimlik” sorununu oturtur; diğer tüm faaliyetlerini buna bağlı ve bunu geliştirir tarzda formüle ederler. Şarkıları, türküleri, resimleri, halkoyunları ve tiyatroları ile politik çözümü ve hedefi anlatır; toplumun bilinçlenmesine katkıda bulunurlar.
Çerkes ulusal hareketinin “siyasallaşması” dendiğinde anlaşılması gereken de sosyal kültürel faaliyetlere son vermek değil; bu faaliyetlerle insanlara birşeyler anlatabilmek; politik mesajlar verebilmek; her alandaki kurumlarımıza siyasi bir perspektif ve hedef kazandırmak; var olan kurumları ve faaliyetlerimizi bu perspektifle yeniden örgütlemek; dönüştürmek ve eksik olanı kurmaktır.
İnsanlar ulusal kimliklerini bilince çıkarır ve bu kimliğe sahip çıkarlarsa dillerini ve kültürlerini de korurlar. Tersi doğru değildir, bireysel çabalar olarak kalırlar. Çünkü dilimizin, kültürümüzün veya gelenek-göreneklerimizin yaşamımızdan yavaş yavaş çıkmalarının ve unutulmalarının nedeni bizim bunları bilmememiz değil; bunların önemini kavramak için gerekli ulusal bilinçten yoksun olmamızdır.
Bizi asimile etmek için, önce Çerkesya’yı ve Çerkes kimliğini unutturma amaçlı teoriler geliştirdiler. Tarihimizi çarpıttılar. Ulus öncesi ilişkileri koruyup Çerkes'i “herkes”in bir parçası veya Türk’ün “alt unsuru” yaptılar. Sürgüne gönderildiğimiz her yeri; her ülkeyi “vatan” veya “ikinci vatan” ilan ettiler...
Yani bizde asimilasyon önce ulusal bilinç ve hedeflerin yok edilmesi; sonra bize ait olan değerlerin anlamsızlaşması, önemsizleşmesi ve erimesi şeklinde bir rota izledi.
Böylesi değerleri yitirdikten sonra dilimizin, kültürümüzün veya bize ait olan herhangi bir şeyin önemi kalır mı? Bunlar uğruna mücadele edilir mi? Zahmete katlanılıp, fedakarlık yapılır veya anavatana dönülür mü?..
Dolayısıyla bizim mutlaka ulusal bilinci geliştirecek, RF’na ve tüm dünyaya Çerkesya’yı ve Çerkeslerin varlığını, hak ve özgürlüklerini kabul ettirecek politikalarımız olmalıdır.
Devşirmeleri eleştirmekten, kızdırmaktan veya küstürmekten çekinmemeliyiz. Bunlar, bilinçli veya bilinçsiz, başkalarına-asimilasyona hizmet eden Çerkeslerdir.
Son zamanlarda bizim “Çerkes kimliği etrafında örgütlenmeliyiz” çağrılarımızı bastırmak, demokrat insanlarımızın kafalarını karıştırmak için ulus ve ulusal mücadele ile demokrasi karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor.
Benzeri bir durum İkinci Paylaşım Savaşı sonrası İspanya’da; Bask ülkesinde de gündeme gelmişti. Savaşı kazanan ülkelerin İspanya’da sosyalist bir hükümetin işbaşına gelmesini engellemek için Franko Faşizmine destek vermeleri Bask Milliyetçi Partisi PNV’yi hayal kırıklığına uğratmış ve Bask Milliyetçileri, güçten düşmüş olmalarının etkisiyle ulusal hak ve özgürlüklerini ancak bütün demokratik güçlerin birlikte mücadelesi ile kazanabileceklerini düşünmeye başlamışlardı.
Halbuki bu, zaten zayıf olan ulusal örgütlenmelerinin genelin içinde biraz daha erimesi, ulusal bilincin gerilemesi ve ulusal mücadelenin İspanya’daki veya uluslararası dalgalanmalara endekslenmesi anlamına gelecekti.
PNV’nin genç kadroları buna itiraz etmekte gecikmediler: önce EKİN’i, sonra ETA’yı örgütleyerek, “biz yalnız Franko’ya değil, İspanya’ya da karşıyız. Demokratik bir İspanya için değil, Bask ülkesi için mücadele ediyoruz” şiarını yükselttiler.
Böyle bir “özet formül” İspanya’nın demokratikleşmesi Bask yurtseverlerini ilgilendirmiyormuş gibi düşünmemize neden olabilir; ama öyle değil.
Bask Yurtseverleri, İspanya’nın demokratikleşmesini istediler; hatta elde silah savaştılar. Ama “İspanya demokratikleşirse, Bask da özgürleşir” değil; “Bask özgürleşirse, İspanya da demokratikleşir” diyor ve İspanya’nın demokrasi mücadelesine kendi cephelerinden katılıyorlardı.
Bu formülün avantajı, bir ulusun kazanımlarını çok daha geniş bir cephedeki kazanımlara endekslememesi, daha mücadele yıllarında ulusal kurumları geliştirmesi ve bu kurumlarda ulusal kimliği, dili veya kültürü korunmanın mümkün olmasıdır. Ortak örgütlenmelerde bu mümkün değildir. Bu örgütlenmelerde kendi dilinizi değil, “ortak olan dili” konuşmak; kendi kültürünüzü değil, ortak olanı geliştirmek zorundasınız.
Elbette demokratik bir toplum her açıdan daha yaşanılır bir toplumdur ve uluslar veya azınlıklar demokratik toplumlarda daha özgür yaşarlar. Ama demokrasi veya demokratik hak ve özgürlükler ulusal mücadelenin gelişmesine yarıyorlarsa ve yaradıkları oranda ulusal hareketler için önemlidirler.
Mesela kişi başına milli geliri 50 000 dolar olan veya işçisine, memuruna bilmem ne kadar hak ve özgürlük tanıyan; ama ulusal taleplere yanıt vermeyen bir Türkiye veya Rusya’dan Çerkes halkının, “Çerkes olarak” çıkarı yoktur. "Çerkes kimliği"nin demokratikleşmeden yararlanabilmesinin yolu demokrasi mücadelesine kendi talepleri ve örgütlülükleri ile katılmasından geçmektedir. Bask, bu konuda kendisinden ders çıkarılması gereken bir modeldir.
Peki bu politik çizgiye negatif bir anlam yüklenen “milliyetçi” yaftasının vurulması ne oluyor? Tek kelimeyle: Cahillik!
“Millet”in yabancı dillerdeki karşılığı “nation” ve “milliyetçilik”in de “nationalism”dir. Türkiye’deki “ulus” ve “millet” veya “milliyetçilik” ve “ulusalcılık” ayrımları yapaydır; politik tercihlerdeki farklılıkları vurgulamaya yarar.
Yoksa millet, ulus demektir ve birbirinin yerine kullanılır.
Dünyadaki bütün uluslar “nation” diye tanımlarlar kendilerini. Mesela, ulusal takımları “milli takım”ın karşılığı olarak “national team”dir. Ve bütün uluslaşma hareketleri, ister etnik köken; isterse de toprak eksenli olsunlar “nationalism” diye nitelenirler, bütün uluslar da “nation”. Yani “ulus” veya “millet”in kanla, ırkla, etnik köken veya toprakla direk bir alakası yoktur.
Belli bir coğrafyada yaşayan halk/ları, ulus/ları veya insan topluluklarını veyahutta herhangi bir etnik grubu merkezine alan bütün örgütlenmeler, nasıl bir ekonomik-toplumsal formasyonu savunurlarsa savunsunlar, “milliyetçi”dirler.
Eğer hiç milliyetçi diye “lekelenmek” istemiyorsanız “ben insanım”dan başka birşey söylememeniz gerekir.
Yani altını nasıl doldurursak dolduralım; politik olarak ister demokrasi, ister sosyalizm veya bilmem ne diyelim, önceliği Çerkes kimliğini ve varlığını korumak olan bütün politik örgütlenmeler “polit-bilimciler” tarafından “milliyetçi” diye nitelenecekler, hatta biz “Çerkes=Adige” değil de; “Çerkes=72 millet”desek bile…
Türkiye'de milliyetçiliğin şövenizm veya faşizm ile eş tutulması “Türk Milliyetçiliği”nden ( daha doğrusu şövenizminden ) yola çıkılması, Türkiye siyasi haritasının baz alınması nedeniyledir.
Millet eksenli bir örgütlenme tam tersi bir mücadele de verebilir. Bask halkının mücadelesi buna örnektir. Bask milliyetçileri, ki sosyalist Bask diyen “Birleşik sol” da dahil, kendi milletlerini örgütleyerek hem İspanya’nın demokratikleşmesine katkıda bulunmuş, hem de Baskların Karlist: koyu katolik, gelenekselci ve modernliğe karşı toplumsal yapısını değiştirmiş, demokratikleştirmiştir.
Bugün Bask, tarihinde hiç olmadığı kadar demokratik; tarihinde hiç olmadığı kadar ulus devlet olmaya yakındır ve bunu “Bask Yurtseverlerine”, “Bask Milliyetçileri”ne borçludur.