“Dünyayı Sarsan 12 Gün”den Sonra -Son-

#11046 Ekleme Tarihi 25/01/2025 03:34:39

Çerkes Soykırımı ve Sürgünü'nün dünya kamuoyuna anlatılması ve tanıtılması çabalarına karşı, en güçlü argüman, bunun Rusya Federasyonu ile ilişkilerimize zarar vereceği ve vatanla ilişkilerimizin bozulacağı oldu. Bu nedenle Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın Çerkes Soykırımını tanıması böyle düşünen çevreleri tedirgin etti. 

Elbette hiçbir ülke “Soykırımcı” damgası yemek istemez, böyle çalışmalardan rahatsız olur, ama soykırım suçu işlediği iddia edilen hiçbir ülke de tamamen sistemin dışına atılmaz. Ermeni soykırımı nedeniyle 30 ülkenin parlamentoları Türkiye’yi mahkum etti, Ermeni soykırımını tanıdı. Ne değişti? 

Onun için soykırımın tanınması işine çok fazla bir misyon yüklememek, ama aynı zamanda korkmamak lazım. Çerkes Soykırımının tanınması bizim Rusya ile ilişkilerimizde ve ondan taleplerimizde elimizi güçlendirir, o kadar! Çünkü taleplerimizi karşılayacak olan Rusya Federasyonu ben kararı tanımıyorum derse, yapacak fazla bir şeyimiz yok. 

Bu nedenle, DÇB’nin ve bazı kurumlarımızın önce Gürcistan, sonra Ukrayna’nın Çerkes Soykırımı tanımasına abartılı tepkiler vermelerini ben pek anlamıyorum. Gürcistan tanıyınca ne oldu, savaş mı çıktı, vatanın kapıları mı kapandı? Hiçbiri olmadı. 

Çünkü, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü dile getirmek, tanınmasını ve telafi edilmesini istemek, tek başına, bir Rus veya Rusya düşmanlığı değildir. Ne talep edildiği belirler soykırımın tanınmasının düşmanlık mı veya düşmanlığın bir aracı mı olup olmadığını. 

Soykırımın tanınması talebinin nasıl formüle edildiği, Rusya Federasyonu ile ilişkilerimizde birlikte yaşama irademiz var mı, Rus veya Rusya düşmanları ile yan yana geliyor muyuz, bunlarla birlikte çalışıyor muyuz?... bunların hepsi etkiler, hatta belirler Rusya'nın bizim çalışmalarımıza nasıl tepki vereceğini. 

Peki düşmanlık ile demokratik mücadele arasındaki fark nerede?

Bir şeyi değiştirmek istemek demokratik bir haktır. Ortadan kaldırmaya, yıkmaya çalışmak ise düşmanlık. “İçeriden” ve “dışarıdan” tanımları ile anlatmak istediğim de buydu!

İçeriden mücadele edenlerde, birlikte yaşama ve/veya çalışma iradesi vardır; dışarıdan bakanlar ise, kurumun varlığını bir engel, bir tehdit olarak görür ve onu yıkmaya, ortadan kaldırmaya çalışır.

Peki ne zaman ve kimler gündeme getirdi Çerkes Soykırımı ve Sürgününü? Rusya düşmanları mı ve Rusya’yı yıkmak için mi?  

1980’lerin sonunda merkezi hükümetin zayıflamasıyla Sovyetler Birliği coğrafyasında etnik milliyetçilik yeniden canlanmıştı. Rusya Sovyet Sosyalist Federal Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti başkanı Boris Yeltsin’in 1990’da, “Hazmedebileceğiniz kadar egemen olun” sözleri bu süreci hızlandırdı.

1990 yılında, daha sonra RSFSR içinde bir Cumhuriyete dönüşen Adığe Özerk Bölgesi egemenlik ilan etti. 1989-1991 yıllarında Karaçay ve Çerkes halkları, ayrı özerklik talepleriyle Rusya Federasyonu hükümetine başvurdular. 1990-1991'de Karaçay, Çerkes, Abaza, Kazak cumhuriyetleri ilan edildi. 1992 referandumunda, Karaçay-Çerkes nüfusunun çoğunluğu bölünmeye karşı oy kullanınca, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti kuruldu. 

Adığe, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyetlerinin yetkilileri de aktif bir rol oynadılar. Cumhuriyetlerde Çerkes nüfusuna özel statüler verdiler, Çerkeslerin birliği konusunu gündeme getirdiler. 

1992 yılında, Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti Yüksek Konseyi, Çarlık Rusya’sının Çerkes halkına soykırım yaptığını tanıyan bir kararı kabul etti.

1994 yılında, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Parlamentosu, Çerkes (Adığe) soykırımını tanıması, sürgün edilenlerin torunlarına “sürgünde halk” statüsü verilmesi ve tarihi anavatanlarına dönmek isteyen Çerkeslere yardım edilmesi talebiyle Federasyon Konseyi ile Rusya Federasyonu Federal Meclisi Devlet Duma'sına başvurdu.

Ve 1996 yılında, Adığe Cumhuriyeti Devlet Konseyi (Xase), Kafkas Savaşı sırasında Adığe (Çerkes) halkının soykırımını tanıma önerisiyle Rusya Federasyonu Devlet Duma'sına başvurma kararını kabul etti.

Çerkes Ulusal Hareketi, 90'ların ikinci yarısında uluslararası destek arayışına girdi, UNPO’ya başvurdu. UNPO, 1997 yılında Rusya Devlet Başkanına, Devlet Duma'sına ve Rusya Federasyonu Hükümetine başvurarak, Çerkes soykırımını tanıma, Çerkeslere mülteci statüsü, çifte vatandaşlık ve tarihi vatanlarına dönme fırsatı verme çağrısı yaptı.

Daha sonra Dünya Çerkes Birliği (DÇB) Genel Sekreteri, Cenevre'deki Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu 53. Oturumunda, Çerkes Sorununa dikkat çekti. 

DÇB özel temsilcisi Kazanako Teuvej, BM Azınlıklar Çalışma Grubu toplantısında uluslararası toplumu, Rusya'nın Çerkes soykırımını tanıması ve Çerkeslerin tarihi vatanlarına dönüşünü kolaylaştırması için yardım etmeye çağırdı. Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Çalışma Grubu toplantısında, Rusya'ya bu konularda baskı yapılmasını istedi. 

Aynı yıl, BM İnsan Hakları Komisyonu Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu toplantısında bir kez daha Çerkes Sorunu'na dikkat çekti.

Bu dönemde, Çerkes Soykırımını gündeme getirdikleri ve uluslararası platformlara taşıdıkları için vatanın kapıları diasporaya kapanmadı, çalışmaları yapan önderlerimize “Rusya Düşmanı” damgası vurulmadı.

Tam tersine, birçok kazanımımız oldu. 

Diasporadan yüzlerce insan vatana yerleşti, binlercesi vatanı görmeye gitti. Ve kolaylaştırılmış Rusya Vatandaşlığı alma hakkı verildi. Birkaç belge hazırlayıp vatana gönderiyor, 3 ay sonra Rusya Federasyonu vatandaşı olup, pasaport alıyorduk. 

Bunlar diasporada fazla bilinmez. Bu nedenle, Rusya’da Çerkes Sorunu’nu dile getirmek mümkün değil sanılır. Belki her zaman değil, ama mümkündü ve eğer Rusya’da birşeyler değişirse yine mümkün olacaktır. Vatanda bunu yapacak yurtseverler var. 

Dikkat edin, o yıllarda Çerkes Soykırımı ve Sürgünü’nü Rusya’da ve uluslararası toplantılarda dile getiren kurumlarımız ve Cumhuriyetlerimiz, Rusya Federasyonu’ndan hep diaspora Çerkeslerinin tarihi vatanlarına dönüşünü talep ettiler ve Çerkes halkının birliği sorununu dile getirdiler. Öncelik buydu.

Bu, Dönüş Hareketi’nin gücü ve başarısıydı. Vatana dönüş düşüncesinin Çerkes halkında bir karşılığı olduğunun ve Dönüş’ün bazı büyüklerimizin anlattığı gibi “al valizini gel, istersen dönersin” demek olmadığının kanıtı.

Yoksa o yıllarda DÇB de hem Rusya Federasyonu’nda hem de uluslararası platformlarda bu kadar çaba göstermez, diasporaya “hadi gelin” derdi.

Vatanda bu çalışmaların neden durduğunu biliyoruz. Çünkü Rusya Federasyonu’nda iktidar değişti: Yeltzin gitti, Putin geldi. Bu, sadece bir başkan değişikliği değildi, sistem değişti. Cumhuriyetlerin Yeltzin döneminde sahip oldukları haklar ve kazanımlar tırpanlandı. Sivil toplum ve örgütleri bitirildi. Sisteme hizmet eder duruma getirildi. 

DÇB’de politika ve yönetici değişikliği yapılmasının nedeni budur. 

Diaspora da sessizliğe büründü. Ama bunun nedeni, diasporada Dönüş Hareketi’nin ve düşüncesinin içine kaçmış olan önce “SSCB ve daha sonra Rusya Federasyonu ile iyi ilişkiler kurma” ilkesi ve bu nedenle Dönüşçülerin çok temkinli-yavaş olmalarıydı.

Dönüş Hareketi’nin nasıl bir dünyada ve Türkiye’de düşünce olarak ortaya çıktığını ve o günlerden sonra dünya birkaç kere değiştiği halde, kendilerini güncelleyemediklerini görmek istemiyor, bugün dönüşün Çerkes halkının gündeminde ve mümkün olmamasının suçunu insanlarda arıyor, "isteseniz dönersiniz" diyorlar. 

90’lı yıllardaki kurumlarımız bilmiyorlar mıydı “isteyen döner” demeyi de Rusya nezdinde ve uluslararası platformlarda o kadar çaba gösterdiler?

Sonda söyleyeceğimi, başta söyleyeyim de, “dışarıdan” eleştirdiğimi düşünmesinler: Ben de “Dönüşçü”yüm, Dönüş Hareketi’nin suyunu içtim. Derneklerimizin kapalı olduğu yıllarda, Dönüş Hareketi’nin örgütlediği Eğitim Çalışmaları’na katıldım.  

Dönüş Hareketi’nin “Çerkes halkı varlığını sadece vatanda devam ettirebilir, geleceğini sadece vatanda örgütleyebilir. Diasporada asimile olmaya mahkumdur, asimile olacaktır” doğrusu bizim de doğrumuzdur.

Ve Çerkesya Hareketi, Dönüş Hareketi'dir; Dönüş Hareketi'ni güncelleme çabasıdır.

Evet, mutlaka Vatana Dönüş örgütlenmelidir, ama nasıl? 

Rus Çerkes savaşı yıllarında, Çerkesler ve Çerkes Sorunu bütün dünyada bilinir-tartışılır olmuştu. Sonra, gündemden düştü. Ama Soğuk Savaş yıllarında tekrar ilgi odağı olduk. 

1950’li yıllarda Türkiye, Amerika ve Almanya’da Çerkes Dernekleri açıldı. Çerkes Derneği kurmak yasak olduğu için, Türkiye'de “Kafkas” kimliği altında örgütlenen bu dernekler kültürel etkinliklerle birlikte Çerkes halkının siyasi statüsünü de tartıştılar.

Bu derneklerin örgütlendiği ülkeler NATO üyesi, Sovyetler Birliği karşıtı ülkelerdi. Dernekleri örgütleyenler ve çalışanları arasında çok sayıda Sovyetler Birliği karşıtları vardı. Bunlar, sadece Çerkes Sorununu tartışmıyor, anti Sovyet propaganda yapıyor ve Çerkes Sorunu’nun çözülmesi için Kafkasya’nın Sovyetler Birliği’nden ayrılması, özgürleşmesi gerektiğini anlatıyorlardı. 

Sovyetler Birliği, tıpkı bugünkü Rusya gibi, izole edilmişti. Zaten “Demir Perde” deniliyordu Sovyetler Birliği’ne.

Anti Sovyet propaganda o kadar güçlüydü ki, bazı Çerkesler 19. Yüzyılda Komunistlerle savaştığımızı, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü’nden, sanki Ruslar ‘Kalu Bela’dan beri komünistmiş gibi, Sovyetler Birliği’nin sorumlu olduğunu düşünmeye başladılar. 

Hatta hala böyle düşünenler var ve herkes böyleleri ile mutlaka bir yerlerde, sosyal medyada karşılaşmıştır.  

Bu tek taraflı propagandanın sonucu olarak Anti Sovyet duygu ve düşünceler ile Çerkes Sorunu iç içe geçti. Çerkes Sorunu’nun çözülmesi için, Sovyetler Birliği’nden kurtulmamız gerektiği algısı oluştu.

Bunun üzerine Sovyetler Birliği de harekete geçti. Özel programlar hazırladı, örgütler kurdu. Mesela 1955 yılında “Yurtdışındaki Yurttaşlarla İlişkiler Derneği – Rodina” ve 1966 yılında “Yurtdışındaki Yurttaşlarla Kültürel İlişkiler Sovyet Komitesi Kabardey-Balkar Şubesi” açıldı, 1959’da Kozeta Bek’in “Çerkes Perşembeleri” radyo programı başladı.

Kültür ve Eğitim Bakanlığı’nın, basın yayın kuruluşlarının, üniversitelerin de katıldığı yoğun bir çalışma yaptılar. Rodina heyetleri diaspora ülkelerini ziyaret ettiler, diaspora ülkelerinden heyetleri vatana götürdüler, gezdirdiler ve oradaki yaşamı tanıttılar. 

Daha sürgünün ilk günlerinde dile getirilen Dönüş Düşüncesinin ilk örgütlenme tohumları bu yıllarda atıldı.

Bu örgütlerin faaliyetleri sonucu, Çerkes kültürü, tarihi ve vatandaki yaşam üzerine bilgimiz arttı, “Demir Perde” aralandı. 

Rus akademisyen Veronika Tsibenko, “…bu faaliyetler o kadar etkili oldu ki, sosyalist fikirler başarıyla yayıldı ve bu çalışmaların sonucu olarak Türkiye'deki Çerkesler arasında güçlü bir sol hareket ortaya çıktı” der. Dönüş'ten hiç bahsetmez.

Sonuçta, bu defa Çerkes Sorunu ile sosyalizm iç içe geçti. Bazıları “sosyalizm, Çerkes Sorunu’nu da çözer” diye düşündüler. 

Yalnız onlar değil; bu yıllarda tohumları atılan Dönüş düşüncesi de sosyalizmden etkilendi. 

Başka türlü olması da mümkün değildi, çünkü Sovyetler Birliği’nin elinin değdiği herşey “Abi-Kardeş” ilişkisine dönüşüyordu. Çünkü kendisini, yani Moskova’yı sosyalizmin merkezi olarak görüyor, bütün dünya sosyalistlerinin ve sosyalist devletlerin öncelikli görevinin Moskova merkezli sosyalizmi ve Sovyetler Birliği’ni korumak olduğunu ajite ediyordu. 

Bir tür “Büyük Rus Şövenizmi” yani.

Dönüş düşüncesinde veya Hareketi’nde Sovyetler Birliği’nin etkisi, “İyi İlişkiler” olarak formüle edilmişti. “Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler olmalı, ona düşman olmamalı, yoksa vatanın kapıları bize kapanır…” diyorlardı. 

Bu söylem teorik olarak yanlış değildi. Çünkü Sovyetler Birliği izin vermeyince bizim oraya turist olarak bile gitmemiz mümkün değildi. 

Peki, Sovyetler Birliği, Çerkes Sorunu’nu çözecek: diaspora Çerkeslerinin vatana dönmelerine, orada statükonun değişmesine, tarihi vatanımız Çerkesya’da nüfusumuzun artmasına izin verecek miydi? Bilmiyorduk, ama buna inandık... Hep “Rusları kızdırmazsak, yavaş yavaş çoğalırız ve yeterli çoğunluğa ulaştık mı kendi kaderini tayin hakkımızı kullanırız” diye düşündük. Ve bazı yalanlar uydurduk, “Lenin Çerkesleri yeniden tarihi vatanlarına getirmek istedi, Frunze Türkiye’ye geldi, görüşmeler yaptı…” gibi.

Elbette Sovyetler Birliği isteseydi, Çerkesleri, Ermenileri taşıdığı gibi, vatana taşırdı, ama istemedi. Çerkesleri Rusya’dan uzak tutması için Osmanlı Devletine ultimatom veren, dağlardan gelen Çerkesleri durdurmak için Batum’u tutan, Çerkeslerin kendi imkanları ile tuttukları tekneleri geri çeviren, başvuruları reddeden Çarlık Rusyası gibi Sovyetler Birliği de Çerkeslerin vatanlarına dönmelerini istemedi. Çünkü bu, Rus İmparatorluğu’nun bir devlet politikasıydı.  

Elbette 1970 ve 80’li yıllarda iyi niyetli olmak için nedenler vardı. Ama "iyi ilişkiler"le Çerkes Sorunu’nun çözülmeyeceğini, en geç, Sovyetler Birliği ile iyi ilişkisi olan Suriye’den 2000 kadar Çerkesin vatana dönmek için yaptığı başvuruyu, dönemin Sovyetler Birliği Dış İşleri bakanı olan Schwardnadze’nin reddetmesinden sonra, anlamalıydık. Anlamadık! Dünya birkaç kere değiştiği halde biz aynı şeyleri anlatmaya devam ettik.

Çerkesya Hareketi, Dönüş Hareketi’ni, içine kaçan, Dönüş’ten çok diaspora Çerkesleri arasında sosyalizme ve Sovyetler Birliği’ne dost bir kitle yaratmaya yarayan 'iyi ilişkiler' ilkesinden kurtarmaya çalıştı.

Göçmen veya muhacir olmadığımızı, vatanımızı kendi isteğimizle terk etmediğimizi, bir soykırım ve sürgünün kurbanları olduğumuzu ve Rusya’nın Çerkeslerin tarihi vatanımız Çerkesya’da çoğalmasını, Çerkes Sorunu’nu çözmek istemediğini anlattık. 

Elbette isteyen, Rusya’nın seçerek, ince bir elemeden geçirerek kabul ettiği insanlar dönüş yapabilir, vatanda yaşayabilir. Ve bunların sayısını da arttırmak, böyle vatana dönmek isteyenlere destek vermek gerekiyor.

Ama Çerkes sorunu böyle çözülmez. Çünkü Rusya Federasyonu tehlike hissettiği zaman böyle dönüşlere de izin vermez. Önlem alır. 

Ki, Adığe Cumhuriyeti’ne o binlerce emekliyi taşımasının nedeni de Adığe Cumhuriyeti’nde çoğalmamızı istememesiydi.    

Bu nedenle, Vatana Dönüş’ün bir hukuku olmalı, vatana dönmek isteyenlere herhangi biri muamelesi yapılmamalı dedik.

90'lı yıllarda Çerkes Ulusal Hareketi'ne önderlik yapanlar gibi.

Sürgünde Osmanlı devletinin hiç rolü olmadı mı? Sorumluluğu yok mu? Var elbette. Ki, bu konuyu güncel olaylarla birlikte anlatmamın nedeni bir karşılaştırma yapabilmek.

Bakın, İsrail’in A Planı, Gazze’deki Filistinlileri Mısır’da Sina'ya; Batı Şeria’daki Filistinlileri de Ürdün’e sürmekti. Ama Mısır ve Ürdün buna karşı çıktılar, sınırlarına asker yığdılar, bunun bir savaş nedeni olacağını ilan ettiler. Ama Osmanlı Devleti Rusya ile bir “göç anlaşması” yaptı. Ajanları Çerkesleri Osmanlı'ya çağırdı. 

Bu anlaşma olmasaydı, Rusya Çerkesleri böyle kitlesel sürgün edemezdi.

Sadece Osmanlı devleti değil, İngiltere, Fransa ve Polonya da olumsuz rol oynadılar. Bunun için de Ukrayna’ya bakmak gerekiyor.

O günlerde İngiltere’nin bir “büyük oyun”u vardı, Çerkesya bu oyunun önemli bir coğrafyasıydı. Bu nedenle Çerkesleri destekledi-kışkırttı, Çerkeslere savaşı kazanabilecekleri hayali kurdurdu. 

Ukrayna da İngiltere'nin yardımıyla! bu hayali kuruyor ve savaşıyor. 

Sonuç olarak: 

Çerkes Sorunu’nun çözümü tarihi vatanımız Çerkesya’nın yeniden inşa edilmesinden ve Çerkes halkının yeniden Çerkesya’da birlik olmasından geçiyor.

Ama bunun bir hukuku olmalı ve Çerkes Soykırımı, bu hukuku hatırlatmanın, talep etmenin bir aracı olmalıdır, Rusya Federasyonu’nu yıkmanın değil.  

1950’li ve 60’lı yıllarda, Çerkes Sorunu üzerinden anti Sovyet düşünceleri yaymak isteyenler gibi, şimdi de birileri Çerkes Sorunu’nu Rus ve Rusya düşmanlığını yaymanın aracı yapmak istiyorlar.

Amaçları Çerkes Sorunu’nu çözmek değil; Rusya’yı yıkmak. 

İyi niyetli birileri de bu propagandanın etkisi ile Rusya yıkılınca, dağılınca Çerkesya bize kalır, Çerkes sorunu çözülür, diye düşünüyor.

Nasıl ki Putin, bir gazetecinin "gerçekten nükleer silah kullanır mısınız?" sorusuna “Rusya’nın olmadığı bir dünya da olmasın” cevabını verdiyse ben de “Çerkesya’sız bir Rusya’nın canı cehenneme” diyorum ve Rusya’nın değil; Çerkes halkının geleceğinden kaygı duyduğum için savaşa karşıyım. 

Bakın Kürtlere ve Suriye’ye. Kimin olacak diye, köy köy, ev ev savaşıyorlar. Rusya'nın yıkılması sürecinde ve sonrasında bizde de farklı olmayacak, Kafkasya bir savaş alanına dönecektir. 2006 yılında Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyetlerindeki belediye arazilerinin dağılımıyla ilgili anlaşmazlık sonucu çıkan çatışmaları unutmadık.  

Bizim çıkarımıza olan, Rusya Federasyonu’nun Sovyetler Birliği gibi, yukarıdan aşağıya-iradi veya Rusya Halklarının birlikte mücadelesi ile aşağıdan yukarıya demokratikleşmesidir. Biz bu değişimin bileşeni olmalıyız. Bir aktörü olmalıyız, ne istediğimizi anlatmalıyız. 

Birileri buna Rusçuluk diyor.

Kendileri gibi düşünmediğim ve Gürcistan’da Çerkes Soykırımının tanınması sürecine katıldığım için Amerikancı demişlerdi; şimdi Rusya düşmanlığı yapmadığım için Rusçu diyorlar. 

Tarihin bir ironisi olsa gerek, ben Amerikancı olmadığı Moskova’da, mahkeme kararı ile kanıtlanan belki de tek Çerkesim. Ve Rusya’dan deport edilen tek Rusçu! 

Doğrusu sadece Çerkesya’nın yeniden inşa edilmesini ve Çerkes halkının yeniden Çerkesya’da birlik içinde, gelecek kaygısı olmadan yaşamasını istiyorum. Bu hedefe barışçıl ve demokratik yollardan mücadele ederek, Rusya Federasyonu halklarıyla birlikte, ulaşacağımıza inanıyorum. 

Umarım hayat benim öngördüğüm yönde akar. 

Hatko Schamis

25 Ocak 2025

Not: Bu yazı dizimde Veronika Tsibenko'nun çalışmalarından da yararlandım.

  • facebook sharing buttonFacebook
  • twitter sharing buttonTwitter
  • pinterest sharing buttonPinterest
  • linkedin sharing buttonLinkedin
  • tumblr sharing buttonTumblr
  • vk sharing buttonvk
  • odnoklassniki sharing buttonOdnoklassniki
  • reddit sharing buttonReddit
  • whatsapp sharing buttonWhatsapp
  • googlebookmarks sharing buttonGoogle Bookmarks