#212 Ekleme Tarihi 14/10/2015 08:18:59
15 Aralık 2011 Perşembe Saat 23:31
Önce Arap ve Kuzey Afrika halkları sokaklara döküldüler. „Daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi“ talepleriyle. Taşların yerine oturması daha yıllar alacaktır. Şimdilik, hem kayıpları var hem de kazanımları demek mümkün. Ama ben kazanımlarının daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Yalnız Araplar ve Kuzey Afrikalılar değil; Latin Amerika, Amerika, Avrupa halkları da ayaktalar. Ve dünya, ikinci paylaşım savaşından sonraki en ciddi krizini yaşıyor; ”yeni bir paylaşım savaşının eli kulağında, belki de başladı bile“ diyenlerin sayısı hiç de az değil?
Krizden şimdilik en karlı çıkan ülke Almanya. Fransa ile birlikte, Avrupa’yı resmen tek bir kurşun bile sıkmadan egemenliği altına aldı. Yunanistan ve İtalya’yı artık bu ikilinin emrindeki memurlar yönetiyor. Diğerleri ise bu duruma düşmemek için, Almanya’nın bütün taleplerini kabul ettiler. İngiltere hariç! O, ABD ile yoluna devam edecek…ve Alman-Fransız egemenliği altındaki Avrupa’yı bölmeye-parçalamaya çalışacak.
Çin sıkıştı. Afrika’daki ittifaklarını ve enerji kaynaklarını birer birer kaybediyor. Hatta savaş yanı başındaki Pakistan ve İran’a taşındı. Kuzey komşusunda yeterince enerji var, ama Rusya’ya pek güvenmiyor veya Rusya Federasyonu’nun geleceği olduğuna inanmıyor.
Hindistan ise ABD’nin Pakisan’ı tasfiye etme kararı ile rahatlamış durumda. ABD ile tarihinin en yakın ilişkilerini kurdu.
ABD demişken…ABD hala tek süper güç. Yani dünya belki artık 20 yıl önceki gibi „tek kutuplu“ değil; ama örgütlenmeye çalışılan „siyasi kutuplar“ ABD ile yarışacak askeri güce sahip olmadıkları için, hala ABD’nin borusu ötüyor dünyada. Kriz yok mu? Var, ama ABD krizini diğer ülkelere öteliyor?
RF, „süper güç“ olmak istedi, nükleer gücüne güvenerek. Olmadı! Bölgesel güç olacaktı, ama artık bu da şüpheli. Eğer Almanya’nın egemenliğine giren Avrupa ile yakınlaşma çabalarında başarılı olamazsa, yalnız kalacak. Resmen kuşatıldı ve buna cevap verebilecek teknikten ve silahlardan yoksun.
„Ben de Avrupa’ya çeviririm füzelerimi“ tehtidine ABD gülüyordur. Öyle ya, tehlike kuzeyden; Anglo-Sakson ikiliden geliyor, ama RF, belki de tek ittifak kurabileceği güç olan Avrupa’yı vurmakla tehdit ediyor; sanki Avrupa ABD’nin veya İngiltere’nin çok umurundaymış gibi…
RF’nun bir de iç sorunları var. Geleneksel toplumsal yapısı şimdilik statükonun devam etmesini mümkün kılan Çin gibi… Ama RF’nda son 20 yılda değişen ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerin ortaya çıkardığı yeni dinamikler siyasal üst yapının da değişmesi için harekete geçmiş durumda.
İster “sonbahar” deyin, ister “ilkbahar”; ama bir “bahar” RF’nun kapısına dayandı. Ve RF ya dağılacak, ya da daha demokratik bir karakterde yeniden örgütlenecek. Ortası yok! Yani böyle gitmeyecek...
İktidarın resmi doğru okuyabildiğini sanmıyorum. Yoksa “güvenilir” oligarklara, sokaklara dökülen bu yeni dinamiklere hitap edecek ve ”gazı alacak” liberal-demokrat partiler kurdurarak sorunu çözebileceklerini zannetmezlerdi.
Zaten ayyuka çıkmış seçim hilelerini protesto etmek için sokaklara dökülenleri bile ABD’nin kışkırttığına inanıyorlar. Bayan Clinton düdüğü çalmış ve son 20 yılın en kitlesel eylemleri örgütlenmiş!
Avrupa’da ve ABD’de de insanlar aylardır sokaktalar; parlamento basıyor, mitingler ve işgaller ( Wall Street dahil! ) örgütlüyorlar; ama ben daha hiç bu eylemlerin “dış güçler” veya “RF” tarafından kışkırtıldığı veya örgütlendiği gibi bir haber duymadım. Böyle bir iddaada bulunanın burada herhalde siyasi hayatı biterdi.
Ama, bir komşusunun sadece yabancı olduğu için bile “ajan” olabileceğini düşünen insanların hiç de az olmadığı RF’da bu yöntem hala işe yarıyor. ( http://www.turkrus.com/haber-hatti/24971-rusyada-komsularla-yasanan-sorunlar-qkapi-komsum-yabanci-bir-ajanq.html ) Bu nedenle sistem, “dış güçler” tehtidini, demoklesin kılıcı gibi kullanmaya devam ediyor.
Nereye kadar? İşte Medvedev’e internet aracılığıyla mesaj gönderen binlerce insan, en çok da Putin’in kendilerini ABD ile ilişkilendirmesine kızdıklarını yazmışlar. Hem de açık açık isimlerini ve adreslerini vererek!
Bizim soğuk savaş sendromundan hala kurtulamamış bazı arkadaşlarımızın da ellerinde bu “kılıç” var. Her önlerine çıkana savuruyorlar. Hala SSCB’yi sahiplenmelerini anlarım, iyi kötü sosyal bir devletti; ama bugün dünyanın neredeyse en gerici ve en ilkel kapitalist devletlerinden biri olan RF’na olan hayranlıklarını ve RF’nu savunma reflekslerini anlamakta zorlanıyorum.
İdeolojik önyargıları, geleceği ve zamanın ruhunu veya hayatın akış yönünü kavrayamadıkları için kaybetmeye mahkumlar. Ama yenilgilerinin günahını başkalarına yıkmaya çalışıyorlar.
Kapitalizmin krizi ve dünyanın yeniden paylaşılması, kartların yeniden karılması ve dağıtılması demektir. Masada oturmayanların veya ne istediğini bilmeyenlerin söz hakkının olmadığı, seslerini duyuramayanların dikkate alınmadığı; altta kalanın canının çıktığı bir oyun yani. Bu nedenle birkaç bin kişilik insan toplulukları bile kendilerini tanımlamaya ve taleplerini “masada oturanlara” duyurmaya, çıkarlarının örtüştüğü güçlerle ittifaklar kurmaya çalışıyorlar.
Çerkes halkının büyük masada oturma şansı yok. Şimdilik herhalde yalnızca eleme gruplarındaki masalarda kendimize bir yer bulabiliriz. Ama bu bile, net bir gelecek vizyonumuzun, uygulanabilir politikalarımızın veya programımızın olması ile mümkün. Ve elbette “talep eden”, “görünür” bir halk olmamız ve sesimizi duyurmamız ile... Bunu yapmaya çalışmak, “boşuna bir enerji kaybı” değil; zorunluluktur!
Çünkü Kafkasya’nın karmaşık politik denklemleri içinde kendimizi tanımlamaya, bunlar arasında cambazlık yaparak “ortak” çıkarlar aramaya ve çıkarlarımız örtüşmediği halde “birlikte bir gelecek vizyonu” bulmaya çalışmanın bize hiçbir yararı olmayacaktır.
Geleceğimizi kendi gelecek vizyonlarının bir alt başlığı olarak görenlerle ve „Kuzey Kafkasya diye diye güney Kafkasyayı bu alçaklara bırakacağız bu gidişle! Güney Kafkasya Alan toprağıdır ve er geç tamamını geri alacağız. Bu gün G. Osetya olarak alınan topraklar 100%3 dür kalan %97 alınmadan devlet olduk demeyeceğiz!!!“ gibi düşünenlerle yollarımızı hızla ayırmalıyız...
Ama muhalefet olmak için de muhalif veya “ayrı” olunmaz. Ayrılık savunulmaz!
Gereksiz ayrılıklara neden olmamalı; populist yaklaşımlardan kaçınmalı ve küçük grup çıkarları için bütüne zarar vermemeliyiz. Eğer yapılması gereken bir iş var da yapılmıyorsa veya alınması gereken bir tavır var da alınmıyorsa o zaman bağımsız adımlar atma hakkımız olur.
Ama Çerkes halkının birlik ve beraberliği önemlidir, hayatidir. Özellikle dışarıya karşı tek vücut, tek ses ve tek yürek olarak çıkmanın şartları mutlaka zorlanmalıdır.
KAFFED’in istişare toplantısı olumlu bir adımdı. Sonrasında Anayasa değişikliği için taleplerimizi tabana danışarak hazırlamak istemesi de. Böyle olumlu adımları desteklemeli, katkıda bulunmalıyız.
Doğrusu “Çerkes Halk Meclisi”ni örgütlemek, çok sesliliği ve katılımı sağlamak; gelecek vizyonumuzu netleştirerek Çerkes halkını siyasi olarak böyle bir meclis aracılığıyla, tek elden temsil etmektir.
Süreç bu yönde gelişiyor, buna köstek değil, destek olmalıyız...